New York
Burada olduğum sürece, Başkanlık seçimlerine çok az kala, Romney kazanırsa başımıza neler geleceğini araştırdım. Obama'yı biliyoruz. Keşke kazanabilse. Türkiye açısından çok iyi olacak. Erdoğan ile ilişkisi mükemmel. Yönetimin önemli isimleri, Ankara'yı yakından tanıyor. Politikalarda uyuşum var.
Ancak Obama'nın işi güç. Ucu ucuna bir yarışa tanıklık edeceğiz.
Obama, Başkanlığın verdiği küçük dahi olsa avantaja sahip. Romney ise, başlardaki arayı kapattı ve yakınlaştı.
New York (BM)
Suriye aramızda olup bitenlere bakınca ve de arkasından anlı şanlı medyamızı izledikten sonra buraya gelince, duyduklarınızdan ve okuduklarınızdan dolayı hayretler içinde kalıyorsunuz. Sanki bizler başka gezegende yaşıyoruz, buradakiler ise bambaşka bir gezegende.
Bizim gezegende yazılıp çizilene bakılacak olursa, Türkiye ABD'nin kuklası durumunda ve Washington'dan gelen emirlere göre hareket ediyor. Yakında da sınır boyunda bir silahlı çatışma işten bile değil.
Buradan baktığınız zaman, Suriye sorununun çözümü konusunda artık kimse silahlı bir müdahaleden söz edemiyor. Sorunun silahla çözülmesi, daha doğrusu Esad'ın bir dış müdahale ile devrilmesi dönemi çoktan kapandı.
Sadece bizde değil, her yerde, özellikle de Birleşmiş Milletler’de İran’dan söz ediliyor. Eskiden bu tartışmalarda pek Türkiye olmazdı, bu defa Ankara her hesabın içinden çıkıyor. Bölgede artık rüzgarlar yön değiştiriyor. Bir süre öncesine kadar, Türkiye ile İran kucaklaşırdı. Suriye'deki gelişmeler gerginleştikçe yollar ayrılmaya başladı.
Aynı durum, bizim için de geçerli değil mi? Türk toplumu İran konusunda şaşkın bir hava içinde. Bu ülke kardeşimiz mi, hasmımız mı, bir türlü karar veremiyoruz. Geçmişten bugüne baktığımız zaman, Tahran'ı yönetenlerle hiçbir zaman iç içe olamadığımızı görebiliriz. Kimi zaman kucaklaşır, kimi zaman tersleşirdik.
1979'a kadar (Şah döneminde) İran, zoraki müttefiğimizdi. Zoraki dahi olsa, Türk ve İran liderleri kolkola dolaşır, askeri ittifaklar oluşturur, Washington'un bölgedeki jandarmalığını yaparlardı.
Humeyni'nin iktidara el koymasıyla birlikte, 1980'lerde Ankara farklı bir havaya girdi. Tahran, İslam Devrimi ihraç eden tehlikeli bir ülke olarak görülürdü. İranlı liderler resmi ziyarette bulunduklarında, Anıtkabir'i ziyaret etmek istemezler, Türk liderler de Humeyni'nin mezarına gitmezlerdi. Buna rağmen, Türkiye İran'ın batıya açılan kapısı, İran da Türk ihracatının bölgeye açılan kapısıydı.
Bizler kendi sorunlarımızla doluyuz. Bundan dolayı da etrafımızda ne olup bittiğini tam anlamıyla izleyemiyoruz. Birkaç günlüğüne New York’a geldim ve ilk işim Birleşmiş Milletler’in nabzını tutmak oldu. Bu nedenle, iç politika dedikodusu yapmak yerine, sizlerle korku verici bir haberi paylaşmak istiyorum.
Washington'u en çok rahatsız eden gelişme, İsrail’in önümüzdeki aylarda İran'ın nükleer merkezini bombalamaya hazırlanması. Obama yönetimi, Kasım ayındaki başkanlık seçimleri öncesinde böyle bir olasılıkla karşı karşıya kalmaktan son derece ürküyor.
"İsrail'in ne pahasına olursa olsun, İran'ın nükleer silah sahibi olmasına izin vermeyeceğini biliyoruz. Onları durdurmak son derece güç." diyen bir Beyaz Saray yetkilisi, gün sayılmaya başlandığını da şöyle anlattı:
"...İran nükleer üretim ünitesinin üstünü kapatıyor ve bombalamaya karşı güçlendiriyor. İsrail, bu inşaatın yılbaşına kadar biteceğine ve ondan sonra silahlı bir müdahalenin imkansızlaşacağına inanıyor. Bundan dolayı da hazırlık içindeler..."
Siz bu satırları okuduğunuz sırada ben New York'ta olacağım. Hareketimden önce de, bu akşam 00.30'da Kanal D'de izleyeceğiniz 32.Gün programını çektim ve öğretmenler açısından son derece acı bazı gerçekleri öğrendim.
Atanmayan veya Atanamayan öğretmenlerden söz ediyorum.
Milli Eğitim Bakanlığı bir ilk yaptı. Haklarını arayan öğretmenlerin temsilcileriyle, Bakanlığın üst düzey yetkililerinin bir programda buluşmalarını ve açık açık sorularını yanıtlamalarını kabul etti. Kolay bir iş değil. Hele bürokratlar bu tip karşılaşmayı hiç sevmezler. Salih Çelik (Müsteşar yardımcısı), Ömer Balıbey (Öğretmen Yetiştirme Müdürü) ve Hamza Aydoğdu (İnsan Kaynakları Gen.Md vekili), hiddetli -hatta ağzından alev fışkıran- gençlerin karşısına oturdular ve acı gerçekleri anlattılar.
En sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim:
Emin olun üstümüze yok.
Müthiş bir toplumuz.
Ben başka hiçbir ülkede, hemen her konuda kesin fikri olan ve ne kadar abuk sabuk da olsa, söylediklerinin doğruluğuna inanan başka bir toplum yapısı görmedim. Genelde insanlar gerçek uzmanlara inanırlar, her kafadan çıkan sese değil, işi bilenleri dinlerler ve en sonunda kararlarını verirler.
Biz de ise tam tersidir.
Türkiye, Suriye ile karşılaştırıldığı taktirde, hem daha büyük, hem de daha güçlü bir ülkedir. Özellikle konvansiyonel bir savaşta TSK ile Suriye ordusu karşılaştırılamaz dahi...
Ancak, hepimizi yanıltabilecek bu karşılaştırmaları bırakalım ve yine hepimizi büyük hayal kırıklığına uğratabilecek tehlikeli bir olasılıktan söz edelim.
Kamuoyunda, uzmanlar arasında şöyle bir senaryo tartışılıyor: “... Suriye’den gelen mültecilerin sayısı artıyor... Sınırdaki bombalamalar durmuyor... Büyük bir savaş çıkmaması için, TSK sınır boyunca bir tampon oluşturur ve sorunları çözer...”
Ciddi bir şekilde tartışıyor ve böyle bir senaryonun kolaylıkla gerçekleşebileceğine de inanıyoruz.
Oysa, büyük bir yanılgı içindeyiz...
Kabul. TSK, tampon bölge oluşturacak şekilde, Suriye topraklarına girebilir, Tank, top, tüfek ile sınırı geçer ve tampon bölgeyi kurabilir. 900 kilometre boyunca, bu toprakları kontrol altına almanız çok zor olmasına rağmen, yine de başarabilir. Ancak yine de yetmez.
Eğer oluşturduğunuz bölgeyi havadan da kontrol altına alamazsanız, yani Suriye hava kuvvetlerinin tampon bölge üzerinde uçmasını, yerdeki Türk kuvvetlerini vurmasını istemiyorsanız, Türk hava kuvvetlerinin sürekli şekilde devriye gezmesi gerekir.
İşte sorun da buradan kaynaklanıyor.
Suriye ile giderek sıcak sulara doğru gidiyoruz. En sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: “Bu durumda bir Türkiye-Suriye savaşı çıkmaz. Özellikle Türkiye savaş istemiyor...”
Ancaak, bu işler hiç belli olmaz. Rakı nasıl bardakta durduğu gibi durmazsa, bu tip sürtüşmeler hiç beklenmedik sonuçlar getirebilir.
Siz Esad’a gözdağı vermek veya korkutmak istersiniz. Örneğin, yanlışlıkla, düşen bir bombaya yanıt verir veya silah taşıdığı gerekçesiyle bir uçağı indirirsiniz ve bu tırmanmada karşıdan öylesine ters bir yanıt gelebilir ki, ister istemez daha büyük tepki göstermek zorunda kalırsınız. Bir tepki sizden, diğer tepki karşı taraftan derken, kontrol bir anda elinizden kaçıverir, bir de bakarsınız savaşın içine düşmüşsünüz.
Murat Yetkin de (Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni) dikkat çekti. Birkaç hafta öycesine kadar, uluslararası kamuoyunda “Gaddar Esad’ın halkını vurduğu ve durdurulması gerektiği” konuşuluyordu. Oysa dünya medyasına bakın şu sıralarda konu Türkiye-Suriye çatışmasına dönüştü.
ESAD’I DEVİRME İHALESİNİ KUCAĞINIZDA BULUVERİRSİNİZ
Suriye’deki iç savaş Türkiye’nin hayati çıkarlarını tehdit etmiyor. Yani Suriye halkını Esad’dan kurtarmak bizim görevimiz değil ve olmamalı. Sahip çıkalım, destek olalım, ancak belirli bir sınırda kalmalıyız.
Suriye’deki iç çatışma ve bölgedeki büyük pazarlık, bizim dışımızdaki bir hesaplaşmaya dayanıyor. ABD-İsrail ile İran kavgası, Katar ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği Sünni cephenin Irak ve İran ile itişmesi arasında biz sıkışıyoruz.
Onların işini biz mi yapacağız?