Gazete, bir demeç yayınlıyor ve “Sizce bu sözler kime aittir? Cevabı 16’ncı sayfamızda...” diyerek okuru içeri davet ediyordu.
Demeç şöyleydi:
“İşçilerimiz haklarını alabilmek için tarihte büyük mücadeleler vermiştir. Bu günün, işçilerimize hayırlı olmasını dilerim.”Test usulü bu soru için verilen şıklar ise şöyleydi:
a-Karl Marx
b-V.I. Lenin
c-Tommy Hilfiger
d-Tansu Çiller
Yanlış anlaşılmasın, Sayın Kuzu’nun yazdığını ben kısaltmıyorum; kendisi “Ha ..s..” yazmış zaten.
Peki ne demek oluyor “Ha ..s..” sayın okur?
Efendim?
Ne dediniz?
Avvv, çok ayıp!
Aklınız hep kötüye çalışıyor sizin de yahu!
Burhan Kuzu, “Ha ..s..”nin yanlış anlaşıldığını görünce açıklamasını yapmış zaten. Aynen aktarıyorum:
Küskünler, çok beklemiş ve beklemekten yorulmuş olanlar, ‘Bitse de gitsek’çiler derken gelinen durum bundan ibaret. ‘Evinin aslanı’ kimliğini benimsemenin açıklamasını artık psikoloji bilimi yapsın; deplasmandaki yokluk hallerine tahlil/analiz üretmek benim boyumu aşar.
Zorlu, gergin, polemik fırınına odun taşıyan derbinin ertesi haftasında Şampiyonlar Ligi bileti için Beşiktaş bir kez daha “Sen buyur” demişken, fırsat ayağının dibine kadar yuvarlanmışken bu dağınıklığı açıklamayı da ben yapacak değilim! Derli toplu, basit, sade, güzel, gerektiği gibi oynayan Sivasspor’a karşı Galatasaray’ın gerekli direnci gösteremeyişini açıklamak için istatistiklere yaslanalım: İlk 45 dakikada yaptığı faul sayısı “1” (yazıyla bir) idi.
Dizilişlerin vesaire ötesine geçerek ‘panik atak’ taktiğiyle oynamanın bedeli bundan öte olamazdı, olamadı da zaten. Yekta’nın bireysel isyanı dışında söyleyecek söz üretemedi Galatasaray. Taraftarın artık “Yine yakmış Mancini mektubun ucunu” gözüyle seyrettiği değişiklikler saha içini de, maçı evden seyredenleri de etkilemedi.
Kalan haftalarda milyonlarca Euro değerinde bir savaş verdiğinin farkına varabilecek mi, varamayacak mı sarı kırmızılılar? Bu sorunun cevabını belli ki sıkılarak, esneyerek, canımızdan bezerek, futbola oyununa sevgimizi korumaya çalışarak filan bekleyeceğiz. Buna da heyecan verici diyen çıkar mı, çıkar...
Fakat gerçek vaziyet şöyle:
“Türkiye Yazarlar Sendikası, edebiyat tarihimizin Kaşıkçı elmasları konumundaki yüzlerce parçayı korumak, kollamak, araştırmacılarla paylaşmak, kıvançla sergilemek için kurduğu Edebiyat Müzesi ve Yayın Belgeliği’nden kovuluyor...”
*
Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri için düzenlenen törende karşılaştığım şair Hakkı Zariç sayesinde haberim oldu durumdan.
Nedir durum, anlatmaya, anlamaya çalışalım...
Dilan Dursun, Ankara’da Ethem Sarısülük’ün öldürüldüğü yerde yapılmak istenen törene katıldı.
Polis sert müdahale etti, üniversite öğrencisi Dilan da kafasına biber gazı kapsülü isabet etmesi neticesinde yaralandı.
Şikâyetçi oldu Dilan, soruşturma başlatıldı.
Savcılık, emniyetten MOBESE kayıtlarını istedi.
Emniyet “uygun gördüğü” kayıtları verirken, Dilan’ın vurulduğu caddeyi kaydeden kameranın sağladığı görüntüleri paylaşmadı.
Buraya kadar yeterince, hatta ziyadesiyle anormal ama haydi memleketin “destansı performans kriterlerine” göre normal diyelim.
Karşı hamle gecikmedi. Savcılık, Ethem Sarısülük’ü anma törenine katılan 35 kişi hakkında dava açtı.
Ortasında heyula gibi dikilmiş, manzaraya tezat oluşturan tesisi görüyoruz.
“Bu ne ya?” demeye kalmadan, “dış ses” itimat telkin eden bir şekilde anlatmaya başlıyor:
“Doğanın ortasında bir tesis...”
İçimden “He abi, onu gördük zaten” derken bu kez bir genç kız giriyor görüntüye.
Altında tavukların gezindiği ağaçtan kopardığı kıpkırmızı bir elmayı huzur içinde sepete atarken dış ses devam ediyor:
“Peki bu tesis buraya kurulurken çevreye etkileri araştırıldı mı?”
*
Bizler abası omzunda, yere çömelmiş kınalı kuzuları izleyen çobana bakarken de konuşmaya devam ediyor:
Yüksek beklentileri karşılayamadığı sezonu tek maçta temize çekmek elbette mümkün değildi.
Ancak ezeli takip karşısında alınacak galibiyet hem sezon sonuna kadar yürüyecek kredi, hem de Şampiyonlar Ligi bileti için gerekli ikincilik için büyük adım olacaktı.
ÜST SIRALARDA...İKİ takımın da “hem topa hem rakibe” sert oynayacağı ilk dakikalarda belli olmuştu. 9’uncu dakikada Wesley Sneijder’ın attığı şık gol, değme Hitchcock filmini aratmayacak maçın futbol güzelliği açısından parladığı nadir, belki de biricik an olarak kayda geçti. “Beş dakikada bir sarı kart” ritminde ilerleyen maç, maalesef yüzyılı devirmiş rekabet tarihinde sayısı hiç de az olmayan “elektrikli maçlar” listesine üst sıralardan girecektir.
KALİTE DÜŞÜKTÜEKSİLEN rakibi karşısında skoru geliştirmek için fırsatlar bulsa da “fazla ısrarcı” bir görüntü çizmeyen Cimbom, kontrolü elinde tutmayı amaçladı ve başardı. Futbol kalitesi düşük, sinir katsayısı yüksek maçta ezeli rakibini yendi, yerini korudu, taraftarının yüzünü güldürdü. Hadisenin özeti bundan ibarettir...
Ve nihayet iki gün önce doktora giderek “yakın gözlüğü” edinmiş biri olarak başlıktaki soruya “Evet” desem başım ağrımaz!
Hem böylece “An itibariyle 1.5 numara gözlük gerektiren bir illettir canımın içleri!” diyerek cevabıma bilimsel bir dayanak da oluşturabilirim.
Ama bu soruya daha iyi cevabı olan birini tanıdım yakın zamanda; siz de tanışırsanız memnun olurum.
*
“Kitap okumak hakkında yazılmış kitaplar” başlıklı bir liste yapmam gerekseydi (niye yapacaksam artık?!) yakın zamana kadar birinci sıraya yerleştireceğim eser belliydi:
Umberto Eco ve Jean-Claude Carrière’nin söyleşisinden derlenen “Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın”.
Ancak, Mikita Brottman’ın “Okuma İlleti: Yalnız Başına Yapılan Ahlaksızlık”ını yeni bitirdim, sayfalarının dumanı tütüyor hâlâ ve listede birinciliği ona vermek zorundayım.