NATO Genel Sekreteri Rasmussen, Suriye’den gelen top mermilerine karşı “Türkiye’yi savunmak ve korumak için ihtiyaç duyduğumuz tüm planlar hazır” dedi.
Hepimiz ayakta alkışladık.
Hele bazı uzmanlara göre, NATO yeşil ışığını yaktı ve Türkiye’nin yanında savaşa hazır (!)
Aman Allahım, bizi akılsız ve bilgisiz uzmanlardan koru...
Sevgili okurlarım, tam 20 yılım Brüksel’de NATO’yu izlemekle geçti. Hele bugünkü konjonktürde NATO’nun, Washington’dan onay gelmeden veya fiili katılım olmadan Avrupalı üyeleriyle Türkiye’ye silahlı destek vermesi söz konusu olamaz.
Genel Sekreter, müttefik olarak Türkiye’ye jest yapmış, moral vermiş ve duymamız gereken söylemiştir.
Ancak, işte burada durun.
Yanlış sonuçlar çıkarmayalım.
Laik çevrelerin, Ak Parti iktidar olduğu günden bu yana en büyük korkusu, birgün mahalle baskısı altında, günlük yaşamını değiştirme zorunda kalmaktı.
Neler konuşulurdu, hatırlayın.
- Gün gelecek, bunlar bizi kör testere ile kesecekler.
- Kardeşim ben namaz da kılmam, oruç'ta tutmam. Şimdi üstüme gelecekler. Mahallede baskı altında kalacağız. Çocuklarımız da baskı altında kalacaklar.
- İş yerimde camiye gitmediğim için kötü gözle bakacaklarını adım gibi biliyorum.
Kamuoyunda ilginç bir Davutoğlu tartışması yaşanıyor.
Muhalefet ve muhalif basına göre, bundan daha kötü bir Dışişleri Bakanımız olmadı. Sıfır Sorun diye yola çıktı, bugün ülkeyi tüm komşularla kavgalı duruma soktu. Daha da ötesi, hoca iken yazdığı Stratejik Derinlik kitabını uygulayım derken, Türkiye'yi Orta Doğu'nun bataklığına sürükleyen bir kişi...
Sadece muhalefette değil, Ak Parti içinde ve iktidarı destekleyen medya'da da eleştiriler giderek artıyor. Parti içindeki huzursuzluğun bir bölümü dış politika ise, asıl bölümü Davutoğlu'nun özellikle Başbakan nezdindeki etkinliğinden kaynaklanıyor. Uygulanan politikaların, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinden çıktığı biliniyor. Başbakan'ın ona duyduğu güven de, çok kişiyi kıskandırıyor.
Unutmayalım ki, Danışmanlığının, ardından da Bakanlığının ilk yıllarında (1 Mayıs 2009), eski Dışişleri Bakanları (İlter Türkmen, Mesut Yılmaz, Mümtaz Soysal, Hikmet Çetin) tarafından alkışlanırdı. Yüksek notlar vermişlerdi. Herşey iyi gidiyor ve Davutoğlu'nun yelkenleri rüzgar doluyordu.
İlk işareti Bülent Arınç vermişti, bizde Kanal D Ana Haber'de devrim niteliğinde bir adım atılmaya hazırlanıldığını duyurmuştuk. Sonra bir de baktık, sessiz sedasız uygulamaya sokuldu.
Hatırlayacaksınız, KCK davasında şu ana kadar hiç bir ilerleme sağlanamamasının nedeni, sanıkların Kürtçe konuşmalarına izin verilmemesiydi.
Aslında,mahkemelerde Kürtçe yasağı yeni değil. Özellikle siyasi nitelikli davalarda, yargıçlar Kürtçeyi yasaklarlar. Sanıkları Türkçe konuşmaya zorlarlar. İçlerinde Türkçe bilenler olsa dahi, insanları ana dillerini tercih etmelerine yasak getirmek, "hak gaspı’’ndan başka birşey değildir.
Sonunda Adalet Bakanlığı doğrusunu yaptı ve Kürtçe savunmayı kabul etti.
Bütün içtenliğimle söylüyorum, gelin bu defa farklı davranalım.
Riyakarlık etmeyelim.
Dün ilk yıkımıyla start verilen Dönüşüm Projesinden söz ediyorum.
Sırf muhalefet etme adına, onbinlerce insanın hayatını kurtaracak bir projeyi sulandırmayalım. Unutmayalım ki ilk defa, en basit depremde dahi yıkılıp,altında kalanların ölmelerini engelleyecek bir proje başlatılıyor. Şimdiye kadar hiçbir siyasi iktidar böylesine cesur davranmadı. Hakkını verelim.
Ankara'da herşey bekleniyordu da, Suriye bombalarıyla beş insanımızın ölmesi beklenmiyordu. Hava birdenbire karardı, fırtınalar koptu. İktidar belki gündemin değişmesinden hoşlanmış olabilir. Zira, Suriye olmasa şimdi büyük olasılıkla Erdoğan’dan sonra Ak Parti' de kimin Başkan olacağını konuşuyor olacaktık.
Olayın duyulmasıyla birlikte , özellikle ilk saatlerde , kamuoyunda bir korku yayıldı. "Eyvah, savaşa mı gireceğiz ?" soruları sorulur oldu. Ankara'da olayı etkileyen kişilerle konuşunca, Türkiye' nin öyle kolay kolay savaş havasına girmek istemediğini hemen anladım.
İçim rahatladı.
Hem sivil otorite, hem de asker çok soğukkanlı davrandı. Senaryolar devreye sokuldu.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru giderken, ilerde nelerle karşılaşabileceğimiz yavaş yavaş netleşiyor.
Şimdiye kadar şöyle bir algılama vardı :
Başbakan’ın Çankaya’ya cumhurbaşkanının bugünkü yetkileriyle çıkması durumunda; Ak Parti’yi ancak Abdullah Gül toparlayabileceği için, parti liderliğine ve Başbakanlık koltuğuna oturacaktı.
Pek niyetli görünmesedahi, partiden gelecek büyük istek ve Erdoğan'ın ricasını kıramayacağından dolayı, Köşk'ten inip, Türkiye'nin kaptan köşküne yerleşecekti. Böylece yeni bir süreç başlayacaktı.
Son gelişmeler, bu algılama veya varsayımın pek tutmayabileceğini gösteriyor.
Şimdi yeni bir moda oluştu.
Yaptıkları konuşmaları karşılaştırıp, Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasındaki farkları çıkartma modası...Hatta biraz daha ileri gidip, ikisi arasında bir gerilim olup olmadığını, birbirleriyle çelişkiye düşüp düşmeyeceklerini tahmin etme modası.
Bütün bu çalışmanın temelinde, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, Ak Parti'nin iki lideri arasında bir gerginlik çıkıp çıkmayacağını gözetlemek arzusu yatıyor.
Cumhurbaşkanı'nın konuşması ile, Başbakan'ın sözleri arasında ben beş farklı nokta buldum: