Zarafeti, nezaketi, olgunluğuyla çok da alışkın olmadığımız bir CEO portresi çiziyordu. Henüz 34 yaşında olduğunu öğrendiğimde şaşırmadığımı söyleyemem.
Oysa o tanışmamızdan 10 yıl önce, üniversite ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra, daha 24 yaşındayken aile şirketlerinin yönetim kurulu üyesi olarak göreve başlamış.
Ve o günden bugüne ekibiyle birlikte grubu büyüterek, dünyanın alanında üç büyüğünden biri olma hedefine her geçen yıl daha da yaklaşarak yoluna devam ediyor, ses getiren projelere imza atıyor.
Hafta başında Fatih Karaca ile bir kez daha bir araya geldik. Yaratıcılıkta sınır tanımayan ünlü şefimiz Fatih Tutak’ın menüsünü Oscar töreninin hemen ardından verilen ‘After Party’de yemeklerin sunulacağı, inci tozu kullanılarak yapılan porselen Karaca Red Carpet Collection” serisini bir grup gazeteci ve yazarla birlikte deneyimledik.
Türkiye Şarap sektörünün marka bilinirliği ve kapasitesi en yüksek markalarından, Pamukkale Şarapçılık AŞ. Yönetim Kurulu Başkanı Yasin Tokat’ın 7 ay önce aramızdan maalesef çok erken ayrılmasının ardından yerine ailenin üçüncü kuşağı, Selda Tokat geldi.
Yeğeni dördüncü kuşak Fevzi Tokat ise İcra Kurulu Başkanlığı yanı sıra Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini üstlendi.
Bir kadının ilk kez en tepe noktaya gelerek yönetim kurulu başkanı olması sektör için olduğu kadar biz kadınlar için de önemli ve değerli.
35 yıl önce küçük bir aile işletmesi olarak kurulan Şölen’in Türkiye pazarında ilk üç oyuncudan biri olması, dünyanın kalite standartları en yüksek ülkelerine inovatif ürünlerini ihraç etmesi azımsanacak bir başarı değil.
Erdoğan Çoban ve ekibiyle ikinci buluşmamız Köln’de İSM Koelnmesse ‘Çikolata, Şekerleme ve Atıştırmalık’ Fuarı’nda oldu. Türkiye de dahil birçok ülkeden sektörün önde gelen markalarının katıldığı fuarda Şölen’in 35’inci kuruluş yılı onuruna çok özgün, dikkati çeken bir stand hazırlanmıştı. Asıl sevindirici haber ise Avrupa şekerleme ve atıştırmalık sektörünün en prestijli ödüllerinden biri olan Professional Excellence Ödülü’nü kazanmalarıydı.
Bu ödülü European Candy Kettle Club Jürisi her yıl araştırma ve geliştirme, ürün kalitesi ve üretim tekniklerinde yenilik ve satış ve pazarlamada başarılı global performansla şekerleme, çikolata ve bisküvi endüstrisinin ilerlemesine katkıda bulunan Avrupa ülkelerinden bir şirkete veriyor. Fuar sırasında düzenlenen törende bu kriterleri en üst seviyede karşılayan şirketi açıklıyor. Kazanan şirkete, geleneksel minyatür Bakır Şeker Kazanı, sertifika ve 5 bin Euro ödül veriliyor.
BİRAZ DAHA DÜŞÜNÜNCE
İş dünyasının en zarif, en sağduyulu, kültür sanata ve sivil toplum çalışmalarına gönül vermiş isimlerinden biri olduğuna inandığım Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, iş yaşamının ellinci yılı onuruna ‘Biraz Daha Düşününce’ başlıklı ‘İş İnsanları İçin Denemeler’ kitabını kaleme almış.
Bülent Bey 2018 yılından başlayarak sırasıyla ‘İşim Gücüm Budur Benim’, ‘Yoldan’, ‘Aklımızda Bulunsun’ başlıklı üç kitaba imza atmıştı. Bu kez 50 yıldan süzülüp gelen deneyimlerini, izlenimlerini Genler ve Strateji, Liderliğin Başı Sonu, Tutkunuz İşiniz, İşiniz Tutkunuz Olsun!!!, Oksijen, Tepede Yalnızlık, Olağan Şüpheli, Gurularla Dans, Kum Tanesinde Bir Dünya Görebilmek, Robotların İnsanlıkla İmtihanı, Fili Yuttu Bir Yılan, İnsan Sarraflığı Zor Zanaat, Dikkat: Bu Yazıda Kedi Var, Tavşanın Postu Üzerinde Yaşam gibi her biri birbirinden ilginç 30 başlık altında toplamış.
Önsöz ve ilk iki deneme Her Şeyden Önce ve Fokuslanmaya Fokuslanan Yazı’dan başlayarak her bölümde duygularını daha önceki kitaplarından çok daha içten bir dille paylaşmış. Hepimize ama özellikle de gençlere yol gösterici bir çalışma...
TÜRKİYE’NİN SOKAK LEZZETLERİ
Dünyanın pek çok ülkesinin kendine özgü sokak lezzetleri var. Ama sanıyorum bizimki kadar güçlüsü, emekle yoğrulmuşu ve en önemlisi de lezzeti damakta unutulmaz tat bırakanı çok yok. Bir yıl önce raflara çıkmasına karşın yeni elime geçen ‘Türkiye’nin Sokak Lezzetleri’ kitabında ülkemizin dört bir yanından ciğer şiş, nohutlu pilav, Ankara döneri, balık ekmek, kumpir, boza, simit, turşu suyu, çiğ köfte, kelle-söğüş, Adana kebap, uykuluk, içli köfte, boyoz kokoreç, tulumba ve halka tatlısı başta olmak üzere 36 sokak yemeği yer alıyor.
Maalesef yine gerçekleşmedi.
Yılın ilk ayı bitmeden insanlık adına akıllardan silinmeyecek bir büyük trajedi daha yaşandı. 21 Ocak’ta Kartalkaya Grand Kartal otelinde çıkan yangında yazıyı kaleme aldığım saatlerde 78 kişinin yaşamını yitirdiği açıklandı.
Kaybettiklerimizin büyük bir bölümü yarı yıl tatilindeki çocuklarıyla kayak yapmaya gidenler. Ne yazık ki her biri tedbirsizliğin, umursamazlığın kurbanı oldu.
Umarım bu kez yaşananlardan ders çıkartıp, ilgili kurumlar, işletmeciler ve bireyler olarak gereken önlemleri alırız.
Kader ve alın yazısı deyip geçiştirmeyi bırakırız.
Kurumlar arası suçlamalar yerine bu tür trajedilerin bir daha olmaması için alınması gereken tedbirlere odaklanırız.
Dağın tepesinde 12 katlı, hem de dış cephesi ağaç bir otel yapımına inşaat izni vermeyiz, yangın merdiveni olmadan tesis açmayız, yangın söndürücülerini, alarmları, acil durum sistemlerini kontrol ederiz.
İklim krizi nedeniyle dünyanın çok yakın gelecekte karşılaşacağı en büyük üç sorunun ‘Açlık, Kıtlık ve Sağlık’ olduğunu erken öngörüp sürdürülebilirlik konusuna eğildi. Bitkisel bazlı beslenmenin önemine dikkat çekti.
Gıda mühendisi Hüseyin Şirin’le birlikte uzun bir araştırma döneminin ardından dünyanın geleceği için önemli olduğunu düşündükleri yeni bir projeye imza attılar.
Bir yıl önce de gezegene saygı gösteren ve sınırlı kaynakları koruyan, katkı ve koruyucu içermeyen, yenilikçi ama doğallığı bozulmamış, biyoçeşitliliği gözeten, besin değeri iyileştirilmiş ‘The Good Wild’ markalı ürünlerle raflara çıktılar.
GERÇEK GIDA HEPİMİZİN HAKKI
Çarşamba günü arkadaş gruplarımızdan birinde Selim İleri’nin ölüm haberini aldığımda geçmişe doğru uzun bir yolculuk yaptım. Her Gece Bodrum’u okuyuşum, hiç gitmediğim Bodrum’u hayal edişim, Gelibolu kayalıklarda daha sonra yaşam arkadaşım olacak Mensur Akgün’le Her Gece Bodrum’dan Ölüm İlişkilerine, Cehennem Kraliçesi’nden Bir Akşam Alacası’na İleri’nin romanlarındaki yalnızlık, yabancılaşma, varoluş kaygıları üzerine tartışmalarımız bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
Sonra sıra televizyonculuk yaptığım dönemde TRT 2’de akşam kuşağında yayımlanan ‘Ondan Sonra’ programında birlikte çalıştığımız günlere geldi. 1995-1997 yılları arasında Ali Saydam’ın konseptini kurguladığı, Gülgün Cündübeyoğlu’nun yapımcılığını, Müveddet Anter’in sunuculuğunu üstlendiği, yönetmen ve metin yazarı olarak çalıştığım, hâlâ türünün en iyi örneği olduğunu düşündüğüm canlı yayın ‘Ondan Sonra’ programının bir bölümü de Duygu Asena ile Selim İleri’nin sohbetine ayrılmıştı.
Her hafta bir konu seçer ve onun üzerine kadın-erkek ilişkilerinden, sanat edebiyata uzanan keyifli bir sohbet yaparlardı. Ama asıl sansürsüz bol kahkahalı, bol dedikodulu sohbetlerimiz program öncesi ve sonrası konuk odasında olurdu. Bebekli bir anne olarak ben geceyi çok uzatamasam da birlikte yemeklere giderdik.
Selim İleri’nin bir tutkusu vardı ki söz etmeden geçmek olmaz. Dostu ve arkadaşı Türkan Şoray’a hayranlığı büyüktü. Adı geçtiğinde gözlerinin içi gülerdi, ondan hep sevgi ve saygıyla söz ederdi. Sanıyorum duyguları da karşılıklıydı.
Daha sonra farklı programlarda görev yaptım, yazılı basına geçtikten sonra da gerçek dostlar edindim ama yine de o günleri özlerim. Ne yazık ki Sevgili Duygu gibi Selim Bey de aramızdan çok erken ayrıldı. Bundan sonra anılarımda ve kitaplarında yaşayacak. Yarattığı karakterler, anlattığı durumlar, temsil ettiği görüşler yazarını sonsuzluğa taşıyacak...
SELİM İLERİ’NİN EDEBİ SERÜVENİ
Tahmin etmeyi, geleceği okumayı severiz. Tabii ki bunu büyük ölçüde geçmiş yılın, hatta yılların tablosu belirler. Öte yandan okuduklarımız, yaşadıklarımız kadar kişiliğimiz, hayata iyimser ve kötümser bakışımız da öngörülerimizi etkiler.
Ben, diğer alanları dost sohbetlerine bırakıp, turizm ve gastronomi sektörlerini’ doğrudan ilgilendiren ‘İklim Krizi’, ‘Gıda İsrafı ve Açlık’, ‘Denetimsiz Tarım İlaçları Kullanımı’ ‘Pazar, Market ve Restoranlardaki Fiyat Artışı’, ‘Gastronomi Festivalleri’ gibi konulara ilişkin 2025 yılına dair öngörülerimi ve beklentilerimi paylaşmak istiyorum. En umutsuz olduğum konu çok bileşenli ‘İklim Krizi’. Kuzey yarım kürede iki aya yakın bir süre dayanılmaz sıcakların görüldüğü 2024 tarihin en sıcak yılı olarak kayda geçti. İklim değişikliğinin neden olduğu 29 büyük çaplı iklim felaketinde dört bine yakın kişi hayatını kaybetti.
Böyle bir tabloda bu yılın çok daha sıcak olacağını ‘İklim Krizi’ sorunlarıyla boğuşmaya devam edeceğimizi öngörmek sanırım kehanet olmaz. Su baskınlarının artması, kitlesel göçlerin başlamasıyla tarım ve turizm anlayışı da zaman içinde tümden değişecektir.
Siyasi iradenin, ilgili sektörlerin, tüm paydaşların hiç vakit kaybetmeden yeni stratejiler belirlemesi, sivil toplum kanadının da bu konuyu hep gündemde tutması gerekiyor.
Gıda israfı ve açlık ise iç içe geçmiş konular. Önce bir kez daha vurgulamakta yarar var. Küresel açlık gıda azlığıyla ilgili değil. Dünya Gıda Programı /WFP’ raporlarına göre şu anda dünyadaki tüm insanları besleyecek kadar gıda üretiliyor ancak yaklaşık beşte biri tüketilemeden israf ediliyor. Bu ise günde bir milyar öğüne denk geliyor.
Zengin ülkelerde yiyecek israfı evlerde, gelişmekte olan ülkelerde ise hasat zamanı gerçekleşiyor. Yetersiz depolama, zararlı böceklerin istilası, küfün ürünü yok etmesi, pazarlara ulaşım sorunu gibi nedenlerde ürün toprakta kalıyor. Ki bu duruma ülke olarak yabancı değiliz. Gıda kaybı ve israfı küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 10’unu oluşturuyor.
‘Gıda İsrafı ve Açlık’ küresel bir sorun olsa da aslında hepimizin bireysel düzeyde yapacağı şeyler var. İlki ev, işyeri, restoran mutfaklarındaki israfı önleyecek tedbirler almak. Her zaman söylediğim gibi bizden önceki kuşakların yöntemlerini çağın gereklerine uygulayıp geliştirsek atıksız mutfağı gerçekleştirmiş, gıda israfını büyük ölçüde önlemiş oluruz.