Nihat Demirkol

“DTCF”de, bir binadan ibaret değildir… 

13 Şubat 2017
Pazartesi günkü yazımdan sonra da, sınıf arkadaşlarımdan gelen maillerin arkası kesilmedi.

Bazıları, bir noktanın özellikle altını çiziyorlardı:

“…Senin de söylediğin gibi,

‘farklı görüşlere kapalılık, gelişimi engeller.

Koşulsuz uyum, mozaik için mevcut fırsatları

gözden kaçırmanıza yol açabilir

Hocalarımızın imzaladığı bildiriyi ben imzalamazdım !

Ama ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ anlamında’,

onları sonuna kadar destekliyoruz…”

Yazının Devamını Oku

“MÜLKİYE” bir binadan ibaret değildir!

10 Şubat 2017
AJANSLAR, son KHK ile (sadece) “Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi”nden 28 akademisyenin ihraç edildiğini geçtiler...

Yorumların birinde ise, “İhraçların boyutuna bakılınca, ‘bazı okullar’ın içinin boşaltılacağı ve ‘Yeni Türkiye’ fikrine uygun ‘başka okullar’ yaratılacağı”na ilişkin iddialar vardı. Hayır! Hiç de gelişen gündeme uygun ve olması gerektiği gibi “kızgın” bir yazı yazmayacağım. Hattâ “gergin” bile olmayacak... “Hayret” içermeyecek; eleştirmeyecek dahi. Sadece, “unutulmuş olanları, gözden kaçanları, hafifsenenleri”, 2014’te yazdıklarıma kadar uzanıp alıntılayarak ve tabii, asıl makaleyi epeyce bir kısalttıktan sonra, “yine, yeni, yeniden” hatırlatmaya yönelik bir yazı olacak.

 

“Önce Mülkiye sonra Türkiye ne demektir?” diye başlık attıktan sonra, şöyle devam etmişim:
“...Bu cümle ilk bakışta saçma gelir pek çok kişiye. Anlamsız, abartılı, küstahça hattâ... Bir yandan, (önce iyi yetişmek mecburiyeti, sonra hizmet sorumluluğu anlamıyla) gurur vesilemizdir; diğer yandan, (bir yazarın deyişiyle) “Ülkenin yönetimine her devirde musallat olan hırsız - uğursuz takımının karşısında, her zaman devletin çıkarını koruyan bürokratlarıyla tanınan bir camiayı yıpratmak için kullanılır...”
Oysa bildiğiniz gibi Mülkiye Marşı, “Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz...” diye başlar ve nakaratına da, “Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz...” diyen bir özgüven gizlenmiştir.

 

Marşın bestecisi Musâ Süreyyâ Bey’dir... 1921 mezunu Cemal Edhem Bey tarafından 10 Nisan 1919’da kaleme alınan “Vatan Şiiri” ile (Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından bir ay önce) haykırılan bu inancın arkasında, “Mülkiyeli’nin, -yetiştik çünkü biz- deme gücünü nereden bulduğu sorusu”nun yanıtı da gizlidir: “Mülkiye geleneği...” Bu marşta, en karanlık günlerde bile yok edilemeyen bir isyan, umut, iyimserlik ve özgüven vardır. Çünkü Mülkiye Marşı’nın diğer adı da (şiirinden gelen yankıyla) “Vatan Marşı”dır. Yani “Önce Mülkiye” demek, aslında “Önce Vatan” demektir! Umutla, sabırla ve bedel ödeyerek hak edilmiş bir duruştur “Mülkiyeli”lik! Şimdi de yaşadığımız günlerle kıyaslanan 1980’lere gidelim...

 

Yazının Devamını Oku

İzmir “renksiz” bir kenttir !

6 Şubat 2017
 HÜRRİYET, Kent yazarlarımızdan sevgili dost Sıtkı Şükürer,

Henüz köşesine taşımadığı bir tartışma başlattı “sosyal medya”da…

“Bir rengimiz olmalı…” diyor yazısında.

“Rengimiz belli olsun kardeşim” yollu bir açılım değil bu.

Kent kimliğini ifade eden “görsel bir betimleme, hattâ vurgu” peşinde dostumuz.

Bu mecranın özelliği itibariyle, herkes işini gücünü bıraktı; bir renk öneriyor.

Şükürer bilmez mi işin buraya varacağını ?

Ellerini ovuşturarak koltuğunda bizi izliyor şimdi;

“spekülasyon hayatın ta kendisidir”

Yazının Devamını Oku

“Mükemmel ve Derin” üzerine

3 Şubat 2017
“HATA Üzerine Çeşitlemeler” adını verdiğimiz kitabımın iç kapağında “Beyaz Yayınları–Nisan 2009” yazıyor.

Bu kadar eskidiğini fark etmemiştim. Sayfaları karıştırırken rastladığım ve (yatağın başucunda durup uykuya dalmadan okunan son birkaç satır diye varsaydığımız) “yastık altı öyküleri”nden birine göz attığımda ise, “içeriğin ne kadar taze kaldığı”na hayret ettim bu kez...

 

Örneğin bu sayfalarda 20’nci Yüzyıl’ın en büyük çello sanatçılarından biri kabul edilen Mstislav Leopoldoviç Rostropoviç, 75’inci doğum günü için hazırlanan albümün satır aralarında yöneltilen soruyu gülümseten bir tevazu ile şöyle yanıtlıyordu: “Bach’ı çok severim! Ama eserlerini çalmaya daha birkaç yıl önce cesaret edebildim.”


Cümleyi bir çıkarıma hattâ belki bir aforizmaya bağlayan yorumda ise, “Oysa herkes biliyordu ki, 2007’de dünyadan ayrılan büyük usta doğruyu söylemiyor. Kendini usta ilân etmek aslında ‘Daha değilim’ demektir. İşin büyüsünü bozmayın. Usta olduğunuzu siz söylemeyin, başkalarına bırakın” deniyordu.
İsterdim ki, fikir ve öneri, “yaşadığımız bu garip coğrafya”da bir şekilde eskiyor, tükeniyor ve evriliyor olsun.
Ne gezer! Ama işin hoş tarafı “aynı topraklar”da umut da tükenmiyor.


Yazının Devamını Oku

Referandum ve “H” harfi ile başlayan sözcüğe güzelleme

30 Ocak 2017
YAZININ ilhamını, bir sosyal medya paylaşımından aldım: “Referandumda sana ahmak olup olmadığını soracaklar? ‘Evet’ veya ‘Hayır’ demek senin sorunun” demiş birisi.

Üslûbu ve mesajı asla onaylamıyorum (üstelik hangi referandumu kastettiği bile belli değil) ama şu gergin günlerde “necip milletimin” mizah yeteneği de olmasa hiç ayakta kalamayacağız. Bu sebeple alıntıladım.

Yoksa ben, Fikret’in dediği gibi, “Kimseden bir fayda ummadığı, kol kanat dilenmediği / Kendi evreninde gezgin olduğu / Baş eğmenin, boynuna boyunduruktan ağır geldiği” erdemini koruması şartıyla herkesin “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şair” olduğunu kabul etmekte ve nikriz şarkıdaki gibi “Meyhanede kaldık bu gece mestiz efendim / Bir şeyle mukayyet değiliz serbestiz efendim” tercihine sonsuz saygı duymaktayım. Aynı gözlükle “topçuların tribüne oynamasını, popçuların da popüler kültürle beslenmesini” hiç yadırgamadığım gibi köpürtülen genel tepkinin aksine sinirlenmediğimi dahi eklemek isterim. Dikkatlice bakarsanız “karşı görüşten olanı ‘hıyanet’ terazisinde tartma”nın, kadîm, kurnaz ve ucuz bir “orta şark” geleneği olduğunu hemen fark edersiniz. Oysa bu coğrafyada (“H” harfi ile başlayanlar içinde) davranışlarımıza yön veren ve verecek olan “hıyanet” sözcüğü değildir. Peki hangisidir? Gelin bir de “hamaset”e bakalım.


Bu noktada sıkı bir makas değiştirmek gerekiyor. Çünkü anayasa neticede “hayli teknik bir hukuk metni”. Sesini yükseltmek, amigoluk yapmak, bağırmak-çağırmak, kendi sesinin kubbede çınlamasına hayran kalmak, bütün tartışmalarda olduğu gibi fikrin sahibini haklı kılmaya yetmiyor. Çünkü hamaset “hamam” kökünden değil, “yaradılıştan sahip olunan cesaret” anlamından güç alıyor. Yani demem odur ki “hamaset” de bir referandum kampanyasının “göbek taşı” olamaz asla! Teklifin “getirisi ve götürüsüyle” basitçe tarif ve izah edilmesidir asıl gereksinim. Kala kala “hamakat” kaldı elimizde.
Sadece gazete arşivleri bile karıştırılsa hamakatın perde arkasında bekleyen “hicap” ile gizlice mukayese edildiği “fısıltı ile söylenmiş” ne malzemeler çıkar ortaya... Meselâ, 1986’da “Padişahçılıktan Kurtulmadıkça” başlıklı yazısında şöyle demiş Çetin Altan: “Hiç unutmam bir önemli kişi: ‘Beyefendi, beyefendi’ demişti. ‘Durmadan anayasadan söz ediyorsunuz. Anayasa, babayasa hepsi iyi hoş da, devleti kim kurtaracak?’ Aslında devletin anayasa yüzünden battığına inanıyordu. Tıpkı, meşrutiyetle cumhuriyetin devleti batırmakta olduğuna inanan bir padişah gibi. Ve son üçyüz yılda kaç padişahın devrilmiş olduğunu da hiç mi hiç bilmiyordu.” Usta yetinmemiş, “Bunu ben yazmazsam, ola ki bir gün, torunlarımın gözü ilişeceği fotoğraflarımda gölgem kızarır” diye eklemiş 1996’da. Bu satırların yazarı da imrenmiş olmalı ki, arşive baktım, “herkes kendi torununa hesap verecek” tabelâsını asmış köşesine daha birkaç ay evvel...


Aklımın yettiği kadarıyla, son tavsiyemi merak ederseniz eğer, “Siz siz olun, hesap faslı görülmeden, bu coğrafyada davranışlarımıza asıl yön verdiğini düşündüğüm ‘hamakat’ sözcüğüne özel bir önem verin!” derim. Bu kavramın (mecburiyetten yazılarımda sık sık irdelemek zorunda kalma utancıma rağmen) akraba olduğu “ahmak” kelimesiyle birlikte Arapça “humk” aslından evrildiği yönündeki etimolojik analizi hatırınızdan çıkartmayın isterim. Çünkü sözlüklerde “akılsız, budala, kalın kafalı” gibi karşılıklar verilen “hamakat”ın Türk siyasetinde ilk “okkalı” kullanılışı tahmininizden eskidir ve Damat Ferit için sarf edildiği iddiasına tarihlenir, “bazı hallerde hamakat (ahmaklık) hıyanetten daha tahripkâr olur!”

Yazının Devamını Oku

Anayasa ve İllüzyonistler !

27 Ocak 2017
Geçen gün, arabayla Alsancak’a gitmek üzere çıktım evden.

Hava yağmurlu… Ege Üniversitesi kavşağındaki tünelin içine girdik ki,

zaten yavaş akan trafik hepten durdu…

İleride zincirleme bir kaza olduğu haberi geldi az sonra; 1 saatten fazla bekledik…

Böyle zamanlarda,

kimsenin bir işe yaramayan “gecikiyorum…” gerginliğini saymasanız;

biraz radyo, 1-2 telefon konuşması filân derken,

oturduğum yerden, göz ufkumla sınırlı bir gözlem merakı başlıyor bende.

Biraz da

Yazının Devamını Oku

Bir yaşıma daha girdim…

23 Ocak 2017
 Hayır Efendim, doğum günüm filân değil ! Ama “ne oldum deme, ne olacağım de” diye boşuna söylenmemiş…

Bu yaştan sonra “Progressive Rock” yazısı yazmak da varmış. Yanlış anlaşılmasın ve bu bir yakınma ya da küçümseme tavrı zannedilmesin. İzmir, geçen cumartesi önemli bir “sosyal medya grubu”nu ağırlayınca, aklımın ermediği bir konuda yazmak zorunda kaldığımı anlatmaya çalışıyorum.  Neyse ki, kadîm dost Besim Cingi’den kopya çekme fırsatı buldum. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin “en havadar üst katı”nda, yan yana sandalyelerde izledik; PROGTURK’ün DVD gösterisini… Kopya faslından ve izlediğim-dinlediğim müzikten aklımda kalanları paylaşayım: “…Progresif Rock, 60'lardan 70'lere geçerken, rock müziğini ‘yeni sanatsal seviyelere çekme girişimi’nin bir sonucu olarak ortaya çıkmış. Bunda da ağırlıklı olarak Britanyalı gruplar başı çekmiş. Progresif Rock grupları, standart rock veya popüler mısra-nakarat düzeni üzerine kurulu şarkı yapılarının ötesine geçerek ‘rock müziğin teknik ve kompozisyon sınırları’nı zorlamaya başlamışlar…”

 

Dinlediğim örneklerde de gözlemlediğim gibi, “…daha da ileri gidilmiş; aranjmanlarda sıklıkla, klâsik, caz ve avangart unsurlara yer verilmiş. Enstrümantal şarkılar görece yaygınlaşmış. Adını, ‘Batı Afrika kültüründe, cenaze ve yas törenlerinde, acının ifadesi olarak kullanılan -çivit rengi-nden alan 400 yıllık -Blues- bile’ mistik bir renk olarak resme dahil edilmiş…” Dönemsel olarak yükselen Vietnam karşıtlığını, sol ve protest dünya görüşünü, özgürlükler ve savaş karşıtlığını, bunların türün temel meseleleri haline evrildiğini ve bu kavramların şarkı sözlerine yansıdığını, “buram buram” hissediyorsunuz. “…Progresif Rock’ı, ‘bir başkaldırı’ olarak tanımlayanlar da var. Sözlü eserlerde, bunun dışında hakim olan görüş ‘kavramsal, soyut ve fantezi’ de içeriyor.  Progresif Rock grupları,  ‘genellikle epik hikâyeler anlatan, bütüncül bir beyanda bulunan’ konsept albümler yapmışlar. Albümlerde  3-4 parçanın birbiri ile bağlantılı bir kurgu içermesine çok rastlanıyor…”

 

“…Progresif Rock 60'ların sonunda dönemin rock müziğindeki her çeşit etkiden ilham alma eğiliminin parçası olarak ‘Psychedelic’ (uyuşturucuların rüzgârladığı) müzikten türemiş.  King Crimson, Yes, Genesis, Pink Floyd, Gentle Giant, ELP, Jethro Tull ve  Camel  gibi grupların müziği için kullanılmış. En revaçta olduğu dönem 70'lerken, 80'lerin başlarında yerini neo-progresif rock müziğine bırakmış. Günümüzde Dream Theater, The Flower Kings, Opeth, Frost önemli gruplar arasında... Türk grupları içinde “Nemrut”, en önemli temsilcisi olarak değerlendiriliyor. Progresif Rock’ta elektro gitar, akustik gitar, bas gitar, klavye ve davul (bateri)  gibi geleneksel rock enstrümanlarına ilave olarak yaylı çalgılar, piyano, org ve üflemeli çalgılar da kullanılıyor. Çoğu grup senfoni veya filarmoni orkestraları ile büyük konserler veriyor. Şarkılarda sürekli değişim gösterme arayışı hâkim ve tekrardan kaçılıyor.

 

PROGTURK’e gelince…  Rock müziğine gönül vermiş bir grup müzik aşığı tarafından kurulmuş kapalı bir birliktelik… Progresif Rock ve alt müzik türlerini sevenleri bir araya getirmek ve onlara en iyi içeriği sunmak için kurulmuş bir Facebook sayfası ve topluluğu... 15-60 yaş aralığında (ve Türkiye’nin dört bir tarafına yayılmış) 4191 aktif üyesi bulunan PROGTURK, her kesim ve meslek grubunu bünyesinde barındırıyor, ayrıca eğitim seviyesi oldukça yüksek bir katılımcı profili var. Sosyal medya üzerinden haberleşen grubun amacı, dinlediği, izlediği, gördüğü ve yeni bilgi sahibi olduğu Progresif Rock ve uzantıları hakkında paylaşımlarda bulunarak, ortak bilgi dağarcığının gelişmesini sağlamak… Müzik haberleri, müzik aletleri, plaklar, CD ve DVD’ler hakkında bilgi alışverişi yapmak. Ülkemizde gerçekleşen konserlerle ve  (benim de katıldığım) sunum-etkinlik benzeri toplantılar ile sosyal birlikteliği ve arkadaşlık bağlarını güçlendirmek… İzmir’deki etkinliğe, İstanbul’dan da katılanlar oldu.  Açıkçası keyif aldım. Birlikteliğimizde, “yaş ortalamasını yükseltmemiş olmak” da, işin bir diğer hoş tarafıydı. Perdede ve yanı başımda, bu kadar “Usta”yı bir arada görünce fırsatı kaçırır mıyım ? Ben de Besim Bey’i “Radyo Café Turc”e davet ettim; bizim için “Progresif Rock” programları yapacak. İzmir için kısa günün kârı oldu…

Yazının Devamını Oku

  “Geometri, Zekâ ve Egoizm” üçgeninde trafik

21 Ocak 2017
Elbette, çok farklı tanımlar yapılabilir !

Ama üzerinde uzlaşılan karşılıklardan biri olarak Geometri,

“matematiğin uzamsal ilişkiler ile ilgilenen alt dalı”dır;

Eskiden “hendese” denirdi; hattâ “mühendis” de bu kökten gelir…

Herodot’a göre geometrinin başlangıç yeri, “Mısır”dır.

Sözcüğün kullanımı da Eflatun, Aristo ve Thales’e kadar gider.

Sadece Öklid’in geometri sözcüğünü sevmediğini ve yerine Elements sözcüğünü kullandığını biliyoruz. Öklid Geometrisi de, "lise geometrisi"dir aslında…

 

İlk geometrilerin tümü, doğası nedeniyle sezgiseldir. Bunlar daha çok ilkel insanların çevresinde görünen doğal şekillerden ibaret olduğu halde uygar dünyada, mimarlıktan sanata kadar, geometrinin kullanılmadığı meslek ya da alan hemen hemen yok gibidir. Ama

Yazının Devamını Oku