“...Sana karşı dayanabildiğim sürece yaşayacağım!”
Şubat 2012’de, tavla meraklısı siyasetçi ve seçmenlere ithaf ettiğim satırlarda; “...sizin kazanmak için oynadığınız oyunda, ‘seçimlerin ve tabii kararların pek çoğu size ait değil...’Tavla, bir emrivâkiler manzumesidir” demiştim. 2018 koşullarında ekliyorum:
“...Zar atan özgür değildir. Çünkü, aklı özgür değildir. Önce atılan zarın sonucunu beklemek zorunda!Belirsizliğin arkasına saklanmak, tavla oyuncusu gibi yaşamanın en büyük getirisidir.Kaybettiğinde, zarı bahane edebilmek, kaçamak yapmak, kıvırmak, kaytarmak ve mızıkçılık edebilmek; “cepte”dir çünkü...Yani “ipler bütünüyle benim elimde değildi ki...” diye söylenebilmek fırsatını, hep elde tutmaktır...
Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü “gürültü patırtı”yı sever.“Sakin, dingin ve yavaş” pek ona göre değildir.Ve tavla gürültülü bir oyundur...
Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü hayatı (oyunu), “tesadüflere bırakmıştır!”Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü bu toplumlarda, kazandığın müddetçe, “hatalar umursanmaz;göze görünmez, ıskalanır, ehemmiyetsiz sayılır”.
Orta Şark kültürünün siyasetçisi ve seçmeni, sever “Tavla”yı...Çünkü, bu topraklarda, tadını çıkartarak yaşamak değil;“ölüm” en büyük ödül olarak pazarlanmıştır!
başlıklı, pazartesi yazısına bir dönüş oldu; bir dönüş oldu, anlatamam...
Millî Eğitim Bakanlığı,
İl Millî Eğitim Müdürlüğü,
İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü,
İl Trafik Müdürlüğü,
İlçe Trafik Müdürlüğü,
“...Direksiyon eğitimi dersi programında belirtilen davranışları kazandırmaya, EK-3 ve EK 4’te yer alan Direksiyon Eğitimi Dersi Sınav Değerlendirme Formlarında belirtilen davranışları ölçmeye elverişli, sertifika sınıfına uygun, akan trafikte sinyalize edilmiş dönel kavşak/akıllı kavşak, üç veya daha fazla kollu kontrollü ve kontrolsüz kavşak, çizgi ve levha ile yatay ve düşey işaretleme yapılmış yaya ve/veya okul geçitlerinin yer aldığı, sınavın süresi içerisinde, tek turda ve başlangıç noktasında tamamlanacağı şekilde düzenlenmiş, direksiyon eğitimi vermek ve sınav yapmak üzere il/ilçe millî eğitim müdürlüğünce belirlenerek ilgili mevzuatı doğrultusunda gerekli izinlerin alınmış olduğu alan ve yollar...”
Aynı yönetmelikte, Eğitim ve sınavda kullanılacak araçların üzerinde; “Sürücü Adayı Eğitim Aracı” ve sınav esnasında ise sadece “Sürücü Adayı Sınav Aracı” ibarelerinin bulunması gerektiği belirtilmiş.
“Çalışma saatleri”ni düzenleyen 20. Madde’de, “... Teorik ve direksiyon eğitimi derslerinin çalışma saatleri, haftanın bütün günlerinde, 07:00 ile 23:00 saatleri arasında, kursiyerlerin talep ve ihtiyacına göre kurs müdürlüğünce tespit edilir...” ifadesine yer verilirken, izleyen satırlarda, “...Direksiyon eğitimi dersi sınavı, akan trafik içinde, belirlenmiş olan güzergâhta 07:00 ile 18:00 saatleri arasında yapılır...” ayrıntısına kadar düzenlenmiş.
Buraya kadar tamam ! Şimdi bu kopuk kopuk alıntıları, uzun ve yeni bir cümle içinde birleştirmeyi deneyelim; daha anlamlı hale gelecek. Çünkü, bence bu yönetmelik eksik ! Acilen şöyle bir madde eklenmeli:
“...Direksiyon eğitimi vermek ve sınav yapmak üzere, il/ilçe millî eğitim müdürlüğünce belirlenerek ilgili mevzuatı doğrultusunda gerekli izinlerin alınmış olduğu alan ve yollar, bir kez belirlendikten sonra, bir daha hiç gözden geçirilmemeli... Bu sınavlar, sonsuza kadar, hep aynı parkurda yapılmalı...
Yıllarca aynı parkurda yapılmalı ki, ‘eğitim ve sınav araçları’, günün her saatinde bu parkurda seyir halinde bulunabilsinler, cirit atsınlar, bir süre sonra bu semtte yaşayan insanlar-sürücüler, evlerine, işlerine, okullara, hastanelere vs. giderken, araç kullanamaz hale gelsinler; sürücü adayları, arka arkaya, ‘tırtıl ailesi’ görünümünde, akan trafiği yavaşlatacak ve bir süre sonra da tehlikeye düşürebilecek bir yoğunluk oluşturabilsin...
Bu, sosyal ihtiyacın giderilmesinden doğan kaos, güvenlik açığı ve eziyet, hep aynı mahallede yaşansın. ‘Kaderde, tasada, kıvançta ortak’ olanlar arasında makul süreler (seneler) halinde paylaştırılmasın.
Vallahi hiç alâkası yok ! İzmir’in kokusu üstüne bir şeyler yazayım diyordum ki, “arşiv”den gelen bir ses, “sen zaten iki kere yazdın bu konuyu. Temcit pilavı gibi olmasın” dedi. “Yine de, bir göz atayım” dedim, ben de... Baktım; arşiv haklı. (Eylül 2012’de ve Şubat 2017’de yazmışım) İşin “hazin” tarafı, “yazılar hiç eskimemiş...” Sadece (özetleyerek) alıntılar paylaşacağım.
“İzmir’in uzaktan hoş gelir sesi” imiş, ilk yazının başlığı; “...Epeyce zamandır yazacağım, kısmet bugüne imiş... Gün geçmiyor ki, ‘İzmirli olup da İzmir’de yaşamayan köşe yazarlarımız’dan herhangi biri, ‘Ah İzmir’ kokulu bir yazı yazmasın. Bir özlem bir özlem, bir methiye bir methiye, ‘Çiğdem, kumru, rakı–balık, roka, Alaçatı vs. Şimdi de ‘9 Eylül hamaseti’...” demişim. Sonra, “siyah-beyaz yıllarımız”dan bir anekdot sıkıştırmışım araya...
Hani, “...İşçi partisi genel başkanına, etkileyici konuşmasından sonra; ‘Hepsi iyi hoş da, sen neden birinci mevki vagonda gidiyorsun? Hem de yataklı... Camlar taze ekmek kokusundan buğulanmış, içeride şampanya servis ediyorlar, yanında havyar vardı; gördüm... Bizim paramızla sen ne haltlar karıştırıyorsun? Nerede kaldı kardeşliğimiz? Hani biz yokluğu paylaşıyorduk? İn o vagondan aşağıya...’ demişler de, Başkan yanıtlamış. ‘Dinleyin... Benim işim, bu vagondan inip yanınıza gelmek değildir. Benim mücadelem, sizi bu vagona çıkartmak içindir...’ İşçiler ardından saf saf el sallamışlar mecburen...” diye gülümseten ve “saf avlayan” fıkra. Konuyu şöyle bağlamışım aklımca:
“...Kitlesel yanılsamayı resmeden nice fıkralar anlatıldı yıllarca; siyasetçilerin ve sendikacıların, ‘davulun sesini uzaktan tarif eden’ halleri için... Bu mesleklere, bugün ‘köşe yazarları’nın da katıldığını gözlemlemek ve bu yolla fıkranın güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu görmek, ister istemez, ‘eyvah sokağı’nın ironik kavşağına çıkıyor...”
“9 Eylül”e rastlayan yazıların birinde;
“Bakın, Konstantinos Kavafis,
Cevat Çapan çevirisinde, ‘Şehir’ için neler diyor ?”
diye hayıflanmışım...
“...Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın / ‘
“Doğru”ya doğru ! Bu köşede, samimi ve sevilmeyen eleştirilerimizi esirgemediğimiz gibi, “ayakta alkışladığımız” işleri de “vitrinlemek”, boynumuzun borcudur.
“Eğlence dolu 10 gün” başlığı, bana göre olmasa da, “kıpırdanma”nın, her yıl şiddetini arttıracağını umut etmek zorundayız. Ama bir ayrıntıyı unutmadan: “Eğlence” başka şeydir; “kültür ve sanat’ın merkezi” olmak başka... İkisinin, bültenlerde, aynı cümle içinde kullanılmasını yadırgıyorum.
“...İZFAŞ, ana sponsor Folkart, inovasyon ana sponsoru Vestel ve etkinlik sponsoru Migros’un katkılarıyla, konserler, gösteriler, tiyatro oyunları ve dans gösterileriyle, 7’den 70’e fuarı ziyaret eden ziyaretçilerin, unutamayacakları anılar biriktireceği...” iddiasıyla meydanlara çıkıyor.
“...Fuar Çim Konserleri, Nazan Öncel, Sertap Erener, Hakan Aysev, Kenan Doğulu, Hey Douglas, Ceza, Aleyna Tilki, Berkay, Gülşen, Fettah Can ve İrem Derici’yi ağırlayacak...”
“...Sana senden gelir bir işde ancak dâd lâzımsa
Ümidin kes zaferden gayrdan imdâd lâzımsa...”
Zafer, “Bayram” ile birlikte oturursa gündeme,
1928’den bu yana, nesillerin gönlüne yerleşmiş
Temizliğin imândan geldiğini, çektiği her tespih tanesinde, “tespih” ederek, (sebh kökünden gelen ve Allah’ı eksik sıfatlardan uzak tutmak demek olan bu sözcükle) O’nun şanının yüceliğini anan bu necip millet sokaklarını temiz tutmayı sizden mi öğrenecek?
Abdestinde, 5 vakit namazından önce, yanlış yerlerde dolaşırken kirlenen ayaklarını yıkayan bu evlâd-ı vatan nereye basacağını bilmiyor mu ki, yol ortasında birikmiş çöpleri toplamanıza müsahama edecek?
“Eşi-benzeri olmayan koku” diye bilinen misk-i amberi her bir tarafına sürüm sürüm süren bu lâtif cemiyetin birkaç parça çöpün ürettiği pis kokudan mı gözü (pardon burnu) korkacak?
Geçin bunları efendim!
Demek ki bu ecnebiler, meşhur “tespih” fıkrasını da bilmiyor, hemen öğretelim..
Hani, adamın biri yolda yürüyormuş. Sokakta bir “tespih” bulmuş. Gerçi ne olduğundan, nasıl kullanıldığından haberdarmış ama “çekilirken” neler söylendiğini, tasavvuf ehlinin neler mırıldandığını bilmiyormuş.