Geçen bir magazin programına denk geldim televizyonda...
Diyor ki “Ünlü işinsanı bilmemkim tatilini Bodrum’un gizli koylarında geçiriyor.” “Vay” dedim, “cümlenin güzelliği”... Hiçbir yerinin oluru yok.
Geçen hafta ‘Kaz çalan Suriyeliler’ haberi vardı da her yanı başka çıkmıştı. Kaz kaz değil, ördekti. Çalmıyorlardı, kendi ördeklerini bırakıyorlardı. Suriyeli değil, Iraklıydılar. Bunda da benzer bir durum var.
Ünlü işinsanı ünlü değil, adını hayatımda ilk defa duyuyorum. Eşe dosta sordum belki benim cahilliğimdir diye, onlar da bilmiyor çıktı. Koy da gizli falan değil... Tarihçi Emrah Safa Gürkan’ın güzel bir lafı vardı, “Tüyo gerçekten tüyoysa size kadar gelmez zaten” diye... Bu gizli koy işi de bu hesap... Bir kere adam zaten gizli koyda tatil yapıyor olsa gizli kalırdı, çarşaf çarşaf fotoğrafları çıkmazdı. Ayrıca Bodrum’da gizli koy ne arar? Gizli sokak, gizli park yeri, gizli oda falan da bulunamaz. Her yeri santim santim bilinen ve doldurulan bir beldeden bahsediyoruz.
Yola çıkmadan önce benzincide durdum. Yan taraftan şöyle bir sohbete kulak misafiri oldum: “Yeni yapılan yoldan git, orada hız limiti yok.” “Şeyin yaptığı yol mu? Yok mu orada limit?” “Yok, o limitsiz.”
Bindiler arabalarına, limitsizliğe doğru gazladılar. O arada benzinci bana döndü. “Yanlış biliyorlar, var abi orada da hız limiti, hepsini biraz arttırdılar sadece” dedi. “Var da yok” dedim. “Nasıl abi” dedi. “Limit var da sallayan da uygulayan da yok” dedim. “Ha, orası öyle” dedi. Sanki 220 ile gidene “Hacı abi sen neyin peşindesin” diyen varmış gibi.
Çıktım, vurdum kendimi bahsi geçen yola. Otoyol izlenimlerim şöyle...
* Kimse sağ şeridi sevmiyor. Genelde en boş şerit orası. Ağır vasıtalar ve yavaş gitmek isteyen araçlar orta şeridi tercih ediyor. Baktım kimse oradan gitmiyor, ben gittim. Acaba dedim burayı kamyonlar kullanıyor da şerit bir süre sonra bozuluyor, vatandaş da ondan mı tercih etmiyor? Yoo öyle de değildi, valla tertemiz şeritti. Kendi kendime uzun uzun gittim oradan.
* Sağ şerit ne kadar sevilmiyorsa solun da o kadar çok seveni var. Tabii o şeritte selektör reisler her zamanki gibi terör estiriyor. Öndeki arabanın tamponuna yapışıp selektörle taciz etme bizde fiks bir sürücü davranışı.
* Bu yeni otoyollarda insan kendini belli aralıklarla Burger King ve Starbucks ile karşılaştığı bir çölde gibi hissediyor. Adeta Wyoming, adeta Montana bir yolculuk oluyor. Ya da bilmiyorum oralarda böyle mi oluyor? Olmuyor olabilir.
m
Uzun süre 80’lerin sinema için pek de matah bir dönem olmadığı öne sürüldü. 70’lerin Hollywood devriminin üzerine gelmişti; her şey çok plastikti, gürültülüydü, şiddet içeriyordu, şuydu buydu.
Bugün baktığımızdaysa tam tersinin düşünüldüğünü görüyoruz. Dönüp dönüp o dönemin filmlerinin devamları ya da yeniden çevrimleri piyasaya çıkıyor, dizi uyarlamaları yapılıyor.
Tam da bu sebeplerden ve o dönem çocukluğuna denk gelen bir kişi olarak geçenlerde evde “Bu akşam sinemaya mı gitsek” denince net konuştum: “Ben ‘Top Gun’a giderim, başka da bir şeye gitmem.” Zira nostalji yağmurunda ıslanma fırsatını kaçırmak istemedim.
Okulların kapanmasının iki sonucu olur. Birincisi, sokakları ellerinde karneleriyle dolaşan neşeli tavşanlar basar. Sonra biz ve çökük suratlarımız sokakları geri alırız. İkincisi, pubg server’ları çöker. Tabii ben şimdi bu okul kapanması meselesini nostalji yapmak için fırsata çevireceğim. Benim okulum kapandığında neler oluyordu? İlgili dönemin bazı değişmez konu başlıkları vardı...
Mesela karne düzenlemesi. Bizim o zamanlar şimdiki genç ve daha genç kardeşlerimizin sahip olmadığı bir şansımız vardı. Devamsızlığı ve kötü notları karnede toplama imkânına sahiptik. Çamaşır suyundan ozalite uzanan bir skalada karnede sahtecilik yöntemleri gelişmişti. Şimdi bırak karneyi revize etmeyi veya okulu kırmayı, 20 dakika geç kalsan anana babana aplikasyondan bildirim gidiyor. Çok fena.
Sonra bir diğer önemli başlık bisiklet. Bu alet zaten okulun kapanmasıyla eşleşmiş, ondan ayrı düşünülemeyen bir şeydi. Bizim jenerasyonda hep bir meselesi vardı. Karne hediyesi olarak kodlanan bisiklet alındı mı alınacak mı diye tantanası dönerdi. Dönemin karikatürlerinde falan da görülürdü. İşte bu yıl; hayır efendim, karne en mükemmel olduğunda alınacak... Okul biterken olabilir ama bu dönem arkadaşın yakası çekilip koparılmış, çeşitli kavgalara karışılmış, o yüzden bisikletten vazcayıldı falan diye giden bir mevzu...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan duyurdu, bir dönem sona erdi: “TURKEY değil ‘TÜRKİYE’ diyeceksiniz.” Haberin başlığında bunu diyor. Bu re-branding (yeniden markalaşma) işi bir süredir sürüyordu zaten. Cumhurbaşkanı duyurmuş ‘o iş bitti’ olmuş. Biz tabii alışığız, bizde cumhurbaşkanı bir konuda “O iş bitti” derse bitiyor. Dünyada “O iş bitti” denince biter mi, İngiltere’deki dayı ‘Turkey değil, Türkiye diyeceğim’ der mi onu göreceğiz.
Bu yeniden adlandırma sadece Turkey diyenleri bağlamıyor. Turquie, Turchia, Turkei diyenlere de ‘Türkiye denecek’ denmiş. Bu tantana aslında ‘hindi’ meselesinden çıkıyor. Halbuki bu diğer saydıklarımız hindi anlamına gelmiyordu.
Diğer yandan hindi kuşunun ülkeler arasında yarattığı problemin haddi hesabı yok. Bu kadar diplomatik sıkıntı çıkaran başka hayvan görülmemiştir. Gerçekten kendisi medeniyetin yumuşak karnı.
İşin enteresanı bu hindi kuşu Amerika çıkışlı bir hayvan. Yeni Dünya’dan Eski Dünya’ya getirildiğinde İngilizler bunu bir başka hayvana benzetiyorlar.
İnternette bu hafta çok gezen bir video... Motosikletli kurallara uygun bir şekilde şeridini ortalamış, makul bir hızda seyir halinde. Solundan bir araba bunun şeridine dalıyor. Çarpıyor, sonra da hiç duraklamadan yoluna aynen devam ediyor. Motosikletli bu kez kendisi de trafik güvenliğini tehdit ederek aracın peşine düşüyor. “Çek sağa” diye bağırıyor. Aracın içindeki kadının da bir yandan kaçmaya devam ederken “Annemi hastaneye götürüyorum” diye yırtmaya çalıştığını görüyoruz. Sonuçta motorcu arabayı durduruyor. Bu kez de diğer araç sürücüleri adamın üzerine yürüyor “Ne uzatıyorsun, bayan işte, görmüyor musun” diye... Gerçek bir Türkiye trafiği enstantanesi. Ekranda görünen, repliği olan herkes farklı boyutlarda haksız. “Bayan lan o.. çocuğu” da viral bir meme (mim, sosyal medyada mizah amacıyla birleştirilen görsel ve metin) olsa olur!
Ama her gün trafikte bulunan biri için bunlar hiç tuhaf değil. Bunları haftada üçer-beşer yaşıyoruz. Buyrun, ben size bu güzel videodan hareketle sadece bu hafta trafikte başıma gelenleri anlatayım.
Üç müthiş kural ihlali
1-Bizim sokak tek yön. Ama haftada bir fiks, yolun ortasında ters yönden girmiş biriyle burun buruna geliyorsun. Biri derken araba kast ediyorum. Çünkü biliyorsunuz, motosikletlere yön kısıtlaması zaten yok. Onlara her yön Trabzon! Yolun ortasında burun burunayız. Normalde
“Al kardeşim arabanı yokuş yukarı geri geri, ben gidemem” diyorum gönderiyorum. Bu sefer iyi günümdeydim. Kendi kendime “Bayan lan” dedim. Aldım geriye epey bir yol. Finalde de kibarca “Aldım geri ama tersten geliyorsunuz, aklınızda bulunsun” demiş bulundum. Sen karşıdaki bir delir. Yönleri benden mi öğrenecekmiş, kendisi paralel sokakta oturuyormuş, en iyi o bilirmiş, şuymuş, buymuş. Ben “Hanımefendi yolumu açacak mısınız sinir kriziniz bitince” diyerek kavgaya karşılık verdim. Bir süre bağrıştık, sonunda sağ olsun gitti. Ben de bir daha asla ters yönden gelen birine yol vermemeye, gerekirse bu uğurda karakolluk olmaya karar vermiş olarak yoluma devam ettim.
Türkiye, insanı hep kontrpiyede yakalıyor, hazırlanmak için pay bırakmıyor, son dakikada haber veriyor. Uzaya adam göndereceğiz diyorsun. Hadi hemen önümüzdeki yıl göndereceğiz, kimse çıksın ortaya diye bitiriyorsun. Halbuki biz birkaç yıl önceden bilsek ki uzaya gitme ihtimalimiz var. Şeklimizi, hazırlığımızı ona göre yaparız.
Evet, daha önce “Uzaya gideceğime Meksika’ya giderim, daha orayı görmedim” demişliğim var. Ama köprünün altından çok sular aktı. Şimdi bu süreçten biraz erken haberimiz olsa uzaya gitmeye her türlü vardık.
Taksici eksik kalsın
Gördüğüm kadarıyla milletimize de Dünya biraz basmış. Bu uzay konusunu hangi muhabbette, kime sorsam çoğunluğu direkt giderim diyor.
Gastronomi trendlerini takip ediyor musunuz? Yani ekonomik olarak şu ortamda biraz zor takip edersiniz tabii, o ayrı da felsefe olarak takip ediyor musunuz, onu soruyorum.
Ben edemiyorum. Geçen denemeye kalktım, tam da trend takip etmelik bir mekânda tadım menüsünün fiyatını gördüm, dedim ‘Bu takibin sürdüğü yolun sonu yol olmaz’.
Böyle anlarda trendler konusunda benim kadar başarısız başka bir arkadaşımı hatırlarım. Bir restoranda sipariş verdiği imambayıldının fiyatını adisyonda görünce aklı uçmuştu. İtirazı üzerine “Burası tarihi bir lokanta efendim” diyen garsona “Tarihi olunca n’oluyor kardeşim, patlıcanı Hürrem Sultan mı közlüyor” diye çemkirmişti.
Asıl konu Instagram!