Nihat Demirkol

“Abdesthâne ibriği” ile “Çeşm-i bülbül” sürahi farkı !

9 Ekim 2018
26. Festival yolda ! Geçen senelerde, “İzmir’e yazdan önce caz gelir” dediğimiz misâl, “caz’dan önce de afiş”i geliyor gündeme... “...İKSEV, 10. İzmir Avrupa Caz Festivali’nden bu yana, Festival afişini yarışmayla belirliyor...” denilmiş; daveti duyuran basın bülteninde.

 

Bu cümleyi, bir de şöyle okuyalım:

“Meraklısı, son 15 senedir, ‘ödül almış bir afiş’in festivalini izliyor...”

Haklı itirazınızı duyar gibiyim;  (fasulyeli et denmez...) o bir ”festivalin afişi...”

Olsun ! “öyle bir festival ki, afişleri bile ödüllü !”

Yumurta – tavuk; sebep –sonuç. Nedensellik, yaratıcılığı ateşliyor.

Sanatı nasıl kucakladığına bakın siz...

“Rönesans insanı”nın, “dijital insan”a üstünlüğüdür bu aslında !

Yazının Devamını Oku

“Feyzi Aslangil’e Mektuplar”dan, bir zarf daha açtık...

5 Ekim 2018
İlk kez 2103 yılı Mayıs ayında, MÜZİKSEV’de, “Türk Müziği Günleri” başlıyor diye duyurmuştum.

 

Alsancak Garı Karşısı butik konser salonunda;  İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı İKSEV’in, İzmir Kalkınma Ajansı desteğiyle somutlaştırdığı ve “Kentin başlıca müzik ve sanat merkezlerinden biri olmayı hedefleyen, toplum ile dinamik, canlı ilişkiler kurabilen ve yaşayan/yaşanan bir mekâna dönüşecek” MÜZİKSEV Projesi’nin vizyonuyla paylaşmıştım bu repertuvarı, meraklısıyla...

 

Aradan 5 yıl geçmiş...  Bu kez, EGE KÜLTÜR DERNEĞİ’nin, “... Anadolu insanının toplumsal belleğinde taşıdığı iyiliğe yönelik hayat görüşünü oluşturan yüksek değerdeki geleneksel bilinci, dans ve müzik yoluyla kitlelere duyurmak...” idealini, “...geçmişin deneyimleri bilmeyen bir toplumun geleceğe sağlam adımlarla yürümesinin mümkün olamayacağı...” düşüncesi ile aylara serpiştirdiği “Kültür-Sanat Etkinlikleri”nde; “2018 – 2019’un ilk konuğu” onuruyla sahne aldım. Piyanonun tuşlarını, dün akşam bana emanet etmek nezaketini gösterdiler ve Feyzi Aslangil’i, “Saz Eserleri”nden oluşan bir repertuvarla, “sohbet ve doğaçlamalar” gündemiyle andık. Çok güzel bir alışveriş oldu...

 

Malûm; Türk Mûsikîsinde piyano, ağır nazariyatçıların gözünde reddedilmiş bir enstrümandır. Rahmetli Cinuçen Tanrıkorur’un cümleleriyle özetlersek;  “…Müzikten anlamayan kulakları, uzaktan, Nihâvend’i, Mâhur’u, Acemaşîran’ı andıran zevzeklikler” ile eğlendirmeye çalıştım...  Yine rahmetlinin tarifiyle, zaten bendeniz (de),  “Piyano ile Türk Mûsikîsi çalmanın neden mümkün olmadığını anlatabildikleri aklı başında müzisyenler”den olmadığım için,  “...çaldığımın Türk Mûsikîsi olduğunu zan veya iddia ederek...” meraklısını, (ki gelenler salona sığmadılar) 1 saat kadar oyalamaya çalıştım.

 

Lâtife bir yana, 14 Ağustos 1954’te, İstanbul’da, (Harbiye) Açıkhava Tiyatrosu’nda, Saadettin Kaynak’ın jübilesinde,

Yazının Devamını Oku

McKinsey, “Zooloji” bahsini Kurthan Hoca’ya sorsaydı...

1 Ekim 2018
Müflis hallerimizin, “Düyûn-u Umûmiye” öncesindeki “veri oluşturma ve hazırlık” sürecini, ürettiği cep telefonlarını kırdığımız, sokaklarda parasını yaktığımız ecnebî bir ülkenin, “meşhur veya mahût” (bu husus tartışmalı) danışmanlık şirketine teslim ettik, malûm. Bu seçilmiş siyasî iktidarın tercihidir; bilemem.Lâkin, bu resimde, “seçilmiş muhalefet”in perişanlığı içler acısıdır.

 

 

Mülkiye’de Hocamız olan Sevgili Kurthan Fişek’in 5 Nisan1998’de yazılmış “müthiş” bir yazısı vardır.  Başlığı, “Zoolojik bir yazıdır. CHP ile hiç­bir ilgisi yoktur...” diye atılmıştır. Hattâ, sonuna, “Bu yazıyı TEMPO'da yazmıştım. Yazdığım sırada CHP'liler yine kavga ediyordu. Bu yazının CHP'yle ilgisi yoktur...” şeklinde bir not da düşülmüştür. Yıllar içinde “Benim Gözlüğümden” köşesinde, tam 3 kez paylaştım, alıntıladım... “Bu yazı eskidiği gün CHP iktidardır !” diye başlık attığım bile oldu.

 

“Yerel seçim kulisleri için gösterdikleri çabanın yarısını, Eşref’in, “...Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi / Gitgide zulmetmeye elde ahâli kalmıyor...” diye târif ettiği hallerimiz için harcamayanların zavallılığını gördükten sonra”, bu “efsane satırları”, yazı hayatımda dördüncü kez, bir makalemin içinde, değerli okuyucu ile paylaşacağım. (Hoca’nın veciz sözcüklerini sansürlemeden filân...)

 

“...Günlük politikadan bıktınız mı? CHP'deki kurultay dalaşlarından bıktınız mı? Kendi hesabıma ben bıktıktan sonra, ‘Ulan hanzolar ! Neyi paylaşamıyorsunuz?’ diye dellendikten sonra, siz haydi haydi bıkmışsınızdır. O bakımdan konuyu değiştiriyorum... / ...Ama, küçük bir uyarım olacak önce... Özellikle de osuruktan nem kapan CHP'li dostlarıma... Anlatılacak şeyler CHP'yle ilgisizdir. Hükmî veya özel kişilerle benzerlik varsa, tamamen tesadüfîdir...”

 

Yazının Devamını Oku

“Mümkün mü unutmak”, Rakım Elkutlu’yu?

28 Eylül 2018
Doğan Hızlan “Usta”mız, son yazısında, “kültür ve sanat plânlaması” üstüne ince düşünüp, (özetle) şöyle diyor;

 

 

“...Sonbahar geldiğinde kültür ve sanat yaşamı canlanır. Artık yalnız büyük kentlerde değil, Anadolu’nun birçok kentinde de kültürel etkinlikler, festivaller yapılıyor... / ...Ancak beni tedirgin eden bir yanı var. Belediye başkanları değiştikçe, etkinliklerin niteliği değişiyor. Yalnız sanatsal eğilimler yüzünden değil, siyasal tercihler açısından da bu böyle... /...Türkiye’nin birçok yerinde kültürel etkinlikler için salonlar yapılıyor. Buraların yönetiminde tek bir sakınca var. Siyasal eğilimlerin o merkezlerin programlarında da belirleyici olması. Bu, çok sesliliğin önünde bir engel. Belediye başkanları değiştiğinde her şey sil baştan değerlendiriliyor, geçmiş adeta siliniyor...”

Ardından, “...Peki bunları önlemek için ne yapmalı?” diye sorup, “...Tek çare sivil toplum kuruluşlarını da içine alan vakıfların kurulması. Vakıflar kurulduğunda siyasi otoritelerin müdahalesi büyük ölçüde önlenir. Orada yaşayanlar da vakfa sahip çıkar... / ...Belediyeler, sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı vakıflar kurmalı. Böylece siyasal, ideolojik tercihler yüzünden değişim önlenmeli... Tarihi mekânlar, festivallere, etkinliklere tahsis edilmeli. Onun da yönetimi tarafsız bir kurul tarafından üstlenilmeli....” diye cevaplıyor.

Bu isabetli ve haklı “parmak basma” ile neredeyse eşzamanlı olarak, yine HÜRRİYET’in bu haftaki sayfalarında; Aytül Büyüksaraç’ın “İzmir’in 36 senelik hayâl”i dediği, “Opera binasının temeli atma haberi” vardı. “Türkiye’nin opera sanatına özel ilk yapısı”na ilişkin bu haberde, Başkan Aziz Kocaoğlu’nun “Fuar İzmir’i kurduk, buraya da ‘Opera İzmir’ diyoruz! Ardından Kongre İzmir, Tiyatro İzmir gelecek ve bu böyle devam edecek...” sözleri dikkatimi çekti, heyecan verdi, şükran duygularım tazelendi ister istemez...

Bu “ufuk açıcı, iç ferahlatıcı müjdeler kreşendosu” ile “iyi, güzel ve estetik” olanın, hiç fark edilmeyen başka bir yüzü geliverdi; gözümün önüne... “Opera İzmir...”, bir sanat izleyicisi olarak çok içime sindi. Ama “keşke” dedim, “-Adnan Saygun- adı daha önce başka bir komplekse verilmemiş olsaydı da, ‘İlk Türk Operası’nı besteleyen ‘gözde’nin adı, bu görkemli mâbette, yaşasaydı...”

Demek ki, yerel yönetimlerin “kent plânlaması”na ilişkin kaygıları, aslında “isimlendirme”ye kadar uzanan pek ince bir iş! Lâfı nereye getireceğim? Yapımı, “türlü itiş-kakışlar yüzünden” yılan hikâyesine dönen ve bildiğimiz kadarıyla, Büyükşehir’in “irade”yi, artık Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrettiği, “Bornova Kültür Merkezi” de (?!), “3 vakte kadar” açılacak.

HÜRRİYET arşivindeki haberlerde, söz konusu Kültür Merkezi hizmete girdiğinde, restorasyonu devam eden Peterson Köşkü ile birlikte, (ki, İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Müdürlüğü ve İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürlüğü’nün bazı idarî bölümleri de buraya taşınacakmış...) bölgenin tamamen bir kültür adasına dönüşeceği dile getirilmiş.

Yazının Devamını Oku

Siyasetçi fıkraları

24 Eylül 2018
“BÜTÜN renkler aynı hızla kirleniyordu.

Birinciliği beyaza verdiler” dizelerini yazdığında şair, bir gün gelip de bunun Türk siyaset ve medyasının hüviyet vesikası olacağını tahmin etmemişti herhalde.Tahmin etseydi veya bugün eklentiler yapmaya karar verseydi bu yükte hafif, pahada ağır söz yumağına, herhalde şöyle bir şey düşürürdü kalemiyle:“Ama ‘beyaz’ da rahat durmuyordu. Bütün renkler onun yüzünden kirlendiler.”Geçen hafta Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer için karalayıcı şeyler yazıldı, çizildi İzmir’de.Kendisinin CHP’nin Büyükşehir adayı olmasını istemeyen CHP’liler ile onun seçilmesini istemeyen AKP’liler olasılıkla pek de üzülmediler bu nokta atışa...Değerli Başkan, iddialara “temiz” bir cevap verdi.Bir basın açıklamasıyla, belgelere dayanan, “şeffaf” bir resim çizdi ve “niyet”in kırdı belini.Böyle zamanlarda aklıma hep siyasetçi fıkraları gelir.Yine öyle oldu... Ama bu iddia-yanıt müsabakasını dilimden düşürmediklerimden hiç biriyle eşleyemedim.Meselâ, Çetin Altan’ın milletvekili olduğu dönemde kürsüde kendisini bir türlü konuşturmayan Meclis Başkanı’na verdiği yanıtta, “Bizden daha yüksekte oturuyor olmanız basit bir marangozluk hatasından ibarettir” deyişi ile ilişkilendiremedim. Ne alâkası vardı?Fransız parlamentosunda “Karaborsayı bitirdik” diye başbakanı, “Bu portakalı meclise gelirken karaborsadan aldım” diyerek karalamaya çalışan muhalefet liderine, başbakanın, “Bir memlekette karaborsadan mal alan vatandaşlar olduğu müddetçe o memlekette karaborsayı önlemek mümkün değildir” yanıtını verdiği fıkra da yaşadıklarımıza uymuyordu.Hattâ, İngiliz parlamentosunda, durup durup karısını aldatmakla suçlanan vekilin, “Yahu ben evli değilim beyler” diyebilmek için ancak dakikalar sonra kürsüye çıkabildiğini anlatan fıkranın da asıl anlatmak istediklerimin yanında manâsız kaldığı aşikârdı.Sonunda buldum!Tunç Başkan’ın söyledikleri tıpatıp şu anekdotun finaline uyuyordu:Hani, meclis divan kâtibi yoklama yaparken (Cihat Baban’a hitaben) “Baban” yerine “Yaban” diye seslenmiş de, Cihat Baban da bir eski zaman muharririne yakışır nüktedanlıkla taşı gediğine oturtuvermiş: “Babandır baban!”

Yazının Devamını Oku

“Orta Şark Siyasetçileri ve Seçmeni...”

21 Eylül 2018
 1970’lerde seyrettiğim, Ingmar Bergman’ın yönettiği (ve aynı yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü de kazanan) 1957 yapımı İsveç filmi, “Yedinci Mühür”de; “Ölüm ile konuşma” sahnesindeyiz...Şövalye, şöyle sesleniyor:


“...Sana karşı dayanabildiğim sürece yaşayacağım!”
Şubat 2012’de, tavla meraklısı siyasetçi ve seçmenlere ithaf ettiğim satırlarda; “...sizin kazanmak için oynadığınız oyunda, ‘seçimlerin ve tabii kararların pek çoğu size ait değil...’Tavla, bir emrivâkiler manzumesidir” demiştim.  2018 koşullarında ekliyorum:
“...Zar atan özgür değildir. Çünkü, aklı özgür değildir. Önce atılan zarın sonucunu beklemek zorunda!Belirsizliğin arkasına saklanmak, tavla oyuncusu gibi yaşamanın en büyük getirisidir.Kaybettiğinde, zarı bahane edebilmek, kaçamak yapmak, kıvırmak, kaytarmak ve mızıkçılık edebilmek; “cepte”dir çünkü...Yani “ipler bütünüyle benim elimde değildi ki...” diye söylenebilmek fırsatını, hep elde tutmaktır...
Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü “gürültü patırtı”yı sever.“Sakin, dingin ve yavaş” pek ona göre değildir.Ve tavla gürültülü bir oyundur...
Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü hayatı (oyunu), “tesadüflere bırakmıştır!”Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü bu toplumlarda, kazandığın müddetçe, “hatalar umursanmaz;göze görünmez, ıskalanır, ehemmiyetsiz sayılır”. 
Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü, bu topraklarda, tadını çıkartarak yaşamak değil;“ölüm” en büyük ödül olarak pazarlanmıştır!

Yazının Devamını Oku

“Ört Üstümü Öleyim...”

17 Eylül 2018
Efendim, Önüm, Arkam, Sağım Solum “Sürücü Adayı” Sobe !

 

başlıklı, pazartesi yazısına bir dönüş oldu; bir dönüş oldu, anlatamam...

 

Millî Eğitim Bakanlığı,

İl Millî Eğitim Müdürlüğü,

İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü,

İl Trafik Müdürlüğü,

İlçe Trafik Müdürlüğü,

Yazının Devamını Oku

Önüm, Arkam, Sağım Solum “Sürücü Adayı” Sobe!

14 Eylül 2018
 Millî Eğitim Bakanlığı, “Özel Motorlu Taşıt Sürücüleri Kursu Yönetmeliği” 2013’te yayınlanmış... 2017’de değişiklikler yapılmış... “Tanımlar” başlıklı 4. Maddesinin, değişik (RG-19/10/2017- 30215) “z bendi”nde; “Güzergâh” şöyle tanımlanıyor:

 

“...Direksiyon eğitimi dersi programında belirtilen davranışları kazandırmaya, EK-3 ve EK 4’te yer alan Direksiyon Eğitimi Dersi Sınav Değerlendirme Formlarında belirtilen davranışları ölçmeye elverişli, sertifika sınıfına uygun, akan trafikte sinyalize edilmiş dönel kavşak/akıllı kavşak, üç veya daha fazla kollu kontrollü ve kontrolsüz kavşak, çizgi ve levha ile yatay ve düşey işaretleme yapılmış yaya ve/veya okul geçitlerinin yer aldığı, sınavın süresi içerisinde, tek turda ve başlangıç noktasında tamamlanacağı şekilde düzenlenmiş, direksiyon eğitimi vermek ve sınav yapmak üzere il/ilçe millî eğitim müdürlüğünce belirlenerek ilgili mevzuatı doğrultusunda gerekli izinlerin alınmış olduğu alan ve yollar...”

Aynı yönetmelikte, Eğitim ve sınavda kullanılacak araçların üzerinde; “Sürücü Adayı Eğitim Aracı” ve sınav esnasında ise sadece “Sürücü Adayı Sınav Aracı” ibarelerinin bulunması gerektiği belirtilmiş.

“Çalışma saatleri”ni düzenleyen 20. Madde’de, “... Teorik ve direksiyon eğitimi derslerinin çalışma saatleri, haftanın bütün günlerinde, 07:00 ile 23:00 saatleri arasında, kursiyerlerin talep ve ihtiyacına göre kurs müdürlüğünce tespit edilir...” ifadesine yer verilirken, izleyen satırlarda, “...Direksiyon eğitimi dersi sınavı, akan trafik içinde, belirlenmiş olan güzergâhta 07:00 ile 18:00 saatleri arasında yapılır...” ayrıntısına kadar düzenlenmiş.

Buraya kadar tamam ! Şimdi bu kopuk kopuk alıntıları, uzun ve yeni bir cümle içinde birleştirmeyi deneyelim; daha anlamlı hale gelecek. Çünkü, bence bu yönetmelik eksik ! Acilen şöyle bir madde eklenmeli:

“...Direksiyon eğitimi vermek ve sınav yapmak üzere, il/ilçe millî eğitim müdürlüğünce belirlenerek ilgili mevzuatı doğrultusunda gerekli izinlerin alınmış olduğu alan ve yollar, bir kez belirlendikten sonra, bir daha hiç gözden geçirilmemeli... Bu sınavlar, sonsuza kadar, hep aynı parkurda yapılmalı...

Yıllarca aynı parkurda yapılmalı ki, ‘eğitim ve sınav araçları’, günün her saatinde bu parkurda seyir halinde bulunabilsinler, cirit atsınlar, bir süre sonra bu semtte yaşayan insanlar-sürücüler, evlerine, işlerine, okullara, hastanelere vs. giderken, araç kullanamaz hale gelsinler; sürücü adayları, arka arkaya, ‘tırtıl ailesi’ görünümünde, akan trafiği yavaşlatacak ve bir süre sonra da tehlikeye düşürebilecek bir yoğunluk oluşturabilsin...

Bu, sosyal ihtiyacın giderilmesinden doğan kaos, güvenlik açığı ve eziyet, hep aynı mahallede yaşansın. ‘Kaderde, tasada, kıvançta ortak’ olanlar arasında makul süreler (seneler) halinde paylaştırılmasın.

Yazının Devamını Oku