‘Müziğin Başkentlerinden’ ismini taşıyan konserde sanat yönetmeni ve sürekli şefi Carlo Tenan yönetimindeki BİFO, başarılı piyanist Marco Vergini’yi ağırladı.
Konserde Vergini, Ravel’in Sol Majör Piyano Konçertosunu seslendirdi. BİFO, bu özel gecenin programını, Respighi’nin Roma Çeşmeleri ve Schumann’ın 1. Senfonisi ile taçlandırdı.
Carlo Tenan
ÖNCE AMELİYAT SONRA ALBÜM
O gece BİFO’nun sanat yönetmeni ve daimi şefi Carlo Tenan’ın yılın ilk aylarında önemli bir omuz ameliyatı geçirdiğini öğrendim.
Şimdi verdiği her konser öncesinde mutlaka fizik tedavisi görüyormuş. Hatta kalacağı oteli tedavi göreceği yere yakın seçiyormuş.
Bir şefin kolunu kullanamaması kadar korkunç bir şey olamaz sanırım. Bu acıyla nasıl başa çıktığını merak ettim. Aldığım cevap müziğin gücünde saklıydı:
“Bir orkestra şefi olarak rolüm hem fiziksel hem de zihinsel çeviklik gerektiriyor ve omuz ağrısıyla baş etmek kesinlikle önemli zorluklar yarattı. Orkestranın sesi ve hassasiyeti büyük ölçüde hem zihnimden hem de bedenimden aktardığım enerjinin kalitesine bağlıdır. Birkaç yıl boyunca omzumda ciddi ağrılar yaşadım ve bir yıl önce ameliyat olmam gerektiğini öğrendim. Yazdan hemen önce ameliyat oldum ve eylül ayında, henüz iyileşmeme rağmen Borusan Filarmoni Orkestrası ile CD kaydı yapıyordum.
Nemin yıkmak için yola çıktığı duvar Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi’nin Yahya Kemal Müzesi’ne ait bölümü olunca büyük şairin hatırası da gamlanmış, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış.
Beyazıt’ta İstanbul Fetih Vakfı’na bağlı müzede Yahya Kemal Beyatlı’nın özel eşyasının bir kısmı ve bazı dokümanları sergileniyor. Pasaportları, kullandığı defterleri, notları, fotoğrafları, kıyafetleri, Park Otel’de uzun yıllar şiirlerini, yazılarını yazdığı masa ve sandalyesiyle hayatını sığdırdığı iki bavulu bunlardan bazıları.
Vitrinlerde sergilenen eşya ve belgeler korunsa da zeminden sızan nem ilk katın duvarlarına zarar vermiş.
Geçen hafta bir sosyal medya kullanıcısı Twitter hesabından müzeden fotoğraflar paylaştı. Sıvası dökülmüş duvarları, nemden etkilenmiş belgeleri gösteren fotoğraflar eşliğinde şunları yazdı: “Dün uzun bir aradan sonra Yahya Kemal Müzesi’ne gittim ve çok güzel hatırladığım müzenin haline inanamadım. Rutubet her yeri sarmış, içerisi küf kokuyor ve müellifin asla geri gelmeyecek hususi eşyaları toz, pislik, nem içinde kalmış. Ne diyeceğimi bilemedim.”
Yahya Kemal Beyatlı’nın doğumunun 140’ıncı yılının kutlandığı bir zamanda görüntüler üzüntü vericiydi.
Hem müzenin durumunu yerinde görmek hem de büyük ustanın huzurunda doğum gününü kutlamak için 2 Aralık’ta Beyazıt’ın yolunu tuttum.
Medrese’nin etkinlik yapılan kapalı bölümünde Yahya Kemal’in hayatının anlatıldığı belge ve görsellere yer verilen afişlerden oluşturulmuş serginin son hazırlıkları yapılıyordu. Daha önce Yunus Emre Enstitüsü tarafından da açılmış olan bu serginin orada sergilenmesi sürpriz oldu benim için. Bir diğer sürpriz ise Edebiyat Fakültesi’nden sınıf arkadaşım, Fetih Cemiyeti’nde görevli Aliye Aren’e rastlamam oldu. İlk ağızdan bilgileri aldım.
Sanatçının 1940’lardan itibaren 50’den fazla eserinin yer aldığı sergi, portre sanatıyla olan derin bağını ve türün geleneksel tanımlarını nasıl sorguladığını inceliyor.
Kendinden önceki sanatçıların yaptığı portre resimlerini yorumladığı çalışmalarından, kayıp sevgilileri anan büyük ölçekli resimlere kadar, özel ve kamusal koleksiyonlardaki eserler bir araya getirilmiş. Bacon’ın hayat hikayesini de özetleyen sergide Sanatçının otoportrelerinin eşlik ettiği modeller arasında Lucian Freud, Isabel Rawsthorne, Peter Lacy ve George Dyer yer alıyor.
20. yüzyılın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilen Francis Bacon, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından portreleriyle ünlendi. Birçok genç sanatçının portre ve figüratif resmi reddedip soyutlamayı tercih ettiği bir zamanda, Bacon insan figürünü tasvir etmeye kendini adamıştı. Portreciliğin asırlık geleneklerini cesur ve rahatsız edici şekillerde altüst etti, kendi deyimiyle ‘bir kişinin tüm nabzını dışarı vurabilen’ içgüdüsel bir etkiye sahip portreler yaptı.
Müzayedelerde eserleri rekor fiyatlara satılan ünlü sanatçının geçen ay gezdiğim ‘Human Peresence’ sergisinde iki Türk koleksiyonerin eserlerine de yer verilmişti.
Ömer Koç koleksiyonundan Peter Lacy ile kendisini yan yana resmettiği ilk otoportre triptiği ile Halit Cıngıllıoğlu koleksiyonundan ‘George Dyer Portresi İçin Üç Çalışma’ adlı triptik ve ünlü Papa serisinin ilki olan ‘Study for a Pope 1’ adlı tablosu.
Yekta Kopan hikâyesini yakın arkadaşı Fazıl Say’a ithaf etmekle kalmamış onu kahramanı yapmış. İsim vermese de yazdığı her kelime, kurduğu her cümle, tüm duygularıyla, düşünceleriyle ve gerçekliği ile Fazıl Say puzzle’ını tamamlıyor
Bir konserinden önceki 7 dakikasını konu alıyor ama o yedi dakikaya bütün bir Fazıl Say portresini sığdırıyor.
Fazıl Say - Yekta Kopan
Yedi dakikalık süreyi kulisten sahneye kadar olan 41 adımlık mesafeyi ‘volta atarak’ geçiriyor sanatçı. Her bir dakikaya denk gelen voltalarında 40’ar adım atıyor. Volta atma onun için bir gelenek, bir ritüel. Aynı zamanda babasından kalan bir miras. Yine yazar isim vermese de Ahmet Say’dan, düşünceleri yüzünden hapis yatmasından söz ettiğini biliyoruz.
Yürüyerek düşünmek bir aile geleneği olmuş.
Ya anılarının kahramanı olan isimler... Tarık Akan, Türkan Saylan, İlhan Baran, Yaşar Kemal, Genco Erkal, İlhan Usmanbaş, Kamuran Gündemir o koridorda onunla birlikte volta atıyorlar adeta.
Ve o 7 dakikanın sonunda 41’inci adımı atıyor.
Kitabın yayınından sonra
Sergi ve eğitim programlarını desteklemek amacıyla düzenlenen gecede sanatçılar tarafından özel olarak hazırlanan eserler ‘Destek Yarışı’ adı verilen bir müzayede ile satılıyor. Bu yıl 14 Aralık Cumartesi akşamı gerçekleştirilecek Destek Yarışı’nda yer alan 11 yapıtın dokuzu kadın sanatçıların imzasını taşıyor.
Farklı coğrafya ve üsluplardan sanatçıların bağışlarıyla katkı sağladığı Destek Yarışı’nda; Ardan Özmenoğlu, Bettina Pousttchi, Burçak Bingöl, Candeger Furtun, Chiharu Shiota, İnci Furni, İzzet Keribar, Leylâ Gediz, Mona Hatoum, Rana Begum ve Taner Ceylan’ın yapıtları yer alıyor.
Taner Ceylan’ın ‘Cahide’ adını verdiği eseri Türkiye sinema tarihinde önemli bir yere sahip Cahide Sonku’yu (1919-1981) merkeze alıyor. Resimde, tüm bakışları kendinde toplayan Cahide, en güzel ve başarılı haliyle, bir sis bulutunun ardından görülüyor. Şöhretinin zirvesinde ve parlak ışıkların altında olmasına rağmen, kalabalıklar içindeki yalnızlığı masalsı bir biçimde betimleniyor.
Ardan Özmenoğlu eseri ‘The Master’da ise insanlığın doğa ile olan ilişkisine dikkat çekiyor ve dokuz parça cam ile boyutlandırdığı bir ağaç formunu doğanın en kıdemlisi olarak sunuyor.
İstanbul Modern’de sergileri halen devam eden fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar ve ünlü Japon sanatçı Chiharu Shiota da eser bağışı yapanlar arasında bulunuyor.
İş ve sanat dünyasını bir araya getiren Gala Modern gecesi, müzenin kuruluşunun 20. yılına özel olarak düzenleniyor. Gala Modern gecesindeki Destek Yarışı’nı Maya Portakal Bitargil yönetecek. Geçen yıl yapılan yarışta 16 milyon 200 bin TL destek sağlanmıştı.
Sunuculuğunu
South Kensington’daki Sainsbury Galerisi’nde 18 Mayıs 2024’te açılan ve 5 Ocak 2025’e kadar devam edecek olan “Kırılgan Güzellik: Sir Elton John ve David Furnish Koleksiyonundan Fotoğraflar” sergisinde 140 fotoğrafçının 300’den fazla modern ve çağdaş baskısı yer alıyor. Çiftin 7 bin fotoğraf karesinden oluşan koleksiyonundan seçilen görüntüler 1950’den günümüze pek çok ikonik moda fotoğrafı ve portrelerle başlıyor.
Associated Press’te fotomuhabirliği yapan Burhan Özbilici’nin 19 Aralık 2016 tarihinde meydana gelen Andrey Karlov suikastı olayında katili ve maktulü aynı karede çektiği fotoğrafı Yılın Dünya Basın Fotoğrafı ödülünü kazanmıştı.
TARANTİNO FİLMİ GİBİ
Dünyanın dört bir yanından çarpıcı haber fotoğraflarının yer aldığı salonda tanıdık bir kare çıkıyor karşıma.
2016 yılında Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Andrei Karlov’u Ankara’da bir sergi açılışında suikast düzenleyerek öldüren polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş’ın olay sırasında çekilmiş fotoğrafı.
Burhan Özbilici’nin çektiği fotoğrafı da koleksiyonuna katmış Elton John ve bu sergide yer vermiş.
Sergi kataloğunun başında
1951 yılında Adana’dan İstanbul’a göç eden Orhan Kemal ve ailesi 1954’ten 1966’ya kadar bu evde yaşadı. İstanbul’un bu yoksul semtini ve insanlarını pek çok romanında anlattı. Roman kahramanlarını onların arasından seçti; dertlerini, umutlarını, sevinçlerini, acılarını anlattı.
Edebiyat tarihimizde önemli bir yere sahip olan ve 12 yıl kirada oturduğu ev şimdi sahibi tarafından 10 milyon TL bedelle satışa çıkartıldı.
Orhan Kemal’in 1957 yılında o evde doğan ve çocukluğu orada geçen oğlu Işık Öğütçü, 2000 yılında evi satın almak istediğini ancak sahiplerinin razı gelmediğini söylüyor.
Babasının adına Taksim Cihangir’de Orhan Kemal Müzesi’ni açan ve adıyla bütünleşmiş İkbal Kahvesi’ni hayata geçiren Işık Öğütçü’nün daha sonra da evi satın alma imkanı kalmamış. Öğütçü, binanın müze için küçük olduğunu ancak Orhan Kemal adına bir kütüphane ve çocukların yararlanabileceği bir yazı evi yapılabileceğini belirtiyor.
İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi zaman zaman bu yönde girişimlerde bulunsa da hep sonuçsuz kalmış.
Orhan Kemal’in o evde yaşadığını hatırlatan tek şey, sık sık kopartılıp atılan plaketler dışında adının verildiği sokak tabelası kalmış.
İlki 1964 yılında Londra’da yayımlanan ve bu yıl 51’inci versiyonu hazırlanan The Cal 2025’in kamera arkasında bu kez moda ve portre fotoğrafçılığı dünyasının önde gelen ismi Amerikalı Ethan James Green vardı.
Sanatçı ‘Refresh and Reveal’ yani ‘Yenile ve Sergile’ olarak belirlediği konseptiyle takvimin geçmişine ve vücut aracılığıyla güzelliği açığa çıkarma arayışına geri dönmüş.
Böylece takvim geçmiş yıllara göre daha erotik ve estetik bir ürün haline gelmiş.
Ethan James Green, takvim çekimlerini mayıs ve haziran aylarında Miami’deki Virginia Key Beach Parkının tarihi plajlarında ve aynı bölgede kurulan bir stüdyoda yaptı.