Bu vasiyeti henüz 17 yaşında bir üniversite talebesiyken babasının öğrencileri ve dostları ile birlikte yerine getiren Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Âkif’ten kalan diğer evrakı derleyip kitaplaştırdı.
Dr. Fatma M. Şen ile birlikte hazırladıkları ‘Âkif’ten Emanetler’ kitabında diğer malzemelerin arasına karıştığı için yıllardır fark edilmeyen Mehmed Âkif’in Kuran-ı Kerim mealinin ilk müsvedde defteri de yer alıyor.
Kitapta ayrıca Âkif’e yazılmış ve şimdiye kadar hiç yayımlanmamış mektuplar, kendi el yazısıyla İstiklal Marşı’nın bir kopyası, Safahat’ın yedinci kitabı olan ‘Gölgeler’in Mehmed Âkif’in el yazısıyla yazdığı defterler ile müsveddeleri de ilk kez gün ışığına çıkıyor.
İHSAN EFENDİ’NİN KİTAPLARININ ARASINDAN ÇIKTI
‘Âkif’ten Emanetler’ kitabında ilk kez yayımlanan Mehmed Âkif’in Kuran-ı Kerim meali defteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Yozgat Bozok Üniversitesi’ne bağışladığı babasına ait kitapların arasından çıkmış. İhsanoğlu defterin yıllar sonra keşfini ve özelliklerini şöyle anlatıyor:
“Kahire’den İstanbul’a, oradan Ankara’ya, tekrar İstanbul’a taşındıktan, yurtdışında Exeter, Münih ve Cidde’de yıllarca vatandan uzak kaldıktan sonra Yozgat Bozok Üniversitesi’ne bağışladığım babama ve bana ait kitapları düzenlerken beklenmedik yerden çıkan Âkif’e ait bu tarihî yadigâr, inşallah bu konudaki yanlış değerlendirmelerin düzeltilmesine ve tartışmaların doğru bir mecrada yürütülmesine yol açar. İhlas ve takva ile Allah rızasına nail olma dışında emeli olmayanların adları, herhangi bir istismar şaibesinin dışında ilelebet muazzez ve mükerrem kalır.
Her ne kadar kendisini bu görevi yapacak yetkinlikte görmeyip “Kuran’ı tercüme etmek için ya çok âlim ya da çok câhil olmak lâzım” diyerek reddetse de ısrarlar karşısında direnememişti.
Hem Arapçaya ve edebiyata hakimiyeti hem de Kuran-ı Kerim bilgisi nedeniyle bu görevi en iyi yapacak kişilerin başında geliyordu Âkif.
26 Ekim 1925 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’yla imzalanan mukavele ile Kuran-ı Kerim tercümesi Mehmed Âkif ile Elmalılı Hamdi’ye verildi.
Bu hizmetleri karşılığında altışar bin lira alacaklardı ve biner lira avansla işe başlamışlardı.
Aynı yılın sonunda siyasi baskılar nedeniyle dönmemek üzere Mısır’a yerleşen Âkif, 13 Ocak 1926’da Kuran-ı Kerim Meali üzerinde çalışmaya başladı. Elmalılı Hamdi Efendi ise tefsir çalışmalarına İstanbul’da devam etti.
Mehmed Âkif Bey tercümeleri Hamdi Efendi’ye gönderecek o da altına tefsiri ekleyecekti.
Mehmed Âkif, 24 Şubat 1927 tarihine kadar Elmalılı’ya Meal’in Araf Suresi dâhil 178 sayfalık kısmını iletti fakat bu tarihten sonra hiçbir şey göndermedi. Daha sonra avans olarak aldığı bin lirayı da iade etti.
Nick Hornby’nin eserinden Melisa Kesmez tarafından çevrilen oyunu Serkan Salihoğlu yönetiyor.
Dave rolüyle 2016 yılında Afife Tiyatro Ödülleri’nde ‘Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu’ ödülünü kazanan İbrahim Selim, yıllardır kapalı gişe oynayan bu oyunu ilk kez bir müzede sahneleyecek.
Sabancı Vakfı’nın desteğiyle Sakıp Sabancı Müzesi’nin terasında düzenlenen Müzede Sahne etkinliğinin ilk gününde seyirciyle buluşacak oyun modern sanat tartışmalarını gündeme getiriyor.
Bir müzede geçen ve neyin sanat olup olmadığının tartışıldığı, sanat piyasasının aktörlerinin masaya yatırıldığı bir oyunun gerçek bir müzede sahnelenmesi oldukça çarpıcı değil mi?
Gündemden de düşmeyen bir konu üstelik.
Henüz iki gün önce New York’taki bir sanat müzesinde genç bir sanatseverin çıkarıp kenara koyduğu yıpranmış ayakkabısının ziyaretçiler tarafından sanat eseri sanılıp sosyal medyada paylaşılmasının haberlerini okumadık mı?
GÖZLER DUYAR
TÜRKİYE’nin genç yeteneklerine her zaman elini uzatan, onlara yol gösteren sanatçılarımızın başında gelir Fazıl Say.
ENKA Sanat’ın düzenlediği ‘Lale Tara Sanat Bursu’nun geçen hafta yapılan final jürisinden sonra sosyal medya hesaplarından duygularını paylaşarak yarışmada elenen yetenekli genç sanatçı adaylarına devletin ve özel kurumların yardımda bulunmaları çağrısında bulundu:
“Her yıl müzikte 2 üstün yetenekli gencimizin yurtdışı eğitimi için veriliyor burs.
Ciddi bir kurum. Değerli bir Jüri kararı veriyor. Piyano, keman, çello, flüt ve tüm enstrümanlarda.
Türkiye’nin ilk ve tek bale festivali olan 21. Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nin açılışı İzmir Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen Kuğu Gölü balesiyle başladı.
Bodrum Kalesi Kuzey Hendeği Sahnesi’nde cumartesi akşamı yapılan açılışa Bodrum seyircisinin ve tatilcilerin ilgisi büyüktü.
İş Bankası’nın katkılarıyla Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği festivalin açılış konuşmasını Genel Müdür Tan Sağtürk yaptı.
Yönetici olarak imza attığı bu festivalin coşkusu kadar Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin baş koreografı, eski baş balerinlerinden, sevilen sanatçı
HAYATINI sahne üzerinde geçirmeye daha çok küçük yaşlarında karar vermişti Türk tiyatrosunun son büyük ustalarından Genco Erkal. Ne mutlu ki öyle de yaşadı. Politik tiyatronun ülkemizdeki en önemli temsilcisiydi, toplumsal olayların içindeydi hep, sanatını ve hayatını ideallerine adamıştı. Kurucusu olduğu Dostlar Tiyatrosu ile 50 yıldan uzun süre Nâzım Hikmet’ten Can Yücel’e, Bertolt Brecht’ten Gogol’e, Aziz Nesin’e Türk ve dünya edebiyatının önemli adlarının eserlerini sahneye taşıdı. Ödünsüz bir tiyatro tutkunuydu. Sahnede nefes aldı, nefes verdi.
Önceki gece yarısı 86 yaşında hayata veda ettiği kendi sosyal medya hesabından, kızı Ayşe Erkal tarafından beni en çok etkileyen isim dediği ve sahnede sesi olduğu Nâzım Hikmet’in dizeleriyle duyuruldu:
“Hoşça kalın / dostlarım benim / hoşça kalın!
Sizi canımda / canımın içinde, / kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın / dostlarım benim hoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi / dizilip üstüne kumsalın, mendil sallamayın bana.
İstemez...
Tüm yaratıkların en bahtsızı ve zayıfı olmakla birlikte en mağdurunun insan olmasına isyan ederek insanın hayvanlardan ayrı ve üstün niteliklerle donatılmış olduğu kabulüne meydan okuyor.
Kendinden önce gelen pek çok yazarın metinlerinden de yararlanarak 16. yüzyılda yazdığı bu denemelerinde antik çağlardan itibaren atılmış hayvan hakları manifestosunun sağlam temellerini hatırlatıyor.
İnsanoğlunun bu üstünlük duygusu ve hayvanların yaşamı üzerine karar verme hakkını kendinde görmesi 500 yıl önce Montaigne’i isyan ettirmiş ve bu makaleleri yazmış.
“Hayvanların ortaya koydukları yapıtların çoğuna baktığımızda onların bizden ne ölçüde üstün olduklarını ve bizim tekniğimizin onları taklit etmekte nasıl zorlandığını görürüz” diyerek hayvanların doğal yeteneklerinin insanlardan çok daha üstün olduğunun altını çiziyor ve şöyle diyor:
“Başkalarını eğitmek, bizzat eğitim görmekten daha büyük zekâ gerektirir. Demokritos’un kanıtlamaya çalıştığı düşünceyi yani sanatların çoğunun bize hayvanlar tarafından öğretildiği; örneğin dokumayı ve dikmeyi örümcekten, yapı kurmayı kırlangıçtan, müzik yapmayı kuğuyla bülbülden öğrendiğimiz ve tababet sanatı için de diğer birçok hayvanı taklit ettiğimiz görüşünü bir yana bıraksak bile Aristoteles’in bülbüllerin yavrularına şakımayı öğrettiklerini, bu işe zaman ayırarak özen gösterdiklerini, dolayısıyla kafeslerde büyüttüğümüz, anne babalarının derslerini takip etmeye fırsat bulamayan kuşların ötüşünün cazibesinden çok şey yitirdiğini belirttiğini hatırlatmalıyım.”
Sokak hayvanları yasasını tartışanların 500 yıl önce yazılmış bu denemeleri okumalarını tavsiye ederim.
Ne diyor Montaigne: “
Dün 80 yaşında hayata veda ederek sonsuzluk kapısından geçti.
Halil Akdeniz yalnızca sanatıyla değil, üniversitelerde açtığı Güzel Sanatlar bölümleri, yüksek lisans ve doktora programları, yaptığı araştırmaları, sanatçılar üzerine yazdığı yazılarıyla da alanının en üretken ve yaratıcı isimlerinden biri oldu.
PEK ÇOK ÖĞRENCİ YETİŞTİRDİ
1944 yılında Antalya’da doğan