Paylaş
İsviçreli bir grup gazeteciye mihmandarlık yapan Ayşe, Suriye’den gelmeye başlayan göç dalgasının kentte yarattığı değişimi anlatıyordu.
Sükûnetle, yaklaşan travmayı işaret ettiği mektup şu cümlelerle bitiyordu:
“...Bu şehirde bir dahaki yaz çok üzüleceğiz gibi geliyor bana.”
Ayşe maalesef haklı çıktı...
*
Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa, Adana derken nihayet İstanbul’da da Suriyeli göçmenlere yönelik nefret saldırıları gerçekleşti.
“Bir zenofobimiz (yabancı korkusu/düşmanlığı) eksikti” diyeceğim ama kendisinden başka kimseye tahammül edememeyi neredeyse resmi ideoloji haline getirmişiz, yani teorik manada bir eksikliğimiz yoktur bu hususta maşallah!
Ankara, Konya, İzmir’de ve şimdi hatırıma gelmeyen başka şehirlerde de tepkiler oldu Suriyeli mültecilere yönelik.
“Kıza laf attılar”, “Çocuk dövdüler”, “Hırsızlık yaptılar”, “Kira ödemediler” gibi provokasyon kokusu da gelen türde kıvılcımlar çakmak öfkeli kitleleri sokağa dökmeye yetti.
Sistemin veya toplumun kanıksanmış kusurları, bir “yabancı” kimliğinde karşısına çıktığında linç bayrağı çekmeyi tercih etti “hassas” gruplar.
Sayıları resmi rakamlara göre 1.5 milyona doğru koşan Suriyeli mülteciler toplumun her kesiminden, gelir/eğitim düzeyine bakılmaksızın “hoş karşılanmamaya” başladı.
*
Evlerinde ölüm “zarf açarken parmağını kesmek” kadar doğal hale gelmişken Türkiye’nin kapılarını Suriyelilere açması doğru olan hareketti.
“Bir yandan savaşa silah sevk edip bir yandan şefkatli komşuyu oynamak” gibi haklı ancak net olarak kanıtlanamamış eleştirileri bir kenara bırakalım şimdilik.
*
Türkiye doğru olanı, yanlış şekilde yaptı.
100 bin kişiyle sınırlı kalacağını düşündüğü göç dalgasının 1.5 milyon kişiye doğru koşması karşısında geride kaldı.
Cuma hutbelerinde “Yapmayın, onlar kardeşiniz”; resmi toplantılarda, kürsülerde, televizyon kanallarında “Sağduyulu olalım” demek toplumda biriken ve –evlerden ırak- ırkçılığa evrilebilecek tepki birikimini kesmeye yetmiyor.
Şimdi önerilen “Türkiye dışında ama Türkiye tarafından desteklenecek kamplara sevk” türü çözümler, sivil toplum kuruluşlarının da dikkat çektiği üzere uluslararası hukukta karşılığı bulunmayan, başka problemleri tetikleyebilecek “akıllar/fikirler...”
*
Geçtiğimiz hafta sonu Beşir Atalay başkanlığında yapılan toplantıdan çıkan “itidal” çağrısının da hükmü olacağını sanmıyorum.
“Ne yapılmalı?” sorusuna verebileceğim “Şu yapılmalı” tarzı mükemmel bir cevabım yok.
Ancak şu ana kadar yapılanların/yapılmayanların külliyen yanlış olduğu gün gibi aşikâr.
Atalay’ın biraz da temenni tonuyla kurduğu “Bu saldırılar mevzii saldırılardır” tarzı cümleler yangını üfleyerek çalışmaktan ötesini işaret etmez.
*
Kendi içinde hızla kutuplaşan, neredeyse elma sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayrılıp kavga edecek hale gelen toplumun bir de şovenizm soslu ırkçılığı kaldırabilecek hali yok.
Herkese akıl, fikir, kolaylık dilerim.
Ayşe’nin dediği gibi “Umarım önümüzdeki yaz daha da üzgün olmayız...”
Paylaş