Yazdıkların okuyucu ile buluştuğunda dünya çoktan bir kere daha dönmüş olacak. Bu kadar bilinmezin içinde “suya sabuna dokunmadan” ne yazacaksın? İşte “alaturka” böyle zamanlar için de “derde devâ”dır. Çünkü şarkılardan da, dinleyen ancak “nasibi kadar” alır, senin fazladan bir kelâm etmen gerekmez.
O halde, “Pazartesinin Şarkısı” olarak herkes aşağıdakilerden beğendiğini seçsin.
***
Bazılarına Şekerci Cemil Bey’in Uşşâk eseri şifâ verecektir:
“Nâ-ümîd-i aşka doktor var mı tıbbın çâresi?
Neyle ârâm eyler uşşâkın dil-i âvâresi
Hançeremden çek cehennem taşını beyhûdedir
Hançer-i ebrûy-i dildârın ciğerde yâresi.”
Projenin tematik mesajını şöyle tanımlamış sanatçılar;
“...Yolculuk, tüm masalların özünde vardır. Hepsinde kahraman yola çıkar. Bu bazen fiziksel bir yolculuktur, bazen daha semboliktir. Kişi kendini bulmak, değişmek ve gelişmek için kendi içinde yolculuğa çıkar ve korkularıyla yüzleşir. Yolcu karşısına çıkan iyi - kötü her şeyi kucaklar. Bu yüzden yolculuk insanın fiziksel, duygusal, düşüncel ve ruhsal yolculuklarının bir bütünü olarak ele alınır...”
Seyircinin sahnede ne bulacağı ise, şöyle vaat edilmiş:
“...Yolculuk, sözler ve ona eşlik eden, bazen kendisi de Doğu - Batı arasındaki yolculukları ‘anlatan’ müzikal bir örgüden oluşuyor. Bu örgü içinde masalın kahramanları hikâyenin duygularını takip eden anlatıcı ve müzisyen tarafından canlandırılıyorlar. Anlatıcı masallar anlatırken, müzisyen de Doğu Akdeniz müziği ve Avrupa cazını sentezliyor ve dinleyicileri de kendi masallarını keşfe davet ediyorlar... Masal ve müziğin evrensel dilini buluşturarak, ağızdan ağıza kulaktan kulağa yayılmasını, günümüz masallarının geleceğe miras kalmasını sağlamaya çalışıyorlar...”
Sahnede ve parmaklarında, kompozisyon altyapısının yanında, samimi bir “oryantal caz ustası” olarak gördüğümüz Elie Maalouf, Lübnan kökenli Fransız bir müzisyen... Güleç yüzlü, sıcacık, kibirsiz ve kendiyle barışık bir resim verdi. Lübnan’dan eğitim için gittiği Paris’e göç etmiş. Müzisyen ve besteci olarak yaklaşık otuz ülke gezip farklı kültürler ve onların müziğiyle tanışma şansı bulmuş. Türk tasavvuf müziğinden etkilendiği (ki doğaçlamalarında bu üslûbu ıskalamadı...) ve geniş bir Türk müziği repertuarına sahip olduğu ayrıntısı, program kitapçığına, “özel bir not” olarak düşülmüş. “Melez daima güzeldir” fikriyle, ağırlıkla kendi bestelerini çalmış da olsa, en çok “Mes’ud Cemil’in Nihavend”inden alkış aldı sanatçı. Tuşlar üstündeki, “Caz”a yatkın, fakat “Hicaz”ı özleyen oryantal yorum, meraklısı için çok kıymetliydi. Yorumladığı bestenin, ritim ve ezgi tasarımı öyle gerektirmiş olmalı ki, “4. Hane”nin tamamını çalmadı. Oysa, tuşlardaki, “Kaba Nim Hicaz Perdesi” ile başlayan geçkiler ve onları izleyen “o zor yolculuk”, sanatçının “şarkî” heyecanına pek yakışırdı diye düşünüyorum.
Maalouf’a “Perküsyon”da eşlik eden Yousef Zayed, “Bestecilik ve Yaratımda Yüksek Lisans” derecesine sahip, ileri müzikal analizler üstüne eğitim almış, Ud ve Doğu Perküsyonu Öğretmenliğine de emek vermiş bir sanatçı. “Masallar Coğrafyası”nın “galip ritmleri”ni döktü ortalığa...
Bu sene de son iki yılda olduğu gibi serginin geliri Behçet Uz Çocuk Hastanesi Vakfı (BUVAK) Onkoloji Birimi’ne bağışlandı.
“Ama sergi aracılığıyla sağlanan katkı önceki yılların düzeyine ulaşamadı. İzmirlilerin öncelikleri arasında giremedik. Daha yüksek bir duyarlılık bekliyorduk. Belki de yeterince kişiye ulaşamadık. Hayal ettiğimiz bağışı elde edemedik” diyor, Olgunlaşma Enstitüsü Fotoğraf Kursu öğrencileri.
Bu grubu oluşturan fotoğraf meraklıları, Yücel Tozlu ve Nur Karadibak eşliğinde çalışıyorlar. Yıl boyunca sınıfta başlayan eğitim uygulamalı olarak İzmir’in yakın çevresindeki köy ve ilçelere düzenlenen fotoğraf gezileriyle devam ediyor. Ayrıca grup, her yıl sonunda büyük bir geziye çıkıyor. Önceki yıllarda Kapadokya ve Sakız’a gitmişlerdi, bu yıl ise objektifler Mardin’i fotoğrafladı.
Yine diyorlar ki: “Bu geziler ayrıcalıklıdır. Çünkü amaç fotoğraf çekmektir. Hızlandırılmış turlar değildir bunlar. Yeme, içme ve alışveriş çok sonra gelir.”
Bendeniz bu yıl da sergiyi görme fırsatı buldum. Yazıyı da miniklere dokunmak, büyüklere dokundurmak için yazıyorum. Satılamayan fotoğraflar, Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nin bir bölümüne asılacak ve satışına devam edilecek.
Bayram bitti! Gezdiniz, tozdunuz bir kısmınız. Yediğiniz, içtiğiniz sizin olsun. İçinize sinsin! İster ‘kartograf’, ister ‘flanör’ olun, hepimiz gerçek gündeme dönüyoruz artık.
“Celsus Kütüphanesi”nin bütün görkemi üstündeydi.
Nefesler tutulmuşken, kartlar dağıtıldı.
İlk bölümde, sıkı bir “Full As” gelmişti dinleyicinin eline.
Tuncay Yılmaz (Keman), Gustav Rivinius (Çello)
ve Piyano’da Emre Elivar’dan oluşan
Etkinliğin “fikrî altyapısı”, en az “yöre, tür, ışık, desen ve müzik seçkisi”ndeki isabet ve “koreografi ustalığı” kadar önemsendiği için, (program kitapçığındaki) “perde arkasında kalanları anlatan satırlar”ı, kelimesine dokunmadan paylaşmakla yetineceğim... “Gönlü, yüreği rahatlatan, ferahlatan” bir geceydi diyeceğim.
“...’Yetişkinler Halk Oyunları Toplulukları’, geleneğe ve sanata tutunmanın gerekliliğine inanmış; ‘bir orman gibi kardeşçe yaşamak’ için, dansı kendine yol edinmiş bireylerden oluşmaktadır. Toplulukların ortak amacı; ‘deneyimlerle olgunlaşmış hayatı’ paylaşmaktır. Anadolu insanının toplumsal belleğinde taşıdığı, iyiliğe yönelik hayat görüşünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan yüksek değerdeki geleneksel bilinci, dans yoluyla kitlelere duyurmaktır.
Yetişkinlik; sosyal statü ve ekonomik düzey beklentilerinin sonlandığı, öze dönük gerçeklerin öneminin farkına varıldığı bir dönemdir. Bu yaş döneminde sergilenecek sunularda, zamana direnen bedenin, her yaşta eğitilebileceğinin gösterilmesi hedeflenmiştir. Sahnede öncelik, birlikte dans etmenin keyfini göstermektir. Mutluluğun, dansın sunulmasında değil, dansın oynanmasında olduğu mesajı verilmeye çalışılacaktır.
Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikîsi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü ve Ege Üniversitesi Mezunlar Derneği, ulu önder Atatürk’ü örnek alarak, geleneksel dans çalışmalarını evrensel bir boyutta yürütürken, oluşturduğu sosyal sorumluluk projeleri ile halk kültürü çalışmalarının sivil toplum kuruluşlarında yaygınlaşmasına öncülük yapmaktadır.
“Festival”de 32, “Beste Yarışması”nda geride bırakılmış 10 koca yıl.
İzmir Festival Orkestrası’nın şefi; organizasyonla yaşıt: 32 yaşında...
50 yaş altı bestecilere açık yarışmaya, 7 eser katılmış.
Seçici Kurul, bunlardan 3 “Piyano Konçertosu”nu finalist olarak belirlemiş.
Besteler ilk kez seslendiriliyor. Yani nerdeyse “3 prömiyer”.
Çünkü, Karşıyaka Belediyesi Opera ve Tiyatro Sahnesi, o sezonu “Beethoven Sezonu” olarak ilân etmişti. Biz de Borusan Quartet’in, “sezon içerisinde gerçekleştireceği dört konserle, ünlü bestecinin yazdığı 16 kuartetin 12’sini yorumlayacağı”nı duyurmuştuk. Şimdi sıkı durun... On yaşında tanıdığı Beethoven için , “Bu çocuğa iyi bakın, bir gün tüm dünya onu tanıyacak...” diyen Usta; yani “Mozart da, Alsancak’a yerleşmeye karar vermesin mi ?”
Eminim; o tarihte olduğu gibi, “bir kısım okuyucu” içinden diyordur ki, “Memlekette ortalık toz duman, adam kalkmış Mozart anlatıyor…” Ben, nefesim oldukça yazacağım da; Dağlarında çiçekler açan İzmir’in, “Manhattan ilân edilen Bayraklı’ya, Urla’ya, Germiyan’a, Alaçatı’ya yatırım yapan İstanbul’lularla değil, “asıl böyle komşular”la güzele evrileceğini, “o bir kısım okuyucu” acaba ne zaman fark edecek?
Bu “kira kontratı”nın öyküsü şöyle: “...Mozart Akademi, KKTC Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Ali Hoca’dan, 2015 yılında, konusu ‘Mozart’ olan bir opera bestelemesini talep eder... Besteci, ‘Oratoryo’nun librettosunu yazması için İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Viyolonsel sanatçısı Hakan Cem’e teklifte bulunur. Şair’in 17 şiirinden oluşan libretto 2017’de, ‘Mozart Oratoryosu’ 2018 Nisan ayında tamamlanır. İşte bu oratoryonun ‘Dünya Prömiyeri’ de, 31 Mayıs 2018 tarihinde, Dokuz Eylül Üniversitesi Sabancı Kültür Merkezi’nde İzmir’de yapılır... / Oratoryoda, 5 solist’e, ‘Soprano Nurdan Küçükekmekçi, Alto Seda Güç, Tenor Caner Akın ve Bas Tevfik Rodos’a, Mozart Akademi Çoksesli ve Çocuk Koroları da eşlik eder... Orkestrayı Besteci yönetir...”
Hakan Cem’in şiirleri ve özellikle
Ne yazık ki bunların çoğu, “uyduruk, düzmece ve hayal kırıklığı hissi veren” karalamalardan ibarettir. Nice “dev”lerin, hayret ve dehşete düşüren “sıradan”ı dır; bu inanılmadan boyuna asılmış “yafta”lar...
Köşe yazarlığının en keyifli taraflarından biri ise, bazen geri-bildirim şeklinde, bazen de, “dertleşme ve dayanışma” kıvamında, e-posta kutunuza düşen “işaret fişekleri”dir. Aldığım bir e-posta, “inanılarak kaleme alınmış heyecanlar”ın, “bilgiden, beceriye ve davranış değişikliği”ne nasıl da evrilebildiğini göstermesi bakımından, paylaşılmayı çoktan hak ediyordu; kısmet bu yazıya imiş... Çünkü izleyemedim ama, daha geçenlerde, yıl sonu konserlerinde, Borodin, Bach, Rachmaninov, Chopin, Piazzola, Saygun ve Dede Efendi yanında düzenlemesini Efkan Sperry’nin yaptığı (ney ve bendir eşliğinde icra edilen, ve Türkiye’de ilk kez bir Sanat Lisesi Öğrenci topluluğu tarafından seslendirilmiş ) “Zikir” ile de, AASSM’nde sahne alan bu pırıl pırıl gençlerin okuduğu (İsmi lâzım değil; İzmir’deki, adı bütün ülkede bilinen) bir “Güzel Sanatlar Lisesi”nin, “vizyon cümleciği”nde bakın diyor ?
“...Biz; çevremize, şehrimize ve ülkemize sanat yoluyla çağdaş ve estetik değerler kazandırabilen bir eğitim ve bilgi merkezi olmak istiyoruz…” Bunun için “misyonları”nı da şöyle belirlemişler: “...Sanatçı adayı öğrencilere, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı, sanatı bir yaşam biçimi haline getiren, ürünlerini özgürce ortaya koyabilmeleri için gerekli bilgi, beceri, kültürel birikim ve toplumsal sorumluluk bilinci kazandırabilmek; ülkemizin resim ve müzik alanındaki gelişimine ve kültürel kalkınmasına katkı oluşturmak için varız...” Çok eski bir “bestseller” kitabın arka kapağından alıntı yaparak fikrimi söyleyeyim: “...Bu iki kısacık paragrafta yazılanlar, bu satırları, dudaklarını oynatmadan okuyabilecek kimselerden, hiç değilse bir kısmını ayağa kaldıramıyorsa, bu ülke için ümitlenmek üzere, hiçbir sebebimiz yok demektir...” Gelelim, aldığım e-postada “altı çizilen” ve YÖK’e muhatap yazılmış dilekçede, (özetle) yukarıdaki “öngörü ve gönül gözü” ile uyuşmayan “hangi feryadın seslendirildiği”ne...
“...ÖSYM’nin yeni ‘Kılavuz’unda,