Bir kısmı elbette öğretici, açıklayıcı, etkileyici sözlerdir. Yılların deneyimini, damıtılmışlığını yansıtır.
Ama bazıları da var ki, mutlak gerçeği yansıtmazlar.
Hangi olumsuzlukların, hangi karmaşık duyguların eseridir; dilimize kimler, hangi amaçla sokmuştur bilinmez.
Dilimize pelesenk olmuş bu atasözü veya deyimlerden bazılarını çıkardım. Sayı artırılabilir.
* * *
“Düşenin dostu olmaz.” koca bir yalandır, yanlıştır. Daha da önemlisi, tehlikelidir.
Yakınlarına, birlikte hareket ettiklerine, bütün bir topluma güvensizliği çağrıştırır.
Nitelikli eleman yetiştirmeyi amaçlıyor.
Dahası, sektör, ihtiyaç duyduğu elemanı, kendi çabasıyla yetiştiriyor.
Okul, sektörün içinde ve gözetiminde.
Hem pratiği, hem teorik olanı birlikte yaşıyor, öğreniyor öğrenciler.
Oluşan meslek lisesi algısını, son derece olumlu bir yöne taşıyor.
Veliler çocuklarını bu okula yerleştirmek için yarışıyorlar ama okula puan üstünlüğüne göre girilebiliyor.
* * *
Bunların dışında, ASO Teknik Koleji’nin dikkat çeken bir uygulaması daha var.
1970-1980 arası oldukça sıkıntılı yıllardı. Anarşi ortamı vardı. Her gün sokaklarda, güpegündüz insanlar öldürülüyordu.
Nuri Pakdil’in bu tutumunun çok faydasını gördük.
Bu tür olaylardan uzak durduk.
En çok kitabı o yıllarda okuduk.
Çoğumuz öğrenciydik. Derslerimize, kendimizi geliştirmeye yoğunlaştık. Konulara, olaylara daha geniş perspektiften bakmayı öğrendik.
Dil kurslarına gidenlerimiz, geleceğe hazırlananlarımız oldu.
Güncel olanlar, geçiciydi.
Öyle sıradan, baş edilebilir, atlatılabilir cinsten bir “bela” da değil bu.
Bir “sendrom”, iç dünyamızın tarumar oluşu.
* * *
Gündüz çalışırken, toplantılarda, arkadaş ortamlarındayken sorun yok. Bugün neler oldu; kim, hangi konuda neler dedi, aklımıza bile gelmiyor.
Ama akşam olup da dinlenme moduna geçtiğimizde, tatil günlerinde, gece geç vakitlerde televizyon bizi esir alıyor. Aklımıza, düşüncelerimize, muhayyilemize nüfuz ediyor. İpin ucunu ele geçiriyor, bizimle oyun oynuyor adeta. Kendimiz olmaktan çıkıyor, televizyonun emrinde, televizyona teslim olmuş bir ruh haliyle, oradan oraya zıplayıp duruyoruz.
Bize komut veriyor adeta.
“Bu programdan hoşlanmadın mı, öteki kanala geç. Hayır hayır, sakın kapatma. Bunu da beğenmediysen, daha birçok program var, onları da dene.”
Ya da sizinle ilgili birisi bir adım atar, hayatınızın seyri değişir; her şey bambaşka bir boyuta dönüşür.
Benimki öyle oldu.
Babam bir adım attı; ilkokul birinci sınıf öğretmenimse sınıftan kaçmaya hazır deli kalbimden tuttu. Bırakmadı.
* * *
Maraş’ın bir dağ köyünde, yaz günü, bir ardıç ağacının altında doğdum.
Yeni başlayanlar, topluma, kalabalığa, değişik insan karakterlerine karışmanın ürkekliğiyle ve anlamaya çalışarak bakacaklar çevrelerine.
Ve bu “anlamaya çalışarak çevrelerine bakma” durumu, bundan böyle ömür boyu yakalarını bırakmayacak.
* * *
Eğitim zor bir iş.
Sorumlusu, tamamlayıcısı, tarafı bir tane değil; onlarca.
Karmaşık, çetrefil, birbirini tamamlaması gereken birçok tarafın “kolektif” bir oyunu sanki.
Konulara ya da olaylara, kendimizi merkeze alarak, “Ben işin neresindeyim?” diyerek bakıyoruz.
*
Bir kurumda sorumluluk sahibiyken işlerin son derece düzgün gittiğini, ayrılınca da her şeyin berbat olduğunu düşünürüz.
“Ben yoksam iyi şeyler de yoktur” bakış açısıyla hareket ederiz.
Unutma ki sen yetki ve sorumluluk üstlendiğinde de bir başkası, işlerin oldukça kötü gittiğini düşünüyordu.
“Ben” merkezli yaklaşımdan olumlu sonuçlar çıkmaz.
Aynı yollardan gelir gider, aynı müzikleri dinler, aynı görüşleri tekrarlar, aynı hayatı yaşarız.
Dünümüzle bugünümüzün pek farkı yoktur.
*
Semiray’la Ankara’dan Sakarya’ya gidip gelmemiz gerekiyordu.
Günübirlik.
Uzun ve yorucu sayılabilecek bu yolculuğu, bir dostumun da önerisiyle anlamlı, öğretici ve merak duygusuyla buluşturucu bir boyuta taşımak istedik.
Alışılmış Ankara-İstanbul yolundan değil de en eski yoldan gidelim dedik.