Kanat Atkaya

D-Smart'tan izlersiniz Manchester'ı

17 Kasım 2012
BÖYLE maçlar için bir klişe vardır: ‘Akılları ‘x’ maçında’ şeklinde, malumunuz.

Galatasaray da arkasına sığınacak bahane ararken elbette bu klişeye yüklenecek. Ancak şampiyonluk hedefiyle yola çıkan takımlar iç saha maçlarını kazanamazsa, puanları döke saça ilerlerse bedel çok ağır oluyor. Örnek vermek gerekirse, ‘Aklımız Manchester United maçındayken Karabük’ü yenemedik’ derseniz, gelecek sezon Manchester United’ın Şampiyonlar Ligi karşılaşmalarını ancak D-Smart’tan seyredersiniz!

Dramatik hatalar

Hızlı, dirençli ve kararlı Karabük ekibinin hakkını vermek gerekiyor öncelikle...
Galatasaray’ı skoru daha da geliştirebilecekleri bir oyunla yendiler. Ahmet, İlhan ve elbette Lua Lua başta olmak üzere bütün takım hem yüreğini hem de ciğerini koydu sahaya...
İyi yardımlaştılar, çok koştular, ikili mücadelelerde kararlı bir tavır sergilediler ve hak ederek maç kazandılar.
Peki bu süreçte G.Saray ne yaptı?
Kof bir babalanmayla oynadı, çok sayıda ve hepsi birbirinden dramatik hatalar yaptı ve neticede rakibine kendi sahasında boyun eğdi.

Yazının Devamını Oku

Radyo günleri, radyo yıldızları

17 Kasım 2012
NTV Tarih son sayısında ‘Kameradan önce mikrofon vardı’ başlığıyla bir dosya hazırladı. Durduk yere değil tabii. Malumunuz, Harbiye Radyo Evi’ne göz konuldu.

Zeki Müren ve (‘saz arkadaşları’ demek hafif kalabilir, ‘saz üstadları’ diyelim) Yorgo Bacanos, Hakkı Derman, Hilmi Rit, Şükrü Tunar ‘şarkı geçiyorlar’ mesela...
Radyo Müdürü Mesud Cemil’in canlı yayın konuğu Behçet Kemal Çağlar...
Radyo Tiyatrosu ekibi toplu halde kayıtta...
İsmail Dümbüllü bir ramazan özel yayınında Hüseyin Erşahin’le...
Bu fotoğrafların hepsi Harbiye’deki İstanbul Radyoevi’nden.
Televizyon krallığını ilan etmeden önce yıldızların parladığı ve söndüğü, toplumun şekillendirildiği, darbelerin anons edildiği binadan.
Bina üç ünlü ismin ortak projesi. Doğan Erginbaş ve İlhan Utkular (Çanakkale Şehitleri Anıtı da onların projesidir) ile Ömer Güney’in 1945’te başladıkları ve 19 Kasım 1949’da açılan İstanbul Radyoevi’nin fotoğraflarına bakarken bir süre önce Sahaf Festivali’nden aldığım dergileri hatırladım.

Yazının Devamını Oku

Palau, sana ne oluyor kardeşim?

15 Kasım 2012
BİRLEŞMİŞ Milletler Genel Kurulu, önceki gün ABD’yi 21’inci kez kınadı.

1992’den beri tekrarlanan bir haber bu aslında.

“BM, ‘koca’ ABD’yi nasıl kınar yahu?” diyebilirsiniz.

Cevap vereyim, neredeyse oybirliğiyle kınar.

*

Yazının Devamını Oku

Dönişeyruk, dönişeyruk

13 Kasım 2012
REKLAM kuşaklarında dönüp dönen “fena ötesi” inşaat şirketi reklamına selam olsun! Folklorik Karadenizli kıyafetiyle asfaltı kazan ve tuğla yerleştirerek yaklaşan rant rüzgârından cebine pay düşürmeye çalışan vatandaş sırıtarak “Dönişeyruk
Fadimem dönüşeyruk!”
diyor ya...

İşte size çok yakın tarihten günümüze bir dönüşüm hikâyesi.

*

Mart 2010.

Abdi İpekçi Spor Salonu’nda “Roman Buluşması”nda Başbakan Erdoğan sahnede.

Renkli performanslarından birini sunuyor Başbakan; konuşmasında Çingeneler Zamanı filminden Yunus Emre’ye, Sezen Aksu’dan Mevlana’ya selam üstüne
selam çakarken şunları söylüyor:

Ben, Kasımpaşa Kulaksız’da, siz değerli kardeşlerimin içinde doğdum. Orada biz beraber büyüdük.

...İşte onun için ben de sizin gibi söylüyorum, samimiyetle söylüyorum, bütün kalbimle söylüyorum, gönül diliyle söylüyorum; ‘kırmızıyı severler’, biliyorum, ‘pembeyi severler, birbirini överler, Romanlar böyledirler, çalgısız yaşayamaz ölürler. İlle de Roman olsun, ister taştan, çamurdan olsun, o da Allah kuludur, her kim olursa olsun’.”

*

Çok formunda ve devam ediyor Başbakan. 14 Mart 2010 tarihli Hürriyet haberinden aktarıyorum:

Başbakan Erdoğan, Çingeneler Zamanı filminde geçen, ‘Kendime yalan söylemeye başladığım andan itibaren, artık kimseye inanmaz oldum’ cümlesine atıfta bulunarak, şöyle devam etti:

‘Fakat biz, birbirimize inanıyoruz. Biz, birbirimize güveniyoruz. Biz birbirimize gönül kapılarımızı açtık ve kendimize de karşımızdakine de samimiyet diliyle, gönül diliyle konuşuyoruz. Bizim ülkemiz, bizim topraklarımız, bizim medeniyetimiz, kaynağını ve ilhamını sevgiden alır. Hoşgörüden alır, bu topraklarda hoş görülmeyen yegâne şey, hoşgörüsüzlüktür.’”

*

Bir yere varacak sanki bu konuşma... Merak etmeyin “müjdeli habere” bağlanıyor:

Başbakan Erdoğan, Roman vatandaşlara yönelik yaptığı konuşmada, ülkenin çeşitli illerinde TOKİ tarafından Roman vatandaşlar için üretilen konutları da tanıttı.

Roman vatandaşların mevcut oturdukları yerlerde oturmaya layık olmadıklarını dile getiren Erdoğan, hazırlanan projelerin ‘bir zemin iki kat ve zemin 1 kat’ olarak hazırlandığını belirtti.

Konutların yanında okul, sosyal donatı alanı ve alışveriş yerlerinin de olacağını belirten Erdoğan, ‘Bunları Roman vatandaşlarımıza peşinatsız ayda 100-120 TL taksitle 20 yıl vadeyle vereceğiz. Derdimiz şu, ‘yaratılanı yaratandan ötürü seviyoruz’. Halkın önündeki engelleri kaldıracağız. ‘Ben de insanım, insanca yaşamak hakkımdır’ diyene hakkını iade edeceğiz. Bu bir lütuf değil, sadece AK Parti iktidarı olarak hakkını kendisine vermektir” diye konuştu.”

Helal, bravo ve hatta İşler Güçler dizisi makamından söyleyecek olursak: “Ne gada da kapsayıcı, bi o gada güsel...”

*

Dünkü Radikal’de Elif İnce imzasıyla yayınlanan “Sulukule evleri duble borca battı” başlıklı habere dönüyoruz bu noktada kıymetli seyirciler.

Evet Elif, söz sende...

Sulukule’de yeni yapılan evlerden hak sahibi olmayı başarabilen 50 aile şimdi de borçlarının ikiye katlanacağı haberiyle sarsıldı. Beş yıl önce evleri yıkıldı, tapularını ‘eski mahallede yepyeni bir ev’ beklentisiyle TOKİ’ye devrettiler. Sonra ön sözleşmeler imzalandı: Herkese istediği dairenin metrekaresi soruldu, bu evlerin yaklaşık bedeli metrekare başına 1250 liradan hesaplanarak sözleşmeye yazıldı.

Evi yıkılan 900 hissedardan yeni projeye talip olanların sayısı 50 aileyi geçmiyordu. Projeye dışarıdan giren birçok ünlü isim basında geniş yer buldu. Sonunda Sulukuleli hak sahiplerine istedikleri büyüklükte ev verilmeyeceği ortaya çıktı.

Hak sahipleri, şimdi de metrekare fiyatının 1250’den 2500 liraya çıktığını öğrendiklerini söylüyor. TOKİ ve Fatih Belediyesi’nden hâlâ net bir cevap alamadıklarını belirten hak sahipleri, yönlendirildikleri bankadan borçlarını teyit ettirdiklerini anlatıyor.”

*

Ve son sözü yine Elif İnce’nin haberine bakarak İsmail Gani’ye bırakalım:

“Tek geliri 875 liralık emekli maaşı olan 68 yaşındaki İsmail Gani, yıkılan üç katlı evlerinde oğlu ve kiracılarıyla yaşarken ‘Ne kira ödüyorduk, ne de tek kuruş borcumuz vardı’ dedi. Gani’nin kurada çıkan 3 daire için borcu bu koşullarda 200 bin liradan 400 bin liraya yükselecek. Bu da ayda 2 bin liranın üzerinde taksit ödemesi demek...”

100-120 TL nire, 2 bin TL nire?

He ya, “dönişeyruk, dönişeyruk”; tabii uşağum, tabii da!
Yazının Devamını Oku

İştahsız ve sıkıcı

12 Kasım 2012
GALATASARAY, dünya askerlik tarihine geçecek türden bir savunma planıyla (bakınız Kanije, bakınız Haliç’e zincir çekme vb.) sahaya çıkan bir rakibe karşı ilk yarı boyunca çok zorlandı.

Bu savunmayı aşmak için gerekli hamleleri yapamayacak kadar yorgun gözüken sarı kırmızılılar, ilk yarıda -atıyorum- 300 pas yaptıysa, bunların 250 tanesi stoperler arasındaydı herhalde...
Bulduğu iki pozisyonda da direklere takılan Galatasaray’ın aradığı gol için 47 dakika ve bir duran top gerekti.
Zaten duran top dışında bir gol çıksaydı şaşardım.
Kornerden gelen ve ceza yayı üzerine seken topa Emre’nin vuruşu ve kaleciden dönen bu topu yılın gol makinesi Umut’un takip etmesi çok şıktı açıkçası.

Sıkılarak izledik

Golden sonra biraz açıldı Mersin ekibi fakat Galatasaray bu süreçte skoru geliştiremedi.
Hamit ve Umut dışında pek de iştahlı bir gün yaşamayan lider, bir kornerde, “Yine mi duran top!” dedirtecek şekilde golü kalesinde gördü.

Yazının Devamını Oku

Taksim çatlar çatlatır

11 Kasım 2012
TAKSİM’i yayalaştırma projesi malumunuz, Taksim’i yayalaştırmama şeklinde başladı.

Sunta panolarla -benzetmek gibi olmasın- Berlin Duvarı çağrışımlı bir labirent oluşturuldu çalışmaların hemen başında.
Maksat trafiği rahatlatmak olarak gösterilse de var olandan fazla şerit eklenemeyecek bir şekilde, altgeçitle yeraltına indiriliyor yol anlayabildiğimiz kadarıyla.
Oluşacak meydanı tavaf edecek, oluşacağı iddia edilen geniş boşluktan istifade, çılgınca koşturacak halkın Taksim’den ayrılmak istediğinde yeraltına inmesi ve bir şekilde yolunu bulması öngörülüyor.
Topçu Kışlası için tasarlanan ağaç katliamı ve yerine oluşturulacak buz pateni pistiyle ilgili düşüncelerimi ve fantezilerimi kendime saklamam daha doğru olacaktır
Anlattıklarımdan bir şey anlamamış olabilirsiniz çünkü ben de anlamadım!

İlhan Berk, “Pera” adlı güzeller güzeli kitabında -1923 model- Taksim Meydanı’ndan şöyle bahseder:

Yazının Devamını Oku

72 yıllık bir maç yazısı

10 Kasım 2012
1940’ta oynanmış bir Fenerbahçe-Galatasaray maçının haberi nasıl mı yazılırdı? Buyrunuz, buradan okuyunuz

Geçen hafta, yapılacak spor temalı mezatı duyurmuştum. “Gittim, aldım, geldim” netice itibariyle!
Neler aldığımı sayıp dökmeyeceğim fakat sizin de okumanız gereken bir parça var elimde.
Eskiden maç yazıları nasıl kaleme alınırmış bakın...
Kırmızı-Beyaz, 1937-1948 arasında toplam 500 sayı yayınlanmış bir haftalık spor gazetesi.
Telât Midhat Hemşeri, Cihad Baban ve Burhan Felek tarafından yayınlanan Kırmızı-Beyaz, ağırlık noktası futbol olmakla birlikte sayfalarını kış sporlarından güreşe, bokstan atletizme, bisikletten spor tarihine kadar çeşitli alanlarda yazılara açıyor.
‘Bitaraf (tarafsız) Spor Gazetesi’ ilkesiyle yola çıkan Kırmızı-Beyaz’ın 8 İkincikânun 1940 pazartesi günü yani 8 Ocak 1940’ta yayınlanan nüshasının kapağında Erzincan’daki deprem felaketinde zarar gören vatandaşlar yararına düzenlenen turnuvanın haberi yer alıyor.
“İstanbul takımları, zelzele felâketzedeleri menfaatine karşılaştılar. Galatasaray Fenerbahçe’yi kazandı: 2-0” başlığıyla duyurulan haberi aynen aktaracağım.

Yazının Devamını Oku

Bedevinin mektubu

8 Kasım 2012
SAYIN yazar,

Salı itişmeleriniz sırasında ismimin zikredilmesi üzerine zorunlu olarak bu açıklamayı yapmak ihtiyacı hissettim.

Kamuoyunuza sesimi duyurmanız dileğiyle...

* * *

Dostlarım, bahtsızlıklarla yazılmış bir tarihim olduğunu yadsıyacak değilim.

Mısır’dan Ürdün’e Libya’dan Suudi Arabistan’a İsrail’den Kuveyt’e gittiğimiz her yerde kurcalandık asırlar boyu.

Keyfimizden göçebe yaşadığımızı söyleyenleri bir kutup ayısı eşliğinde kafese tıkıp durumumuzu bir daha gözden geçirmeye davet etmek isterim!

Tarih boyunca kavur kavur kavrulan çöllerde İngilizlerle karşılaşmışlığımız vardır; canımıza okudular.

Fransızlarla karşılaşmışlığımız vardır; soyumuza kastettiler.

Yazının Devamını Oku