Eğer Açlık Grev'lerinin bitmesinden dolayı rahat bir nefes aldıksa, bu sonuçta BDP'nin önemli rolü olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Hiç değilse, partinin bir kesiminin yapıcı tutumu sayesinde kapılar daha bir kolay açıldı.
Ancak , toplu olarak BDP' ye gerçekten haksızlık ediyoruz.
Hepimiz yükleniyoruz.
Başbakan yerden yere vuruyor. Bir kesim medya, sürekli hücum ediyor. Yargı, elinden geleni ardına bırakmıyor.
Hasan Cemal Kuzey Irak'a gitti de, biraz olsun etrafımızdakilerin neler düşündüklerini, Kürt Sorunun'da nereye doğru gidildiğini öğrenebildik. Milliyet'teki yazıları, özellikle dünkü son değerlendirmesi çok önemliydi.
Hasan'ın bize yansıttıklarından ben iki sonuç çıkardım.
Biri, bölgedeki karmakarışılıklık. Ne zaman nasıl bir gelişmeyle karşı karşıya kalacağımız belli değil. Tabii durum böyle olunca, kafalar da karışıyor. Barzani' nin söylediği gibi, belirsizlikler içinde yürüyoruz.
Diğeri de, böylesine kaygan bir zeminde, tüm gözlerin Türkiye'ye dönmüş olması.Cemal bunu çok doğru tespit etmiş.Türkiye, bölgedeki Kürt Sorunu'nun kilit ülkesi, bu kilidi açacak anahtar olarak da Erdoğan görülüyor. Ancak ne yazık ki bizde, 2014'deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar, kimse ne kilidi ne de anahtarı düşünüyor.
Paparazzi Cem Talu tarafından çekilen bu resimler hiçbir şey değil. Daha neler neler var. Can Dündar'ın kitabı için röportaja geldi ve olan oldu. Neler konuşuldu ve Cem Talu bizi öyle yakaladı ki, yarınki HÜRRİYET PAZAR'da hepsini afişe edecekmiş. Yalvar yakar olduk, para etmedi. Bakalım başımıza daha neler gelecek...
HEYECAN İÇİNDEYİM... BEN NE YAPACAĞIM ŞİMDİ?
Nasıl karışık hisler içindeyim bilemezsiniz.
Hayatımda ilk defa hakkımda bir kitap yazıldı. Bugün, bütün kitapçılara dağıtıldı. Dün akşam bana yollandı ve ben de bu kitabı bu sabah okumaya başlayacağım. Sizlerden hiç farkım yok.
İçinden ne çıkacağını, nasıl bir M.Ali Birand ile karşılaşacağımı da bilmiyorum.
Yaklaşık 1.5 yıl oldu. Can Dündar, bu fikrini ilk defa ortaya attığında çok heyecanlandım.
Hasta dönemimdi. Belki de aklımın köşesinde "Daha ne kadar yaşarım bilemem, acaba herşeyi anlatayım mı?" fikri vardı. Köşe yazıları, belgesellerle göçüp gitmek istemiyordum herhalde.
Bir de Can'a güvenim büyüktü. Kalemine aşıktım.
48 yıldır bu işi yapıyorum, meğer hala öğrenememişim.
Gazetecilik nedir, nasıl yapılır, haber nasıl yazılır, bilemiyor muşum.
Bu ülkede herkes gazeteci kesildi. Her önünüze çıkan size bir ders veriyor. Daha doğrusu, gazeteciliğin "nasıl bizim yaptığımız gibi yapılmaması gerektiğini" anlatıyor.
Bıkkınlık geldi artık.
Yine kısır bir döngüye girdik. Sanki 1990'lardaymışız gibi, hemen hergün Pkk terörü ile kalkıyor, Pkk terörü ile yatıyoruz. Yine sabahları gazeteleri açınca karşımıza şehit haberleri veya cenazeler, ağlayan annelerin resimleri çıkıyor. Akşamları TV Haberlerinde sadece çatışma görüntüleri, Ölüm Oruçları, gösterilerle karşılaşıyoruz.
Gündemimiz yine Pkk ve Kürt sorunuyla doldu.
Kandil, Pkk ve BDP 'yi istediği gibi ve etkin biçimde kullanıyor. Bölgedeki gerilimin Türkiye 'ye de yansıması için elinden geleni yapıyor. Stratejik yönden önemli bir başarıları olmasa dahi, toplumun tüm dikkatini üstlerine çekmeyi başarıyorlar. Aylardan beri sürekli şekilde aynı konuyu tartışıyoruz.
Öcalan deseniz, acaba hükümete mi kızgın,Pkk' ya mı, yoksa her ikisine de mi kızgın belli değil.
Ankara da artık tüm köprüleri attı. Giderek sertleşiyor. Baksanıza, ölüm oruçları konusunda dahi hiç esnek davranmıyor. Tam aksine, meydan okuyor. Başbakan "Show yapıyorlar " derken, gidişi durdurmak için geri adım atmayacağını, hatta Öcalan'ı avukatlarıyla görüştürmeyeceğini ısrarla tekrarlıyor.
Karmakarışık ve Başdöndürücü bir mücadele yaşanıyor.
Gelinilen noktaya baktığımızda, 30 yıldır çok uğraşılmasına rağmen, bir Türk-Kürt çatışması çıkarılamamasının büyük bir başarı olduğunu söyleyebilirim. İki tarafın birbirini kırmasını isteyenlerin sayısı çok, fakat bir türlü birbirimizi kesmemizi sağlayamadılar !
Gelişmelerin en olumlu yanı bu...
Başından beri Başbakan'ın İdam'ın geri getirilmesini samimi şekilde istediğine inanmamıştım, hala da inanmıyorum ve son gelişmeler de beni doğruluyor.
Nereden çıkardığımı sorarsanız, bazı ipuçlarını bir araya getirdikten sonra bu sonuca vardım. Bir nevi falcılık dahi diyebilirsiniz.Erdoğan'ın kafasının içindekileri belki birkaç kişi biliyordur. Onlardan biri ben değilim. Medya'nın büyük çoğunluğu gibi, tahminlerle hareket ediyorum. Bakın okuyun, bana hak verecek misiniz?
Hemen nedenlerine bakalım :
- En önemli işaret dünkü gurup toplantısı olacaktı. Başbakan'ın çıkıp aklındakileri söylemesi durumunda da, parti hemen kolları sıvayıp işe girişebilirdi. Olmadı. Erdoğan sözünü dahi etmedi. Oysa, önem verdiği ve yasalaşmasını istediği konuları mutlaka grubuna anlatırdı.
- Partisiyle gurupta olmasa dahi, en yakın danışmanları veya kurullarıyla da bu konuda şimdiye kadar hiçbir şey paylaşmadı.Biliyorum, zira parti içindeki bazı önemli isimlerle görüştüm, onlarında benden daha fazla bilgi sahibi olmadıklarını gördüm. Onlar da Başbakan ile konuşup işin netleşmesini bekliyorlardı.
Başbakan, bir süredir idam cezasını, özellikle terör suçlarıyla ilgili olarak geri getirmekten söz ediyor. Alışığızdır, Başbakan ortaya bir görüş attı mı, Ak Parti hemen kolları sıvar ve patronun istediğini yerine getirir.
Türkiye'nin idam cezasından kurtulması hiç kolay olmamıştı. Büyük kavgalar sonunda uygar ülkeler arasına girebilmiş, insanlık dışı bir uygulamadan kendimizi kurtarabilmiştik.
Şimdi saati geriye çevirmek çok daha zor ve yıpratıcı olacak. Boş yere zaman ve enerji kaybedeceğiz. Eskiye döneceğiz!
Peki, Başbakan neden idam konusunu ortaya atıyor?
Bugün 10 Kasım 2012.
Atatürk'ün ölümünün üzerinden 74 yıl geçti.
Sabah 09.05'te ayakta idiyseniz veya arabanızda bir yere gidiyor idiyseniz, sirenleri duyunca büyük olasılıkla diğerleri gibi durup saygı duruşuna geçmişsinizidir. Kiminiz içtenlikle, kiminiz tepki almamak için durmuştur.
Dünyanın hiçbir lideri, ölümünden 74 yıl sonra böylesine yaygın şekilde anılmıyordur. Ancak işin garip yönü, hepimizin ayrı bir Atatürk'ü var. Hala ortak bir Atatürk kavramı üzerinde anlaşamadık.