İspanya’nın Madrid kentindeki Santiago Bernabeu Stadyumu’nun atmosferi müthiş. Tıklım tıklım dolu statta maç öncesi saygı duruşu yapılacağı anons ediliyor.
Takımın eski oyuncularından ya da yöneticilerinden biri hayatını kaybetti, onun için böyle bir anma yapılıyor diye düşündüm.
Tahmin ettiğim gibi Real Madrid’i 1986 - 1989 yılları arasında ve 1992’de çalıştıran eski Hollandalı teknik direktör Leo Beenhakker 10 Nisan’da 82 yaşında ölmüş.
Birden skorbordda Nobel ödülü sahibi Perulu yazar Mario Vargas Llosa’nın da fotoğrafı beliriyor. 13 Nisan’da 89 yaşında hayatını kaybeden Latin Amerika edebiyatının önde gelen yazarını anmak için de bütün stat ayağa kalkıyor.
Peru ve İspanya’da yaşayan Llosa, Madrid Üniversitesi’nde doktorasını yapmış, bir dönem okulun yöneticiliğini de üstlenmişti.
İspanyol taraftarlar dillerinin bu büyük ustasını, yazarını unutmamışlardı.
Aslında yaptıkları onun nezdinde İspanyol diline, edebiyatına, kültürüne bir saygı duruşuydu.
Edebiyatı bir mücadele alanı olarak gören ve yaşadığı coğrafyanın sorunlarını ustaca ele aldığı romanlarıyla dünyaca tanınan Llosa’yla birlikte Latin Amerika edebiyatının damarlarından biri daha eksilmiş oldu. Lima’daki evinde dün yaşamını yitiren ünlü yazar bir zamanlar yakın dostu olan ancak daha sonra kıskançlık krizi yüzünden yumruk attığı Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’den sonra Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ikinci Latin Amerikalı, Peru’nun ise ilk edebiyatçısı olmuştu.
Roman, oyun, eleştiri ve inceleme türlerinde 50’den fazla eseri bulunan Vargas Llosa, 2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülürken “ilahi yetenekli hikâye anlatıcısı” olarak nitelendirilmişti.
28 Mart 1936’da Peru’nun Arequipa kentinde dünyaya gelen Llosa dedesinin konsolos olarak görev yaptığı Bolivya’nın Cochabamba kentinde yetişti. Lima’daki askeri bir okuldan mezun olduktan sonra Lima San Marcos Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi gördü. İspanya’da Madrid Üniversitesi’nde doktora yaptı.
1952’de ilk oyunu ‘İnkanın Kaçışı’nı kaleme alan ünlü yazar İspanya’da ve Paris’te gazetecilik yaptı. Peru’daki askeri okul yıllarına dayanan ilk romanı ‘Kent ve Köpekler’ 1963’te yayımlandığında büyük ilgi gördü.
1966’da yayımlanan ‘Yeşil Ev’ ve 1969 tarihli ‘Katedralde Sohbet’ romanları onu Gabriel Garcia Marquez’le birlikte Latin Amerika edebiyatının zirve isimlerinden biri haline getirdi.
Aşk ve politika hem edebiyatının hem de hayatının merkezinde oldu. Teyzesinin kızıyla yaptığı ilk evliliğinden ilham alarak yazdığı ‘Julia Teyze’ romanından sonra 50 yıl sürecek ikinci evliliğini kuzeni
Chelsea’deki Cadogan Hall’u dolduran klasik müzik dinleyicileri Türkiye’den gelen Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın performansı ile unutulmaz bir gece yaşarken aynı zamanda bu gurur tablosunun şahidi oldular.
Türkiye’nin en önemli senfonik topluluklarından Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) 25’inci yaşını Birleşik Krallık’ta düzenlediği beş konserlik bir turne ile kutladı.
4 Nisan’da İskoçya’nın Perth şehrinde başlayan kutlama turnesi Edinburgh, Londra ve Guildford’un ardından Sheffield’da verilen konserlerle dün akşam sona erdi. Salı akşamı başkent Londra’daki Cadogan Hall’da verilen konseri basın mensubu arkadaşlarımızla davetli olarak izleme şansımız oldu.
Sanat yönetmeni ve sürekli şefi Carlo Tenan yönetimindeki BİFO konserlerinin solisti Le Figaro tarafından “yeni bir çello dehası” olarak tanımlanan Pablo Ferrández’di. Tekniği ve ruhunu müziğe yansıtmasındaki ustalığıyla tanınan Sony Classical’in özel sanatçısı çellist Pablo Ferrández kariyerinin zirvesinde bir star. Konser performansı ve sonrasında aldığı alkış da bunun en önemli göstergesiydi.
Turnenin konser programında Schubert’in ‘Bitmemiş’ başlığını taşıyan 8. Senfonisi, Saint-Saëns’ın 1. Çello Konçertosu ve Beethoven’ın ‘Pastoral’ başlıklı 6. Senfonisi vardı. Londra ve Sheffield konserlerinde ise bu programa ek olarak, Ferit Tüzün’ün Nasreddin Hoca ‘Humoresque’ adlı eseri de seslendirildi. Tüzün’ün konser programında olması ayrıca önemliydi. Keşke tüm turne programına dahil edilebilseydi.
TÜRKİYE’DE SEVİNÇ LONDRA’DA GURUR
Özel bir Türk orkestrasının 75 kişilik sanatçı kadrosuyla böyle bir turneyi başarıyla gerçekleştirmesi büyük bir övgüyü hak ediyor. BİFO’nun klasik müzik arenasında dünya çapında başarısını tescilleyen konserlerine böylece bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Edebiyatımızın en üretken isimlerinden, şair, yazar ve yayıncı Enis Batur’un hem yazı hem de yayıncılık kariyerinde mektup önemli bir yer tutuyor.
Daha önce kendi yazdığı ve ona yazılan mektuplardan bir seçkiyi ‘Gönderen Enis Batur’ adıyla kitaplaştırmıştı. Ece Ayhan, İlhan Berk ve Bilge Karasu’nun gönderdiği mektuplar başlı başına birer kitap hacmindeydi ve öyle yayımlandı.
Son olarak Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ruken Kızıler’in editörlüğünde Batur’a gelen edebiyatçı mektuplarından bir seçkiyi ‘Gönderilen: Enis Batur ’ adıyla yayımladı. “Edebiyatımızın kırk beş yılının yazar - yayıncı mektuplaşmaları” alt başlığı ile çıkan kitap, Enis Batur’un Ankara’da başlayan ve İstanbul’a uzanan süreçte çıkardığı dergilerde, yönettiği yayınevlerinde edebiyatçılarla kurduğu ilişkileri ortaya çıkarıyor.
Kendi deyimiyle Türk edebiyatının ‘son posta kutusu’
Çalışlar, durumu sosyal medya hesabından “Bir komşunun mülk ihtirasından dolayı mühürlettiği evimize hırsız girdi” diye duyurarak sahaf ve antikacı dostlarını uyarmıştı. Dedesi E. Org. İzzettin Çalışlar Paşa’nın değerli eşyalarının ve kendisine ait bazı belgelerin çalındığını, bunları görenlerin haber vermelerini, yine kendisinin satın alacağını yazdı.
İzzeddin Çalışlar’ın mülk ihtirası yüzünden mühürletti dediği komşusu Orhan Pamuk’tu. Binayı kendisinin değil devletin mühürlediğini söyleyen Pamuk iddialara gönderdiği bir yazıyla cevap verdi. İşte Orhan Pamuk’un yazısı:
BEN 22 BİN KİTABIMI KOLEKSİYONLARIMI BAŞKA YERE TAŞIDIM
Değerli komşum Sayın İzzeddin Çalışlar’a,
Hürriyet’te pazartesi günü çıkan sözlerinizden ve İhsan Yılmaz’ın haberinden sonra bazı temel gerçekleri hatırlatmak istiyorum. Hep birlikte yakın zamana kadar oturduğumuz Taray Apartmanı hakkında yıkım kararını ben değil devlet verdi. Binanın insandan ve eşyadan boşaltma kararını da devlet verdi. Ben boşaltma kararına uymak için, yirmi iki bin kitabımı, koleksiyonlarımı, eşyalarımı başka yerlere taşırken haftalarca başka bir iş yapamadım... Siz ise eşyayı boşaltma kararına aldırmamış kıymetli-tarihi eşyalarınızı çürük, elektriksiz ve bekçisiz bir binada terk etmişsiniz.
Bildiğiniz gibi bir binanın ‘çürük’ yani kamuya tehlikeli olduğuna orada oturanların ya da sahiplerinin iyimser kanaatleriyle değil, bilimsel yöntemlerle karot alınarak ve laboratuvar testleri sonucunda karar veriliyor. Taray Apartmanı’nda devlet kontrolünde yapılan resmi örneklemeler sonucunda binanın ‘çürük’ olduğu resmen kesinleşeli yıllar oldu. Bu resmi karar olmasaydı da sütunları çatlayan, betonu toz gibi, tebeşir misali ufalanan, sağı solu eğilmiş, duvarları çatlaklar içinde, cephesinden sokağa parçalar dökülen ve üzerine özensizce iki kaçak kat eklenmiş olan altmış yıllık bu çürük apartmanda can güvenliğimizden dolayı ne ben ne eşim artık oturmak istemedik. Elbette sizin, ‘Ben depremden, ölümden korkmuyorum!’ deme hakkınız var ve bu söze verilecek cevap yok.
Ortalığa saçılmış kitapların ve muhtelif eşyanın göründüğü fotoğrafın altında şöyle yazmıştı:
“Değerli sahaf, antikacı ve koleksiyoner dostlarım, bir komşunun mülk ihtirasından dolayı mühürlettiği evimize hırsız girdi. Dedem E. Org. İzzettin Paşa’nın özel eşyaları, babannemin gümüş sofra takımları ve Galatasaray Müzesi için topladığım bazı metal parçalarla hiçbir maddi değeri olmayan GS Üstün Hizmet ödülüm çalındı. Elinize geçenler arasında bunlar olabileceğinden şüphelendikleriniz olursa satın almak isterim.”
Kendisi de iyi bir koleksiyoner olan ve bu yönüyle de tanınan Çalışlar çalınan eşyanın bulunma ihtimalinden ümidini kesmiş olmalı ki en azından sahaf ve anktikacılara düşecek olanları satın alabilmek ümidiyle yapmıştı bu paylaşımı.
Zaten soygunu ihbar ettiğinde kendisine önce evde Lap Top, I Phone gibi ‘değerli’ eşyasının olup olmadığı sorulmuş.
İzzeddin Çalışlar’ın ‘mülk ihtirasından dolayı mühürlettiği’ dediği komşusu Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’tan başkası değil.
Pamuk, Cihangir’in ünlü binalarından Taray Apartmanı’nın riskli olduğunun tespit edilmesi sonrasında komşusu olan diğer apartman sakinleriyle mahkemelik olmuştu.
Komşuları yapının güçlendirilmesi için dava açarak yıkılmaması için ihtiyati tedbir kararı aldırırken, 18 daireli apartmanda 6 dairesi bulunan ünlü yazar ise ihtiyati tedbirin kaldırılarak binanın kentsel dönüşüme sokularak yıkımına karar verilmesini istemişti.
Bayburt’u sanatının laboratuvarı olarak da gören Koçan bu kez resimlerine bölgedeki kadınların göz ardı edilmiş, âtıl bırakılmış, gölgede kalmış emeklerini de dahil ederek onların birer güneş olarak parlamalarını sağlıyor.
Baksı Müzesi’nde kadın ve çocuk odaklı bir program uyguladıklarının altını ısrarla çizen Hüsamettin Koçan, geleneksel zanaat üretimlerinin, yerel hafızanın, taşı çatlatan sabrın, çağdaş sanat ile nasıl bir araya gelebileceğinin olanaklarını zorluyor.
Sanatçı, 2024 yılında gerçekleştirdiği ‘Gel Zaman Git Zaman’ sergisinde halk sanatı birikimine dikkat çekmişti. Baksı Müzesi koleksiyonuna kazandırılan hapishane işlerine de ayrı bir yer vererek hapislik, zaman ve boncuklar arasındaki anlamlı yolu keşfederek bu işleri ‘Bitmeyen Zaman Saatleri’ olarak adlandırmıştı.
Bayburt şehir merkezinde yapımına başlanan ve köyden kente taşınmış kadınların potansiyellerini yeniden ortaya çıkarmak ve onların yarattığı üretimlerini görünür kılmak amacıyla başlattığı Baksı Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi’nde yaptığı bu projenin çıkış noktası da hapishane işi boncuklar olmuş. Bu fikri pek benimsemeyen kadınların her biri tığ işi boncuklarla kendi güneşlerini ortaya çıkarmışlar.
Baksı Müzesi koleksiyonundaki halk sanatına ait cam altı eserlerde görülen, 13. yüzyılda yaşamış büyük Selçuklu mutasavvıfı Abdülkadir Geylani’nin adının yazıldığı doğan figüründen Hititlerin kutsal saydığı yılana kadar Koçan’ın tuvallerindeki motiflere eşlik ediyor Bayburtlu kadınların sabırla yaptıkları renkli güneşleri. Geleneksel yöntemle ekmek ve yemek yaptıkları yuvarlak sac kapların zemininden doğarak bambaşka anlamlara bürünüyorlar. Boncukla işlenmiş İnsan-ı Kâmil portreleri kâmil olmanın yolunun sabırdan geçtiğini gösteriyor.
Sergideki ‘Güneşi Anlatmak Serisi’nin geliri eserlerde emeği olan kadınları bir çatı altında toplayıp üretimlerini desteklemek üzere kurulan Baksı Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi’ne aktarılacak.
Tığ, boncuk ve sabrın buluştuğu, geleneksel ile güncelin kaynaştığı, kadın ile erkeğin sanat yoluyla bir araya geldiği, bir diyalog ve bir tokalaşma niteliğinde ‘Gölgenin Arkasındaki’ sergisi, 19 Nisan tarihine kadar Merkür Galeri’de görülebilir.
PEN Yazarlar Derneği de her yıl 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde bir Şiir Ödülü vermeye başladı. Bu yıl yeni kitabı Rüya Şiirleri ile ödülün sahibi şiirimizin büyük ustası Hilmi Yavuz oldu.
Daha önce Ataol Behramoğlu, Kemal Özer, Özdemir İnce, Sait Maden, Sennur Sezer, Eray Canberk, Refik Durbaş, Afşar Timuçin, Güven Turan, Egemen Berköz, Cengiz Bektaş, Süreyya Berfe, Ahmet Telli, Erdal Alova, Türkan İldeniz, Barış Pirhasan ve Enis Batur’a takdim edilen ödülün bu yıl Hilmi Yavuz’a verilme gerekçesini PEN Yazarlar Derneği şöyle açıkladı:
“Türkçenin önde gelen şairi, düşünce insanı ve deneme yazarı Hilmi Yavuz’un şiir ve yazı birikimi edebiyatımız için benzersiz bir hazine. İşlek bir düşüncenin, imgelem gücünün ürünleri olan her yapıtıyla gündeme yeni konular getiren, tartışmalar açan ve ateşleyici kıvılcımlarıyla ilgi uyandıran Hilmi Yavuz yeni şiir kitabı Rüya Şiirleri’yle 2025 PEN Şiir Ödülü’ne de değer görüldü.”
Hilmi Yavuz
İBLİSÇE KÖTÜLÜKLERİ ŞİİRİN LİRİK VARLIĞI ARINDIRMIŞTIR
Her yıl ödüle layık görülen şair 21 Mart’ta okunmak üzere bir de manifesto kaleme alıyor. Hilmi Yavuz kaleme aldığı manifestosunda çağımızın en büyük insanlık trajedisinin yaşandığı Gazze’ye ve şiirin iyileştirici gücüne dikkat çekti. İşe Yavuz’un 21 Mart Dünya Şiir Günü manifestosu:
“Adorno, Auschwitz Toplama Kampı’nı Nazi soykırımının simgesi olarak görmekte haklıydı: Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz sözü bunun için söylenmiştir:
Adorno, Nazilerin Avrupa’daki soykırımıyla, insanlık adına değer verilip yüceltilen ne varsa, tümüyle yok ettiklerini imâ eder. Güzellik, iyilik, doğruluk koyu bir karanlıkta görünmez olunca, nasıl şiir yazılabilir ki? Doğrudur: Auschwitz, tarihi iblisleştirmiştir…