Mehmet İren

Yenisi, eskilerin yerini tutmuyor

4 Aralık 2022
Kış girişine Dünya Kupası koymuşsun, tuhaf tuhaf yasaklara uymuşsun... İzliyoruz izlemesine ama aklımız hep eski kupalarda açıkçası.

Roberto Baggio, 1994 Dünya Kupası finalinde kaçırdığı penaltıyı hâlâ ara ara rüyasında görüyormuş. “Her seferinde gol oluyor” diyor. Ben de dönem dönem rüyalarımda ve baktığım başka yerlerde, mesela aktüel Dünya Kupası’nda eski kupaları görüyorum. Bunun mevsimini, lokasyonunu, parayı basarsan her şey ayarlanır halini ve futbol kalitesini pek beğenmedim açıkçası, onun da etkisi vardır muhtemelen.

Bir yandan göz ucuyla oynanan maçlara bakarken aslında aklımdan geçen güzel Dünya Kupası anlarıysa şöyle:
* Bir kere benim ilk Dünya Kupası deneyimim Meksika 1986. Dolayısıyla hem ‘Tanrı’nın Eli’ni hem de sonrasında Maradona’nın bütün İngiltere’yi geçip attığı golü gördüm. Bunu tek yazarım listeme. Bundan sonraki Dünya Kupalarında bundan daha anlamlı bir şey olmadı. Hele şimdi VAR var antin kuntin; spekülasyon, hakemin takım yakması falan hiç olmuyor!

* Suudi Arabistan’ın Arjantin’i yenmesi haliyle mevzu oldu ama özel sempatime sahip bu kardeşlerimizin açılış maçlarında renkli yenilgiler almak gibi bir huyu da vardır. İtalya 1990’daki ilk maçnda 10 kişi kalan Kamerun’a Omam Bıyık’ın golüyle yenilmişti. O turnuvada Kamerun’dan, yaşlı kurt tanımının hakkını yaşıyla da kurtluğuyla da ferah ferah veren Roger Milla’dan ve Omam Bıyık ile Kana Bıyık’ın kardeş olma ihtimalinden çok hoşlanmıştık. Bıyık zaten çocuk kısmı olarak bizi ayrıca eğlendirmişti. Üstelik Kamerun, Suudiler gibi bir Arjantin yenip yatmadı, çeyrek finale kadar gitti o ivmeyle.

Yazının Devamını Oku

‘Saygı duymak lazım!’

27 Kasım 2022
Ailesini kuantumdan reiki’ye, kurşun döktürmeden ‘human design’a uzanan geniş bir skalada spiritüel işlere kaptıran arkadaşım inceden delirdi. Sakinleştirmesi bana düştü.

Yazar Philip Pullman’ın çok güzel bir çıkışı var, ara ara açar izlerim. Şöyle diyor: “Kimsenin hayatını, onu şoke eden bir şey duymadan yaşamak gibi bir temel hakkı yoktur. Hayatını hiç gücenmeden geçirmek bir temel hak değildir.”

Arkadaşım Ercan, yeni ofisine hayırlı olsun demeye gittiğimiz avukat arkadaşın masasına vurarak “Onun istediğine inanma hakkı varsa benim de onunla alay etme hakkım var kardeşim. Hukukçu adamsın, boş boş konuşma” diye bağırdığında aklımdan bu cümle geçti.

Ercan niye celallendi? Çünkü avukat arkadaş bir müvekkilinin reenkarnasyona inandığından bahsediyordu. Önceki hayatında bir kalede yaşadığına inanıyormuş, hatta kafası bozukken gözlerini kapatıp kendini dinlediğinde tekrar o kalenin koridorlarında dolaşırken görebiliyormuş. Ercan bu konuyu bence haklı da olarak biraz alaya aldı, “Bu yaşayan ölülerin dönüşü tayfasını da kaleden, şatodan aşağısı kesmiyor. Biri de çıkıp ‘Ben nalbanttım, atı güzel nallayamadım diye kafamı gürzle kırdılar’ demez. Herkes pek kariyerli önceki hayatında” dedi.

Yazının Devamını Oku

Al yeşili, vur sarıya!

20 Kasım 2022
İstanbul’un ulaşımını tekeline alan iki yapı birbirine gireyazmış. Bu güzide kavgada taraf tutulur mu, tutulursa kim tutulur?

İki tane hiç hoşlanmadığınız kişi, kurum, yapı düşünün... Bunlar birbirleriyle son derece şiddetli bir kavgaya girsinler. İnsanın içi bir hoş oluyor değil mi? Martı ile Taksiciler Odası arasında çıkan kavgaya benim de bu gözle bakmam beklenir. Yeşillerin araç paylaşımı uygulaması taksicileri kızdırmış. Ki rakip gelir kızarlar, arabaya TR vatandaşı biner kızarlar, mesafeyi beğenmez kızarlar, kolay kızan bir topluluk onlar. İki tane ayrıcalıklı yapının bu güzide kavgasına madde madde nasıl bir gözle baktığımı söyleyeyim.

* Özellikle birbirlerine mafyavari videolar göndermeleri (bu videoyla atarlanma işi de ne tuttu yalnız son yıllarda), tehditvari çıkışlar, imalar ve seri açıklamalar tam bir Yepisyeni Türkiye havası. İki tarafa da çok yakışıyor, birbirlerine de denk güçler. Hiç bu çizgilerini bozmasınlar.

* İki tarafın da ağzından düşmeyen kelimeler arasında hukuk, devletimiz, yasalar gibi şeyler olması ayrı tatlı. İki tane göstermelik denetleme hariç hiçbir yasaya tabi olmayan ulaşım aracısınız siz yahu. Adam ehliyetini kaybetmiş, üç kere aracı bağlanmış, hâlâ trafikte taksi kullanıyor. Diğeri zaten ölümlü kazalarına rağmen her şeyden muaf!

* Taksiciler Odası’nın şehrin ulaşım sorunu asla çözülmesin, bizim vermediğimiz hizmete alternatif olabilecek, bizle rekabet edebilecek her şey yasadışıdır yaklaşımı çok bilimsel. Yakın gelecekte “Vatandaşların kendi arabalarıyla bir yerden bir yere gitmeleri de yasadışıdır. Özel araçlara taksimetre konulsun, yazan rakam bize yatırılsın” gibi önerilerle gelebilirler.

* Şirket olan taraf “NY borsasına açılan ilk Türk şirket olacağız” demiş. NY borsasında Türk şirket halihazırda var.

* Taksiciler Odası kiminle kavga ediyorsa genellikle o kavga ettiği taraf haklıdır. Böyle de şaşmaz bir gerçek var. Bu konuda da Yeşil Kuş nispeten haklı.

* Bir diğer şaşmaz kural, taksicilere karşı her zaman karşı taraf haklı olmakla beraber, yine her zaman o karşı tarafın değil, Sarı Öfke’nin istediği sonucun oluşmasıdır. Tarihte ilk kez enteresan bir durum oluşabilir bu vakada. Karşılarındaki de bu kez az ayrıcalıklı değil. İlk kez olanca şımarıklıklarıyla gelip istediklerini alamadan dönebilme ihtimalleri var.

Yazının Devamını Oku

Az Batı havası alıp memlekete dönmek...

13 Kasım 2022
İltica başvurusunda rekor kırmış, ‘green card’ başvurularında siteyi kilitlemişiz bu yıl. Bir hafta cennet vatandan uzak kalıp geri dönmüş bir kişi olarak bu konunun sebeplerini düşünüyor, bir yandan da yaya geçidinde durduğum için arkamda kornaya basan kardeşle ağız dalaşına giriyorum mecburen.

Geçen haftayı bir vesileyle monarşisiyle ünlü Batı’da geçirdim. İnsan gittiği yere çabuk alışıyor. Ayrıca da gözüne ister istemez bazı farklar çarpıyor. Sıralayayım...
Birincisi; kur farkından dolayı ilgili ülke tabii ki bize ters geliyordu. Lakin bazı kalemler, özellikle de alkollü içki gibi kalemler kuru 40’la da çarpsan daha ucuz. Vatandaşları da ne iş yaparlarsa yapsınlar haftada birkaç kere güzel güzel dışarı çıkıyor, sosyalleşiyor. Siz yapsanız mevzu olur, zaten de yapılamaz. Ayrıca bizde zaten ortalama bir porsiyon dönerin fiyatı 120-150 lira bandına oturmuş durumda. Valla inanmazsınız oralarda da bu aralıklarda yemek yemeniz mümkün. Eskiden aradaki fark bizim lehimize gayet barizdi.
Elektrikli scooter tek tük var ve bisiklet yolundan gidiyor. Bizde biliyorsunuz araçlar çıkmasın diye kaldırımların kenarına demir kazıklar çakılmasına rağmen çıkan çıkıyor, park eden o kazıkları kırıp park ediyor. Meşruti monarşide böyle bir durum yok. Kazık da yok, kaldırımı hakkı olmadığı halde kullanmayı aklından geçiren de...



Eve döndükten sonra pasaport kontrolünden geçiyorum. Memur birey merhabaya da, kolay gelsine de cevap vermemeyi, olanca suratsızlığıyla ters ters konuşmayı tercih ediyor. İstisna demek isterdim ama bu her girişte fiks. Buna mukabil yabancılar pasaport kontrolü yaparken iyi günlerini diliyor, hal hatır soruyor, hoşgeldinizi eksik etmiyor. Evine dönen insana da bir hoşgeldiniz dense kimsenin ağzı eskimez oysa.
İndim, eve gidiyorum, arabayla sağa döneceğim, yaya öncelikli geçiş var ve yayalara yeşil yanıyor. Köpeğiyle karşıdan karşıya geçen hanımefendiye yol vermek için duruyorum. Ki zaten yol da onun. Arkamdaki vatandaş kendini paralayarak kornaya basıyor ve el kol hareketi yapıyor. Mesela böyle bir şey de yok o taraflarda takdir edersiniz ki. Yaya öncelikli bir yerde, zaten siz yola bile bakmadan karşıdan karşıya geçebiliyorsunuz.

Araba geliyorsa da siz adımınızı atarken durmaması gibi bir durum yok. Peki ya hızlı geliyorsa? Gelmiyor. Adam bizim buralı mı çoluğun çocuğun ve muhtelif yetişkinin bulunduğu ara sokakta 70’le, 80’le gitsin?

Yazının Devamını Oku

WhatsApp’sızlığın serinliği

30 Ekim 2022
Haber kaynağı WhatsApp olduğu için aplikasyona giremeyince uygulamanın çöktüğünü de öğrenemeyenler olabiliyor. Buna biz WhatsApp paradoksu diyoruz...

Gerçek bir hikâyeden uyarlanmış 2000 yapımı, ‘Kusursuz Fırtına’ (The Perfect Storm) isimli bir film var. Av sezonunu pek parlak geçirmeyen balıkçı teknesi mürettebatı, sezon kapanmadan son bir av denemesi için denize açılıyor. Fakat üç fırtınanın kesiştiği hava koşullarının ortasında kalıyorlar. Filmin kalanı boyunca tekne bir o yana bir bu yana sallanıyor. Dev dalgaların arasında tekne yükselip alçalırken bir ara dalganın en tepesinde bir noktada açık hava ve güneş görünüyor. Birkaç saniyelik müthiş bir sessizlik, dinginlik... Sonra tekne yine dalgayla beraber aşağıya, fırtınanın içine dalıyor.
İşte geçenlerde WhatsApp’ın bir süreliğine komple gitmesi de tam olarak bu fırtınanın içindeki tatlı sessizlik gibi tınladı bana. Bir yandan ‘Canım’, ‘Hayatım’, ‘Bitanem’ hitaplarıyla başlayan iş yazışmaları, bir yandan kurulduktan hemen birkaç saat sonra amacından sapıp bir geyik formatına dönüşmüş gruplar, bitmek bilmeyen bir çın çın çın sesi, tır tır tır titreşimi...
“Mail atmıştım, aldın mı acaba” gibi deli zırvası mesajların hepsinin sustuğu ve hayatın azıcık sakinlediği bu bir saat içinde çeşitli komiklikler de yaşandı.
Mesela insanlar artık işlerini yaparken bu aplikasyonun sesine, bildirimine o kadar şartlanmışlar ki, WhatsApp’tan her gün aldıkları “Şu işi ne yaptın” sorusu gelmeyince işi yapmayı blok olarak unutur olmuşlar. “Sen
yazmayınca saati fark etmemişim” diyen mi ararsın, “Mesajı yazdım, sana ulaştı herhalde deyip kapattım, ne bileyim ben Whats
App’ın çöktüğünü” diyenler mi, dünyayla bütün bağlantısı bu uygulamaya bağlı hale geldiğinden WhatsApp çalışmadığı için WhatsApp’ın çalışmadığı haberini alamayanlar mı?

Sensizlik de ayrı güzel...

Yazının Devamını Oku

Türkçe için gereksiz bir kelime: Kaldırım

23 Ekim 2022
İnternette kaldırım teröristi scooter’lara yönelik dip dalganın arttığını görüyorum. Seviniyorum ama içim umut doluyor diyemem.

Sosyal medyada her gün onlarca kaldırım fotoğrafı paylaşılıyor. Şu anda birine bakıyorum mesela. Kaldırımın tamamı elektrikli scooter’lar tarafından kapatılmış. “Bu scooter ve bisikletler ulaşımı kolaylaştırmak yerine zorlaştırıyor. Park yerleri belirlenmeli, herkes kafasına göre bıraktığından erişilebilirliği engelliyorlar” denmiş. Az aşağıda bir tane daha: “Martı kullananlar, yaya mısınız? Araç mısınız? Karar verin artık. Işıklarda durmazsınız, kaldırımda üstümüzden geçersiniz. Bu ülkenin kralı siz misiniz? Yeter.”

İlgili markanın plakalı motosikletleri var ya. Motosiklet aslında ama ufak ve elektrikli olduğu için sanki değilmiş gibi davranan taşıtlar hani. Onlarla ilgili video atılmış. Üzerlerinde uçarak giden ergenler var. Şöyle sorulmuş: “Bu yaşta çocukların trafikte bunlarla gitmesi neden denetlenmiyor?” Sorunun tatlılığına gel; neden denetlenmiyormuş.

Ben geçen gün aynı soruyu sahilde çay içen polislere sordum. Çünkü tam önlerinden, yaya yolundan bu plakalı taşıtlar uçarak geçiyordu. “Memur kardeşler, bu plakalı motosikletlerin buradan böyle gitmesine elektrikli oldukları için mi yoksa çayınızın soğumasından endişelendiğiniz için mi herhangi bir müdahalede bulunmuyorsunuz” dedim. Biliyorsunuz Türkiye’de birisine sorumluluğunda olan konuyla ilgili bir eleştiri getirirseniz onda bir davranış tetiklersiniz ama bu, hedeflediğiniz davranış olmaz. Yapması gerektiği halde yapmadığı şeye değil, size odaklanır. Bizim memur bireyler örneğinde de aynısı oldu. Plakalı küçük yaya yolu teröristlerine değil, bana müdahale ediyorlardı az kalsın.
Neyse günün sonunda, kamuoyunda bu vasıtalara ilgili bir dip dalga oluşmaya başlaması olumlu. O sık sık “Batı’da öyle değil, Batı’da böyle değil” diye sayıklayıp durduğumuz yerlerden birinde olsak bu iş daha hızlı çözülür. Önce bu aletleri ait oldukları yer olan bisiklet yollarına indiririz, sonra belediyeleri kaldırıma park eden araçlarla bir şeyler yapmaya iteriz, hatta belki kaldırımda bu saydıklarımdan artakalan son santimetrelere masa atan mekânları bile konuşuruz diye düşünebilirdik. Bu biraz hayal olur maalesef. Kültürel olarak oraya gelmemize biraz var. Muhtemelen kendi aralarında kuşaktan kuşağa aktardıkları bir kültüre sahip oldukları ortaya çıkan yunuslar ve katil balinalar bizden bir tık önce oturtacaklar bu kamusal alan meselelerini.

Yazının Devamını Oku

Randevu unutmak bir büyük kentli günahıdır

16 Ekim 2022
Terapistler, veterinerler, spor hocaları gibi kategoriler verdikleri randevuyu unutamazlar. İnsanlar o bir saatlik yeri bulup da açabilmek için ne zahmetlere katlanıyor. Herkes iki rekat konsantre olsun yaptığı şeye...

Arkadaşım geldi. Burnundan soluyor. Terapisti randevularını unutmuş. Sonra unutmamış da son anda ertelemesi gerekmiş gibi yapmış. “Haksız mıyım sinirlenmekte” dedi. “Değilsin” dedim ve daha da sinirlenmesi için her türlü gaza getirdim. Şehirli insanın yedi ölümcül günahından biridir randevu unutmak veya saati gelince önden haber vermeden küt diye ertelemek. Hele terapistler, veterinerler, spor hocaları gibi kategoriler bunu hiçbir suretle yapmamalıdır. İnsanlar haftalık programlarında o bir saatlik yeri bulup açabilmek için ne zahmetlere katlanıyor. Sen takvim kullanmayı becerebilecek kadar profesyonelleşmeyi beceremediğin için o özene bezene ayırdıkları saati mahvediyorsun. Herkes iki rekat konsantre olsun yaptığı şeye. Ege’de tesisat işi yapıyorsanız sallayabilirsiniz randevuları, o olur, onu tahmin etmiş oluyoruz.
Neyse bu benim de gazımla oturdu, uzun uzadıya bir e-posta döşendi: “X Bey Merhaba. Bana bir hafta önce verdiğiniz randevuyu son anda karıştırdığınızı fark edip randevu saatinde ertelediniz. Bunu daha önce de iki kere yapmıştınız. Bir kere de randevumuzu komple unuttunuz, kapıda kaldım. Açıkçası işinizin en temel parçasını bu şekilde sallamanız bana hiç profesyonelce gelmiyor. Bunu sizinle paylaşmak istedim.”
Biz oturmaya devam ederken karşı taraftan cevap geldi. Gülümseyen surat koymuş. “Bu, bir sonraki seansımızın konularından biri olsun” demiş. Biz buna tabii bir tur daha sinirlendik. Önce “Kardeşim sen sağcı hükümetler gibi neden doğru düzgün ‘Ben hata yaptım, özür dilerim’ dememek için kırk türlü soytarılık yapıyor, kendince latifelerle meseleyi çözebileceğine inanıyorsun” yazdık. Sonra “Bu da biraz fazla oldu galiba” diye düşünerek sildik. Lisanı münasiple “Sizin işinizle ilgili konsantrasyon probleminiz benim seansımın konusu takdir edersiniz ki olamaz. Onu siz başka bir meslektaşınıza yapacağınız kendi seansınızda konuşursunuz” yazdık. Gerçek bir kentlilik göstergesi pasif agresif ‘smayliyi’ de koyduk sonuna, gönderdik.

Ben bu arada “Gitme kardeşim buna sen de, başka terapist mi yok şehirde” falan diye ayrıca gaz verdim. Birkaç gün sonra gitmiş seansa, böyle bir şey hiç yaşanmamış gibi hayatlarına devam etmişler.
Bir süre daha bu hususu düşündüm. Terapistten sonra arkadaşa da gıcık oldum. Çünkü hocam biz bu kentte tepki göstermemiz gereken şeylere yeterince göstermiyoruz. Sonra vay efendim o niye öyle oluyor, bu niye böyle oluyor! E, yapanın yanına kâr kalıyor yaptığı hırtlık da ondan öyle oluyor.
Açtım buna telefonu: “Yarın senle 2’de kahve içelim.” Ertesi gün de randevuya beş dakika kala mesaj attım: “Ya birader, unutmuşum bizim randevuyu, hakkını helal et, farz et ki terapistim.”

Yazının Devamını Oku

11 milyon kilometre ötedeki dert benim derdim olabilir mi?

2 Ekim 2022
NASA sağ olsun gelecekteki olası bir çarpma tehlikesine karşı göktaşına gemi vurdurup rotasını değiştirdi. Ya da değiştirmeyi denedi. Şimdilik emin değiliz. Bu da Stephen King’e ve bana dert oldu.

Biliyorsunuz NASA, DART isimli uzay aracını Dünya’dan 11 milyon kilometre uzaktaki asteroide planlı bir şekilde çarptırarak yörüngesini değiştirdi. Olay biraz uzakta geçtiği için ne kadar başarılı olduğunu henüz bilemiyoruz. Fotoğrafların gelmesi bile bir miktar sürecekmiş.

Bu olay 25 yıl önce ‘Armageddon’ filminde de yapılmıştı. Orada Bruce Willis’in asteroidin üzerine bilfiil inip patlatması gerekmişti tabii. Eskiden filmlerde gördüğümüz şeyleri şimdi insanlık olarak yapıyor, en azından deniyor olmamız güzel. Yalnız Stephen King güzel bir noktaya parmak basmış. Florida taraflarını esir alan Ian Kasırgası’na atıfta bulunarak “Asteroitlerin yönünü değiştirebiliyoruz ama kasırganınkini değiştiremiyoruz” demiş ve haklı olmuş.



Bundan çok daha kolay görünen ama pek başaramadığımız başka pek çok şey daha var. Mesela küresel ısınma olayının yönünü de değiştiremiyoruz. Hatta onu bırak, “Böyle bir şey yoktur” diyenleri ikna bile edemiyoruz. Çok da sinirli bir grup bunlar. Geçen gün bir banka karbon ayak iziyle ilgili bir reklam yapmış. “Hesap kapatacağız”, “Küreselcilerin oyunları” şeklinde hashtag’lerle üstüne fena çullanmışlardı. Bizim münferiden karbon ayak izi düşürmeye çalışmamızla (hele de âlem özel jetiyle oradan oraya sekmeye devam ederken) pek bir şey olacağı yok, orası tamam da kendince pozitif bir kampanya yapmaya çalışan markaya da sinir krizi geçirmezsin bu kadar.

Sonra filmlerde mükemmelen ve defalarca engellenen ama gerçek hayatta tam engellenemeyen başka bir şey, nükleer tehdit. Adam yukarıdan sabah akşam “Bak, sıkışırsam atarım ha” diye tehdit savuruyor. Engelleyebiliyor musun? Yok. Git anca asteroit tepikle. Süper volkanlardan birinin patlaması halinde gezegeni komple yok etmese bile hatırı sayılır kısmını paralayabileceği söyleniyor. Ona bir taş tıkanabilir pekâlâ uzayda taş kırana kadar. Ama yok, varsa yoksa şov!

Yazının Devamını Oku