Dün Cumhuriyet’teki sütununda Çiğdem Toker TOMA’nın maliyet hesabını çok net bir şekilde aktarıyordu.
Eski AKP’li vekil İsmail Katmerci, ürettiği TOMA’ları tanesi 332 bin TL’den satmıştı devletimize.
Toker, ihale süreci gizli yürütülen başka TOMA alımlarında rakamın araç başına 250 bin Euro’ya kadar çıktığını da belirtiyordu.
TOMA tutan parmağını yalasın, eyvallah...
*
Vandalizm hiçbir şekilde savunulması mümkün olmayan bir “sosyal arıza...”
Cana, mala, huzura yönelik saldırılara karşı emniyetin tedbir alması, hukukla kendisine tanınan yetkiler çerçevesinde müdahale etmesi de tartışılmayacak şekilde doğru bir hareket tarzı.
12 Eylül’deki referandum için hazırlıkların başladığı günler, 2010’un mart ayının son günlerindeyiz.
Hükümet adına Sadullah Ergin, Cemil Çiçek, Hüseyin Çelik, Ömer Çelik ve Bekir Bozdağ’dan oluşan ekip, 50 yayın kuruluşunun yayın yönetmenine hazırlanan paketi anlatmış.
Gelen itirazlara karşı duracak hükümet yanlısı gazetecilere, televizyonculara “cephane sağlama” toplantısı da diyebiliriz.
Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin “power point” marifetiyle yaptığı sunumda AB üyesi ülkelerde HSYK (ve benzeri kurumlar) için nasıl bir seçim sistemi uygulandığını aktarmış.
*
Atinalı bir sokak köpeğiydi kendileri.
Son 10 yıldır her protesto gösterisinde, her hak arama mücadelesinde, her yürüyüşte ön safın da önüne pati basardı.
Öğrenciler başta olmak üzere haksızlığa isyan edenlerin koruyucusu olarak görüyordu kendisini.
Time dergisinin “En Meşhur 100 Şahsiyet” listesine girmişliği, dünyanın dört bir köşesinde âşıkları vardı; 2010’da ben de bu harika karaktere bir güzelleme yazmıştım.
Adı “Loukanikos”, yemeye bayıldığı sosisten dolayı verilmişti kendisine.
Gaz bombalarını yiğitçe savuşturması, çatışma öncesi polis barikatının önünde dikilip uzun uzun havlaması meşhurdu.
Devletin resmi haber ajansı AA’nın iyimserliği, Polyanna’yı sollayarak bu güzide masal kahramanını ‘Karamsarlıklar Kıralıçası’ konumuna ışınlayacak seviyede; ne mutlu, ah ne mutlu!
Bakınız 25 Eylül’de, bir yıldır IŞİD kontrolünde olan Musul’a militanlara “Bir arkadaşa bakıp çıkacaktık” diye girmiş AA’cılar.
Büyük başarıdır, takdir etmek gerekir.
Peki dört saatlik Musul turunda nasıl bir izlenim edinmişler:
Mesela “nargile ve sigara yasaklanmamış”, oley!
Mesela konuştukları Ahmet Said isimli bir Musullu “2003’ten bu yana en güzel günlerini yaşıyor şehir” demiş.
Mesela “Medyada çıkan haberlere inanmayın. Herkes kendi evinde, IŞİD’ciler Hıristiyanlara bile karışmıyormuş...”Dikkat buyurun, “Hıristiyanlara bile” ifadesini aktarmakta bir beis görmüyor AA!..
1990’ların ortalarından başlayarak 10 yıldan fazla bir süre seri cinayetler başta olmak üzere bu konuyla ilgili ne bulduysam okudum, biraz da yazdım.
O dönemde, Türkiye’de bu konuda ne kadar az yayın olduğunu fark etmiştim.
Polisiye edebiyata ilgi vardı ancak gerçek vakalarla, kriminolojiyle ve suç araştırmalarıyla ilgili Türkiye’ye özgü kitap yok denecek kadar azdı.
1962 yılında Kemal Savcı ve Nafiz Ilıcak’ın hazırladıkları ve toplumu sarsmış vakaları naif bir dille aktardıkları “Meşhur Cinayetler” gibi kitapları hâlâ severim, o ayrı...
Sağ olsun, profesör doktor Sevil Atasoy bu alanda boşluğu kapatmakla kalmadı, yeni çalışmalar için de cesaret verici bir zemin oluşturdu.
*
1980’lerin başları, Derwall’den önceki dönem; futbolumuzun umutsuz ve karanlık ilkel çağları!
Futbola yanlış futbolcular, yanlış hocalar, yanlış zihniyetler ve en beteri korkaklığın hâkim olduğu zamanlar.
Yaşı yeten hatırlar; “şerefli mağlubiyetler”le gurur duyulan, takoz futbolla şansla/mansla kazanılan puanlara “destan” muamelesi yapılan günler.
* * *
DÜN gece Galatasaray’ın Londra’daki hali de aynen böyleydi.
Yaşanan bu hezimet “titiz bir çalışmanın” ürünü kabul edilebilir, edilmeli.
Süreç Sayın Ünal Aysal’ın “Aslolan Galatasaray” sloganından “Aslolan egom” tavrına savrulmasıyla başladı maalesef.
Bir dönem Hürriyet Seyahat ekinde yayınlanan yazılarından hatırlayanlar da çıkabilir.
Reyan, Gezi Parkı günleriyle ilgili bir belgesel film çekti: “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”.İstanbul Film Festivali, Adana Altın Koza gibi memleketin prestijli festivalleri de dahil olmak üzere farklı tarihlerde farklı yerlerde gösterildi.
Sıra geldi Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne; daha doğrusu gelemedi...
Altın Portakal’ın Ulusal Belgesel Film Yarışması’nın 3 kişiden oluşan ön jürisi, seçtiği 15 filmin arasına Reyan Tuvi’nin Gezi filmini de aldı.
Ancak yarışacak filmler listesi açıklandığında “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”in festival yönetimi tarafından “ayıklandığı” görüldü.
*
En azından ben böyle hatırlıyorum diyelim...
Bir derbi maçında Galatasaray adına orta sahadan voleyle kaydettiğim (ne yazık ki kaydı yok!!!) golden sonra “Hoçiç” yanıma gelmiş, kutlayacağını sanırken “Niye pas vermiyorsun be yav?” demesi karşısında şoklar diyarına ışınlanmıştım.
Led Zeppelin’e gitarist (gücenme Jimmy Page, aratmadım seni!) oldum, sayısız şampiyonluk kupası kaldırdım, Ece Ayhan’la tavla oynadım, bir Kızılderili kabilesiyle John Wayne’ı kovaladım...
Güncel veya tarihi öneme sahip siyasi şahsiyetlerle de temaslarım oldu yorganın büyük ihtimal açık kaldığı gecelerde.
Ancak bunları çoğunlukla kâbus kontenjanında değerlendirdiğim için bahsetmeye değmez.
Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevik kuvvet memuru üniformasıyla şarkı söylediği ve arkadaşlarımla bu sürpriz gelişmeden kurtulmak için İstanbul’u enine/boyuna koşarak kat ettiğimiz rüyadan kime ne fayda gelir, di mi ama?
*