Tepkiler üzerine 10 Eylül’de bildiklerini anlattı: “Narin’in Kur’an kursundan çıkarken başında bulunan tülbenti de ailesiyle birlikte yaşadığı evinde bulundu. Tülbentin evde bulunması Narin’in eve ulaştığını gösteriyor. Ayrıca o gün, köyün gençleri de iki gün sonra olacak düğünün davetiyelerini dağıtmak için civar köylere gitmiş. Bunlar, Narin’in ‘görmemesi gereken’ bir şey gördüğü için, amcası Salim Güran tarafından öldürülmüş olabileceği düşüncesini akla getiriyor.”
‘DEREYE GÖMDÜM’ İTİRAFI
Narin’in cansız bedenini Eğertutmaz Deresi’ne gömen Nevzat Bahtiyar, 10 Eylül 2024 tarihli ifadesinde suçunu itiraf ederken, “Tavşantepe Mahallesi’nde Salim Güran’ın annesi Yüksel Güran ve amcasının eşi olan Maşallah Güran ile ilişkilerinin olduğu konuşuluyordu. Ancak bu hususta kimsenin ifade vereceğini düşünmüyorum. Benim olaya ilişkin sadece tahminim Salim Güran’ın bu iki kadından biriyle yaşadığı cinsel ilişkiyi Narin Güran’ın görmesi üzerine Narin’in bu hususu anlatması durumunda toplum arasında dışlanacağı, itibarsızlaşacağı ve Güran ailesi içinde problemler yaşanacağı için Narin Güran’ı öldürmek istemiş olabileceğini düşünüyorum. Ancak ben kendi gözlerimle Salim Güran’ın ilişki yaşadığını görmedim. Salim Güran bana bu konuda bir şey anlatmadı” dedi.
BABAYA EZBERLETİLEN SENARYO
Ancak, savcıya verdiği ifadesinde komşusu Nevzat Bahtiyar’ı suçlamayan “Ben kızıma bunu yapanın araştırılıp bulunmasını istiyorum. İsterse kardeşim olsun, isterse eşim olsun her türlü cezalandırılmasını istiyorum” diyen Narin’in babası Arif Güran CNNTürk yayınında komşu Nevzat Bahtiyar’ın işlediğini söyleyince tablo değişti.
Salim Güran’ın avukatı O.A. da aynı senaryoyu dile getirdiğinden Nevzat Bahtiyar 21 Eylül 2024 tarihli ek ifadesinde, Galip Ensarioğlu’nun “Bilip de söylemememiz gereken şeyler” dediği Tavşantepe Köyü’nde kimsenin dillendiremediği şeyleri tek tek anlatmış: “10 Eylül 2024 tarihinde huzuru yanımızda vermiş olduğum ifade doğrudur. Ancak bazı hususları olayın sıcaklığıyla ve Salim Güran’ın tehditlerinden dolayı farklı anlatmış olduğumdan o hususlara açıklık getirmek istiyorum. Şöyle ki ben daha önce belirttiğim gibi 21 Ağustos 2024 günü saat 15.08 sıralarında Salim Güran’ı su meselesi yüzünden aramıştım. Sonrasında Salim Güran beni Arif Güran’ın ikametinin bulunduğu yerin tepesinden seslenmek suretiyle yanına çağırdığında ben Salim Güran’ın yanına yani Arif Güran’ın evinin olduğu tarafa gittim. Tüm odaların kapıları kapalı vaziyetteydi ben evin içinde Enes Güran, Yüksel Güran, Eren Güran, Muhammed Güran ya da başka bir kimseyi görmedim, herhangi bir ses duymadım. Kapıları kapalı olan odaların içerisinde bulunup bulunmadıklarını bilmiyorum.
‘NARİN’İN CESEDİ
PKK/DEM hakkındaki kapatma davasından sonra aynı kadrolarla PKK/HDP’nin bı-raktığı yerden bölücülüğe devam ediyor. Hizbul/HÜDA PAR da program ve söylemle-riyle aynı yolda yürüyor. Her ikisi de peşinden sürüklediği seçmen kitlesiyle Türk si-yaseti üzerinde adeta vesayet kurmuş durumda. PKK/DEM, CHP ve seçimde işbirliği yapan Millet İttifakı’nın, Hizbullah terör örgütünün uzantısı HÜDA PAR ise Cumhur İttifakı üzerinde sadece tartışma yaratmıyor adeta vesayet kuruyor.
Ne acıdır ki hiçbir demokratik hukuk devletinde olmayacak biçimde bölücü prog-ram, fikir ve eylemleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde faaliyet gösteriyorlar. Bu ikisinin de zaman içinde değişeceğini bekleyenlerin nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığını da görüyoruz.
4. MADDEYE KARŞIYMIŞ(!)
Son günlerde HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu sahneye çıktı ve daha ön-ce bu köşede defalarca yazdığım bölücü fikirlerini televizyonlarda da söylemeye başladı.
Geçen yıl “PKK’ya da Hizbullah’a da terör örgütü demiyorum” sözleriyle PKK’nın si-yasi sözcüleri PKK/DEM’lilerden farkı olmadığını gösteren Yapıcıoğlu, şimdi de sanki Anayasa’nın ilk üç maddesine karşı değilmiş gibi kurnazlık yaptı. Şu ilk 3 maddeyi okuduğunuzda Yapıcıoğlu’nun aslında sadece 4’üncü maddeye değil neye karşı ol-duğunu net görüyorsunuz:
“MADDE 1 - Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
MADDE 2
Peki ne oldu da ertesi gün TV’de Nevzat Bahtiyar’ı suçladı?
Arif Güran, Narin’in öldürülmesiyle ilgili savcıya ne demiş, iki sayfalık ifadesine bakalım;
Savcılık Arif Güran’a üç kişiyi, yani Nevzat Bahtiyar isimli komşusuna Narin’in cesedini teslim eden ve arabasının ön koltuğunda Narin’in DNA’sı tespit edilen kardeşi Salim Güran’ı, Narin’in cesedini alıp evinde bir çuvala koyarak Eğertutmaz Deresi yatağına gömen Nevzat Bahtiyar’ı, son olarak da kardeşi Salim ile eşi Yüksel Güran’ın ilişkisi olup olmadığını sordu.
‘KARDEŞİMSE DE EŞİMSE DE CEZALANDIRILSIN’
Arif Güran, Salim Güran’ın otomobilini kullanmadıklarını, kızı Narin’in bir kez kınaya gitmek için o da aracın arka koltuğunda oturduğunu söyledi. Arif Güran, Narin’in DNA’sının ön koltukta çıkması ile ilgili “Bir şey söylemiyorum, suçlu abimse cezalandırılmasını istiyorum” cevabını verdi.
Arif Güran, savcının “Nevzat Bahtiyar ifadesinde, kızınız Narin Güran’ın cansız bedenini kendisine Salim’in verdiğini belirtmiştir, bu hususta ne biliyorsunuz, anlatınız?” sorusuna şu karşılığı verdi: “Nevzat ile Salim’in arası çok iyidir. Arkadaşlardır, dostlardır. Beraber takılırlar. Aralarında su sızmaz. Restoranlara yemek yemelere dahi beraber giderler, ayrıca Nevzat’a haftada 3-4 gün benim hortumla su vermekteyim.”
Savcılık,
Daha önce KKTC’deki bir üniversiteden etik olmasa da yasal hakkını kullanarak yani bir anlamda “hülle” ile İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptığı tartışılmıştı, şimdi “hile” yani hukuksuz biçimde kayıt aldırdığı tartışılıyor.
Gazeteci Kenan Kıran’ın 21 Haziran 2019 tarihli “ÖSYM’den habersiz üniversite kıyağı” başlıklı Sabah gazetesindeki haberinde “CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’nun bitirdiği İstanbul Üniversitesi (İÜ) İşletme Fakültesi İngilizce İşletme Bölümü’ne illegal yolla kayıt yaptırarak girdiği ortaya çıktı. İmamoğlu, söz konusu bölüme Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yerleştirilmedi. Sınavsız girdiği Girne Amerikan Üniversitesi’nden, sınavla öğrenci kabul eden İÜ’ne yatay geçiş şartlarını sağlamadan yasadışı geçiş yaptı. ÖSYM kayıtlarında da yer almayan yatay geçişle ilgili YÖK’ün de inceleme başlatması bekleniyor.”
YÖK İNCELEMESİ
YÖK bir inceleme başlattı mı başlattıysa sonucu ne olduğunu bilen yok. Ama haberin devamında konunun ayrıntıları şöyle anlatılmıştı; “İddiaya göre; İmamoğlu, 1987’de Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’ne sınavsız kayıt yaptırdı. Yılsonu gelmeden 1985’te kurulan Girne Amerikan Üniversitesi İşletme Bölümü’ne geçti. İki yıl eğitim gördü. Sınavsız girdiği okulu, yatay geçiş yapılabilecek bir üniversite olmamasına rağmen 1990’da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce İşletme Bölümü’ne yatay geçiş yaptı. Üstelik bu işlemle ilgili ÖSYM’de herhangi bir kayıt yok. İÜ’nün 1990 tarihli ek kontenjanla öğrenci alım şartlarını gösteren ilanı da İmamoğlu’nun söz konusu geçişinin usulsüzlüğünü belgeliyor.”
İNŞATTAN İŞLETMEYE
Haberde İmamoğlu’nnun yatay geçişindeki usulsüzlük diploma notunun düşüklüğüne bağlanırken, “İmamoğlu’nun 59 olan diploma notu notu yatay geçiş şartlarını sağlamadığı halde İÜ’ye geçtiğinin bir kanıtı olarak görünüyor. Eğer İmamoğlu, yatay geçişte istenen yüksek puanı sağlayabilmiş olsaydı, kalan yıllarda sınıfı geçecek kadar puan bile alsaydı, diploma notunun 70’den aşağı olmaması gerekirdi.” İfadesi kullanılmış.
İddialara göre, İmamoğlu 1987 yılında önce Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’ne kayıt yaptırmış. Yılsonu gelmeden birinci sınıfta Girne Üniversitesi İşletme Bölümü’ne geçiş yaptırmış. Bunun da usulsüz olduğu belirtiliyor.
Adli Tıp uzmanları tarafından yapılan otopsi sonucunda bir rapor hazırlanır. Kişinin ölüm nedeni ve şekli tespit edilir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp uzmanı Prof. Dr. Nevzat Alkan, üç çeşit otopsi olduğunu söyledi: Bunlar hastanelerdeki ölümler üzerine talebe bağlı olarak yapılan Tıbbı Otopsi, cinayet, kaza ve şüpheli ölümler için Adli Otopsi, cinayete kurban gitmiş kişinin öldürülme biçimi ve şekline bakarak fail veya faillerin profilleri ile ilgili tespitlerde bulunulan Psikolojik Otopsi...
8 yaşında aile üyeleri tarafından katledilen Narin’in cinayeti öyle bir hal aldı ki; beraber katıldığımız televizyon programında Nevzat hocanın da izniyle “Sosyolojik Otopsi” ifadesini kullandım.
ÖLEN İNSANLIĞIMIZA OTOPSİ
Çünkü öldürülen sadece Narin değil. Failler insanlığımızı, inancımızı, aileye, akrabalara olan güvenimizi, ahlakımızı, namusumuzu ve gerçekleri yani bir toplumu ayakta tutan tüm değerleri öldürdüler, her yalanla öldürmeye de devam ediyorlar. Narin’in katledilmesi ile ilgili gelişmelere ve tartışmalara bakın bunların hepsini görürsünüz, yani sadece Narin değil toplum olarak hepimiz ölüyoruz. Tıpkı Narin’in cesedinde de olduğu gibi parçalanma ve çürüme ortalığı kaplamış. Tavşantepe köyünden yayılan kokuyu almamamızın nedeni artık yıllardır benzer olaylara şahitlik ettiğimiz ve tepkisiz kaldığımız için burnumuzun alışmış olmasından.
ENSARİOĞLU’NUN SÖZLERİ
Bu çürümeyi en çarpıcı olarak Diyarbakırlı AK Parti Milletvekili Galip Ensarioğlu gösterdi. Ensarioğlu önce, “Bizlerin bazen bilmediği bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile de bizim dostlarımız. Konu çok hassas olduğu için onları da çok fazla üzecek bir şey söylemek istemiyoruz” dedi.
Sonra bildiği ama söylemediği şeyleri medyaya şöyle anlattı: “
“Geçenlerde malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çekiliyor, bu kılıçları kime çekiyorsun? Şimdi bunlarla ilgili olarak da gerekli, bütün, şu anda araştırmalar hepsi yapılıyor ve oradaki birkaç tane kendini bilmez bunlar da temizlenecek. Biz buralara durup dururken gelmedik; bu 30 kişi olabilir, 50 kişi olabilir. Kim olursa olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Ve bakıyorsun 3 tane birinci olan kızımız var ve bu kızlarımızdan birisinin ismi İkra, 3 kardeş, adı İkra Manisalı ve birinci oldu. Diğer ikisi onlar da yine birer Anadolu yavrusu. Fakat tabii bu oyuna nasıl geldiler, gelindi şimdi çalışmalarımızı yapıyoruz ve bu konuyla ilgili olarak da üniversitemizle görüşmelerimizi yaptık ve bu konuda Kara Kuvvetleri’yle görüşmelerimizi yaptık Milli Savunma Bakanlığımızla görüşmelerimizi yaptık ve bunların süratle hepsi içinde adımlarımızı atıyoruz.”
TEĞMENLERE ‘ANADOLU YAVRUSU’
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında birinci olanlara değinirken, teğmenler için “Anadolu yavrusu” dedikten sonra “Bu oyuna nasıl geldiler, gelindi şimdi onunla ilgili çalışmaları yapıyoruz” sözleri önemli.
Teğmenlere “darbeci” diyenlerle, sözde onları savunuyormuş gibi görünenler Erdoğan’ın açıklamasının sadece ilk bölümünü alıp paylaşarak günlerdir sürdürdükleri sığ kavgaya devam ettiler.
Oysa Erdoğan, kendisine ulaşan bilgilerden yola çıkarak çok daha önemli bir soruna değiniyor. Birilerinin teğmenleri oyuna getirdiğini söylüyor.
İşte geçen hafta üç yazımda bunu anlatmaya çalıştım. Bu teğmenlerin, Takım-Bölük-Tabur-Alay Komutanı’nın bilgisi, izni, desteği ya da emri olmadan böyle bir şey yapmaları mümkün olmadığını aktardım. Nitekim, Milli Savunma Bakanlığı yanında Milli İstihbarat Teşkilatı’nın konuyla ilgili araştırmaya dahil olması sonrası teğmenlerin bölük komutanı TSK’dan istifa etti. Gerek Milli Savunma Üniversitesi gerek Milli Savunma Bakanlığı kaynakları gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları sistemde önemli bir sorunun olduğunu gösteriyor.
“Konuyu Milli Savunma Bakanlığı kaynaklarına sordum. İncelemenin teğmenlerin ettikleri yeminin içeriği ile ilgili olmadığını tekrarladılar. Sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) böyle bir tartışmanın içine atacağını bile bile onları bu konuda yönlendiren, ‘organize eden’ biri ya da birilerinin olup olmadığı araştırılacak. Çünkü teğmenlerin anons ile bir araya geldiği, basın mensuplarının görüntü almaya yönlendirildiği, teğmenlerin nizami bir şekilde U şeklinde toplandığı, ortaya gelen Teğmen Ebru Eroğlu’nun yemin metnini ezberinden okuduğu, diğerlerinin tekrar ettiği ancak yetkililerin bilgisi ve izni ile mümkün olacak şekilde basına da görüntü verildiği dikkate alındığında önceden bir prova ve hazırlık aşaması olduğu anlaşılıyor.
BAHÇELİ’NİN SORUSU
Mesleğin daha başındaki teğmenler buna kendileri karar veremeyeceğine göre Devlet Bahçeli’nin sorusunda olduğu gibi “Buna kim ya da kimlerin karar verdiği” önemli hale geliyor.
Milli Savunma Üniversitesi kaynakları, yeni mezun teğmenlerin Harbiye’de tarikatların, cemaatlerin hâkim olduğu şeklindeki FETÖ ile birlikte art niyetli kesimlerin yalanlarına karşı devlete ve hem Cumhuriyetimizin kurucusu hem de bir Harbiyeli olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılıklarını resmi tören dışında haykırmak zorunda kaldıklarını ifade ettiler. Nitekim Teğmen Ebru Eroğlu’nun basına yansıyan benzer açıklaması bu şekilde motive edildiklerini gösteriyor. Askerlikten azıcık anlayanlar da bilir ki; komutanlarının teşviki/emri/izni olmadan böyle bir şey yapmaları mümkün değil. Milli Savunma Üniversitesi’nin (MSÜ) açıklamasında, dışarıdaki FETÖ’cüler ve art niyetli kesimlerden söz ediliyor.
Peki içeride aynı unsurlar var mı? İşte MSB’nin bu incelemesi belki bunu da ortaya koyar.
Yani ortada FETÖ ile başlayan bir algı operasyonu var; FETÖ, işbirliği yaptığı veya kullandığı kesimler üzerinden uzun süredir MSÜ’de tarikatçı ve cemaatçi öğrencilerin olduğu dezenformasyonunu yayıyordu. Her yalan gibi bu yalan da muhalif kesimde tuttu. Sonra belli ki okuldan birileri, üzerlerindeki bu algıyı kırmaları için tartışmaya yol açan gayri resmi yemin edilmesi için öğrencileri yönlendirdi.
Tartışma büyüyünce de bir yalan daha ortaya atarak teğmenlerle ilgili ‘tahkikat yapıldığı’ iddiasını ortaya attı. Böylece dikkatler teğmenleri organize edenlere değil teğmenlere yöneldi. Ama o da yalanlandı.
FETÖ AKLI DEVREDE
FETÖ 15 Temmuz’da amacına ulaşsaydı, AK Parti hükümeti taraftarları başta olmak üzere Türkiye’de istisnasız herkes bu darbe girişiminin arkasında diğerleri gibi Atatürkçüler olduğunu düşünecekti. O gün adı FETÖ/PDY olsa da bir dini cemaatin, tarikatın darbe yapma ihtimali konuşulamazdı bile. Bugün “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen genç teğmenleri “darbeci” diye suçlayan bazılarının 15 Temmuz’u askerlerin, hatta Atatürkçü askerlerin yaptığına, söylediklerine bakın, ne demek istediğimi anlarsınız.
Yani 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra hangi tartışmalar yaşandıysa benzer bir süreç Türkiye’yi bekliyordu. Öyle ki, darbeyi destekleyenlerin hatta o gece, darbecileri alkışlayan, marketlere-bakkallara koşup yiyecek stoklayan, benzin istasyonları ve bankamatiklerde kuyruğa girip, FETÖ’cülere direnen halkı TV’den izleyenlerle, saklanıp sessiz kalan siyasetçilerin umudu da 15 Temmuz’u yapanların Atatürkçü askerlerin olma ihtimaliydi.
Ama o gün Türk milleti 253 şehit, 2 bin 500 yaralı ile darbe girişimini durdurdu. Girişimin arkasındaki ABD-FETÖ ortaklığını ortaya çıkarırken, amaçların hiçbirini gerçekleştiremediler. 15 Temmuz durdurulduğu için o tartışma zemini oluşmadı ama FETÖ aklı genç teğmenler üzerinden bu kavgayı çıkarmada başarılı oldu. Ve farkındaysanız kendisi ortada yok.
KRİPTO FETÖ’CÜLER
Pazartesi günkü yazımda bu konuda aynen şu satırlara yer verdim:
“Aynı okuldan mezun olmuş, “Harbiyeli” ve “Mustafa Kemal’ın askeri” olmakla onur duyan kimi değerli komutanlarımız dahil, kimilerinin şüphe ettiği gibi bu gençleri yönlendiren birileri varsa bu da en ince ayrıntısına kadar incelenmeli. Malum, 15 Temmuz öncesi ve sonrası Fetullahçı Terör Örgütü’nün kripto unsurlarının bulunmadığı hiçbir yer yok.
En azından MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Siyaset ve toplum gündemine oturan yeminin gayesi nedir? Buna kim ya da kimler karar vermiştir” sorusuna bir cevap verilmeli.