Ozzy Osbourne: Heavy metal müziğin efsane ismi, mümtaz şahsiyet, karanlıklar prensi...
Bu da şu anlama geliyor: Uzun saç, manasız bakış, tepeden tırnağa pelerinden tokaya simsiyah giyinmece...
Okulda olmadığım zamanlar zaten yukarıda saydığım modeller gibi gözükmeye çalışan (saç hariç) bir tiptim.
Ergenlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan günleri.
Benim için gençlik heyecanı ve hevesini, kendini ifade etme özgürlüğünün nefesini yansıtan isimler/modeller/tipler bunlardı.
*
İlk konuşmadan, yani “frikik”in tartışıldığı konuşmadan sonra gözler “hükümete, yayın kuruluşuna veya konuşmayı yapanlara çevrildi” diye düşünüyorsanız önce bir avucunuzu yalayın derim!
Türkiye bu konudaki tavrını “Kimin frikiği?” sorusunun peşine takılmak olarak belirledi.
Baktık, öğrendik: Gwyneth Paltrow’un fotoğrafıymış.
Memleket çapında spikerlere “Şöyle kolay söylenebileninden Madonna olaydı, iyiydi” dedirten bu gelişme sonrasında konu gündemden yuvarlanarak çıkıp gitti...
Bir de Kasımpaşasporlu futbolcu Özer Hurmacı’nın Çaykur Rizespor’a bedelsiz transferi temalı ikinci konuşma var.
O da 23 Kasım 2013’te yapılmış.
Onun da üstünde durulmadı pek, gayet haklı olarak.
Kestirmeden cevabı vereyim önce: “Evet, bu ‘işlem’ yapılır ama yapılmasa daha iyi olur...”
*
Konu malum...
IŞİD’in rehin tuttuğu vatandaşlarımız sağ ve salim bir şeklide memlekete döndü. Bu müjdeli final karşısında hepimiz çok sevindik, duygulandık...
Sevinçten ne yapacağını/ne yaptığını bilememek milletçe genetik kodumuza kayıtlıdır.
Hayko, Hayko Bağdat uzaktan fakat yakından tanıdığım bir arkadaş.
Bir kez karşılaştık.
İkimizi de çok sıkan, güncel siyasi temalı bir toplantı sonrasında yazılarını okumaktan dolayı aramızda bir samimiyet olduğunu düşünerek sigara istemiştim.
İstanbul’un havalı otellerinden birinin terasındaydık.
Önümüzden bir ölümsüzlük ırmağı olarak Boğaziçi akıp gidiyordu.
*
Hoş “Eski valileri ne yaparlar? Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar aziz Çatladıkapılılar. Ehe!” veya “Kutu kutu pense, makamımı yese; amirlerim bana bir güz akşamı arkasını dönse... Ühü!” diye “tüvit” yazsa da şoklardan şoklara sürüklenmezdik.
“Köy yanar vali taranır” tarzı orijinal “tüvit” üretimi sayın eski mülki amirin fıtratında var; görev süresinde bunu öğrendik.
*
Hüseyin Avni Mutlu’yu ben de “müsterih” bir vatandaş olarak yolcu etmek isterdim.
Kendi adıma görev süresi boyunca takip ettiğim ve yasalara göre suç kabul edilmemesi gereken gösterilerde, protestolarda, basın açıklamalarında, yürüyüşlerde yuttuğum biber gazını helal edebilirim.
Galatasaray, kadrosu çok iyi para kazanan yıldızlarla dolu olan taraftı.
G.Saray, yaş ortalaması 23 olan Anderlecht’i ‘sadece’ tecrübesiyle bile yenebilecek güçte olan takımdı.
Bu saydıklarımızın hepsi ‘kâğıt üzerinde’ gözüken avantajlardı ancak hepimiz bir şekilde biliyoruz ki; futbol maçları kâğıt üzerinde kazanılmıyor.
* * *
Bu noktada izninizle ‘kâğıdı’ buruşturup atalım ve er meydanında yani sahada beliren gerçeklere bakalım.
19’uncu yüzyılda çözülen imparatorluk için “meşrulaştırıcı tutkal” arayışına giren Abdülhamid, bugün resmi tarih olarak kabul gören, ezber edilen, yüceltilen pek çok değerin mucididir.
*
Selim Deringil’in mükemmel kitabı “İktidarın Sembolleri ve İdeoloji. II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909)” bu süreci ve çabayı harikulade şekilde aktarır.
II. Abdülhamid öncesinde üretilmiş ve Fransızca cafcaflı laflar (Cet Etat subsistera. Dieu le veut/Bu devlet yaşayacaktır. Tanrı onu emrediyor) yazılı madalyonlar filan derken iş “görkemli bir tarih yazımına” ve o tarihi destekleyecek semboller üretimine gelmiştir.
Deringil kitabında “Ertuğrul Gazi Türbesi” ve bu türbe civarında düzenlenen “ihtifal”in, yani anma töreninin hikâyesini de aktarır.
Ya Veliefendi’den geliyorduk ya da Krepen Pasajı’na gidiyorduk.
Bana oyalanmam için aldığı kitabı hatırlamıyorum; Tommiks, Zembla veya Gordon tarzı bir çizgi roman olmalı.
Kendisi için aldığı kitap hâlâ bende. Rabindranath Tagore, “Meyva Zamanı”. İbrahim Hoyi’nin çevirisi, kapak muhteşem Münif Fehim’in eseri.
Artık “Meyve Zamanı” olarak satılıyor.
“Ağaç yaşken eğilir” dedikleri kadar var; o günden sonra sahaflarla aramda kopmayan bir bağ oluştu.
Beyazıt’taki o çarşıda sadece iki sahaf kaldı. Gerisi kırtasiye ve kapaklarında bir kısmını asla çözemediğim harf kümeleriyle sebilhane maşrapası gibi dizilmiş test kitapları satan dükkânlar...