27 Kasım 2005
Ciampi’den, Versace’den ve aynı gece İstanbul’da Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda top peşinde koşturan Milanlı futbolculardan mutlaka haberdar oldunuz. Gazeteler onları yazdılar, fotoğraflarını yayınladılar. Kalıbımı basarım ki, İtalyan yazardan ve İtalyan ressamdan haberdar olmadınız. Yazar, İtalya’nın en ünlü kadın romancı ve şairlerinden Dacia Maraini. Ressam ise 20. yüzyıl başlarında İstanbul’da yaşamış olan Leonardo de Mango.
Bir cumhurbaşkanı, bir modacı, bir yazar ve bir ressamın ortak noktaları ne olabilir? Bir, dördünün de İtalyan olmaları. İki, aynı zaman dilimi içersinde İstanbul’da bulunmaları.
Biliyorsunuz, geride bıraktığımız hafta bir İtalyan havası esti bizim buralarda?
İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi, beraberinde 600’e yakın işadamıyla önce Ankara’ya bir çıkarma yaptı ardından İstanbul’a.
Ciampi’nin İstanbul’da İtalyan Kültür Merkezi’nde bir konuşma yaptığı saatlerde, İstanbul’a ‘Perakende Günleri’ için gelmiş olan ünlü modaevi Versace’nin CEO’su Santo Versace gazetecilerle bir araya geldi.
Tercihim Ciampi’den yanaydı.
Ciampi’den, Versace’den ve aynı gece İstanbul’da Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda top peşinde koşturan Milanlı futbolculardan mutlaka haberdar oldunuz.
Gazeteler onları yazdılar, fotoğraflarını yayınladılar.
Kalıbımı basarım ki, İtalyan yazardan ve İtalyan ressamdan haberdar olmadınız.
Yazar, İtalya’nın en ünlü kadın romancı ve şairlerinden Dacia Maraini.
Ressam ise 20. yüzyıl başlarında İstanbul’da yaşamış olan Leonardo de Mango.
Ciampi’nin Kültür Merkezi’nde konuşmasını yaptıktan sonra Dolmabahçe Sarayı’ndaki sergisini açtığı de Mango’yu kaçımız tanıyoruz?
MORAVIA’NIN KARISI
Peki önce Dacia Maraini’den başlayayım.
Gelişinin Cumhurbaşkanı Ciampi’nin gelişiyle alakalı olduğunu sanmıyorum.
Cumhurbaşkanı’ndan bir gece önce onu aynı yerde dinleme fırsatı buldum.
Maraini, İnkılap Yayınları’ndan yeni çıkan Voci yani ‘Sesler’ kitabınının tanıtımı için buradaydı.
Türkçe yayınlanmış olan diğer eserleri ‘Kadın Savaşıyor’, ‘Karanlık’.
Yazmış olduğu tiyatro oyunu ‘Maria Stuarda’ Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde bu yıl.
Dacia Maraini, yazarlığının yanı sıra İtalya’nın sıkı feministlerinden.
Aile içi şiddet, kadın haklarından da söz ediyor o gece.
Bir de İtalyan aydınlarıyla anılarından.
Maraini, genç ve güzel kadınlara düşkünlüğü ile bilinen ünlü İtalyan yazar Alberto Moravia ile 18 yıl evli kalmış.
Moravia’dan, yönetmen Passolini’den ve ikisinin dostluğundan söz ediyor.
Maria Callas’ın bir zamanlar Passolini’ye deli gibi tutkun olduğunu ama yönetmenin sürekli onu aşağıladığını anlatıyor.
‘Sahnede bir Tanrıça gibi olan Maria Callas esasında son derece mütevazı ve hatta utangaçtı. Entelektüellerin yanında ezikti. Passolini’nin onu azarlamasına sesini çıkartmazdı.’
Dacia Maraini’nin anlattığı yıllar Dolce Vita yılları.
Dinleyiciler arasından biri ona roman yazmak için nasıl ilham geldiğini soruyor.
‘Günün birinde biri kapımı çalar. Derdi, hikayesini anlatmaktır. Gün boyunca anlatır. Sonra yemeğe kalır. Derken başıma çöreklenir, evime yerleşir. İşte o zaman roman yazma vaktinin geldiğini anlarım.’
İlginç bir kişiliği var yazarın.
ORYANTALİST RESSAM
Ressama gelirsek?
Leonardo de Mango’nun İstanbul’a geliş tarihi 1883 yılı.
İtalya’ya döndüğü birkaç yıl haricinde yaşamının sonuna kadar İstanbul’da kalmış.
1930 yılına kadar yani tam 47 yıl.
Zaten İstanbul’da en uzun yaşamış ‘oryantalist ressam’ diye biliniyor.
Gelir gelmez Beyoğlu’na yerleşmiş.
Son İstanbul Bienali’nde tanıdığımız Beyoğlu’ndaki o muhteşem Garibaldi’nin binasındaki İtalyanların ‘İşçi Derneği’ne üye olmuş.
‘Saray ressamı’ diye bilinen çağdaşı Fausto Zonaro gibi son derece üretken de Mango.
Beyoğlu’ndan kalkmış Fenerbahçe’ye, Üsküdar’a, Büyükdere’ye, Eyüp’e resim yapmaya gitmiş.
Resimlerinin tümü 20. yüzyıl İstanbul’u için değerli bir belge niteliğinde bana sorarsanız.
O dönemin günlük yaşam kesitleri o kadar canlı ki?
İtalya’daki ailesinden yıllarca ayrı kalan Leonardo de Mango, İstanbul’da son bir sergiden sonra İtalya’ya dönme planları yaparken, Galatasaray’da evine yakın İtalyan Yetimler Yurdu’nun merdivenlerinde yığılıp kalmış.
Yoksul ve yalnız.
Feriköy’deki Katolik Mezarlığı’nda kimsesizler bölümüne gömülmüş.
Arkasında 500’e yakın tablo bırakmış.
Oryantalist ressam uzmanı işadamı Erol Makzume’nin koordinatörlüğünde, çeşitli koleksiyonerlerden toplanarak gerçekleştiren Dolmabahçe Sarayı’ndaki sergiyi sakın kaçırmayın.
Cumhurbaşkanına, modacıya bir daha rastlayabilirsiniz, yazar da buralara uğrayabilir ama de Mango’nun resimleri bir daha asla biraraya gelmez.
Yazının Devamını Oku 
25 Kasım 2005
TÜRKİYE’de tam bir yıl önce kurulmuş bir dernek var.<br><br>‘İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’ Derneğin Başkanı Turgut Yıldız.
Genel Sekreteri Engin Güvenç.
Biz bu ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ kavramıyla GAP yani Güneydoğu Anadolu Projesi nedeniyle tanıştık.
Çünkü GAP, Güneydoğu Anadolu’da ‘sürdürülebilir bir insani gelişme’ projesi olarak lanse edilmişti.
Nedir bu ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ kavramı?
Şöyle özetleyebilirim: İnsan ile doğa arasında denge kurarak, doğal kaynakları tüketmeden kalkınmanın programlanması.
Bu başlarda hükümetlerin, AB, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, OECD gibi kurumların izlediği bir politikaydı.
Daha sonra özel sektör de ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ meselesine sıcak bakmaya başladı.
Belki sıcak bakmaya ‘mecbur kaldı’ desem daha doğru.
Çevrenin zarar görmesi, kaynakların tüketilmesi, yoksulluk, gelir adaletsizliğinin devam etmesi eninde sonunda bir ‘bumerang’ etkisi yapabilirdi.
Özel sektör kendi geleceği için çevre, kaynakların korunması, yoksulluğun azaltılması, eğitim gibi meselelerle yakından ilgilenmeliydi.
Neticede, ‘Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’ 10 yıl önce, dünyanın lider 180 şirketi tarafından oluşturuldu ve bölgesel iş konseyleriyle global bir ağ haline geldi.
Türkiye’den de bir yıl önce ‘İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’ bünyesine katıldı.
Aynı zamanda TNT’nin Türkiye Genel Müdürü olan Turgut Yıldız ‘Sürdürebilir Kalkınma’ kavramını iş dünyasına anlatmanın zorluklarına dikkat çekiyor.
Zira bu oldukça somut bir kavram olduğu gibi, meyvesini uzun vadede verecek bir şey.
Kısa vadeli programlar yapmaya alışkın bizlere uzak kısacası.
Bugün derneğe üye yaklaşık 20 şirket var.
Turgut Yıldız her şirketin kendi alanında ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ya katkıda bulunması gerektiğini söylüyor.
Kendi şirketinden örnek veriyor.
Dağıtım şirketi olan TNT, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle birlikte 1 milyon 350 bin kitabı Doğu Anadolu’ya taşıyarak 800 kütüphane kurulmasına yardımcı olmuş.
Yine derneğin üyesi olan Thames Water, İzmit çevresinde ısınmayla ilgili bir çalışma gerçekleştirmiş.
Bölgenin son 40 yılın en sıcak yazını yaşadığını belirlemiş.
Kuraklığa karşı acil bir önlem planı hazırlayıp, belediyeye sunmuş.
Eğitim, çevre, sağlık, yoksulluğun azaltılması yani ‘Sürdürülebilir Kalkınma’nın kapsadığı şeyler artık özel sektörün de ilgili alanlarında.
Türkiye’de ne kadar çok şirket bunun bilincine varırsa kalkınmamız o kadar hızlı olur.
Boğaz’da iki ressam
İSTANBUL’da önceki gün iki serginin açılışı vardı.
Biri dünyaca ünlü Picasso, diğeri hayatının 47 yılını İstanbul’da geçirmiş olan ‘oryantalist’ ressam Leonardo de Mango.
Picasso’nun kara kalem eskizleri, yağlı boya tabloları, seramikleri ve özellikle ‘Avignon’lu Kızlar’ dokuması ne kadar Emirgan’daki Sabancı Müzesi’ne yakıştıysa, de Mango’nun 19. yüzyıl başı İstanbul resimleri Dolmabahçe Sarayı’nın görkemli salonlarına o kadar yakışmıştı.
Picasso Sergisi’ni sabah, Leonardo de Mango Sergisi’ni günün geç saatlerinde gezdim.
Ara Güler’e göre Onassis’ten dört kat daha zengin olan Picasso’ya gün ışığı, yoksul ölen ve İstanbul’da Feriköy’de kimsesizler mezarlığına gömülen Leonardo de Mango’ya karanlık saatler isabet etmişti.
Boğaz’daki iki ressamın sergisini mutlaka gezin.
Mümkünse aynı gün.
Çalıkuşu’nun NDS’si 150. yıldönümünü kutluyor
İSTANBUL’daki Notre Dame de Sion Fransız Lisesi kuruluşunun 150. yıldönümünü kutluyor.
Reşat Nuri Güntekin’in ‘Çalıkuşu’ romanının baş kahramanı Feride’nin de okulu olan NDS, kutlamalarına 29 Kasım günü AKM’de ‘Çalıkuşu’ balesiyle başlıyor.
Mezunları arasında olduğum NDS’nin 2006 yılı boyunca devam edecek etkinliklerinden bazıları şöyle:
Rahibelerin 150 yıl boyunca tuttukları günlüklerden ve Roma’daki arşivlerden yola çıkarak yazılacak bir NDS Kitabı.
Yapı Kredi Sermet Çifter Sergi Salonu’nda 19 Ocak günü açılacak bir sergi. Sergide, NDS’nin hikayesi üzerinden Osmanlı, Cumhuriyet dönemi ve İstanbul anlatılacak.
NDS belgeseli, ‘NDS Yüzellinci Yıl Hatıra Pulu’ da diğer faaliyetler arasında.
İlave etmek istediğim şu: Fransa nezdinde Türkiye’nin tanıtımıyla ilgilenenler, ki bunların arasında TÜSİAD da var, NDS’nin katkısından mutlaka şu ya da bu şekilde yararlanmalılar.
Yazının Devamını Oku 
22 Kasım 2005
TAKSİM’deki İtalyan Ticaret Merkezi, Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi’nin 600 kadar İtalyan işadamıyla ziyareti nedeniyle 4 aydan beri geceli gündüzlü çalışıyormuş. Ben uğradığımda günlerden pazardı ve tüm ekip oradaydı.
Türk ve İtalyan işadamlarını buluşturmak için son çalışmalar yapılıyordu.
Türkiye’de 14 bin adrese e-posta gönderilmiş.
3 bine yakın buluşma ayarlanmış.
Dolayısıyla önümüzdeki perşembe günü, Çırağan Sarayı’ndaki ‘Türkiye-İtalya İş Forumu’ hareketli geçecek.
İtalyan Ticaret Merkezi’nin Müdürü Dr. Roberto Luongo, birkaç aydan beri İstanbul’da.
New York’taki Ticaret Merkezi’nden buraya gelmiş.
İtalyan işadamlarının çıkarmasıyla ilgili olarak, ‘Türkiye ziyareti İtalyanların yurtdışındaki en büyük çıkarması. Çin ve Hindistan’a yapılan ziyaretler bile bu kadar kalabalık değildi’ diyor.
Ankara ve İstanbul’a gelen bazı İtalyan işadamlarının Gebze ve Bursa’ya da gitmeleri tasarlanmış.
Peki bu ziyaretten neler bekleniyor?
Önce bir iki rakam vereyim.
İtalya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 12.5 milyar dolar civarında. İtalya, Almanya ve Rusya’dan sonra Türkiye’nin üçüncü ticaret partneri. Türkiye’deki yatırımı 2.8 milyar dolar civarında.
Yıl sonunda 3 milyar doları bulacak.
Dr. Luongo’ya ABD’deki İtalyan yatırımını sordum.
7 milyar dolarmış.
YENİ SEKTÖRLER
ABD ekonomisinin boyutları göz önüne alındığında Türkiye’deki yatırım önemli.
Ziyarete dönersek, hedeflerden bir tanesi yeni yatırımlar.
Bir diğeri işbirliğini yeni sektörlere yaymak.
Otomotiv, tekstil, iletişim işbirliğinin olduğu geleneksel sektörler.
Dr. Roberto Luongo yenilerini şöyle sayıyor:
Çevre, elektronik, yenilenebilir enerji, güvenlik, AR-GE.
Bu sektörlerde faaliyet gösteren İtalyan KOBİ’leri dünyaya daha fazla açılmak istiyorlar.
Dolayısıyla Türkiye’de ilgi duyuyorlar.
Dr. Luongo, ‘İtalyan işadamları Çin’e gideceklerine hem kalifiye bir işgücüne sahip, hem AB üyelik sürecini başlatmış olan, hem de İtalya’ya daha yakın Türkiye’yi tercih edebilir’ diyor.
‘Global rekabete karşı işbirliği yapmalıyız. Ortak stratejiler belirlemeliyiz’ diye de ilave ediyor.
GAZİANTEP VE KAYSERİ
Dr. Luongo ile sohbette İtalyanların İstanbul, İzmir gibi şehirlerin yanısıra Kayseri, Gaziantep’e duydukları ilgi bir kez daha ortaya çıktı.
Hatırlarsınız geçen aralık ayında yaklaşık 100 İtalyan işadamı Gaziantep’i ziyaret etmişti.
Şimdi İtalyanların Gaziantep’te bir tekno-park yapmaları gündemde. 2006 yılı başlarında İtalyan işadamları için Kayseri, Gaziantep, Manisa ve Erzurum’u kapsayan başka geziler düzenlenecek.
Özetle Dr. Luongo diyor ki ‘Türkiye İtalyanlar için Ortadoğu ve Orta Asya’ya birlikte açılacakları bir partner’.
Bu arada Cumhurbaşkanı Ciampi ile gelen sanayicilerden bazılarının Başbakan Erdoğan ile görüşeceklerini ekleyelim.
İstanbul’un trafik sorununu Japonlar çözebilir mi
GEÇENLERDE Japon Konsolosluğu’ndan bir e-posta geldi.
Başlığı şöyle: ‘Japonlar İstanbul’un master planını yapıyor’...
İstanbul’un master planı söz konusu olunca ilgilendim elbet.
Randevular tespit edildi. Yağmurlu bir gece üç Japonla buluştum.
Üçünün ‘Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı’nda çalıştıkları ortaya çıktı ve mesele anlaşıldı.
‘Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı’ Japon Hükümeti’nin gelişmekte olan ülkelere teknik destek vermek için kurduğu bir ajans. Dışişleri Bakanlığı’na bağlı.
Teknik desteği ‘hibe’ olarak veriyor ve karşı taraftan gelen talep üzerine harekete geçiyor. Ajans 1990’larda yılda 10 milyar dolar ‘hibe’ destek veriyormuş. 2000’li yıllarda rakam 7 milyar dolara düşmüş.
Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatı’nın talebi üzerine eğitim, balıkçılık, afet yönetimi gibi konulara destek vermiş. Son 5 yılda 13 proje tamamlamış.
En son Marmara depreminde destek vermiş. Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başvurusu üzerine İstanbul’un ‘trafik sorunu’na çare bulmak için devreye girmiş.
Yani mesele ‘İstanbul ulaşımı’ için bir master plan projesi.
Japonlardan öğrendiğime göre, İstanbul’da ulaşım master planının sonuncusu 1997’de İTÜ tarafından yapılmış. ‘Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı’ daha önce hangi şehirlerde ulaşımla ilgilenmiş diye merak ettim.
Saydılar. Bangkok, Cakarta, Kahire, Bükreş, Lima, Nairobi.
‘Biz projeyi yapıyoruz, Uygulama size ait’ diyorlar.
Bangkok’ta projeleri uygulanmış ve trafik 6-7 yıl öncesine oranla düzelmiş.
Kahire herhalde uygulamamış.
Çünkü geçen hafta oradayken yine trafik berbattı.
‘Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı’nın projesi iki yılda tamamlanacakmış. Projede iki seçenek olacakmış. Trafiği ya 5 yılda acil çözümlerle halletmek ya da 20 yılda uzun vadede çözmek.
Yani, İstanbul trafiği nereden bakarsanız bakın, daha 7 ila 20 yıl ızdırap olmaya devam.
Gaziantep, İtalyanca öğreniyor
İTALYAN işadamlarının geçen aralık ayında Gaziantep’e yaptıkları ziyaretten sonra bu şehrin İtalya’ya özel bir ilgisi var.
Dün sabah telefonla konuştuğum, değerli dostum, Gaziantep Sabah Gazetesi’nin sahibi Aykut Tuzcu müjdeyi verdi.
Meğer Gaziantep’te 8 haftadan beri İtalyanca kursları veriliyormuş.
Gaziantep Sanayi Odası’nın üst katında, İtalyan Büyükelçiliği tarafından gönderilen İtalyan öğretmenin kurslarına ilgi inanılmazmış.
İtalyanca kursu verileceği haberi üzerine 265 kişi müracaat etmiş. Ancak 88 kişi kabul edilmiş.
Şimdi dört sınıfa haftada 20 ders İtalyanca kursu veriliyor.
Aykut Tuzcu diyor ki, ‘İtalyanlar yatırıma geldikleri zaman lisan sorunuyla karşılaşmayacaklar...’
İşte Çin ile farkımız.
Kendi hesabıma hiçbir Çinlinin İtalyanca öğrenmeye kalkışacağını sanmıyorum.
Yazının Devamını Oku 
20 Kasım 2005
Google’ın yaratıcıları Larry Page ile Sergey Brin bugün‘Büyük Birader’e dönüşmek suçlamasıyla karşı karşıya. Hatta geçenlerde New York Times gazetesi şöyle bir başlık atmış: ‘Bill Gates rahatla... Artık kötü olma sırası Google’da...’ Peki bu ikili neden böyle suçlanıyor? Kestirmeden söyleyeyim. Dünyadaki tüm bilgileri topladıkları için. Rivayete göre, ‘google’ gizli bir yerde sakladığı 175 bin adetlik bilgisayar ağıyla bilgilere ulaşıyor, depoluyor.
BENİM de hayatım herkesinki gibi
‘google’dan sonra kolaylaştı.
‘Google’ öncesi ve
‘google’ sonrası diye bir şey var.
Hafta ortasında
‘Beymen’ mağazasının açılışı nedeniyle Kahire’deyim.
Cem Boyner’in Mısırlı ortaklarından biri, inşa ettiği
Four Seasons Oteli’nde ünlü Suudi yatırımcı Prens ile ortak.
Yazı yazacağım.

Prensin adı aklıma gelmiyor.
Hemen
‘google’ imdada yetişiyor.
Birkaç anahtar sözcükle
Prens Velid Bin Tallal adı karşımda.
Arama motoru
‘google’ bir harika.
Biliyorsunuz
‘google’ın kurucuları Amerika’nın ünlü Stanford Üniversitesi’nde doktora yapan iki genç.
30 yaşlarındaki
Larry Page ile
Sergey Brin.
Yaklaşık yedi yıl önce bir garajda
‘google’ serüvenine atılan
Page ile
Brin, bugün
dünyanın en zenginleri arasında.
Bill Gates gibi anlayacağınız.
32 yaşındaki
Page, 11 milyar dolarlık bir servetle en zengin Amerikalılar listesinde 16. sırada.
Babası
Carl Page,
‘yapay zeka’nın mucitlerinden.
Sergey ise 1979 yılında ABD’ye göç etmiş iki Rus bilim adamının çocuğu.
Babası matematikçi, annesi ise
NASA’da araştırmacı.
Bu iki genç adamın kafalarının böylesine çalışması boşuna değil.
Yarattıkları
‘google’ dolar basan bir makineden farksız.
Borsa değeri, bir araya gelmiş
General Motors ile
Ford’dan fazla.
2003 verilerine göre,
‘google’ arama motoruna bir günde yöneltilen soruların sayısı 250 milyon kadar.
116 lisanda
‘google’a istediğiniz soruyu sorabiliyorsunuz.
BÜYÜK BİRADER SUÇLAMASI
Dünyanın en ücra köşesinde olsanız bile.
Ne ki her şeye hakim bir
‘google’ artık insanların gözünü korkutmaya başlamış.
Larry Page ile
Sergey Brin bugün
‘Büyük Birader’e dönüşmek suçlamasıyla karşı karşıya.
Hatta geçenlerde
New York Times gazetesi şöyle bir başlık atmış:
‘Bill Gates rahatla... Artık kötü olma sırası Google’da...’
Peki bu ikili neden böyle suçlanıyor?
Kestirmeden söyleyeyim.
Dünyadaki tüm bilgileri topladıkları için.
Rivayete göre,
‘google’ gizli bir yerde sakladığı 175 bin adetlik bilgisayar ağıyla bilgilere ulaşıyor, depoluyor.
Amerikalı avukat
Kevin Bankston’a bakarsanız
‘google’ büyük bir tehlike.
Çünkü dünyadaki tüm bilgileri toplamanın yanı sıra kendi kullanıcılarının da bilgilerini topluyor.
Hem de en ayrıntılı şekilde.
‘Google’da
aradıklarınız, sorduklarınız sizi ele veriyor.
Alışkanlıklarınız, hobileriniz, politik görüşleriniz, alışveriş merakınız ve daha bir sürü şey ortaya çıkıyor.
‘Google’ kişisel bilgilerinize sahip oluyor.
‘Büyük birader’ suçlaması biraz da bundan.
Larry Page ile
Sergey Brin’i yakından izleyenlerin görüşleri de olumsuz.
New York Times muhabiri
Garry Rivlin ikiliyi çok iyi tanıyor.
‘Asla gazete okumazlar. Çünkü yaptıkları işin çok önemli olduğunu ve bunun dışında bir şey bilmeleri gerekmediğini düşünüyorlar. Dünyayı yeniden şekillendirme peşindeler. Bu çok tehlikeli’ diyor.
DÜNYANIN TÜM KİTAPLARI
‘Google’ın korkutan başka bir yanı da, her şeye el atma hırsı.
Bugünlerde şirketin, yeryüzündeki tüm kitapları elektronik bir kütüphaneye aktarma projesi konuşuluyor.
‘Evrensel kütüphane’ projesi bu.
Daha sonra iletişim alanının tüm araçları, telefon, televizyon, video gelecekmiş.
‘Google’ın elindeki büyük koz tercüme yeteneği.
Sizi bilmem ama benim şu
‘Büyük Birader’ meselesinden gözüm korkttu iyice.
Gel gör ki, elimiz
‘google’a mahkûm.
Yazının Devamını Oku 
18 Kasım 2005
KAHİRE’deki Four Seasons Oteli, Nil Nehri’nin en güzel kıyısında.<BR><BR>Yaklaşık bir buçuk yıl önce açılmış. ‘Tahrir Meydanı’ndan arabayla geçip Four Seasons Oteli’ne doğru ‘korniş’ boyunca gittiğinizde otelden önce kocaman bir ‘Beymen’ tabelasıyla karşılaşıyorsunuz.
6 bin metrekarelik Beymen Kahire mağazası Four Seasons Nil Plaza Oteli’nin hemen giriş katında.
Bu Beymen’in ilk yurtdışı mağazası.
Cem Boyner’in Kahire’deki yatırımının ortakları, Four Seasons Oteli’nin sahiplerinden Hişam Talat Mustafa ile Hişam El-Hazindar.
Hepsinin payı eşit yani yüzde 33 oranında.
Yatırım 5.7 milyon dolarlık.
Hişam Talat Mustafa, Four Seasons Oteli’nde, Suudi Arabistanlı ünlü yatırımcı Prens Velid Bin Tallal ile ortak.
Hişam El-Hazindar ile Oryx Fashion Holding Başkanı.
Cem Boyner, Kahire’ye ilk geldiğinde, Hişam Talat Mustafa ile 600 metrelik küçük bir mağaza için masaya oturduğunu ancak görüşme sonrası 6 bin metrekarelik bir mağaza kararı aldığını anlatıyor.
Kararı aldıktan sonra Cem ve Ümit Boyner için Kahire bir anlamda ikinci adres olmuş.
İzinler, bürokratik işlemler için aylarca gidip gelinmiş.
Mısır’ın bürokrasisi Türkiye’den de ağır zira.
Lüks ithalat ürünlerinden yüzde 40 oranında ithalat vergisi alınıyor.
Kahire Beymen’ın çoğu İtalyan 70’e yakın yabancı markayı bir araya getirdiğini düşünürseniz gerçekten Boyner’leri işinin hayli zor olduğu çıkıyor ortaya.
Cem Boyner, Mısır yasalarına göre, ithal edilmiş her bir malın etiketinin Arapça olması gerektiğini anlatıyor.
Sırf Arapça etiketler için İtalya’da bir atölye ile anlaşmışlar.
1970-80’LERİN TÜRKİYESİ GİBİ
Peki yüzde 40 oranda vergi gözlerini korkutmamış mı?
‘Hayır’ diyor Boyner, ‘Zira Mısır hızla değişen ve gelişen bir ülke. Vergi oranı yüzde 80 iken yüzde 40 oranına inmiş. Yıl sonuna kadar yüzde 30’a inecek. Bir süre sonra da tamamıyla kalkacak, buna inanıyoruz.’
Cem Boyner, Mısır ekonomisinden söz ederken, ‘Burada olanları biz zaten Türkiye’de yaşamıştık. Karşımıza çıkan sorunları biliyoruz. Mısır şu anda 1970’lerin, 1980’lerin Türkiyesi gibi’ diye anlatıyor.
Cem Boyner, Mısır pazarına tam zamanında girdikleri görüşünde.
Mısır dünyaya açılmak üzere iken trene atladıklarını düşünüyor.
Moskova’da açılan Boyner Mağazası’na değinerek, ‘Moskova’ya gitmekle 10 yıl geç kalmışız. Herkes oraya gittiğinde biz gittik. Oysa Mısır pazarı öyle değil.’
Bu coğrafyada başka projeler var mı?
‘Var elbet. İskenderiye’de olabilir. Daha sonra Libya, Cezayir, Ürdün, Fas. Ama önce Beymen Kahire’yi yaşayıp görelim’ diyor Boyner.
‘Nişantaşı Beymen’i açtık, dünyaya açıldık’ diye ekliyor.
Nişantaşı Beymen’i açtıktan sonra yurtdışı ortaklıkları için teklifler yağmaya başlamış.
Aynı şekilde Beymen Kahire’den sonra da en az üç ortaklık teklifi gelmiş.
Peki buradaki müşteri potansiyeli nedir?
Üç ortağı bir araya getiren basın toplantısında Mısırlı gazetecilerin ‘orta sınıfa’ hitap etmeyen malları kimin alacakları sorularına Mısırlı ortaklar cevap veriyor.
‘Hedef kitle yurtdışında alışveriş yapan Mısırlı alt kesim aileler ve yabancı turistler.’
Gerçekten çevredeki Arap ülkeleri ve özellikle Körfez ülkeleri için Mısır bir cennet.
Oteller Arap turistlerle dolup taşıyor.
Zaten Beymen Kahire Mağazası’nın VIP odaları biraz da onlar için düzenlenmiş.
Arap turistlere hizmet vermeye hazırlanan Beymen Kahire’nin ilanlarıyla ilgili ilginç bir anekdot var.
Kate Moss’lu ilanlar Mısır’ın önde gelen gazetelerine, İngilizce dergilerine filan verilmiş.
Bir de otelin çevresindeki havayollarına.
Ancak Kate Moss’u fazla açık bulan Suudi Arabistan Havayolları reklam ilanlarını kabul etmemiş.
Mısır’a bu yıl 3.9 milyar dolar yabancı sermaye girdi
BEYMEN Kahire’nin açılışına Mısır Başbakanı Ahmet Nazif ve birkaç bakan katıldı.
Katılanlar arasında olan Mısır Yatırım Bakanı Mahmout Mohieldin ile ayaküstü sohbet imkanı bulunca yabancı yatırımı sordum.
Bu yıl içerisinde Mısır’a gelen yabancı yatırım 3.9 milyar dolar imiş.
‘Sıcak parayla’ ile birlikte bu 4.7 milyar doları buluyormuş.
Peki Mısır’ın yabancı yatırımcıya sunduğu ne gibi kolaylıklar var?
Doğalgaz nedeniyle enerji ucuz yani 1.75 sent dolayında.
Vergi kolaylıkları ve yedi ‘serbest sanayi bölgesi’ başka avantajlar.
Cem Boyner de zaten ilerde T-Box üretimini ‘serbest sanayi bölgesi’ne kaydırmayı planlıyor.
Yazının Devamını Oku 
15 Kasım 2005
AYVALIK demek, zeytin demek, zeytinyağı demek.<br><br>Hafta sonunda Ayvalık Ticaret Odası’nın davetiyle 2005 zeytin hasadı için Ayvalık’taydık. İki gün boyunca ‘zeytin’ ve ‘zeytinyağı’nı konuştuk.
Zeytin nasıl toplanır, nasıl sıkılır merakımızı giderdik.
Elbet Ayvalık’ın ünlü ‘zeytinyağlı’ yemeklerini tatmakla kalmadık.
Düzenlenen panelde zeytinyağı sektöründe neler olup bittiğini öğrendik.
Sorunları da, umutları da.
Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçılar Birliği Başkan Yardımcısı Ali Güreli’nin dediği gibi,‘‘Türkiye önümüzdeki yıllarda dünyada baş oyuncu olacak...’
Olacak mutlaka ama nasıl?
Bir, zeytinyağı kapasitesini arttırarak.
İki, markalaşarak.
Kapasite meselesine geleceğim ama önce marka.
Ayvalık Ticaret Odası’nın önemle üzerinde durduğu bir konu var.
‘Coğrafi işaretleme...’
Nedir bu?
COĞRAFİ İŞARETLEME
Ayvalık zeytinyağlarının ‘Ayvalık’tan geldiğini belirten bir işaret.
Ortalıkta bir sürü Ayvalık zeytinyağı var.
Hangisinin nereden geldiği belli değil.
Oysa Ayvalık zeytinyağları başvurduğu Türk Patent Enstitüsü’nden böyle bir ‘coğrafi işaretleme’ alırsa sadece burada üretilen zeytinyağları için kullanılacak.
‘Coğrafi işaretleme’ Avrupa Birliği’nin de dikkat ettiği bir konu.
Bir İtalyan ya da İspanyol zeytinyağını satın aldığınızda mutlaka üzerinde hangi bölgeden geldiği vardır.
Tüketici bunu bilerek satın alır.
‘Coğrafi işaretleme’ markalaşma için önemli bir adım.
Gelgelelim Ayvalık Ticaret Odası’nın bu girişimine Tariş karşı çıkmış.
Çıkmış, çünkü kendisinin ‘Kuzey Ege’ yani Ayvalık’ın da dahil olduğu bölge için bir başvurusu var.
Zaten Tariş daha önce de Türk Patent Enstitüsü’nden ‘Güney Ege’ diye bir ‘coğrafi işaretleme’ almış.
Şimdi Ayvalık’a neden karşı çıkıyor?
Ne kadar çok ‘coğrafi işaretleme’ olursa Türkiye için daha iyi değil mi?
Dünya piyasalarında Türkiye’den bir ya da iki yerine 10 tane ‘coğrafi işaretleme’ olursa kötü mü?
Kapasite konusuna gelirsek.
Türkiye dünyadaki zeytinyağı üreticileri arasında şu anda 5. sırada.
Bu topraklarda dünyanın en eski zeytinciliği başladığı halde bu böyle.
Birinci sıradaki İspanya yılda 690 bin ton zeytinyağı üretirken bizim üretimimiz 99 bin ton.
Vahim olan şu:
Komşumuz Suriye bizi geçmek üzere.
TEMA’NIN İTİRAZI
Her yıl 10 milyon ağaç diken Suriye’nin üretimi bu yıl bizden fazla.
Türkiye’nin zeytin ağaçlarının sayısını arttırması şart.
Bu yıl 12 milyon ağaç dikilmiş.
Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçılar Birliği geçtiğimiz yıllarda ağaç dikiminin arttırılması için Orman Bakanlığı’yla bir protokol imzalamış.
Söz konusu, orman vasfını yitiren arazilere ağaç dikilmesi.
Hesaplara göre 20 milyon zeytin ağacı 450 bin aileye gelir kapısı.
Ağaç sayısı hem istihdam, hem Türkiye’nin beşinci sıradan 2. ya da 3. sıraya atlaması demek.
Ancak TEMA, erozyonu tetikler diye karşı çıkmış.
Protokolün iptal edilmesine neden olmuş.
Yanıbaşımızdaki Suriye istikrarlı bir şekilde ağaç dikiyor.
Biz planlı, örgütlü bir şekilde ağaçları dolayısıyla üretimi arttıracağımız yerde gereksiz sürüşmelerle vakit geçiriyoruz.
Bir yanda Tariş, Ayvalık Ticaret Odası’nın haklı talebini engellemek istiyor.
Diğer yanda TEMA, Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçılar Birliği’yle karşı karşıya.
Uluslararası Zeytinyağı Konseyi’ne yeniden ne zaman üye olacağımız belli değil.
Söyler misiniz?
Biz kaç yılda zeytinyağında baş oyuncu olabiliriz?
Tutkulu zeytinyağı üreticileri
ERTUĞRUL Özkök’un 29 Ekim günü yazdığı ‘zeytinyağı’ yazısı Ayvalık gezisinde epey konuşuldu.
Özkök o yazısında zeytinyağı işini ‘tutku’ olarak yapan üreticilerden söz etmişti.
Ayvalık’ta ‘tutkulu’ zeytinyağı üreticilerini tanıdık, gördük.
Dedeleri Sezai Ömer Madra, 1930’lu yıllarda Türkiye’nin 40 milyoneri arasında olan Sezai ve Salih Madra, Unilever’in eski genel müdürlerinden Mustafa Kürşat ve diğerleri.
Kürşat’lar ailece zeytinyağına gönül vermiş.
Kürşat ilk güzel ambalajlı şişeleri piyasaya süren marka.
Zeytin hasadını izledikten sonra bize müthiş bir öğle yemeği hazırlayan Fatma Kürşat’ın bunda payı büyük.
Ailenin kızı Zeynep Kürşat isteyerek ziraat okumuş.
Zeytini, ağacını, toprağını nasıl iyi biliyor.
Ali Kürşat ise otelcilik ve işletme mezunu ama otelcilik yerine zeytinciliği seçmiş.
Aile İtalya’da görebileceğimiz tipik bir zeytinyağı üreticisi ailesi gibi.
Soros kárlı iş yapmış
AYVALIK’ta Komili tesislerinin önünden geçerken kulağıma Soros lafı çalıyor.
Yani ünlü spekülatör George Soros.
Unilever geçen yıl, Yudum ve Sırma yağları da üreten Komili tesislerini Soros’a satmış.
Ayvalıklı zeytinyağcılar ‘Soros kárlı bir iş yapmış’ diyor.
Nedeni şu:
Komili, Unilever’e 80 ila 90 milyon dolar arasında satılmış.
Soros ise burayı 20 milyon dolara satın almış.
Şimdi Ayvalık’ta aynı tesisi büyük bir kárla satmaya hazırlandığı konuşuluyor.
Yazının Devamını Oku 
13 Kasım 2005
Kaş, Kalkan, Patara, Kstanthos, Kekova’daki Kaleköy.<br><br>Antalya ile Fethiye arasında Türkiye’nin en sevdiğim köşeleri. Likyalıların diyarı. Geçmiş zamanların ‘Işık Ülkesi’ ışığını ta ABD’ye kadar taşımış.
Rivayet, New York Times gazetesinden.
Geçenlerde bu gazetede yayınlanan bir yazıya göre, Amerikan Anayasası tarihin en eski cumhuriyetçi geleneğine sahip antik Likya Birliği’nden esinlenmiş.
Kaya mezarlarıyla, Kekova’nın her bir yanına serpiştirilmiş lahitleriyle, anaerkil yapısıyla Likya, Anadolu’nun en özgün uygarlıklarından.
O dönemlerde para birliğini sağlamış.
Tarihçi Herodot’a göre, Likyalıların kökleri Helen dönemi öncesi Girit’e dayanıyor.
Ancak Likyalıların hiçbir yerden gelmediklerini, başından beri Anadolu’da olduklarını söyleyeyenler de var.
Topraklarımızdaki bu 3 bin yıllık uygarlığı ne kadar tanıyoruz?
Doğrusu pek fazla değil.
Kaçımız geçen hafta Antalya’da yapılan III. Uluslararası Likya Sempozyumu’nu izleyebildi?
Kendim adıma böyle bir fırsatı kaçırdığım için hayıflanıyorum.
Uluslararası Likya Sempozyumu’nun ilki, 1977 yılında İstanbul’da yapılmış, ikincisi Viyana’da.
15 yıllık bir aradan sonra üçüncü sempozyumu düzenleyen Suna ve İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü.
Kısa adıyla AKMED.
Kuruluşunun 10. yıldönümünde III. Uluslararası Likya Sempozyumu’nu ağırlayan AKMED’in merkezi, Antalya Kaleiçi’nde restore edilmiş iki binada.
10 yıldan beri Antalya ve çevresindeki arkeolojik merkezlerle ilgili bilimsel çalışmalara destek veriyor.
Önemli belgelerin, kitapların olduğu bir kütüphaneye sahip.
Özellikle de Akdeniz Üniversitesi’nde okuyan gençler için hatırı sayılır kaynakları var.
ANNENİN ADI GEÇERLİ
Sempozyuma dönersek, dört gün süren toplantılara yurtiçi ve yurtdışından 300’e yakın bilim adamı katılıyor.
‘İşte Likya’ sloganı altındaki sempozyuma sunulan 80’e yakın bildiriyi bir araya getiren kitapçık elimin altında.
Kaya mezarlarıyla sembolleşen Likya mimarisinden para birimine, kıyafetlerine kadar bildiriler birbirinden ilginç.
Kanadalı tarihçi profesör Gaetan Theriault’ya göre örneğin, ‘Likyalılar babalarının adlarına göre değil, annelerinin adlarına göre tanımlanıyordu.’
Sadece bu tespit Likyalıların anaerkil olduklarını kanıtlamaya yeterli.
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nden Dr. Isabella-Benda Weber ise Likya döneminin giysilerini, takılarını, saç modellerini incelemiş.
Bakın neler tespit etmiş?
Çocuklarda kız ve erkeklerin saç modelleri aynı.
Gençler arasında aynen bugünkü gibi ‘kısmi tıraş’ moda.
Evlilik yaşına gelen genç kızların saçı açık, evli kadınlarda ise topuz revaçta.
Asillerin hem saç modelleri, hem kıyafetleri farklı. Genellikle tercih edilen renk mor.
Üç sempozyum, yüzlerce bildiri Likya uygarlığının ancak küçük bir bölümünü gün ışığına çıkarmış.
18’e yakın antik Likya şehirden çoğu kazılmamış.
Bu uygarlık hálá bilinmeyenlerle dolu.
İSTANBUL’A ENSTİTÜ
Sempozyuma katılan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, bakanlığın bundan böyle Likya ile ilgili projelere destek vereceği müjdesini aktarıyor.
Sempozyumun en anlamlı konuşmalarından birini Kıraça Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı İnan Kıraç yapıyor.
Sahip olduğumuz değerlerin dünya kültürünün parçası haline geleceğini söylüyor.
‘Tarihi değerlerimizin kıymetini bilelim, iyi sahiplenelim’ diyor.
İstanbul için önemli bir haber veriyor.
10 yıldan beri AKMED’de edindikleri tecrübelerden yola çıkarak İstanbul’da bir Araştırma Enstitüsü kurduklarını söylüyor.
Enstitünün Bizans, Osmanlı ve Atatürk olmak üzere araştırmacılara üç ayrı konuda hizmet vereceğini belirtiyor.
İnan Kıraç, Bizans ile ilgili ‘Bazı şeyleri dışlıyoruz. Bizim değil diyoruz. Oysa Bizans bizim. 1100 yıl birileri yaşamış, sonra ben Osmanlı olarak bunun bir parçası olmuşum. Sonra Cumhuriyet olarak devam etmişiz. Dolayısıyla Bizans’ı, 1100 yılı silip atamayız’ diyor.
İstanbul’un nihayet Bizans araştırmalarına da yer verecek bir enstitüye kavuşması önemli.
Hem de çok.
Yazının Devamını Oku 
12 Kasım 2005
GEÇEN gece KalDer (Türkiye Kalite Derneği) yöneticileriyle birlikteyiz. KalDer kalite kavramını Türkiye’ye kabul ettirmeyi başarmış bir dernek.
Vizyon, strateji, yenilikçilik, yaratıcılık, rekabetçilik gibi sözcüklere alışmamız büyük ölçüde KalDer sayesinde.
14 yıldan beri yaptığı kongreler hep Türkiye’ye yeni ufuklar kazandırmaya yönelik.
Önümüzdeki hafta 16-17 Kasım tarihlerinde düzenleyeceği 14. Ulusal Kalite Kongresi’nin temasını öğreniyoruz.
‘Vizyondan Eyleme’...
Düşünceyi eyleme dönüştüren bireyin yaratıcılığı, yeteneği, kapasitesi nasıl arttırılır?
Kongrede işte bunlar tartışılacak.
KalDer yöneticileriyle sohbette söz dönüp dolaşıp Türk eğitim sistemine geliyor.
Eğitim sistemimiz yaratıcı beyinler yetiştirmekten uzak.
Şimdi bazı şeyler değişiyor gibi ama yine de alınacak çok yol var.
Yaratıcılık, yenilikçilik gökten zembille inmiyor.
Belli bir sistemle, belli tekniklerle geliştiriliyor.
14. Ulusal Kalite Kongresi’nde daha çok bunlar üzerinde durulacak.
Yirmiye yakın çalıştay esnasında bu konu işlenecek.
KalDer’in her zamanki gibi iddiası ‘tohumları atmak’...
Tohumlar boşuna atılmıyor.
Bazen de tutuyor.
Mersin örneğinde olduğu gibi.
KalDer toplantısıyla hemen hemen aynı günlerde yani 17 ile 18 Kasım tarihlerinde Mersin’de ‘1. Bölgesel İnovasyon Forumu’ yapılıyor.
Bu arada, Mersinlilere neden ‘yenilikçi değil de inovasyon’ sorusunu yöneltiyorum.
MERSİN’İN YOL HARİTASI
‘İnovasyon’un daha kapsamlı bir anlamı olduğu cevabını alıyorum.
Neticede her iki sözcük de aynı kapıya çıkıyor.
Peki nedir bu forum?
Mersin, ticaret ve sanayi odası bünyesinde Türkiye’de ilk Kalkınma Ajansı’nı kuran illerden.
Kalkınma Ajansı sayesinde Avrupa Birliği’ne daha yakın.
Bölgesel kalkınmaya önem veren Avrupa’nın yaklaşık 10 yıldan beri ‘Bölgesel İnovasyon Stratejisi’ projelerini yapıyor.
Amaç bölgeler arasında rekabeti körüklemek.
Hangi sektörlerin başı çekebileceğini belirlemek.
Mersin işte böyle bir projenin içersinde.
Sanayi ve Ticaret Odası, Mersin Üniversitesi, Ortadoğu Teknopark, Mersin-Tarsus Organize Bölgesi ve Yunanistan’daki ‘Epirus İnovasyon Merkezi’ bir konsorsiyum kurmuş.
AB’nin 530 bin euroluk ihalesini kazanmış.
İlk aşamada yukarıda sözünü ettiğim ‘İnovasyon Forumu’nu düzenlemek.
Halkı neler yapılacağına ilişkin bilgilendirmek. Sonra KOBİ’lere yönelik 32 aylık bir çalışma yapmak
Hangi sektörün daha rekabetçi olduğunu ortaya çıkarmak.
Ona göre Mersin’in yol haritasını belirlemek.
Galiba ‘Avrupalı Mersin’in ucu göründü.
Kamboçya Türkiye’nin hazır giyim üssü olabilir mi?
TEKNOLOJİ Holding’in eş başkanı Alphan Manas, Kamboçya fahri başkonsolosu oldu.
Manas’tan, geçtiğimiz eylül ayında bu sütunda ‘Türkiye Fütüristler Derneği’nin kurucusu diye söz etmiştim.
Kafasında binbir proje olduğunu ve bu yüzden adını da sık işiteceğimizi yazmıştım.
Birkaç ay geçmeden Alphan Manas ‘Kamboçya’ projesiyle karşımda.
Nedir bu Kamboçya meselesi diye merak edenleriniz vardır mutlaka.
1990’lı yıllarda Kamboçya dendi mi akla ‘Kızıl Kmerler’, kanlı diktatör ‘Pol Pot’ filan gelirdi.
Kamboçya’da 1970 ile 1998 yılları arasında devam eden iç savaştan görüntüler hepimizin hafızalarında.
1998 yılı Pol Pot rejimini destekleyenlerin silahları bıraktığı yıl.
Kamboçya 1998 yılından bu yana İngiltere’deki gibi bir krallıkla yönetiliyor.
İç savaş yaralarını yeni yeni sarıyor.
Henüz Güney Asya kaplanları arasında sayılmasa da yavaş yavaş yol alıyor.
Bölgede kurulmuş olan ASEAN, ASEM, ACMES gibi ekonomik birliklerin üyesi.
Yabancı yatırım çekmenin yollarını arıyor.
İşçilik ücretleri Çin’e göre dörtte bir oranında düşük.
Bu yüzden yabancı yatırımcı için iyi bir alternatif.
Kamboçya Türkiye bağlantısına gelirsek.
Manas’ın fahri başkonsolos olması nedeniyle Kamboçya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı temsilcisi Ung Sean ile yine Dışişleri’nden üst düzey yetkili Hor Monirath İstanbul’da.
Dün sabahki toplantıda Manas, iki ülke arasında neler yapılabileceğini anlatıyor.
‘Türkiye’de 20 milyar dolarlık tekstil ve hazır giyim donanımı atıl vaziyette. Bunları Kamboçya’ya kaydırıp üretimi orada yapabiliriz. Burası da bir ihracat merkezi olur’...
Kamboçya henüz yabancı yatırımcı tarafından keşfedilmemiş.
Yabancı yatırım sadece 500 milyon dolar civarında.
Vergi muafiyeti, sermaye transferi için engel yok.
Ama altyapı sorunu var.
Örneğin elektrik üretimi hemen hemen yok gibi.
Olan da çok pahalı.
Kilovatı neredeyse 1 dolar.
Bu yüzden Kamboçya Enerji Bakanlığı Manas’a bir baraj projesi götürmüş.
Yani Türk inşaat sektörüne Kamboçya’nın yolunu açmış.
Alphan Manas ‘yap-işlet-devret’ modeliyle yapılacak barajın çevresinde bir sanayi bölgesinin kurulmasını tasarlıyor.
Elbet öncelikle Türk yatırımcılara açık bir sanayi bölgesi.
Fütürist Alphan Manas’ın Kamboçya vizyonu böyle.
Yazının Devamını Oku 