O tehlikeyi de herhalde, “Bu kadar yol geldik bari heyecan olsun” diye kendi kendilerine yarattılar.
Maçın 32’nci dakikasında “gelişmeyen” bir Galatasaray akınında Eskişehirsporlu oyuncu az kalsın kendi kalecisini “avlıyordu”; bu kadar, ilk yarının özeti işte bu kadar!..
ÜZÜCÜ MANZARALAR
DİLLERE destan bir formsuzlukla başladı Galatasaray sezona... Selçuk’un artık trajik bir hal alan oyunu, Burak’ın maraton koştuktan sonra sahaya çıkmış gibi gezinmesi filan hakikaten üzücü manzaralar.
Sadece Selçuk İnan ve Burak Yılmaz değil elbette “yasak savar” havalarda oynayan. Chedjou dışında (Muslera’yı saymıyorum zaten) Galatasaray’da ne yaptığını bilen, sahada ne yapması gerektiği konusunda fikri olan bir futbolcu bile yoktu.
“İkinci yarıda ilk yarıya göre biraz daha hareketliydi sarı kırmızılılar” diyeceğim, komik olacak, ben bile inanmayacağım!
İlk yarıda o kadar kötüydü ki takım, ikinci yarı koşuyor ve oynuyor taklidi yapsalar bile zaten daha iyi gözükürdü.
METiN OKTAY OLMAK
“Ama bir elitistler var. Rakı sofralarında Türkiye’yi kurtarırlar. Bunlardan partiyi temizleyeceğim. Bunu herkes iyi bilsin. Bana çalışan adam lazım, rakı sofralarında konuşan adam değil...”
Bu sözleri sosyal medyada “rakı sofrası” üzerine epeyce klavye dövdürmüş millete anladığım kadarıyla.
CHP uzmanlık alanım değil ama sofra adabı bilen Oğuz Aral’dan Yücel Demirel’e, Süleyman Seba’dan Aytekin Hatipoğlu’na pek çok güzel insanla aynı sofrayı paylaşmışlığım vardır.
Öncelikle şunu belirteyim, parti meseleleri beni zerre kadar ilgilendirmiyor fakat Kılıçdaroğlu bir yerde haklı.
*
Yahya Kemal’in “İşrette keder bahsini açmaz bir rind/ İçmez beşerin zehri katılmış bâde” mısralarını düstur edinmiş biri zaten oturup CHP konuşmaz sofrada.
Bazı gazeteler haberi “Trafik felç oldu” diye verdi.
Bir televizyon kanalının haber merkezinde çalışan kişi sosyal medyada şöyle yazdı:
“Boğaz Köprüsü’nde intihar eden deyyus, bu kadar insanın hakkıyla nereye gideceksin. Trafik felç...”
*
Köprüden bir adam atladı.
“İkinci Yeni” umulduğu kadar tutmayınca, daha önceden kullanıma sokulan Yeni Türkiye’nin “neredeyse” şehir suyu şebekesi aracılığıyla pompalanmasına karar verildi, öyle anlıyoruz.
Türkiye’yi yöneten kadronun destekçileri arasında bulunan aklı başında bazı yazar/çizerleri temkinli yaklaşarak “restorasyon” vurgusu yapmayı tercih ediyor.
Henüz elle tutulur bir “Yeni Türkiye”den bahsetmenin doğru olmayacağını, “kutlu değişimi” her alanda sırtlayacak kadroların yetiştirilmesi gerektiğini işaret edenler de onlar zaten.
*
Tabii bir de “Ne yazıyoruz abi? Yeni Türkiye mi yazıyoruz? Taam abi; bol bol Yeni Türkiye yazıcam, konuşucam abi inşallah”cılar var ve elbette çoğunluktalar.
Ne oynadığı anlaşılamayan, çerçeveyi tutturacak bir şut üretemeyen, tek heyecan kırıntısını Sneijder’ın “kaleye doğru giden” şutuyla yaşatan renksiz bir takım.
‘HOŞ BİR TESADÜF’
KAPTAN Selçuk’a bakıyorum... Nasıl bir futbolcu olduğunu bilmesem, “Alın oyundan bari, çocuk aklı hangi parkta, kumsaldaysa oraya gitsin” diyeceğim. Sadece Selçuk mu ruh gibi gezinen? Muslera’yı, Chedjou’yu, Semih’i bir kenara ayırıp hepsi için aynı yorumu yapabilirdim.
Takımların sezon başlarında kötü sonuçlar almaları alışıldık bir durumdur. Fakat manzara kötü futbolun sezon başıyla sınırlı kalmayacağını işaret ediyor, umarım yanılırım. Zaten skor bakımından, oynadığı futbola bakılırsa mucize kontenjanından bir 3 puan çıkarmayı da başardı. Bursa’nın akın hazırlık aşamasında kaptırdığı topu Bruma’ya verdikten sonra harika bir koşu yapan ve daha da harika bir vuruşla golü yapan Burak gecenin kahramanı olmaya hak kazandı.
Son dakikada Olcan’la gelen gol dengesini kaybetmiş Bursa’ya kesilen ceza bileti oldu. G.Saray’ın ilk yarıdaki oyununu endişe, sıkıntı ve esnemeyle izlemiş biri olarak 2 golle 3 puanın gelmiş olmasını en iyimser ifadeyle “hoş bir tesadüf” olarak görebilirim. Transfer elbette şart fakat çözüm müdür, bekleyip göreceğiz...
28 yaşındaydı.
Temizlik sektörüne köle olarak kaydı yapılmıştı.
Haziran 2013’te “esas işi olmamasına rağmen”, Çapa Tıp Fakültesi’nin kanalizasyon temizliğine yollandı amiri tarafından, zorla...
Üç kişiydiler.
Bu boktan sistemin bok basmış rögarını temizlemek için görevlendirildiler.
Zafer’in eline iğne batmıştı, mikrop kaptı.
*
Kardeşi
İsviçreli bir grup gazeteciye mihmandarlık yapan Ayşe, Suriye’den gelmeye başlayan göç dalgasının kentte yarattığı değişimi anlatıyordu.
Sükûnetle, yaklaşan travmayı işaret ettiği mektup şu cümlelerle bitiyordu:
“...Bu şehirde bir dahaki yaz çok üzüleceğiz gibi geliyor bana.”
Ayşe maalesef haklı çıktı...
*
Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa, Adana derken nihayet İstanbul’da da Suriyeli göçmenlere yönelik nefret saldırıları gerçekleşti.
Aslında pekâlâ kalabilirdim de, neyse...
Stanford Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapan Amerikalı felsefecinin kitabının adı “Erteleme Sanatı”.
Alt başlık biraz daha açıklayıcı: “Oyalanma, Savsaklama ve Kaytarma Rehberi...”
Tembelliği bir sanat olarak görenlerdenim ve bu konuda hiç de fena sayılmam.
Mesela hayatımı değiştiren kitap Karl Marx’ın damadı Paul Lafargue’ın “Tembellik Hakkı”dır.
Bana sorarsanız dünyada bir cennet oluşturmanın tek yolu Lafargue’a kulak vermektir, buna inanırım.
Bütün varlığımla desteklediğim görüşlerinden dolayı, siyasi görüşüm sorulduğunda “Polist ve Lafarkist’im” der geçerim...