Nihat Demirkol

Güvenliğimizin “kara mizah” halleri…

17 Ocak 2017
 Havalimanlarında, X-Ray cihazına yaklaşırken,Güvenlik görevlileri, “çığırmaya” başlıyor;

“…Bilgisayarlarınızı çantanızdan çıkartın,

ayrı bir kutuya koyun…” Peki !

Kapıdan geçiyorsunuz, bir görevli başınıza dikiliyor;

“bilgisayarınızı çalıştırır mısınız ?” Neden ? “İşte öyle…”

Her seferinde soruyorum,

“…bunun manasız bir uygulama olduğunun,

bir amaca hizmet etmediğinin farkında mısınız ?

Cevap,

Yazının Devamını Oku

Memleketin “çatısı çökerken”, Anayasa teklifinin önemli eksiği…

14 Ocak 2017
20 yılda bir böyle kar yağıyor İzmir’e. “Görmedik halimizle” perişan oluyoruz; ayıp değil ! Bakmayın “Basmane Garı”nın muhteşem kırma çatı mimarîsine; O, Gustave Eiffel nâm ecnebi elinden, Fransa’daki Lyon Gar binasının ikizi olarak, (kar yağmayan bu coğrafyada kazara) çıkmış bir şaheserdir ! Neyse… Yollarda düşen düşene…

Merdivenlerde kanatsız uçuşlar sıradan sayılıyor. Arabaları, (bırakın yokuşları) düz yolda bile zaptedemiyor İzmirli sürücüler. Ama, çok da yüklenmemek lâzım. Çünkü aslına bakarsanız, bu “şakulî hareket”in kendini bilmezliğinde, tek muhatap İzmir değil ! Sadece İzmir ile sınırlı değil, başımızdaki “Yerçekimi Kanunu” sıkıntısı !

Aliağa’da da, minibüslerin kalktığı alandaki tente çöktü; kardan… / Kardan… Manisa’da okul kantininin çatısı çöktü… / Bakın İstanbul Ataköy’de, “üzerindeki karın, yerçekimi ile olan flörtüne dayanamayan tente”, cenaze namazı kılanların üzerine çöktü; Sarıyer’de, pazarın çatısı çöktü… / Konya’nın Seydişehir ilçesinde bir kursun ve iş yerlerinin önünde bulunan tente çöktü, karın ağırlığına dayanamayarak… / Isparta’nın Yalvaç ilçesinde seraların çatısı çöktü; biriken kar yığınının ağırlığını taşıyamayarak… / Sakarya’da, Erenler İlçe Stadı’ndaki tribünlerinin çatısı, Mersin’in Erdemli ilçesine bağlı Küçük Fındık Yaylası’nda ise bakkal dükkanı olarak kullanılan bir barakanın çatısı çöktü; aynı sebepten… / Bartın’da 2 katlı ahşap binanın bir bölümü kardan çöktü… / Bolu Çakmaklar Çamlığı üzerindeki bir Düğün Salonu, çatısındaki kar yüküne dayanamadı; çöktü… / Bursa’nın Karacabey ilçesinde, kar sebebiyle bir damın çatısı çökerken, 15 büyük baş hayvan telef oldu… / “Cenaze namazı”ndaki çöküşün “uhrevî utancı”nı saymazsak, bu çöküş haberlerinin belki de en tuhafı, en teknik ve en “dünyevî” olanı, yine İstanbul’dan geldi: İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Maslak Kampüsü’nde yer alan 4 bin kişilik İTÜ stadyumunun çatısı da, tribünlerin bir bölümüyle birlikte, yoğun kar yağışı sebebiyle biriken karın ağırlığını taşıyamadığı için çöktü… Bunların hepsi son 1 hafta içinde yaşandı. Sadece Konya’da, kar sebebiyle son 4 günde 19 fabrikanın çatısı çöktü. Arşivler taransa, geçen kışlardan ne haberler çıkar. Çıplak gözle hatırladığım, iki sene evvel de Beylik pazarının çatısı çökmüştü meselâ… Aynı yıl, Hakkâri’de yeni hizmete giren buz pistinin çatısı biriken kar nedeniyle çökmüştü… Aklınıza bir şey gelmesin; “Memleketin çatısı çöküyor” derken bunları kastediyorum işte !

Bütün bunlar neden oluyor ? Neden olacak ? “Yerçekimi Kanunu” yüzünden ! Bu kanunu vakt-i zamanında kim çıkarttı acaba ? Ben şahsen, (sadece hukuk değil, tarih de bilmeyen bazı parlamenterlerimiz, tek parti döneminin, partili Cumhurbaşkanı ile, teklifteki, ‘siyasi kimliği de olan, seçim kazanmış ve aslında -partiler üstü- olması gereken çok partili dönemin -partili- Cumhurbaşkanı’na ait yetkilerin eşdeğerliğini yutturmaya çalışıyor olsalar bile…) CHP’den şüpheleniyorum !

Göz ucuyla TV’ye bakarken, dedim ki; “bir mektup yazsam… Şemsi Belli’nin yıllar önce söylediği, ‘…Şavata’tan Angara’ya ses getmiir / Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir / …Yerin, yurdun adresesin bilmirem / …Angara’da: Anayasso! / Ellerinden öpiy Hasso / Yap bize de iltimaso / Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov?” şiirinden esin alarak, hazır fırsat, memleketin ayağına kadar gelmişken, Anayasa’ya bir madde eklenmesini istesem…”

Açıkça anlaşılıyor ki, bu yerçekimi kanunu her zaman faydalı değil ! Başına buyruk ! Tuttuğunu indiriyor yere... Her kış böyle. Huylu huyundan vazgeçecek gibi de değil. Mülkiyeli ve Mümtaz Hoca’nın talebesi fıtratımla, diğer değişikliklere aklım ermez. “Ama asıl ihtiyaçtan Ankara’yı haberdar edebilirim” diye düşündüm. Yeni Anayasa’da, Cumhurbaşkanına, “yerçekimi kanununu, gerekçesiz lağvetme yetkisi verilse…” nasıl olur ? Bu maddeye gerekçe yazmak da kolay: “…Kürek ve süpürge sapı henüz icat edilmediğine göre; Allah’ın verdiği aklı ve ilmi yok saymakta, bu cihetle, takdiri karşısında sadece sessiz ve suskun kalmakta ve dahi mühendislik hesaplarına kulak asmayarak kendimizi sakınmamakta ısrar edeceğimiz anlaşıldığından…” diyeceğiz kısaca.

Yazının Devamını Oku

Turizmde birlik olup çözüm üretme zamanı

10 Ocak 2017
TURİZME zaman zaman değinirim. Çünkü bu sektörde, başta terör olmak üzere, olumsuzlukların neden olduğu gerileme, ülkeye çok pahalıya patlıyor.

Geçen yıl Muğla 1,2 milyon, İzmir 530 bin turist kaybetmiş. Zarar büyük... Peki ne yapılmalı? Gazetelerde yer aldı, ama yinelemekte yarar var. Ege Turistik İşletmeler ve Konaklamalar Birliği (ETİK) Başkanı Mehmet İşler, sektörün kalıcı destek ve teşvik beklediğini vurgulayıp ekliyor:

“Yurt dışı pazarlar açısından umutlu değiliz. 2017’de ümidimiz yurt içi pazarda. Umarız ülkemizde toplumsal barış sağlanır, huzur ve güven ortamı en kısa sürede oluşur.”
ZARAR 25 MİLYAR DOLAR
Dalaman Ortaca, Köyceğiz Turistik Otelciler ve Turizm İşletmeciler Birliği (DOKTOB) Başkanı Yücel Okutur’un görüşleri de önemli:
“Yıllardır terör, kutuplaşma, ayrıştırma, dini mezhepçilik dış güçler tarafından teşvik ve tahrik edilmektedir. Bu durum Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını yavaşlatmaktadır. Çünkü, ileri ülkelerin amacı dünyada gelişmekte olan ülke ekonomilerine müdahale ederek pay almaktır. Örneğin Türkiye son yıllarda turizm sanayisinde dünya altıncılığına yükselerek 50 milyar dolar net girdi sağlamış, cari açığın üçte birini karşılamış ve 3 milyon vasıfsız istihdam yaratarak ekonomiye büyük katkı sağlamıştır. 2016 yılında terör yalnızca turizm sektöründe 25 milyar dolar kayıp verdirmiştir. Turizmdeki bu kayıp diğer Avrupa ülkelerine gitmiştir.”
HERKESİN VATANDAŞLIK GÖREVİ
Okutur, zaman kaybetmeden harekete geçilmesi gerektiğini de vurguluyor:

Yazının Devamını Oku

İzmir’in Dağlarında…

9 Ocak 2017
Fenerbahçe seyircisinin,“kalbinden çıkarttığı ‘Fethi Sekin’ fotoğrafları”yla başlayan Milano maçında,son birkaç dakika oynanıyor…

Önce belli belirsiz bir uğultu duyuluyor; Ülker Sports Arena’da.

Derken… Sesler yükseliyor ve Fenerbahçeli taraftarların,

hep bir ağızdan söylediği marşın sözleri, doldurmaya başlıyor kulakları.

 

Anlıyoruz ki, “çiçekler İzmir’in dağlarından;

sırmalar saçan altın güneş” de bizim buralardan…

Hele, düşmanı kovalayan özgüvende,

“…yel gibi kaçmakta olduğu”

Yazının Devamını Oku

“Üst akıl” için tek bir Aforizma ve “Kader Senfonisi…”

6 Ocak 2017
Daha fazla sessiz kalamayan necip medyamız, son günlerin karmaşası üstüne kocaman bir etiket yapıştırdı ve büyük bir ustalıkla, “adını söylemeden” melanetin adını söyleyiverdi: “bütün bunları ‘ÜST AKIL’ yapıyor !” Zaten bir süredir, siyasîlerimiz de, “bu işlerde ‘ÜST AKIL’ın parmağı var” söylemine sıkıca sarılma eğilimindeydi; böylece, “ALT AKLI temsil ettiğini kabullenenler tarafından”, hepten tüy dikilmiş oldu…

Aslına bakarsanız, “ÜST AKLI” tanımlayabilmek için, ona mukayese edebileceğiniz bir karşıt bulmak icap eder… Biraz eski dilde söylenmiş olmakla birlikte, “Yaratılmış her şey zıddıyla kaimdir” denir hani ; “her şey, varlığını karşıtına borçludur” anlamında bir söz… Özetle, bir şeyin “üstte olduğu” iddiası, ancak, onun altında kalan (ve buna müstehak olduğunda uzlaşılan) başka şeyler olduğu gerçeğiyle doğrulanır. Buraya kadar anlaşılır gibi…

 

Ama “sokaktaki adam”ın kafası karışık ! Herkes birbirine soruyor; “bu ÜST AKIL ne kadar üstümüzde ?” Endişe burada bitmiyor elbette; “Biz sürekli olarak alçakta durduğumuz için mi, kendiliğinde yukarıda kalıyor ? Yoksa, biz çukurda kaldığımız için, sıradan bir düzlüğe ‘üst’ muamelesi mi yapıyoruz ?” diye soranlar var. Hattâ inanmayacaksınız; “Hocam, bu ÜST AKIL, oraya demir atmış vaziyette mi; yani hiç üstümüzden inmiyor mu ? Yoksa zaman zaman üstümüze çıkıyor da, indiğinde gecelediği sabit bir hânesi mevcut mu ?” diye soranlar bile var… Benim de aklıma türlü sorular geliyor meselâ…

 

“Göreli de olsa, ÜST AKIL nedir; neyi ve neleri temsil ediyor ?” diye devam edebilir pekâlâ kurcalamamız… Genel kabul görmüş bir ÜST AKIL tanımı, ya da algısı mevcut bulunmakla birlikte, herkesin tarifindeki ÜST AKLI, kendine göre bir biçimlendirişi, ÜST AKIL’a baktığında gördükleri, göremedikleri, kendine göre ÜST AKIL’a yakıştırdıkları, yakıştıramadıkları, ÜST AKIL’da aradıkları… Buna karşılık, ÜST AKIL’da buldukları, bulamadıkları ve bütün bunlardan sonra ve bunlara rağmen; ÜST AKIL’dan beklentileri (?!) var…

 

Kendi hayal dünyamızda yarattığımız bir ÜST AKIL’dan mı söz ediyoruz ? Yoksa ÜST AKIL’ın kendi kendini tarif ettiği bir ÜST AKIL’dan mı ? Konuşulabilir, tartışılabilir bir ÜST AKIL’dan mı söz ediyoruz ? Yoksa, erişilmez, üstüne söz söylenmez, dokunulmaz, adetâ bir tabu… Hattâ tabu ötesi bir ÜST AKIL’dan mı ?

 

Yazının Devamını Oku

En kısa ömürlü yazıya inat, “Zeytin…”

2 Ocak 2017
 Takvim bazen öyle denk gelir ki, yazılması çok uzun sürer bir yazının… Niyet eder, bir gayret, “geçen sene” başlarsınız , ancak bir sonraki yılın, yeni yılın ilk ışıklarıyla tamamlanır…

Bir yılın yorgunluğu omuzlarınızdadır; O hal yazıya geçmesin istersiniz… Herkes, bir önceki senenin muhasebesini yapmaktadır zaten; “bari ben taze bir şeyler karalayayım” dersiniz. Oysa yazdıklarınız ömrünü tamamlamış, en hafifinden “bayatlamış”tır. Eski, “yeni”nin karşısında bükmüştür boynunu çoktan... Yılbaşı geceleri yazılan yazılar, bu sebeple, “en kısa ömürlü yazılar”dır. Siz okuduğunuzda, çoktan koca 1 yıl geçmiş olur üzerinden… Özünde, takvimin kabahati yoktur ama, öyle yıllar vardır ki, resmetmek için imdâda, Attilâ İlhan yetişir:   Kitap da, “pembe” kapaklıdır oysa; tuhaf !

 

“…söyleşir / evvelce biz bu tenhalarda

ziyade gülüşürdük / pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının

ne meseller söylerdi mercan köz nargileler

zamanlar değişti / ayrılık girdi araya / hicrana düştük bugün

 

ah nerde gençliğimiz / sahilde savruluşları başıboş dalgaların

Yazının Devamını Oku

“Üçüncü bin yıl”ın 17. Senesi…

30 Aralık 2016
 Bir dostum , sosyal medya aracılığı ile, “FUTURE / Gelecek” isimli yabancı bir makalenin (Roger Stapley) çevirisini yolladı bana. “Yeni yıl armağanı” olarak bölümler halinde paylaşıyorum:

 “...1998’de KODAK’ta 170.000 kişi çalışıyordu. Şirket, ürettiği fotoğraf kâğıtlarının %85’ini bütün dünyada satıyordu. Birkaç yıl içinde fotoğraf kâğıdı üretimine gerek kalmadı ve Şirket iflas etti. Kodak şirketine ne oldu? Önümüzdeki 10 yıl içinde diğer birçok endüstri alanında neler olacak ? -İnsanların çoğu bu değişimi anlayamıyor-. 1998 yıIındayken, çok değil 3 yıl sonra, 2001’de fotoğraflarınızı film kâğıdına çekmeyeceğiniz aklınıza gelmiş miydi ? Bu soruyu fırsat bilerek, yeni yılda başka önemli soruların cevabını bulabilmenizi diliyorum; meselâ, “denize girmek orucu bozar mı ?” gibi…

 

“… Dördüncü Endüstri Devrimine hoş geldiniz ! Üstel yazılım teknolojisine hoş geldiniz ! Bu yazılım kabiliyeti, 5-10 yıl içinde, geleneksel endüstri yöntemlerinin büyük bölümünü yok edecek. UBER’in sadece bir yazılımdan ibaret olduğunu, Şirketin kendine ait bir tek otomobili olmamasına rağmen, dünyanın en büyük taksi şirketi olduğunu hatırlatmak isterim. Aynı şekilde,  Air BnB ; binası, oteli, moteli yok ama dünyanın en büyük Otel İşletmecisi…” Siz yine de, “...Def, tambur ve her çeşit çalgıyı evinde, dükkânında bulundurmak, satmak, hediye etmek, ödünç veya kiraya vermek günahtır...” yanıtının, sorusu üstünde düşünmeyi “ihmal etmeyin” derim.

 

“…Bilgisayarlar, dünyayı anlama ve yorumlama konusunda kat be kat üstün ! ABD’de genç avukatlar işsiz. Çok karmaşık olmayan konulardaki öneri ve çözüm yollarını, saniyeler içinde ve % 90 doğrulukla, IBM Watson programından öğrenebilirsiniz. Aynı işlem avukatlara başvurulduğunda, % 70’ten yukarı çıkmıyor.  Yakın gelecekte, avukat sayısı bugünkünden % 90 daha az olacak; çok özel konularda yetişmiş olanlar kalacak sadece… Watson tarafından yapılan kanser teşhisi de insan tarafından yapılana göre 4 kat daha doğru ve kesin”. Tabii, bu demek değildir ki, “…Canlı resimlerini eve asmak uygun değildir. Bilhassa kıble tarafında bulundurmak namaz için de kerâhet oluşturmaktadır… / …Resim yapacaksan canlı olmayan ve ruhu olmayan ağaçların ve diğer nesnelerin resimlerini yap!” tavsiyesinin, kafanızdaki bazı soruların cevaplanmasında hiç faydası olmaz…

 

“…İlk şoförsüz araçlar, 2018 yılında yollarda görünmeye başlayacak.  2020 civarında günümüzün otomobil teknolojisi çökmeye başlayacak.  Özel bir aracınızın olması gerekmeyecek. ‘Şoförsüz araç çağır-gelsin-götürsün’ devri başlayacak. Park etme sorunu ortadan kalkacak. Böyle bir düzenleme ile % 90-95 oranında daha az sayıda araca ihtiyaç duyulacak.  Bugün, her yüz bin kilometrede 1 kaza meydana geliyor. Otopilotla yönetilen araçlarda kaza miktarı her 10 milyon kilometrede 1’e düşecek… Kaza olmadığı için sigorta şirketleri büyük sorunlarla karşılaşacaklar. Bugünkü araç sigortalama modeli ortadan kalkacak. Güneş enerjisi maliyetleri o kadar düşecek ki, bütün kömür şirketleri 2025 yılına kadar faaliyetlerini durduracak...”  Hâl böyle olmakla birlikte, “köpek almak istiyorum, ne dersin ?” diye soran bir arkadaşınıza,  (…Köpek bulunan eve, odaya rahmet melekleri girmez) telkinini hatırlatarak, “…Köpek edinmek uygun bir şey değildir. Ancak hırsızın korkusu veya başka bir korku bulunursa, o zaman müstesnadır…” demeye de hazırlıklı olmalısınız.

 

Yazının Devamını Oku

“Küçük gölcükler” üstüne…

26 Aralık 2016
 Cumhuriyet bir “sel”di ! Yıkılması gerekenleri, önüne kattığı gibi yıktı; yerine bereket taşıyan alüvyonlar getirdi… Onlarca sene sonra, çekiliyor sular; ardında “küçük gölcükler” bırakarak.

Annem, “…Ben hayatının sadece 30 yılını biliyorum; yarısı bile değil...” diyen torunu sayesinde, herkesin (-çevresinde ondan bir şeyler öğrenmemiş tek kişi yoktur herhalde- dediği) “babaanne”si oldu. Ardından yazdığı satırların bir bölümünde şöyle diyor Sîmten;

 

 “…Hayattan zevk almak üzerine ihtisas yapmış gibiydi… / …Hayatının Köyceğiz, Urla ve Narlıdere’deki kısımlarında pek çok seveni oldu… / …Her gece mutlaka kitap okurdu, gözleri az gördüğünden beri büyüteçle okurdu… / …Her oyunu titizlikle oynardı, kart sayardı, ben tavlayı yavaş oynadığım için bana kızardı… / …Muazzam dikiş dikerdi… /  …Futbolu çok severdi, Fenerbahçeliydi… / …Bloody Mary’yi de çok severdi, ancak onu herkes Vişne - Votka tarifi ile tanırdı… / Biz onunla, vosvosumuzla her yere giderdik. Maceradan maceraya koşan bir ikili gibiydik… / …Her şeye bir çözüm bulurdu. Pratik ve inatçıydı… / …Kim bilir benim bilmediğim neler yapardı ? (Haklıydı; giyeceği ortaokul önlüğünü dikmekle başlayan ‘kendi ayakları üzerinde durma’ tercihinin, bir yaşama biçimine dönüştüğü yıllara yetişebildi kızım…) /…Ben bir insanın kendi işini kendisinin görmesinin, kendi sorumluluğunu taşımasının, dikkatli ve özenli olmasının ne denli önemli olduğunu ondan öğrendim. Ağzından ‘feminizm’ kelimesini hiç duymadım, fakat belki de O, etiket kullanmadan, kelimelere ihtiyaç duymadan, yaptıklarıyla sessizce örnek oldu. Ben insanın, kadın erkek fark etmeksizin kafasına koyduğu her şeyi yapabileceğini ondan öğrendim… / …Babaannem Ürgün Demirkol dün aramızdan ayrıldı…”

 

Aziz dost Prof. Dr. Murat TUNCAY ise, Haziran 2012’de, “…şahsında, İzmir Devlet Senfoni Orkestrasının hafta sonu konserlerini kaçırmayan, tüm görmüş geçirmiş hanımefendilere…” ithafıyla yazdığı “Konserde Ölümsüzlüğe Dokunmak” İsimli dizelerinde, şunları söylüyordu, Ürgün Hanım için:

 

“-Burada oturun- demişler; Orada oturmuş, hanım hanımcık !... / Her türlü yapmacıklıktan uzak / Bastonunu bacaklarının arasına sıkıştırarak, Oturmuş… / Bir antik büst gibi sade, soylu ve sessiz / Haftalık konserini dinliyor teyzemiz… / Göçmen kuşlar uçuşuyor aklından / Kanatlarında eskilerden esintiler / Eski otomobil farları gibi parlayan, Geniş çerçeveli gözlüklerin ardından / Uzaklara dalgın, yakınlara süzgün / Ama hep biraz üzgün bakıyor gözleri… / Arzuladıklarıyla yaşadıkları arasında / Sıkışıp kalmış, yol yorgunu omuzları; / Müziğin iyisi, iyi geliyor / Şifalı bitki çayları gibi taze, demleme / Ömür üstüne düşünmeye…

 

Yazının Devamını Oku