Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ 'un geçenlerde Fikret Bila'ya yolladığı ve Milliyet'te yayınlanan
mektubu gözünüze çarptı mı?
Tutuklanmasının üstünden tam 10 ay geçmiş.
Vakur bir şekilde, şov yapmadan, etrafındakileri suçlamadan bekliyor.
Şemdin Sakık'ın, Ergenekon davasında, sürpriz şekilde "Gizli tanık "olduğunun ortaya çıkması ve yaptığı açıklamalar ortamı karıştırmaya yetti.
İki farklı görüş var:
- PKK'nın bir zamanlar 2 numaralı ismi olan kişinin sözlerine güvenilip, böylesine bir davada tanıklık ettirilemez. Üstelik, söylediklerinden önemli bölümü, kendi görüdüğü değil, başkalarından duyduğu veya yorumlayarak ortaya attığı görüşlerdir. Yargılanan askerlere karşı bu bir hakarettir. Bu tanıklık Ergenekon davasının içini de boşaltmıştır.
- Sakık'ın tanıklığı önemlidir, zira terör örgütünün üst düzey bir elemanı olarak verdiği bilgiler başka hiçbir yerden alınamaz.
Sakık' a güvenilmeli mi, yoksa hiç dikkate alınmamalı mı?
Bu sabah kalkıp gazeteleri önüme alınca, uzun süredir ilk defa kendi kendime "Oh, nihayet güzel bir haber" dedim.
Bu sonucu Ak Parti aldı diye yüzüm buruşmadı. Kim başarmışsa başarmış, kime ne? Sonunda bundan hepimiz yararlanacağız. Unutmayalım ki, ekonomi iyi gittikçe ülkede istikrar sürer, insanlar mutlu olur. Sorunlar çok daha kolay çözülür. İşsizlik azalır.
Fitch'in Türkiye'nin notunu, yatırım yapılabilir ülke olarak arttırması çok güzel bir gelişme. Ancak yine de işin sonu değil. Daha gidilecek çok yolumuz var.
Önce, diğer iki uluslararası kredi derecelendirme firmasının da ( Standard and Poor’s ve Moody’s) rakamlarını arttırmaları gerekiyor. Yatırımcılar ancak o zaman harekete geçerler. Bu ilk adım da önemli tabii, ancak bundan sonra çok daha dikkatli olmamız gerekiyor. Zira verilen notlar çok çabuk geri alınır. Yatırımcılar da hemen kaçıverir. İndirilen notun etkileri çok daha yıkıcı olur.
MHP kurultaylarında nedense kavga gürültü beklenir. Sessiz sakin geçen kurultaylar garipsenir. Pazar günkü, artık bu kısır algının kırılması gerektiğini gösterdi.
Bahçeli birçok “İLK” i başardı.
Adayların, gittikleri il veya ilçelerde itilip kakılmalarını önledi.
Eski kavga görüntülerinin tekrarlanmaması için azami önlem aldırttı.
Başbakan'ın açlık grevleri konusundaki tutumunu çözmeye çalışıyorum, ancak başaramıyorum.
Durumun nazikliğini mutlaka biliyordur. Bu eylemin Kürt kökenli vatandaşların hiç değilse bir bölümü üzerinde ne kadar olumsuz bir hava oluşturduğunun farkındadır.. Kendi Bakanı 683 kişinin açlık grevine katıldığını açıklıyor. Başbakan ise sadece bir kişinin ölüm orucunda olduğunu söylüyor. Açlık greviyle ölüm orucunu ayırıyor, açlık grevlerinin basit birer şov olduğunu söyleyebiliyor. Başbakanın dediği gibi ikisi arasında biyolojik olarak fark olsa da insani açıdan bir fark gözetmemek gerekiyor.
Bu arada da günler geçiyor.
Her geçen gün de bu insanlar biraz daha ölüme yaklaşıyorlar. Hele 52. günün aşılması demek, dönülmez noktaya gelindiğinin işaretidir.
* * *
Siyaset dünyasının adrenalini önceki gün artıvermiş, heyecanlar artmıştı.
Barikat anlaşmazlığının, Cumhurbaşkanı ile Başbakan'ın arasını açacağı varsayımları siyaset dünyasında hemen çalkantı yaratmıştı.
Nedeni çok basit: Eğer Gül ile Erdoğan arasında bir sürtüşme çıkarsa, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri etkilenecek ve politik dengeler değişebilecek. Bu da, hem Ak Parti içinde, hem de diğer partiler arasında yepyeni gelişmeleri beraberinde getirecek.
Uçakta önüme konan gazetelerin manşetlerine baktığım andan itibaren içime bir sıkıntıdır çöktü. Dışarıda uzunca bir süre geçirdikten sonra her geri dönüşümde aynı sıkıntıyı hissederim. Ne kadar boş tartışmalar yapıyoruz, ne kadar gereksiz gerilimler yaratıyoruz…
Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yaşadıklarımıza bir bakın lütfen...
Değdi mi bunca yasağa? Bunca gerilime gerek var mıydı?
Yasaklandı da ne elde edildi?
Kim ne kazandı, ne kaybetti?
AK PARTİ, ELİ SOPALI İKTİDAR KONUMUNA GİRDİ...
- Yaşananlara ve verilen demeçlere bakılınca, bu olayların geri planında, iktidar partisinin CHP'yi sıkıştırma, bu partinin “Cumhuriyet’e sahip çıkıyormuş” izlenimi vermesini engellemek istediği apaçık görüldü.
New York- Londra
Bugün size belki de hoşunuza gitmeyecek bir konudan söz edeceğim. Belki, tam aksine sizin de aklınızda olan, ancak söyleyemediğiniz bir konu...
Suriye'den gelen mülteciler için açılan kapı ve kamplardan söz etmek istiyorum. Öylesine garip bilgiler gelmeye başladı ki kendi kendime "Biz neden bu kolaylığı gösterdik? Hadi insanlık uğruna yaptık diyelim, gelenlerin kim olduklarını, gerçekten ihtiyaç sahibi kişiler olup olmadıklarını biliyor muyuz?" demeye başladım.
Örnek verebilirim:
Gelenlerin sayısı yüz bini geçti ve daha da artacağa benziyor. İçlerinden bir bölümü gerçekten ihtiyaç sahibi insanlar. Evleri yakılıp yıkılmış, ailesini ölümden kaçıran zavallı Suriyeliler.
Diğer bölümü ise, Türkiye'ye sırf iş bulmak için gelenlerden oluşuyor. Bölgedeki büyük kentleri dolaşın; hemen farkına varacaksınız.
Bir başka kesim daha var ki aileleriyle gelip ev kiralıyor ve kalıyorlar. Tabii bir de hırslısı hırsızı var ki onlarla hiç başa çıkılmıyor.
En önemlisi, Türkiye'ye girenlerin kim olduklarını sağlıklı şekilde kontrol edemiyoruz. Kimin ne olduğunu bilemiyoruz. İnceleme yapma imkanımız olmadığı gibi, gelenlerin verdikleri bilgiyle yetinmek zorundayız. Sayıları arttıkça, belki casusu da geliyor, ortalığı karıştırmak isteyen de. Durum gittikçe zorlaşıyor. Hele bundan sonra bu kapıları kapatmanın da imkanı yok.