Nihat Demirkol

Basılmayan Yazılar Ansiklopedisi

24 Ağustos 2018
ÜSTAT Ahmet Rasim, Abdülhamit döneminin ünlü sansür memuru Hıfzı Bey’le aralarındaki geçen bir konuşmadan şöyle bahseder:


“Biz yazdığımız yazılarda zât-ı âlinizin çizeceğini bildiğimiz kelimeleri kullanmıyoruz. Biliyoruz ki, vatan, millet, hürriyet, ihtilal, cinnet, mecnun, yıldız, zehir vb. kelimeler yazılmaz. Fakat sansürden gelen provalarda her seferinde başka başka kelimeler, cümleler görüyoruz ki, çizmişsiniz. Bize neyin sakıncalı olduğunu söyleseniz de onu bilsek ve yazmasak.”
Hıfzı Bey’in yanıtı tarihe sansür memuru eliyle düşülmüş iğneli bir mizah notudur:
“Onu ben de bilmem. Yalnız size şu kadarını söyleyeyim ki, siz anlayınız. Siz hangi yazınızı en çok beğenerek yazarsanız, ‘Oh ne güzel oldu’ derseniz, benim onu çizeceğimi biliniz!”
Ahmet Rasim Bey ve tarihimizdeki sansür mağdurlarının önemli bir bölümü anıt insanlardır esasen. 21’inci Yüzyıl’ın yazısı budanan, yayınlanmayan, yayınlandıktan sonra kovuşturmaya uğrayan ve hattâ hayatı karartılan kalemleri bu isimlerden el aldıklarını unutmamalıdırlar.
Yazarların yazdıkları zaman zaman “Bütün Yazıları” toptancılığı ile yer alır kitapçıların raflarında.
Bu okuyucu için bir kolaylık, yazar için ise iskele babasına atılmış güçlü bir arşiv kemendidir.

Yazının Devamını Oku

Ruhumda neş’e hayâle daldım...

20 Ağustos 2018
“Arefe’nin çağrıştırdıkları...” imiş 2011 senesindeki başlığımız. Ve demişiz ki;

 

“...Bizim memlekette, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Pisliğinden anlaşılır ‘adam olacak çocuk’.

Anasına bakıp kızı alınır.

Selam verilir önce, sonra edilir kelâm...

Kendi ayakları üstünde durup sivrildiğinde ‘çocukluğu’ bilinir,

Biraz palazlanmışsa, ‘Cemaziyelevveli’ gözüne sokulur.

Makbul olan, ‘leb demeden leblebiyi anlamak’tır.

Yazının Devamını Oku

Asma ise defne arasında bir ömür...

17 Ağustos 2018
HÜRRİYET’in Ege Bölge Temsilcisi Deniz Sipahi, (kendi tabiriyle), “iflâh olmaz iyimser”liği ile ünlüdür.

Her şeye rağmen formdan düşmediğini göstermek için olsa gerek, “Biz krizleri iyi yönetiriz...” başlıklı son yazısında, yine “döktürmüş”. “Benim Gözlüğümden” isimli köşemin de isim babası olan “kadîm dost”un yazdıkları, beni, bu sefer “okuyucu gözlüğümle” bir durum muhasebesi yapmaya itti. “Asma ile defne arasında geçti şu ömür” diye iç geçirdim! Mülkiye’nin geleneksel mirası, bu tercihimizin kilometre taşlarından biriydi hiç kuşkusuz. “Kriz” denince, “memleket” deninde, “muharrir” denince, önce “Hasan Şevket” düşer bizim aklımıza hâlâ... Nâzım’ın, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda, 2. cildin hemen başında tasvir ettiği büyük resmin zeminidir aslında, hiç aklımızdan çıkmayan...

Hani, “...Gülden güzel kokan Arnavutköy çileği / ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar. / Buna rağmen Hasan Şevket rakıyı bir tek dilim beyaz peynirle içiyordu ve saat on sekizi otuz sekiz geçiyordu...” diye başlar da, “...Tanınmış ediplerimizden oldu olalı Türkçe’de kendi yazılarından başkasını okumadığından...” diye devam eder; “...Hasan Şevket düşünüyor gözleri kadehinde: ‘Baş parmak boyundaki adam vicdanımız’ .../...Hasan Şevket, sen mahvolmuş bir insansın. Nasıl bu hale düştün? Seni kimler bu hale soktu? Ne zamandan beri bu haldesin? Halbuki nasıl yol aldı bazıları...” diye toz kaldırıp, “... Elbet onlar çoktan unuttular, Hasan Şevket, yanmış zeytinyağıyla sidik kokusunu Beyaz Rus ve Ermeni pansiyonlarının.../... Onlar çoktan unuttular kahredici hicabını yamalı donlarının. Bütün nimetleriyle dünya onların artık...” diye alevlenir; “... Bahar geldi, Hasan Şevket, dallara su yürüdü. Kuş bile yuva yaptı, kuş kadar olamadın...” diye noktalı virgül koyar... Sonra, “...Nuri Cemil’i gördü: camekânı tekerlekli seyyar kitapçının önünde durmuş, bir şeyler okuyor... / ...Kazancı beş yüzden aşağı değil. Belki Alaman sefaretinden de alıyor...” diye üsteler; “...Yataklı vagona binmekte olan Tahsin’e baktı. Birdenbire pislik görmüş gibi buruşturdu yüzünü, bilhassa, nümayişle... /...Farkında mısın, baş parmak boyundaki adamım, Nuri Cemil çatlayacak, Tahsin’i kıskanıyor... / ...Gözü mebuslukta, vekillikte belki, Hem de ne yollardan bu işi kuruyor, biliyorum. Fıkralarını okuduğumdan değil, onları okumaktan münezzehim çok şükür...” diye hamd eder. “...Baş parmak boyundaki adamım, açık konuşalım seninle: Satılabilir misin? Hayır. Ayda beş yüz verseler? İmkânı yok. Yedi yüz? Tehlikesiz, kırmadan haysiyetini? Küçük, âlimane fıkralar, tarafsız makaleler için? Evet...” diyerek finale yaklaşır ve “...Böylelikle Hasan Şevket yavaş yavaş farkına varmadan kandırırken baş parmak boyundaki adamını, baş parmak boyundaki adam dikildi birdenbire kenarına kadehin, bağırdı avazı çıktığı kadar ‘Sen Nuri Cemil’den betersin deyyus, fâsıkı mahrum…’ Hasan Şevket kıpkırmızı oldu. Kadehten içti bir yudum. / Sarsıldı kadeh. / Baş parmak boyundaki adam düştü kadehe. Ve dişleri olağanüstü çürük, sesi olağanüstü kalın, boğuldu içinde rakının. / Hasan Şevket’in canı yandı, basılmış gibi nasırına. Ve bir damla yaş aktı sol yanağından…” dizeleriyle sonlanır meşhur şiir... Ve belki de, bizde bıraktığı bu izle, “Haydarpaşa Tangosu” diye, bestelemişizdir “Nihavend“ aşkına...

Buradan, Melih Cevdet’e kayar fikrimiz! “...Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı, çünkü / Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; / Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için / Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini /Köle sahipleri veriyordu onlara. / Ve yıkıldı gitti Likya... / Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı, çünkü / Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; / Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini Felsefe veriyordu onlara. / Ve yıkıldı gitti Likya... / Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin Felsefesi. / Ve sahipsiz felsefenin Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi. / Ekmeğin sahipsiz felsefesini, Felsefenin sahipsiz ekmeği. / Ve yıkıldı gitti Likya... / Hala yeşil bir defne ormanı altında...”
Özetle; “iyimser kaleminin mürekkebi” bu sefer bir başka karıştırdı beni arkadaşım... Teşekkürlerimle!

Yazının Devamını Oku

“Döviz Getiren Tatilciler”i Iskalamak...

13 Ağustos 2018
Cuma günü yazdığım “feribot” yazısı hakkında, değerli okuyucularımdan farklı görüşler geldi.

Muhalefet’in olmadığı bir memlekette, (olmayan, olamayan şeyler üzerinden) ironik satırlara sığınmak, “Mor Menekşe Partisi” gibi, bir “müzikal kurmacası” üzerinden siyasî mizah yapmak zorunda kalmak, elbette, kısmen yanlış anlaşılmalara sebep olabiliyor. Ama geri-bildirimlerin sayısı ve içeriği, memnuniyet verici...

 

“Hayalî Küçük Ali Feribotu” projesi için, tek kelimeyle yetinip “...müthişmiş” diyen de var;

“...ben bunu merak ettim” diye sorgulayan da, “...ben sanki sevdim gibi” diyerek görüş bildiren de... Hattâ, sosyal medya aracılığı ile “...Nihat Demirkol Bey’in yazısında bahsettiği ‘Camping on board’ gemisi nedir acaba ?  Reşat Bey (Sn. Yörük), sizden sürprizi bozmayacaksa bilgi alabilir miyiz ?” diye soranlar bile olmuş.

 

Meraklısı hatırlayacaktır; 2006’da, 36 ülkeden 52 dernek ve kulübün üyesi olduğu FICC, (Uluslararası Kampçılık ve Karavancılık Federasyonu) “Rally” adındaki “Uluslarlararası Büyük Buluşması”nı İzmir’de yapmak istemişti de (İzmir Büyükşehir Belediyesi, -Bu kadar kalabalık İnciraltı’ndaki doğal dengeyi bozar, ortalığı çöplüğe çevirir, karavanlarını bırakır gider bunlar- yollu dünyadan habersiz ve komik gerekçesiyle eşsiz bir fırsatı reddettiği ve koca İzmir’de başka da bir yer gösteremediği için...) Türkiye Kamp ve Karavan Derneği, misafirlerini yıllar sonra, tekrar Gümüldür-Hipocamp’da ağırlamıştı...

 

Yazının Devamını Oku

“Hayalî Küçük Ali Feribotu...”

10 Ağustos 2018
Malûm, 3 tarafımız denizlerle çevrili!“Barbaros Hayreddin”in torunlarıyız filân...“Bundan sebep” (?!) olsa gerek; “Mor Menekşe Partisi”, olası bir “Başkanlık” durumunda, ilk “100 gün”ü kapsayan ve ilhâmını, “1001 gece masalları”ndan alan, “101 projesi”ni açıklamış...


İşte bunlardan bir tanesi de, “Hayalî Küçük Ali Feribotu”.Programdan, bazı alıntılar yapayım ve projeye “nazar değmesin” diye, (oldu bilin niyetiyle...) “şimdiki zaman kipiyle” paylaşayım istedim.
Efendim, büyük bir vefâ örneği olarak, (asıl adı Mehmet Muhittin Sevilen olan...) ünlü Türk kukla ve gölge oyunu sanatçısı; geleneksel temaşâ sanatımız “Karagöz”ün, son ustalarından, son temsilcilerinden “Hayalî Küçük Ali”nin adı verilen bu feribot, “Artvin-Hopa’dan İskenderun-Arsuz”a kadar olan limanlarımızı dolaşmak için tasarlanmış.
Beni ilgilendiren kısmı, “üst güverte”.Çünkü, burasını, “Karavan, Motorkaravan, Motosiklet ve Bisikletler”e ayırmışlar.(Hattâ sınırlı sayıda çadırlı yolcu da kabul ediyorlar...”Senelerdir, Akdeniz sahillerinde uygulanan, “Camping on Board” modelini, “Türk tipi başkanlık” misâli, daha da geliştirmişler ve dileyen misafirlere benzersiz bir yolculuk imkânı sunuyorlar.
Sistem (özetle) şöyle çalışıyor:Aracınızla “size en yakın liman”dan biniyorsunuz feribota.Gidiş veya dönüş seferlerinden birini yakalamanız yetiyor.Dediğim gibi, gemi, hemen hemen Türkiye’nin bütün limanlarını dolaşıyor.Gün boyu kalınan, az sayıdaki limanda “yaya olarak gezip-dolaşıp”, gemiye dönüyorsunuz. “Yok ben, bu civarda daha uzun kalacağım” diyorsanız, aracınızla inip-bineceğiniz limanı önceden bildiriyorsunuz.Fikir değiştirmeniz, yer durumuna bağlı vs. Şimdi teferruat ile başınızı ağrıtmayayım.Her şey düşünülmüş ve tıkır tıkır işliyor. Fiyatlar da makûl...
Feribotun “üst güvertesi”, kampçılara ve doğa severlere ayrılmış.Aracın büyüklüğüne göre hazırlanmış küçük “parsel”ler var; buraya park ediyorsunuz.Karavana, elektrik ve su alabiliyorsunuz.Üst güvertede, yeteri kadar duş-tuvalet, küçük bir çamaşırhâne ve 2 küçük mutfak var.Güneşlik veya şemsiye açabiliyorsunuz. Masanızı, sandalyenizi çıkartabiliyorsunuz.Uzun lâfın kısası, hem seyahat ediyor, hem de “denizin üstünde kamp yapıyorsunuz”.
Bir, “Hayalî Kampsever Kartı” veriyorlar size... Bu kart bir sezon boyunca geçerli.Hem feribota giriş çıkışlarda kullanılıyor, hem de gemideki, lokanta, bar, cafe gibi mekânlardan % 20 iskontolu olarak yararlanabiliyorsunuz.Feribot’u, ister ulaşım, ister konaklama için kullanın; kimse kimseye karışmıyor.

Yazının Devamını Oku

“İmece”nin ödülü, “ceza” geleneğimiz sayesinde !

6 Ağustos 2018
E-posta kutuma düşen bir ileti, “buruk bir müjde” getirdi... Ve kadîm dost Nedim ATİLLA’nın, “Matematik, tarih gibi değildir, herkesin işidir...” dipnotuna bakıp, “durumdan vazife çıkartarak” bu yazıyı yazıyorum.

 

 

 

“Müjde”, çünkü; Matematik Köyü’ndeki başarısı, Ali NESİN’e,

“Matematik Nobeli” de denilen, “Leelavati Ödülü”nü getirmiş !

Bakın Ali Hoca, mektubunda (özetle) neler diyor ?

 

“Ödüldaşlarım’a”

Yazının Devamını Oku

“Ağustos Yazıları” üstüne bir Ağustos yazısı...

4 Ağustos 2018
Şöyle bir baktım... Sıcaklar bastırdığında iyice; çekilmez olduğunda rutubet.

 

 

“İç sesim neler yazdırtıyor bana ?” diye...

Nedense, “Ağustos yazıları”nda, “Yerel Yönetim”ler ön plâna çıkmış !

 

“...Bu kentte; ‘ıslak – kuru’,

‘hiç bir krizin iyi yönetilebildiğini’ düşünmüyorum” demişim meselâ; “Ağustos”ta...

 

Yazının Devamını Oku

“Komşu”ya üzülürken, gözden kaçanlar...

30 Temmuz 2018
Orhan Veli’nin,“Gemlik'e doğru denizi göreceksin sakın şaşırma !” şiiri,

 

 

birkaç kuşağın “hayret” tarifine yarenlik etmiştir,

belki de hâlâ ediyor;

tabelâsı caba...

 

“Komşu” daki orman yangınının “burukluğu” sürerken,

yıllar içinde, bu güzel memlekette “yaktığımız” yeşilin büyüklüğünü düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku