Nedim Şener

PKK’nın sözde ateşkes/silah bırakma/feshetme kararı: 6’sı yalan çıktı gözler 7’ncide

7 Mart 2025
Terör örgütü elebaşı Öcalan, “anlam yoksunluğuna” düştüğünü ilan ederek 27 Şubat’ta kurucusu olduğu PKK’nın “tüm gruplarına” silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı yaptı.

Öcalan, çağrısında devlete herhangi bir şart öne sürmeden, sadece PKK’ya “silah bırakma ve kendini feshetme” çağrısı yaparken, PKK’lı teröristler önce sözde “ateşkes” ilanını duyurdu. Sonra karara uyacaklarını açıklasalar da şartlar ileri sürmeye başladılar.

PKK’nın Suriye yapılanması PKK/PYD-YPG’nin başındaki teröristler çağrının kendilerini kapsamadığını söyledi. Öcalan ile görüşmelere katılan PKK/DEM’li Sırrı Süreyya Önder, “Çağrı YPG’yi de kapsıyor” dese PKK/DEM Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları da çağrının PKK/PYD-YPG’yi kapsamadığını iddia etti. PKK’nın Avrupa yapılanmasının da benzer sözleri Öcalan’ın çağrısının daha önceki 6 çağrısı gibi yerine gelmeyeceğini düşündürüyor.

1. 1993 SİLAH BIRAKMA/ATEŞKES YALANI

PKK terör örgütü 20 Mart 1993 tarihinde elebaşı Abdullah Öcalan’ın aldığı kararla tek taraflı sözde silah bırakma ve ateşkes ilan etti. Böylece toparlanan örgüt bu amacına 24 Mayıs 1993 tarihinde Bingöl Elazığ otoyolunda yol kesti ve 33 askerimizi şehit ederek sözde ateşkesi bitirdi.

2. 1995 SİLAH BIRAKMA/ATEŞKES YALANI

 “Kurtuluş Kongresi” adını verdiği 5’inci Kongre kararları sonrası PKK elebaşı Öcalan, üzerindeki terörist baskısını azaltmak için siyasi alan faaliyetlerine yoğunlaşırken, uluslararası çevrelere mesaj vermek ve muhatap durumuna yükselmek amacıyla 15 Aralık 1995 tarihi itibariyle yeni bir silah bırakma ve sözde ateşkesi gündeme getirdi. Söz konusu tek taraflı silah bırakma örgüt mensuplarının, 15 Ocak 1996 tarihinde Şırnak Güçlükonak’ta köy yolunu keserek 7’si güvenlik korucusu olmak üzere 11 vatandaşımızın otobüsle birlikte yakılarak katledilmesi eylemiyle son buldu.

3. 1998 SİLAH BIRAKMA/ATEŞKES YALANI

PKK elebaşı

Yazının Devamını Oku

Valiye, YSK’ya hakaret savcıya, bilirkişiye tehdit gazetecilere ve YÖK’e dava yine algı yine aldatma

5 Mart 2025
Ekrem İmamoğlu’nun Yükseköğretim Kurumu (YÖK) tarafından “tanınmayan” KKTC’deki Girne Amerikan Üniversitesi’nden, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce Bölümü’ne usulsüz yatay geçişi tartışması çok yakın dostu danışmanı Murat Ongun’un olağanüstü çabalarıyla ilginç ve gülünç bir hale geliyor.

Eline aldığı mikrofonla, 25 Şubat günü avukatları Adem Sözüer ile Mehmet Pehlivan’ı basının önüne çıkaran Murat Ongun dün de Pehlivan’ı tek başına gazetecilerin önünde canlı yayında konuşturdu. Üniversitenin YÖK tarafından “tanınması” ayrı, diplomanın “denkliği” ayrı şeylerdir denmesine rağmen nereden bulduğunu açıklayamadığı ve YÖK’ün 1993’teki “tanıma” kararı sonrası denklik verilmiş iki diploma sahibinin ismini ifşa ederek İmamoğlu’nun yatay geçişindeki usulsüzlüğü aklamaya çalıştı. Diplomaları, sahipleri mi verdi, yoksa Kişisel Verileri Koruma Kanunu’na aykırı biçimde mi elde edildi o da bilinmiyor.

ONGUN’UN ALGI ÇALIŞMASI

Bir gazetecinin “Bu diploma ve belgeleri nereden buldunuz?” sorusuna genç avukatın küçük bir azar ile karşılık vermesi ise tam anlamıyla tüy dikilmiş oldu. Çünkü, 1993’ten itibaren tanınan üniversitenin eski tarihli diplomasına denklik verilmesi yapılan bir uygulama. Bunu bilmelerine rağmen Murat Ongun, genç avukat Mehmet Pehlivan’ı konuşturarak yeni bir algı operasyonu yaratmaya çalışıyor. Amacı, kavram ve belgelerle kafaları karıştırmak.

Ongun’un katılanlar açısından da artık can sıkıcı hale geldiği belli olan basın toplantısının sonunda, “Burada duyduklarınızı eşinizle, dostunuzla, çevrenizle paylaşın” talimatı ise artık etrafındaki gazeteciler nezdinde bile etkisi kalmayan PR’cının gerçeklerden çok propaganda faaliyetlerine verdiği önemi gösterir gibiydi. Dediğim gibi yaptıkları kafa karıştırmaktan başka bir şey değildi.

1993 yılında tanınmaya başlayan bir üniversiteden tanınmadığı yılda usulsüz olan yatay geçiş yaptığı gerçeğini değiştirmiyor.

ÖRNEKLERLE ÇARPITMA

Avukat Pehlivan, 1991’de K. F. isimli şahsın Girne Amerikan Üniversitesi’nden aldığı diplomayı gösterip, o tarihte YÖK’ün “tanımadığı” bu üniversite diplomasına 1996 yılında denklik verdiğini söyledi. Konuyu bir uzmana sordum, aldığım cevap şu; Girne Amerikan Üniversitesi 1993 yılından itibaren YÖK tarafından tanındı. Diploma sahibinin bundan üç yıl sonra, 1996’da başvurup denklik alması doğal. Diğer örnek de aynı; U.Ö isimli şahsın 1992’de tanınmayan üniversiteden verilen diplomaya 1993’te üniversitenin tanınmasından sonra denklik verilmesi de doğal.

Üniversitenin YÖK tarafından yatay geçiş ile ilgili “tanınma” şartı ayrı, tanınma sonrası denklik konusu ayrı. Basın toplantısını yapanlar bu basit ayrıntıyı bile gazetecilerden gizlemeyi tercih ettiler. Zaten YÖK’ün raporu konuyu açıklığa kavuşturmaya yetiyor.

Yazının Devamını Oku

Bölücü terörün paradigması iflas etti: ‘Muhatap Öcalan’ yalanı da çöktü

3 Mart 2025
1973 yılında Ankara’da “Apocular” adı verilen, 1976’dan itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine yayılarak “Kürdistan Devrimcileri” adıyla faaliyet gösteren, 1977’de kırsal, 1978’de şehir merkezlerinde silahlı eylemlere yönelen terör örgütü PKK, elebaşı Öcalan ve 18 kişinin Diyarbakır Lice’de 27 Kasım 1978 tarihinde yaptıkları gizli bir toplantıyla kuruldu. Bölgede kendisine rakip gördüğü Kürt siyasi gruplarına saldırı düzenledi, suikastlar gerçekleştirdi.

Terör örgütünün 1. Kongresi adı verilen toplantıda örgütlenme faaliyetlerine hız verilmesi, program ve kuruluş bildirgesinin hazırlanması kararlaştırıldı. Toplantıya katılanlardan Şahin Dönmez’in 1979 yılı Mayıs ayında yakalanarak itiraflarda bulunması örgütte paniğe sebep oldu. Bir yandan diğer Kürt siyasi gruplara saldırılıp suikastlar düzenleyen PKK’da “işbirlikçi-ajan” diye örgüt içi infazlar yapıldı. Örgütte tek sözde lider olarak kalan Öcalan, Suriye istihbaratının yardımıyla 1979 yılı Haziran ayında sınırı geçerken ‘terör örgütünün kuruluşunun büyük bir eylemle duyurulması’ talimatını verdi.

BUCAK AŞİRETİNE SALDIRI VE BİLDİRGE

Türkiye’deki eylemleri sırasında da desteğini aldığı Suriye istihbaratının korumasında; bugün PKK/PYD’nin merkezi olan Ayn-El Arap yani Kobani’ye, sonra da Şam’da saklanan Öcalan’ın talimatıyla 29 Temmuz 1979’da Adalet Partisi milletvekili, Bucak aşireti liderlerinden Mehmet Celal Bucak’a yönelik saldırı gerçekleştirildi. Saldırıda Bucak yaralandı. Kayınpederi ve 9 yaşında bir çocuk hayatını kaybederken, PKK’lı teröristler olay yerine kuruluş bildirgesini bıraktılar. Saldırının büyüklüğü nedeniyle tüm basının sayfalarına taşıdığı PKK’nın kuruluş bildirgesinde amacı şöyle anlatılıyordu:

“Bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’da bir halk diktatörlüğü kurmak...” PKK elebaşı; Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan kopartılacak parçalarla oluşturulacak sözde “Bağımsız ve birleşik Kürdistan” söylemini sonraki yıllarda  “federasyon” ve “bölgesel özerklik” şekline dönüştürdü.

45 YIL SONRA YENİLGİNİN İLANI

Ama terör örgütü 45 yılda ne Türkiye’yi ne de Türk milletini bölebildi. Sadece Esad yönetimi altındaki Suriye tarafından değil Sovyetler Birliği, İran, Avrupa ülkeleri, ABD ve İsrail tarafından desteklenen terör örgütü, 16 bin resmi ve sivil şehidimizin ve on binlerce gazimizin kahramanlığı, TSK, Jandarma, Emniyet ve korucularımızın mücadelesi, Türk milletinin ekonomik maliyeti 2 trilyon doları bulan teröre karşı mücadeleye verdiği destekle amacına ulaşamadı. PKK elebaşının 27 Şubat günü yaptığı çağrısındaki şu cümle bunun ilanı oldu: “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan, ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.”

45 yıl önce sözde “bağımsız ve birleşik Kürdistan” diye teröre başlayan Öcalan, 27 Şubat 2025 günü ne bağımsız Kürt devleti, ne federasyon ne de özerkliğin çözüm olduğunu söyledi.

Yazının Devamını Oku

Çağrının anlamı: ‘Kürt sorunu’ bitti sorunun adı ‘terör’

28 Şubat 2025
TERÖR örgütü elebaşı Öcalan, “anlam yoksunluğuna düştüğünü” söylediği kurucusu olduğu PKK terör örgütüne yönelik sadece silah bırakma değil, kendini feshetme çağrısı yaptı.

Dün İstanbul’da PKK/DEM heyeti tarafından okunan 3.5 sayfalık açıklama metninde, Türk devletinin 40 yıldan beri verdiği mücadele ile etkisiz hale getirilen PKK terör örgütünün ideolojisinin çöktüğü ve amacının kalmadığı ilan edildi.

Elbette buna büyük bir anlam yüklemek için erken, dolayısıyla çağrının muhatabı terör örgütünün ne yapacağını beklemek gerekiyor.

Bu çağrı Türkiye’nin sınır ötesi terörle mücadelesini durduracağı anlamına da gelmiyor. Öte yandan PKK’nın ve Suriye kolu PKK/PYD-YPG’nin çağrıya cevap verme olasılığı çok güçlü görünmüyor.

ANLAM YOKSUNLUĞUNA DÜŞTÜ

Ancak yapılan çağrıda, PKK’nın kurucusu tarafından “anlam yoksunluğuna düştüğünü” ilan etmesi kendi içinde tartışmalara yol açacaktır. PKK elebaşı Öcalan, daha önce PKK’ya üç kez silah bırakma çağrısı yapmış, sonuncusu 2015’te olmak üzere her seferinde Türk devletine şartlar öne sürmüştü. Bu kez çağrıyı yalnızca PKK terör örgütüne yaparken herhangi bir şart öne sürmemesi dikkat çekiciydi.

Dahası önceleri savunduğu federasyon ve özerklik gibi taleplerin gündemde olmadığını söylemesi sadece terör örgütü değil onun siyasi uzantısı PKK/DEM Parti için de anlam taşıyordu. PKK elebaşı elbette bir teröristtir, bebeklerin ölüm emrini vermiş bir katildir ve aynı zamanda PKK’nın kurucusudur. Dolayısıyla “Terörsüz Türkiye” amacının gerçekleşmesinde bir adım olarak PKK’ya yaptığı çağrının metninin sabırla okunması için köşemde yer veriyorum:

TERÖRİSTLERE ÇAĞRI METNİ

Ö

Yazının Devamını Oku

Savcılıktan, YÖK ve İstanbul Üniversitesi’ne usulsüz alınan diplomayı “iptal et” yazısı

26 Şubat 2025
Dün İBB’de Ekrem İmamoğlu’nun yakın dostu Murat Ongun’un orkestrasyonunda tuhaf tiyatrovari bir basın toplantısı vardı.

Toplantıyı tuhaf yapan, hakkında usulüz yatay geçiş yaparak İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce Bölümü’nden aldığı “şaibeli” diploma sahibi olan Ekrem İmamoğlu yerine avukatları Adem Sözüer ile Mehmet Pehlivan gazetecilerin önüne çıkmasıydı. Normal koşullarda ücreti verilerek tutulan avukatlar temsil ettikleri kişileri savcılık ve mahkeme önünde savunur. Avukatlar mutlaka olacaksa hakkında iddialar bulunan kişinin de gazetecilerin karşısına çıkması beklenir. Kişinin avukatlarıyla soruları cevaplaması beklenir. Artık neyi hesap ettiyse İmamoğlu zekâsı yine devreye girmiş, kendisi yerine sorulara parasını ödediği avukatlarının cevaplamasını istemiş belli ki.

Oysa toplantıya tüm süreci yakından bilen babası Hasan İmamoğlu katılsa yerinde olurdu. Çünkü Hasan İmamoğlu, gazeteci Saygı Öztürk’e yaptığı açıklamada, “Yatay geçiş yapan sadece benim oğlum değildi. O zaman aynı fakülteden sanırım bir hafta- 10 gün içinde yaklaşık 11 kişi daha nakil yapmış. Bu nakiller şahsa ait bir durum değil” diyerek detaylı bilgi sahibi olduğunu göstermişti.

TOPU ÜNİVERSİTEYE ATTILAR

Avukat Adem Sözüer ile Mehmet Pehlivan’ın açıklamaları, usulsüz yatay geçiş kararına imza atan dönemin İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi yatay geçiş komisyonu ve yönetiminin başını yakacak cinsten. Çünkü avukat Pehlivan, Ekrem İmamoğlu’nun yatay geçiş için yeterli koşullara sahip olduğunu ve kararı üniversite yönetiminin verdiğini söylerken şunu söylüyor: “12 Eylül 1990’da İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu toplanıyor ve aralarında Sayın İmamoğlu’nun da bulunduğu yatay geçişler onaylanıyor, resmiyet kazanıyor. Komisyonun önerisi üzerine kabulü 51 kişi için yönetim kurulu veriyor. İmamoğlu, 2 Ekim 1990’da İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’ne kaydoluyor ve 2. sınıf talebesi olarak başlıyor.”

Adem Sözüer de gerekli koşullara sahip olduğunu söylediği İmamoğlu’nun yatay geçişi ile ilgili kararın üniversite yönetiminde olduğunu belirterek, İBB Başkanı hakkında savcılığın cezai soruşturma yapılmasının yersiz olduğunu söyledi.

DAÜ’NE KAYIT YALAN ÇIKTI

Basın toplantısında yapılan açıklamalardan, Ekrem İmamoğlu’nun üniversite eğitimi konusunda herkesin gözünün içine baka baka yalan söylediğini öğrendik; hem de avukatı Mehmet Pehlivan’ın ağzından...

Türkiye’de üniversite sınavını kazanamayan

Yazının Devamını Oku

YÖK usulsüzlüğü tespit etti söz İstanbul Üniversitesi’nde

24 Şubat 2025
GERÇEKLERİN zamanla ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır, evet ama birilerinin gözünün önündeki o gerçekleri anlaması ve kabul etmesi için akıl, ahlak ve uzun bir zamana ihtiyaç vardır.

Konu Ekrem İmamoğlu’nun usulsüz ve yasadışı yatay geçişle İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce Bölümü’nden aldığı diploması.

Ekrem İmamoğlu “siyasetçi” ama konu siyasi ya da herhangi bir ilkeye dayanmayan siyasetçiliği değil, kişilik meselesi. Yakından tanıyanların anlatımına göre; mizacı, baba parasıyla sahip olduğu gücü, hemşeri bağlantıları, reklamcısı, medya pazarlama ve en yakınındaki isimleri kullanarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun altından koltuğunu çekerek gösterdiği her türlü manipülasyona açık zihin dünyası ve verdiği sözleri unutmuş gibi yaparak “hatırlamıyorum, bilmiyorum” deyip, gerektiğinde çok rahat yalana başvurması onu temel özellikleri.

HER İŞİ ŞAİBELİ

“Şaibe” yalnızca usulsüz yatay geçişiyle aldığı diploma ya da başında bulunduğu İBB’nin kaynaklarını kullanma biçimi ve medya manipülasyonlarıyla sınırlı değil; CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın satın alınması konusundaki “para kulelerindeki” rolünden tutun, CHP’lilerin deyimiyle “delege pazarı” üzerinden şaibeli kurultayla CHP’yi ele geçirmesine, “demokrasi yarışı” diyerek tek kişilik önseçim tiyatrosuna kadar uzanıyor.

BABASININ BİLDİĞİ DETAY

2 Ekim 2024 günü bu köşede, “Babası bile konuştu üniversite ve YÖK suskun” başlıklı yazımda Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun oğlunun yatay geçişiyle ilgili konuştuğunu ama Yükseköğretim Kurumu (YÖK) ile usulsüz işlemin tarafı olan İstanbul Üniversitesi’nin suskun kaldığını eleştirip şu çağrıyı yapmıştım; “Tarafların bir süre sessiz kalmasından sonra Ekrem İmamoğlu ve çevresinin telaşla üst üste açıklama yapması da bundan kaynaklanıyor olabilir. Şayet, yatay geçiş hukuksuzsa sonrasında aldığı diploma da hukuksuz yani geçersiz olur. Ekrem İmamoğlu çok iyi bildiği algı operasyonları ve kendisine yakın medyacılarla gerçeği perdelemek isteyebilir ama İstanbul Üniversitesi mevcut yönetimi ya da Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) bu konuyu inceleyip ve kamuoyuna bir açıklama yaparak gerçeği tam boyutlarıyla ortaya koymalı." 

SORUŞTURMA 2024’TE BAŞLADI

Basında çıkan haberleri ihbar kabul eden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı soruşturma kapsamında YÖK üzerine düşen görevi yaparak titiz bir incelemeyle hazırladığı raporu İstanbul’a yolladı. Titiz bir inceleme dememin nedeni konunun her yönüyle incelenmiş olması. Üç kişilik heyetin incelemesi sonucu usulsüzlük çok boyutlu. YÖK’ün konuyla ilgili hazırladığı raporda yasadışılık ve usulsüzlüğün boyutları şöyle ifade edilmiş: “Araştırma konusu İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı tarafından tanınırlık, yatay geçiş, yatay geçiş kontenjanları, ilan süreleri ve yatay geçiş kabulüne dair işlemlerin Yükseköğretim Kurulu kararlarına ve usulüne uygun yürütülmediği kanaatine varılmıştır.”

Yazının Devamını Oku

Dualarla açtığı TBMM’de Atatürk’e çirkin hakaret: ‘Kemalizm zehirdir’

21 Şubat 2025
Kulaklarıma inanamadım; PKK/DEM’lilerin bölücü konuşmalarına, terör örgütü elebaşı için “sayın” demelerine hatta onu övmelerine şahit olmuştuk ama 23 Nisan 1920 Cuma namazı sonrası dualarla açtığı Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, İslam dinini bölücülük amaçlarına alet eden bir HÜDA PAR milletvekilinin, “Kemalizm zehirdir” diyerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e hakaret ettiğine ilk kez şahitlik ettik.

HÜDA PAR 15-16 Şubat 2025 tarihlerinde Diyarbakır’da sözde “insani çözüm” adı altında bir çalıştay düzenleyerek, parti programlarında da yer alan Türkiye’de bölünmeye yol açacak etnik ayrımcılık içeren maddeleri bir bildiriyle kamuoyuna açıkladı.

VATAN HAİNİNE ÖVGÜ

Çalıştayda yalanlarla, çarpıtma ve iftiralarla “Kemalist zihniyet” denilerek kurucu değerlere hakaret edilirken, Cumhuriyet’in ilanından sonra “Kürt İslam Devleti kurmak” için ayaklandıktan sonra İstiklal Mahkemesi kararı ile idam edilen vatan haini Şeyh Said’e övgüler düzüldü. Bu da yetmedi, devletin Şeyh Said için özür dilemesi talep edildi. Bölücü talepler bununla sınırlı değildi; Anayasa’da “Türk” tanımının kaldırılması dahil bölücü istekler şu ifadelerde bildiride yer buldu:

Kürt meselesinin kaynağını oluşturan Kemalist zihniyetin ürünü olan darbe anayasası değiştirilmeli ve eşit vatandaşlık temelinde yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğu tanımlamasından vazgeçilmelidir. Devlet diline hâkim olan ırkçı, dışlayıcı ve inkârcı söylem tüm mevzuattan, literatürden ve eğitim müfredatından çıkarılmalıdır.”

TBMM’DE HAKARET

Bu da yetmedi, HÜDA PAR’ın Mersin Milletvekili

Yazının Devamını Oku

PKK/DEM ve HÜDA PAR’dan ‘Terörsüz Türkiye’ çalışmasına darbe

19 Şubat 2025
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de TBMM açılışında PKK/DEM’lilerin elini sıkmasıyla başlayan, 15 ve 22 Ekim tarihli grup konuşmasında “PKK elebaşının silah bırakma çağırısı” yapmasını içeren “Terörsüz Türkiye” çabası, iki bölücü parti tarafından açıkça baltalandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Terörsüz Türkiye” çalışmasından terör örgütünün silah bırakması ve siyasi kolunun Türkiye partisine dönüşmesi şeklinde iki beklenti olduğunu açıklamıştı.

Bu amaçla “Terörsüz Türkiye” için İmralı’da tutuklu bulunan PKK elebaşı Öcalan’ın koşulsuz ve şartsız “PKK’ya silah bırakma” çağrısı yapması beklenirken, PKK/DEM ve HÜDA PAR yayımladığı iki bildiriyle açık açık bölücü taleplerini öne sürerek çalışmaya ağır bir darbe vurdular. Bu konu tartışılırken artık “silah bırakma çağrısı” değil, bu iki partinin öne sürdüğü şartlar konuşulursa kimse şaşırmasın.

PKK/DEM’İN ŞARTLARI

Ne demek istediğimi her iki partinin bildirisinden örneklerle anlatayım. Önce PKK/DEM’in bölücü bildirisinden örnek vereyim; 12 Şubat 2025’te Ankara’da toplanan Parti Meclisi’nde alınan kararlar 14 Şubat’ta bildiri şeklinde açıklandı. PKK/DEM’in “silah bırakma çağrısı” yerine çalışmayı müzakere sürecine çevirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Nitekim, bildirinin birinci maddesinde “Tecrit Politikalarına Son Verilmesi” denilerek Öcalan’ın çalışma koşullarının sağlanması, gelişmeleri doğrudan öğreneceği koşulların yaratılması talep ediliyor.

İkinci madde olarak, “Demokratik Yeni Bir Toplumsal Sözleşme” denilerek bildiğimiz bölücü talepler sıralanıyor. Anayasa’da Türk milleti kavramının yerine farklı etnik unsurlara yer verilmesi isteniyor.

Üçüncü madde ise Türkiye’yi küçük küçük etnik gruplara bölmeyi amaçlayan; ortak dil olan Türkçe dışında her anadilde eğitim talebi şöyle ifade ediliyor: “Kürtler, Türkler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Romanlar; Sünniler, Aleviler, Êzidiler, Hıristiyanlar, Museviler ve diğer tüm halklar, inançlar ve kimlikler hiçbir ayrımcılığa uğramadan, anadilinde eğitim ve kültürel haklar başta olmak üzere tüm demokratik haklara sahip olmalıdır.”

Dördüncü madde de yer alan “

Yazının Devamını Oku