Nihat Demirkol

Ne yaptığının farkında mısın İKSEV ?

29 Mayıs 2015

Hani Rubinstein'a, neden her konserinde Beethoven çaldığını sormuşlar da; "her zaman (ilk defa) Beethoven dinleyebilecek seyirci vardır" demiş. Öyledir; bazı öyküler hiç eskimez ! Her zaman okuyacak birileri bulunur. Aşağıdaki satırlar da, ilk kez, Şubat 2001’de, “Houston Chronicle”da yayınlanmıştı; Jack Riemer imzasıyla… Makalenin tamamını daha önce yazılarımda kullanmıştım. Bugün küçük alıntılarla yetineceğim. Üstelik aslına ve çevirisine sadık kalmadan; “makaleyi en baştan, ben yazıyormuşum” gibi…

“…18 Kasım 1995 günü keman sanatçısı Itzhak Perlman, New York'ta, Lincoln Center'daki Avery Fisher Salonu'nda bir konser vermek üzere sahneye çıktı. Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız bilirsiniz ki, onun için ‘sahneye çıkmak’ hiç de küçümsenecek bir başarı değildir. Dört yaşında çocuk felci geçirmiş Perlman'ın her iki bacağında da ateller vardır ve kendisi koltuk değneğiyle yürümektedir. Onu sahne üzerinde yürürken görmek unutulmayacak bir resimdir. Yavaş ama ihtişamla yürür çünkü. Sonra oturur; koltuk değneklerini yavaşça yere koyar, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar, bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır. Daha sonra yere eğilerek kemanını alır, çenesinin altına yerleştirir, orkestra şefine başıyla işaret verir ve çalmaya başlar. İzleyicileri de bu ritüele alışmışlardır. Perlman çalmaya hazır olana değin seyirci sabırlı ve suskundur.

Ancak o konserde bir şeyler ters gitti. Daha birkaç nota çalmıştı ki, kemanın tellerinden biri koptu. Telin kopma sesi, salonun öbür ucuna, tabancadan fırlayan bir kurşun gibi ulaştı. Bu sesin ne anlama geldiği konusunda, o gece orada bulunan sanatseverler kendi kendilerine şöyle düşündüler: ‘Anlamıştık ki, yeniden ayağa kalkması, atelleri yeniden takması, koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne arkasına gitmesi, yeni bir keman bulması ya da yeni bir tel takması gerekecekti...’

Ama Perlman öyle yapmadı. Bunun yerine, gözlerini kapadı, bir dakika kadar bekledi ve sonra şefe yeniden başlaması için işaret verdi. Daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç ve saflıkla çaldı Perlman... Senfonik bir eseri, sadece 3 telle çalmanın imkânsız olduğunu herkes bilir. Ama o gece Itzhak Perlman, bunu bilmeyi reddetmişti. Onu, parçayı kafasında değiştirirken ve yeniden bestelerken izliyorduk. Telleri, nerdeyse yeniden tonlar gibi sesler çıkartmaktaydı kemandan; daha evvel hiç vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için...

Bitirdiğinde, önce salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı. Ardından, bütün seyirciler ayağa kalktı. Oditoryumun her yanından yükselen, inanılmaz bir alkış patlaması yaşanıyordu. Hepimiz ayaktaydık bağırıyor, ıslık çalıyor, alkışlıyor, ne yaptığını anladığımızı ve ne kadar hayran kaldığımızı anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk… Perlman gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını kaldırarak bizi susturdu ve kibirle değil, aksine sessiz, güçlü, dingin bir tonla şunları söyledi : ‘Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir, elinde kalanlarla ne kadar daha müzik yapabileceğini bulmak...’ (Riemer, makalesini şuna benzer bir cümleyle bitiriyordu) Bütün yaşamını, bir kemanın 4 teli üstüne kuran Usta’nın başarısı, belki de bir yaşam tarzı olmalı; sadece sanatçılar için değil, hepimiz için…”

Yarın akşam İzmir Festivali’nde çalacak olan Perlman’ın, “kariyerinin altın harflerle yazılmış” göz alıcı satırbaşlarını, sıradan bir arama motorunda rastlanabilecek klişelerini, ya da Festivalin program kitapçığında bulabileceğiniz seçilmiş ayrıntılarını, özellikle kullanmadım bu yazıda… Sadece, şunun bilinmesini istedim: “İKSEV’in, Itzhak Perlman’ı Lincoln Center’den, Adnan Saygun’a taşıyan başarısı, yani, ‘…her yıl sadece elinde kalanlarla, ne kadar daha iyi bir festival yapabileceğini bulmak mucizesi...’, Perlman’ın yukarıdaki öyküde anlatılan efsane duruşundan, -daha kolay- değildir…” İzmirli’nin de bunu fark edebildiğini umarak…

Yazının Devamını Oku

Diyelim ki, daha Napoli’yi görmediniz

25 Mayıs 2015

Fransızca bir zorlamadan doğduğu söylenen (ve farklı birkaç yazılışı da olan) İtalyanca bir deyiş vardır: “Vedere Napoli e poi muori...”
“Napoli’yi görmeden ölme” gibi bir şey; filmi de var hattâ!
Diyelim ki, daha Napoli’yi görmediniz.
Ve pek umut da yok gibi...
O halde, buram buram Napoli kokan bir Napoli’li ile tanışın bari...
74 yaşında, şef Riccardo Muti.
“Grammy En İyi Klasik Albüm Ödülü, Grammy En İyi Koro Performansı Ödülü...” gibi pek çok ödül sahibi.

Yazının Devamını Oku

Başımıza taş yağarsa işleyecek bir model

22 Mayıs 2015

18 Mayıs 2015 Pazartesi - 19:22 itibariyle, ajansların geçtiği hava tahmini:
“...Maalesef bu hafta güneşli günlere iki gün ara vereceğiz. Çarşamba ve Perşembe günleri İstanbul bölgesi de dahil olmak üzere yurdun bazı bölümlerinde yağış görülecek. Meteoroloji’nin sayfasında yer alan tahmin haritalarına göre hava durumu şu şekilde olacak… / İzmir, Az bulutlu ve açık (33)...”

20 Mayıs 2015 Çarşamba - 07:55 itibariye, ajansların geçtiği hava tahmini:
“…Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün 5 günlük hava tahminine göre, İstanbul’da önümüzdeki 2 gün bahar yağmurları görülecek. 22 Mayıs Cuma gününden 24 Mayıs Pazar gününe kadar ise az bulutlu havanın hakim olması bekleniyor. Ankara’da sıcaklık bu 2 gün 30 derecenin üzerinde, perşembe günü ise gelecek yağmurlarla hava biraz serinleyecek. İzmir’de ise güneşli ve sıcak hava hakim. Bugün, denizden uzak ilçelerde bahar yağmurları görülecek…”

20 Mayıs 2015 Çarşamba - 08:53 itibariyle, ajansların geçtiği hava tahmini:
“…Meteoroloji’den 9 İle Sağanak Yağış Uyarısı. Meteoroloji, Muğla, Burdur, Çankırı, Ankara, Eskişehir, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum ve Erzincan’da yerel sağanak yağış beklendiğini açıkladı… / İzmir, parçalı yer yer çok bulutlu, öğle saatlerinde kısa süreli ve yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı (27)…”

Bu satırlar güllük gülistanlık tahminlerdi. Gelgelelim, 20 Mayıs Çarşamba saat 15:00’ten sonra İzmir’de kıyamet koptu ! Ve aynı gün akşam saatlerinde, ajanslar şu haberi geçti:

“…İzmir’de şiddetli sağanak ve dolu, özellikle şehrin doğu kesiminde çok etkili oldu. Alsancak, Bornova’nın özellikle Altındağ, Çamdibi semtleri ile Bayraklı’da bazı sokaklarda rögarlar biriken dolunun da etkisiyle suyu çekmedi. Diz boyuna ulaşan su ve dolu yüzünden zemin kattaki bazı ev ve işyerlerine su girdi. Sokaklarda biriken sular yüzünden araçlar yollarda kaldı, trafik kilitlenme noktasına geldi. Çok şiddetli poyrazla yağan yağmur birçok binada üst katları bile su içinde bıraktı. Kentin park ve refüjlerindeki ağaçlar, çiçekler büyük zarar gördü. Meteoroloji 2. Bölge Müdürlüğü yetkilileri yaklaşık yarım saatte, Bornova’ya 60.9, Çiğli’ye 40.4, Konak’a 37.6, Bayraklı’ya 8.4, Buca’ya 2.3, Karşıyaka’ya 0.4 kilogram yağmur düştüğünü açıkladı. Yetkililer vatandaşları acil koduyla sel baskınları ve yıldırımlara karşı uyarırken yağmurun akşam saatlerinde etkisini kaybedeceğini açıkladı. Yarım saat belirli semtlerde çok etkili olan yağmur etkisini kaybetti ve İzmir yine günlük güneşlik olurken, yol kenarlarında, çatılarda biriken dolunun hala erimediği de dikkat çekti…”

Yazının Devamını Oku

Saylon(lu)lar…

18 Mayıs 2015

Savaş Yıldızı “Galactica” dizisinin açılışında,
“tarih kayıtlarına göre 7000 yılına ulaşmış olan,
uzak bir galaksideki insanoğlundan bahsedilir…”

“Saylonlar” ya da İngilizce adı ile “Cylons”;
1978 yılından beri yenilenerek,
farklı senaryolarla yayınlanan Galactica serisindeki robot ırkın adıdır.
Sağa sola hareket eden kırmızı bir nokta şeklindeki gözlerinden,

Yazının Devamını Oku

Deniz Feneri ve Ayşegül okuyan nesil...

15 Mayıs 2015

“Fener”, hoş bir sözcüktü hayatımızda; hele çocukken...
Teksas, Tommiks biriktirsek bile, kızların renkli kitaplarını da okurduk çaktırmadan.
Çok cazipti çünkü; resimler, çizgiler, hikâyeler...

Hiç unutmam; “Ayşegül Seyahatte”nin kapağında, sağ kolunun altında şemsiye, sağ elinde fener olan bir tavşan yürürdü...
Kitapçığın içinde, Ayşegül’le Kıvırcık’ın hallerine acıyıp fenerle evlerine kadar götüren anaç tavşandı o...

“Ayşegül Denizde”nin ise, içinde şöyle bir paragraf yer alırdı:
“Ahmet Amca teknenin ön tarafına bir fener astı.

Yazının Devamını Oku

Bütün genellemeler yanlıştır; bu bile...

11 Mayıs 2015

Yıllar önce köşemden, Sayın Kocaoğlu’na bir “açık mektup” yazmıştım. Özünde, hâlâ yazdıklarımın arkasındayım: “... Ben İzmir’li bir seçmenim. Yani bildiğiniz ‘sokaktaki adam’. Bornva’da oturuyor olmamın getirdiği ‘kalp yakınlığımız’ı saymazsak, sizin için de kuşkusuz ‘herhangi biri’ olmalıyım. Gazeteci filân da sayılmam. Nezaketle davet edildiğim bir köşede, hasb el kader senelerdir yazı yazıyorum. Beğendirebildiklerimiz okuyor; diğerleri de üzerinde ayakkabı boyuyordur muhakkak... / ... Sizin öncelikle ‘beyefendi’ tarafınızdan etkilenmişimdir. Politikacılığın, ‘külhanbeyi zanaatı’ olmadığını resimliyorsunuz...”
Bu arada, medyadan öğrendiğimize göre; Başkan Aziz Kocaoğlu, “toplu açılış ziyareti”nde, ev sahipliğini hayli ciddiye almış olmalı ki, beklenen nezaket dairesinde kürsüye çıkıp, “... İyi günler, sağlıklar ve esenlikler diliyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız, seçildikten sonra ilk defa bugün kentimizi ziyaret ediyor. Sayın Cumhurbaşkanım hoş geldiniz, şeref verdiniz. Kentimize yaptığınız bu ilk ziyarette, ‘şahsım ve dört milyon İzmirli adına, onur verdiniz’ diyorum. Şahsınızı ve hanımefendiyi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum...” buyurmuşlar.

İster istemez, yine birkaç yıl önce, dostlar için kaleme aldığım “İzmir Manifestosu” düştü aklıma:
İzmir gibi... (demek);
Güneş gibi demek; ışıklı, “Gölgesiz...”
Yakmak için değil, Isıtmak için donanmış!
Ay gibi, parlak, bulutsuz...

Yazının Devamını Oku

Semt-i Nihâvend’e Bekliyoruz…

8 Mayıs 2015

BENİM GÖZLÜĞÜMDEN (08 Mayıs 2015 Cuma – 2015/037)

Semt-i Nihâvend’e Bekliyoruz…

Yazının Devamını Oku

Her tercih bir vazgeçiştir!

4 Mayıs 2015

“Oyları bölmeyelim.
Bu seçim son seçim olabilir.
Çok hassas günlerden geçiyoruz.
Oyunu ziyan etme.
Bu sefer başka...”
Yukarıdaki cümleler, barajların, seçimleri engelli koşuya çevirdiği ülkemizde, demokrasi tarihimizin bayat ve hazin tekerlemeleridir.
“Ben oy verilmeyi hak etmiyorum” diyemeyecekleri için, yıllar yılı yukarıdaki plâkları çaldılar. Gölgelerinde gül bitmedi.

Yazının Devamını Oku