Paylaş
Yazar Philip Pullman’ın çok güzel bir çıkışı var, ara ara açar izlerim. Şöyle diyor: “Kimsenin hayatını, onu şoke eden bir şey duymadan yaşamak gibi bir temel hakkı yoktur. Hayatını hiç gücenmeden geçirmek bir temel hak değildir.”
Arkadaşım Ercan, yeni ofisine hayırlı olsun demeye gittiğimiz avukat arkadaşın masasına vurarak “Onun istediğine inanma hakkı varsa benim de onunla alay etme hakkım var kardeşim. Hukukçu adamsın, boş boş konuşma” diye bağırdığında aklımdan bu cümle geçti.
Ercan niye celallendi? Çünkü avukat arkadaş bir müvekkilinin reenkarnasyona inandığından bahsediyordu. Önceki hayatında bir kalede yaşadığına inanıyormuş, hatta kafası bozukken gözlerini kapatıp kendini dinlediğinde tekrar o kalenin koridorlarında dolaşırken görebiliyormuş. Ercan bu konuyu bence haklı da olarak biraz alaya aldı, “Bu yaşayan ölülerin dönüşü tayfasını da kaleden, şatodan aşağısı kesmiyor. Biri de çıkıp ‘Ben nalbanttım, atı güzel nallayamadım diye kafamı gürzle kırdılar’ demez. Herkes pek kariyerli önceki hayatında” dedi.
Normalde dış kapının mandalı birini gömüyor olsa avukat arkadaş Ercan’dan yana çıkardı. Ama müvekkili zengin olduğu için (artık ‘Yerin kulağı vardır, duyarsa benden gider’ diye mi düşündüyse) “Ya, herkesin inancına saygılı olmak lazım, tabii ben öyle bakıyorum” demiş bulundu. Bu da bizim Ercan’ı delirtti. Gerçi sonuçta normalde isminin pek yan yana gelmeyeceği Pullman ile aynı bağlamda buluşmuş oldu. Hayırlara vesile bir delirme denebilir.
Hırsını alamadı, başladı bağırmaya: “Kardeşim, reenkarne olanla makara yapma, ‘bir enerji var’cıyla makara yapma, burç emekçisine zaten dokunan yanar. E, düz dünyacının, ‘Ay’a gidilmedi’cinin günahı ne o zaman? O da ona inanıyor, saygı duyalım.” Ofisin güvenliği şöyle bir çay almaya gidiyormuş gibi geçerken göz ucuyla baktı odaya kontrol amaçlı. Tam durulmuştuk. Ercan yine bitmiş konuya dönüp “Zaten bu işlere de hep zenginler kafayı bozuyor. Fakir adamın önceki hayatını düşünecek vakti yok, bu hayattan kafasını kaldıramıyor ki” diye mırıldandı.
Avukat “Abi genelleme yapıyorsun, bütün genellemeler yanlıştır biliyorsun” dedi. Ercan aynı yere geri yükselip “Bu ne klişe bağımlılığıdır avukat bey, ‘Değişmeyen tek şey değişimdir’ de de öyle kalkalım, aklımızda kalmasın” dedi. Kolundan tutup kaldırdım. ‘Hayırlı olsun’umuzu, yanına ‘kusura bakma’ da
katmak suretiyle masaya bırakıp çıktık.
Dışarıda kendisine bu işlere niye bu kadar gıcık kaptığını sordum haliyle. “Ailenin tamamı buralarda. Annem kurşun döktürmeden çıkıyor, falcıya koşuyor, çocuk ‘human design’ diye bir şeye sardı, evde ben projektörüm diye geziyor. ‘Git fişe tak kendini o zaman’ diye bağırdım, konuşmuyor benimle üç gündür. Dayım kuantumcu olmuş. Ablam enerjici ama falda, burçta ve reiki’de de var. Bana biraz spiritüel bastı moruk” dedi.
Dükkânına bıraktım bunu, bir de maç açtım; izlesin, kafası dağılsın diye. Eve gelince ben de televizyonu açtım. Tom Cruise’lu bir film çıktı. Baktım, “Sen de sayntologsun falan ama iyi adamsın Tom. İnancına da saygı duymak lazım” dedim, başladım izlemeye.
Paylaş