Gila Benmayor

Diyarbakırlı işadamları: Sesimizi duyun

16 Aralık 2005
DİYARBAKIR Ticaret Borsası şehrin ekonomisine dikkat çekmek için ilginç bir yöntem uygulamış. Yerel gazetelerde verdiği ilanla İstanbul Ticaret Odası’nı Diyarbakır’a davet ediyor.

İlanla davet İstanbul Ticaret Odası’nı (İTO) harekete geçiriyor.

İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, beraberinde 50 kadar meclis üyesiyle Diyarbakır’a bir ‘destek çıkarması’ yapıyor.

Diyarbakır, bölgede tırmanışa geçen terörün şehrin zaten kırılgan ekonomisine daha büyük zarar vermesinden kaygılı.

Üç ay önce yine Diyarbakır’daydım.

Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kudbettin Arzu şiddet olayları nedeniyle turizmde iptallerin yaşandığını anlatmıştı.

Oysa turizm Diyarbakır’ın ekonomik kalkınma için umut bağladığı bir sektör.

İşsizlik, şehir merkezinde yüzde 30, ilçe merkezlerinde yüzde 43’e ulaşmış.

Yatırım yok, üretim sınırlı.

Ama Diyarbakırlı işadamları bölgeye dikkati çekmek için kararlı.

İTO’yu ilanla davet ettikleri günlerde, bir mektup da TBMM’ye gönderiliyor.

Mektubun başlığı şöyle:

‘Kalkınma bir başka bahara mı?’

Çeşitli oda ve derneklerin imzasını taşıyan mektupta Ankara’nın bölgede kurulmasını hedeflediği Bölgesel Kalkınma Ajansı’nın merkezinin, planlandığı gibi Şanlıurfa’da değil Diyarbakır’da olması talep ediliyor.

Başbakan Erdoğan’ın 12 Ağustos’ta şehre yaptığı gezi sonrası ortaya çıkan umutlu havanın yerini umutsuzluğa bırakmaya başladığı vurgulanıyor.

İşte bu karamsar atmosferde İTO’nun ziyareti önemli.

Diyarbakır’a önerdiği somut iki projesi var.

Biri ‘Doğu Anadolu Turizm Odaklı Kalkınma Projesi’.

Hükümetin desteğiyle bu projeye Güneydoğu Anadolu illeri de dahil edilmiş.

Proje hayata geçtiğinde, Diyarbakır turizm atağında yalnız kalmayacak.

İkinci projenin adı ‘İhracata İlk Adım’.

İTO, Madrid Ticaret Odası’ndan hiç ihracat yapmamış KOBİ’lere ihracatı öğretmek için ‘know-how’ almış.

Bunu önce İstanbul’da çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren 20 şirkete uygulayarak ihracatı öğretmiş.

Daha sonra Kırıkkale’deki KOBİ’ler eğitilmiş ihracat konusunda.

Şimdi aynı eğitim Diyarbakırlı KOBİ’lere verilecek, dünyaya açılmaları sağlanacak.

Diyarbakır İhracatçılar Birliği’ne kayıtlı 95 firmadan şu anda ihracat yapanların sayısı sadece 6.

İTO’nun vereceği eğitimle bu birkaç katına çıkabilir.

‘İhracata İlk Adım’ projesinin ikinci ayağında ise KOBİ’leri evlendirmek var.

Günün birinde Almanya’dan bir KOBİ’yle İstanbul ve Diyarbakır’dan birer KOBİ’yi evlendirmek neden hayal olsun?

Hayal gerçekleşebilir mutlaka ama bu aşamada Diyarbakırlıların somut şeylere gereksinimleri var. Hem de acilen.

Çünkü ekonomik kalkınma, terörün panzehiri.

Diyarbakır’daki atölyeden İtalyan pazarına

DİYARBAKIR Ticaret ve Sanayı Odası Başkanı Kudbettin Arzu, AB fonlarıyla başlatılan bir çalışmadan söz ediyor.

İki atölyede tezgahlar kurulmuş, Diyarbakır’ın ‘poşuları’ yani şalları genç kızlar tarafından ipekle dokunuyor.

Atölyelerin birinde eğitim veriliyor, diğerinde ise üretim yapılıyor.

İpekli dokumalardan bazı örnekler Fransa, Almanya, İtalya’ya gönderilmiş.

İtalya’dan gelen yanıt olumlu.

Her şey yolunda giderse Diyarbakır atölyelerinde dokunan şallar bir süre sonra İtalyan pazarında boy gösterecek.

AB için Polonyalıları ikna eden Papa olmuş

ÖNCEKİ gün İstanbul’daki Avrupa Birliği seminerinde en çok dikkatimi çeken, Polonya’nın AB yolculuğunu anlatan Krzysztof Bobinski’nin sözleri.

Bakın neler söylemiş.

‘Hükümet, politikacılar, STK’lar, medya arasında uzlaşma şart.’

‘STK’lar Avrupa Birliği’ne katılımın ruhu.’

‘AB eğitiminin ilkokullarda başlaması gerekir.’

Bobinski
, eğitimi anlatırken Polonya’da önce çocukların okullarda AB eğitimi aldıklarını ve kimi zaman anne babaları bilgilendirdiklerini anlatıyor.

Yani büyükler çocuklarından öğrenmiş neyin ne olduğunu.

Önemli bir diğer nokta Başbakan’ın öncülüğü.

Polonya deneyiminde bir başka faktör daha girmiş devreye.

Papa 2. Jean Paul.

Polonyalı Papa’nın ‘AB üyeliği iyidir’ diye bir mesaj vermesi, en aleyhte olan muhalefet partilerini de yumuşatmış.

Ülkede hava AB lehine dönmüş.
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın gezisine katılanların kimi 9 bin kimi 12 bin dolar ödemiş

13 Aralık 2005
BAŞBAKAN Erdoğan’ın 8 günlük Yeni Zelanda ve Avustralya gezisine katılan işadamları tam bir hayal kırıklığı içersinde. Geziye katılmak için hem inanılmaz bir para ödemişler, hem aradıklarını bulamamışlar.

Yeni Zelanda ve Avustralya seferine katılan birkaç işadamıyla konuştum.

Çizdikleri tablo, söyledikleri böylesine uzun ve masraflı bir gezinin büyük oranda ‘fiyasko’ olduğunu ortaya koyuyor.

En başından başlayalım.

İşadamları için tutulan 340-400 Airbus 350 kişilik.

Ancak koskoca uçak 40 ya da 50 kişiyle havalanıyor.

Gezi programı geziye çıkmadan üç gün önce ulaştırılıyor.

Dolayısıyla Yeni Zelanda ve Avustralya’da iş randevuları önceden belirlenemiyor.

Peki geziye katılmak için ne kadar para ödenmiş?

İşte işin burası hayli tuhaf.

Çünkü işadamlarından önce istenen ücret 12 bin dolar.

Kişi başı elbet.

Daha sonra başvurup ödeme yapanlardan ise 9 bin dolar alınmış.

Bu kadar çok parayı ödeyip yollara düşen işadamları neyle karşılaştılar?

Anlatılanları aktarıyorum:

‘Yeni Zelanda ve Avustralya’daki iş görüşmeleri kötü organize edilmişti. Türk-Avustralya İşadamları Dernekleri’nın toplantısına mesela Avustralya’da yaşayan Türk işadamları geldi. Hiçbir işadamı muadilini bulamadı.’

Düşünün ki, dünyanın diğer ucuna gidiyorsunuz ve karşınızda sektörünüzle ilgili kimseyi bulamıyorsunuz.

Yeni Zelanda ve Avustralya, hayvancılık, tarım ve ormancılığın en güçlü olduğu ülkeler.

Önceden belirtilmemiş ki gidenler arasında bu sektörlerden fazla kimse yok.

Bu yüzden ciddi iş bağlantıları yapılamıyor.

Aktarmaya devam:

‘Amaçsız bir geziydi. Oysa büyük bir fırsata dönüşebilirdi. Yeni Zelanda ve Avustralya, Gelibolu nedeniyle Türkiye’yi tanıyan, sıcak bakan ülkeler. Oralara gidip farklı projelerle dönebilirdik’...

Bir hayal kırıklığı da Başbakan Erdoğan’ın tutumundan kaynaklanmış.

Özal’ın dış gezilerine de katılmış olan bir işadamının gözlemi ilginç:

‘Özal böyle gezilere çıkıldığında hem öncesi hem sonrası işadamlarıyla sohbet ederdi. ‘Ne yapacaksınız, kimlerle görüşeceksiniz’ diye sorardı. Dönüş yolunda ‘Neler yaptınız’ diye bilgi alırdı.’

Neticede, Başbakan Erdoğan’ın uzun bir yolculuk boyunca işadamlarıyla bu tür bir ilişkiye girmemiş olması burukluk yaratmış.

Ama...

Kendisiyle seyahate çıkan işadamlarına bekledikleri ilgiyi göstermeyen Başbakan, Avustralya’da ‘en başarılı genç işadamı’ seçilen Türk asıllı ‘Crazy John’u yani Muzaffer İlhan’ı yemekte yanıbaşına oturtmuş.

Euro yok olmaya mahkûm

DANIEL Gueguen 1975 yılından beri Avrupa Birliği ile uğraşan bir Fransız.

Uzun yıllar ‘Avrupa Şeker Federasyonu’ ilişkileri yürütmüş.

Ardından ‘Avrupa Çiftçiler Birliği’nin Genel Sekreterliği’nin yapmış.

Avrupa Birliği’nin tarım politikasını en iyi bilenlerden biri olarak tanımlanıyor.

Şimdi Brüksel’de Clan diye AB konusunda eğitim veren, lobicilik yapan bir şirketin sahibi.

Aynı zamanda 12 kitabın yazarı.

Bunlardan bir tanesinin başlığı şöyle: ‘Euro, Avrupa’nın inşası mı? Yoksa yıkılması mı’.

Daniel Gueguen
geçenlerde MK Danışmanlık Eğitim’ın düzenlediği bir günlük seminer için İstanbul’daydı.

Bir akşam yemeğinde sohbet imkanı bulduk.

Gueguen diyor ki ‘Euro için çok hızlı hareket edildi. Avrupa evinin temelini sağlamlaştırmadan çatıyı diktik’.

Gueguen’in ‘evin temeli sağlam değil’ dediği ise AB üyeleri arasında ekonomik uyumun olmaması, Ayrıca başta dış politika olmak üzere gerçek politik uyumun da sağlanmamış olması.

Profesör Yücel Aşkın’ın yarınki duruşmasına AB gözlemci gönderiyor mu?

VAN 100.Yıl Üniversitesi Rektörü Profesör Yücel Aşkın’ın ilk duruşması yarın.

Profesör Yücel Aşkın yaklaşık 2 aydan beri tutuklu.

Cumartesi günü kalbine ‘stent’ takıldı.

Hem sağlık durumu iyi değil, hem psikolojik durumu.

Meral Tamer, Profesör Aşkın’ın tutuklanmasının hukuk dışı bir uygulama olduğunu inatla günlerdir yazıyor.

Dün Vatan Gazetesi’nde Profesör Süheyl Batum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına dayanarak hukuk dışı uygulamayı ortaya koydu.

Van’daki duruşma yarın.

Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ndaki duruşma için savcılık 418 mağdur ve 132 tanık göstermiş.

Kimilerinin görüşüne göre, duruşma mitinge dönüşecek.

Çeşitli STK’ların duruşmaya gözlemci göndermeye hazırlandıklarını öğrendim.

Avrupa Birliği’nin ise gözlemci gönderip göndermeyeceği belli değil.

Oysa Profesör Yücel Aşkın’ın duruşmasından iki gün sonra Orhan Pamuk’un duruşmasına AB gözlemcileri katılacak.

Yarın Avrupa Birliği temsilcisi Kretschmer İstanbul’da ‘Avrupa Birliği Üyelik Görüşmeleri’ seminerinin açılışını yapacak.

Sanırım kendisine en fazla Aşkın duruşması sorulacak.
Yazının Devamını Oku

Anna Lindh Vakfı kültürlerarası diyaloğu başarabilecek mi?

12 Aralık 2005
Arşivime baktım. Anna Lindh Vakfı’nın İskenderiye’de kurulduğunu geçen nisan ayı yazmışım. Bir suikasta giden İsveç’in unutulmaz Dışişleri Bakanı Anna Lindh anısına, Akdeniz’in iki kıyısında kültürel diyaloğu sağlamak için kurulan vakfı.

Barcelona Süreci’ni canlandırır diye düşünülmüş.

Neden Anna Lindh, neden İskenderiye?

Çünkü Anna Lindh, ölünceye kadar kuzeyle güneyin işbirliği için çalışmıştı./images/100/0x0/55eb2dc8f018fbb8f8b07359

Çünkü böyle bir merkezin, Akdeniz’in güneyinde olması bölgenin insanlarına biraz heyecan katabilirdi.

Onları işin içine çekebilirdi.

Bunları söyleyen geçenlerde Barcelona’daki Euro-Med Zirvesi sırasında karşılaştığım vakfın direktörü Dr. Traugott Schoefthaler.

Dr. Schoefthaler, Bavyeralı Alman.

UNESCO’nun Almanya Ulusal Komisyonu genel sekreteri olarak savaş sırasında Bosna’da bulunmuş.

Avrupa ile Arap dünyasının yakınlaşması için çalışmış.

‘Balkanlar’daki korkunç savaşı gördükten sonra hoşgörü sözüne inanmıyorum. Bu sözcüğü kullanmaktan vazgeçtim. Taraflar arasında eşit düzeyde ilişki kurmak daha önemli’ diyor.

Söylediği bir şey daha var Dr. Schoefthaler’in.

‘Kültürel farklılıkları öne çıkarmak savaşları kışkırtır.’

BOSNA’NIN ÖĞRETTİĞİ

Bosna-Hersek deneyimlerini anlatıyor.

‘Yüzyıllarca yan yana yaşadıkları halde Müslüman Boşnaklar ve Ortodoks Sırplar birbirlerinin dinsel ve kültürel geleneklerini hiç bilmiyorlardı.’

Bu gerçekten yola çıkılarak şimdi Bosna-Hersek’te okullarda tüm dinlerin öğretilmesine gayret ediliyormuş.

Birbirini önce tanımak.

Karşısındaki hakkında bilgilenmek.

Anna Lindh Vakfı’nın en büyük hedefi bu.

‘Farklı kültürü ya da dini tanımamak hem Arap ülkelerinin, hem de çoğu Avrupa ülkesinin sorunudur. Bu durumu değiştirmezsek insanların uyumlu ve saygı içerisinde birarada yaşamaları mümkün değil.’

Dr. Shoefthaler ile konuştuğum gün yanında iki kişi var.

Biri Mısırlı danışmanı Azza Nardini, diğeri Türk Nilgün Mirze.

Nilgün Mirze, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın Kurumsal İletişim Yönetmeni.

Aynı zamanda Anna Lindh Vakfı Türkiye ağının başkanı.

Yani vakfın Türkiye temsilcisi, İKSV.

Nilgün Mirze vakfın kurulma aşamasından beri işin içinde.

‘Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda vakfın ilkelerini tartıştığımız günü hatırlıyorum. Henüz kurulacağına ilişkin karar filan yok ortada. Yan odada Avrupalı parlamenterler kararı tartışıyor. Biz toplantımızı bitirmeden birileri odaya daldı. Vakfın kurulduğu müjdesini verdi’ diye anlatıyor.

STK’LARIN SÜREÇTEKİ ROLÜ

Nilgün Mirze, geçtiğimiz nisan ayında Anna Lindh Vakfı’nın İskenderiye Kütüphanesi’ndeki açılışına da gitmiş.

‘Böyle bir vakfın dünyanın yedi harikasından birinin bağrında yer alması anlamlı’ diyor gülerek.

Anna Lindh Vakfı’nın 34 ulusal ağı var.

Türkiye bunlardan biri.

Nilgün Mirze Türkiye ağında şimdilik 27 sivil toplum kuruluşunun olduğunu söylüyor.

Bunlar üç ayda bir güncelleştiriliyor.

Kimler var diye soruyorum?

Tarih Vakfı, Mimar Sinan Üniversitesi, Sabancı Müzesi bunlardan bazıları.

Peki mesela Türkiye’de neler yapılacak?

‘Çeşitli ülkelerin okulları, üniversiteleri, kütüphaneleriyle ortak projeler geliştirilecek. Vakıf daha çok öğrencilerle ilgileniyor. Kural kuzeyden iki, güneyden iki ortak olması sadece.’

İşin bu arada püf noktası şu.

Arap ülkeleri liderleri -en son Barcelona’daki Euro-Med Zirvesi’nde de ortaya çıktığı gibi- sivil toplum kuruluşlarını ön plana çıkartmaya pek istekli değil.

Hatta eğilim, Barcelona Süreci’nde onları by-pass etme.

Anna Lindh Vakfı, dolaylı olarak da olsa, bu ülkelerdeki STK’ları daha fazla devreye sokarak bu ülkelerin demokratikleşme sürecini hızlandırabilecek.

Vakfın önünde gerçekten zor bir sınav var.

Acaba kültürlerarası diyaloğu başarabilecek mi?

Alman direktör fotoğrafta görebileceğiniz gibi, bir yanında Mısırlı, diğer yanında bir Türk ile mutlu bir tablo çizdiğine göre neden bunun gerçekleşebileceğini hayal etmeyelim?
Yazının Devamını Oku

Barroso ile Saraylı ‘dinamik Avrupa’ için birleşti

9 Aralık 2005
ÖNCEKİ gün Avrupa Parlamentosu’ndayız. Kürsüde yan yana, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile Avrupa Genç Girişimciler Dernekleri Konfederasyonu (YES) Başkanı Murat Saraylı.

Saraylı aynı zamanda TÜGİAD yani Türkiye Genç Girişimciler Derneği Başkanı.

Bir yıldan beri YES’in başkanı.

Saraylı, Avrupa Genç İşadamları Dernekleri Konfederasyonu’nun bu yıl Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı yıllık toplantısında ikinci kez başkan seçiliyor.

Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, Avrupalı genç girişimcilerin taleplerini, görüşlerini dile getirdikleri bu toplantıya katılıyor.

Hem Avrupa’ya, hem Avrupalı genç girişimcilere önemli mesajlar veriyor.

Ne diyor Barroso?

Avrupa’nın, 2010 yılında dünyanın en dinamik, en rekabetçi ekonomisi olma hedefinin gerisine düştüğünü söylüyor.

Hedefin 2000 yılında, ‘Lizbon Gündemi’ adı altında belirlenmiş olmasına rağmen beş yıl sonra Avrupa hálá hantallığı üzerinden atamamış.

Girişimcileri risk almıyor, ürkek.

Microsoft, Google gibi dünya devlerini yaratan genç, ‘uçuk’ girişimcilerden yoksun.

Buna karşın 33 milyon işsizi var.

Barroso diyor ki: ‘Avrupa’nın kendisine güveni yok. Oysa dünya ticaretinde önemli bir yeri var. Yapılması gereken yeni reformlar, girişimciliği teşvik edecek yeni yasalar.’

BÜTÇE ELEŞTİRİSİ

Bu arada Avrupa Birliği’nin en sıcak konusu olan bütçeye de değiniyor.

Dönem başkanı İngiltere’nin bütçeden 24 milyar Euro ‘kırpmak istemesini’ eleştiriyor.

‘Yeni üyelerin reformlarını sürdürmeleri için AB’nin yardımlarına gereksinimleri var. Bütçe kırpıldığı takdirde en çok onlar zarar görecek’ diyor.

Bütçeyi kırpmak yerine Avrupa’nın zenginleşmesi daha mantıklı.

İşte bu noktada YES Başkanı Murat Saraylı, Barroso’ya şunları söylüyor:

‘YES 36 bin genç üyesiyle Avrupa’nın yeni bir girişimcilik ruhu kazanmasına yardımcı olacak. Avrupa ekonomisinin dinamizm kazanması için katkımız olacak.’

GENİŞLEME DALGASI

Saraylı
’nın bunun için önerileri var:

Özellikle Avrupa’nın güneyindeki girişimcilerin desteklenmesi için ‘mikro krediler’.

‘Yenilikçiliğin’
teşviki.

Genç girişimcilere Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde eğitim imkanı.

Barroso önerilere sıcak bakıyor, hatta 2006 yılının Avrupa’da ‘Girişimci Yılı’ ilan edilebileceğini söylüyor.

Murat Saraylı’nın ikinci kez YES başkanlığına seçilmesine gelince...

Avrupalı genç girişimcilerin başında bir Türk girişimcinin bulunması ne anlama geliyor?

Saraylı diyor ki: ‘Avrupa’yı Avrupa yapan değerlere daha küresel bir boyut katıyoruz. Ortadoğu, Kafkasya hatta Kuzey Afrika perspektifini sunuyoruz. YES’e yeni bir soluk getirdiğimiz konusunda üyeler hem fikir.’

Saraylı
’nın başkanlık döneminde YES’in ciddi bir genişleme dalgası geçirdiğine bakılırsa bu doğru.

Dünya Ekonomik Forumu Kasım 2006’da İstanbul’da toplanıyor

EKONOMİNİN gidişatıyla ilgili tartışmalar hız kazandığı bir sırada Dünya Ekonomik Forumu’ndan sevindirici bir haber geldi.

Forum önümüzdeki yıl bölgesel toplantılarından birini İstanbul’da yapacak.

16 ve 17 Kasım tarihlerinde İstanbul’da yapılacak yuvarlık masa toplantılarına 250 global lider katılacak.

Dünya Ekonomik Forumu, Çin ve Hindistan’da daha önce bu tür toplantılar yapmıştı.

İstanbul toplantısı, dünyanın Türk ekonomisini sıkı takipte olduğu anlamında.

AB’nin 259 milyon Euro’luk yardımından vazgeçeriz

BRÜKSEL dönüşü uçakta Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın bir ay önce işbaşına gelen yeni ekibiyle karşılaşıyoruz.

Başkan Erdil Nami, Başkan Yardımcısı Hasan İnce karamsar tek kelimeyle.

Referandum sonrası KKTC’ye yardım vaadinde bulunan Avrupa Birliği’nin sıkı ‘u’ dönüşünden canları fena halde sıkılmış.

‘AB referandumdan sonra KKTC ekonomisine enjekte etmeyi vaat ettiği 259 milyon Euroluk yardımı kabul edilemez koşullara bağladı’
diyorlar.

Başkan Nami’ye nedir bu koşullar diye soruyoruz.

Sayıyor.

Kuzey’deki Rum malları üzerinde moratoryum ilan edilmesi,

Magosa limanının ortak kullanımı,

Maraş’ın iadesi.

Başkan Erdil Nami ‘Bu koşulları kabul etmemiz söz konusu değil. Hele Rum mallarına moratyum demek KKTC’de hayatı durdurmak anlamına gelir’ diyor.

Zaten 259 milyon Euroluk yardımın ilk dilimi yani 120 milyon Euro’nun vadesi Aralık ayı sonunda doluyormuş.

Brüksel’de iki güne 15 tane toplantı sığdıran Kıbrıs Türk Ticaret Odası heyeti Avrupa Komisyonu’nun koşullarından vazgeçmesi için kulis yapmış.

Başkan Nami net konuşuyor: ‘Dışişleri Bakanı Gül’e de ilettik. Bu koşullar altında 259 milyon Euroluk yardımdan vazgeçeriz.’

Bir şey daha ilave ediyor:

‘Brüksel’de lobilicik yapmadan işleri yürütmek mümkün değil. Rumlar bu işi iyi biliyor.. Ne yazık ki biz bilmiyoruz.’
Yazının Devamını Oku

Topbaş, Göztepe Parkı’na camiyi bir de bu gözden değerlendirse

6 Aralık 2005
GEÇTİĞİMİZ cumartesi günü Göztepe Parkı’nın önündeki gösteriyi düzenleyen ‘Duyarlı Kentliler Hareketi - Göztepe Parkı Dayanışması’. ‘Duyarlı Kentliler Hareketi’, İstanbul Çevre Konseyi’nin desteğiyle kurulmuş.

Konseyin daha önce gündeme getirdiği konular arasında ‘Gökkafes’ de var.

Sabah 11’de parkın önünde buluşanların yakasına ‘kuru bir yaprak’ iliştiriliyor.

Basın bülteni son derece dikkatlice hazırlanmış.

Özetle söylediği şu:

‘Göztepe Parkı yapılaşmaya açılmasın!’

İki önemli gerekçe var bunun için.

Birincisi, Göztepe Parkı, beklenen büyük İstanbul depreminden bir kaçış alanı.

Göztepe Parkı’
nın da yer aldığı Kadıköy sahil şeridi kırılması beklenen fay hattının tam karşısında,

Zaten o bölgede yaşayanlar diken üzerinde.

Basında depremle ilgili haberler çıktıkça uykuları kaçıyor.

17 Ağustos depreminde binlerce semt sakini Göztepe Parkı’na sığınmış.

Burası yapılaşmaya açıldığı takdirde 10 bin metrekarelik alanın 2 bin 500 metrekaresi gidecek.

İkinci önemli gerekçe ‘yeşil’ alanların azalması.

Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen ‘yeşil alan’ miktarı en az 10 metrekare.

İngiltere’de mesela bu rakam üç, dört katı.

Türkiye’de kişi başına düşen ‘yeşil alan’ sadece 2.5 ile 3 metrekare.

İstanbul’da nefes alamadığımız konusunda herhalde herkes hemfikir.

Yani mesele Göztepe Parkı’nın ne olursa olsun korunması gerektiği.

Baktım, Göztepe Parkı’ndaki gösteriye değinen gazetelerde bu konular hiç yok.

Daha çok gösteri sırasında çıkan olaylar verilmiş.

‘İstanbul Çevre Konseyi’ Genel Sekreteri Türksen Başer Kafaoğlu konuşurken bir gazetecinin müdahale etmesiyle gerginlik çıktığı doğru.

Gösterinin bitişine doğru ‘Cami hakkımız elimizden alınamaz’ diye bir grubun olay çıkarttığı da doğru.

Birden etrafın kızıştığı da.

Kadıköy’ün geleceğinden söz sahibi olmak isteyen, duyarlı vatandaşların bir araya geldiği, sakin başlayan bir gösterinin sloganlarla bitmesi yazık.

Göztepe Parkı’na cami belli ki daha çok inatlaşmaya gebe.

Bunun için diyorum ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş meseleye deprem ve yeşil alan gözüyle baksa.

Bir belediye başkanına yakışan da bu değil mi?

Fransa ile ABD’nin Çin düellosu

ÇİN Başbakanı Wen Jiabao halen Paris’te resmi gezide.

Ayağının tozuyla Fransa’ya gelen Çinli başbakan 100 A320 Airbus siparişi vermiş.

Yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kontrat bu.

Sipariş Çin pazarına gözlerini dikmiş olan Amerikan Boeing, dolayısıyla ABD için önemli bir darbe.

Airbus, ABD ve Fransa’yı Çin nedeniyle karşı karşıya getiren tek konu değil.

Fransa ile ABD arasındaki ‘Çin Düellosu’nun esas önemli boyutu nükleer santral yapımıyla ilgili.

Fransa’nın Areva Şirketi ve ABD’nin Westinghouse şirketi ilk aşamada yapılacak dört nükleer santral için Çin’e teklif vermiş.

Kulislerde konuşulan, Çin’de daha önce nükleer santral yapmış olan Fransa’nın daha avantajlı durumda olduğu. Fransa ayrıca teknoloji transferi konusunda Çin’e daha fazla garanti vermiş. Ne de olsa işin ucunda 2020 yılına kadar 50 milyar dolar tutarında yirmiye yakın santralın yapımı söz konusu.

Beyaz kurdeleler yakalarda

MERAL Tamer’i, tutuklu Van Üniversitesi Rektörü Profesör Yücel Aşkın’a destek çıktığı için kutluyorum.

Tamer’in birkaç gün üstüste yazdığı yazılar nedeniyle Profesör Aşkın için yakalarına beyaz kurdeleler takanların çoğaldığından eminim.

Göztepe Parkı’ndaki gösteri gelen bazı yaşlı insanların, (zaten gösteride fazla genç yoktu nedense), yakalarında ‘beyaz kurdeleleri’ görünce sevindim.

Dubai Kuleleri’ne de semt sakinlerinden tepki var

GÖZTEPE Parkı’ndaki gösteri bir avuç duyarlı vatandaşları biraraya getirdi demiştim.

Bu vesileyle Dubai Kuleleri’nin de yapılacağı Çeliktepeliler’in kaygılarını da paylaştık.

Dubai Kuleleri için belirlenmiş olan eski İETT Garajı, depremde semt halkı için bir sığınak.

Kaldı ki, etrafta tek bir yeşil alan, park yok.

‘Çeliktepe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nın dağıttığı bildiride, Çeliktepe, Gültepe, Sanayi Mahallesi’nde ‘yeşil alanın’ kişi başına ‘sıfır’ olduğu vurgulanıyor.

Yani eski İETT Garajı’nın halkın nefes alacağı bir alan olması isteniyor.

Dernek 24 Aralık günü, eski İETT Garajı’nda bir dayanışma gösterisi yapacak.
Yazının Devamını Oku

Yıkılan meyhaneler için anıt diken şehir

4 Aralık 2005
Bence Barcelona, Gaudi ve dünyada beş ‘Dünya Mirası’na sahip tek şehir olmanın ötesinde başka kimlik kazanmış bile.  Benim bu şehirdeki en büyük şansım, buraya yaklaşık 20 yıl önce yerleşmiş olan çocukluk arkadaşım. Onunla şehrin en olmadık sokaklarına dalıyoruz. Kırmızıbiberli ahtapotu en iyi pişiren, ‘tapas’ları en iyi hazırlayan kuytu lokantalara gidiyoruz.

HER gittiğimde beni daha fazla şaşırtan bir şehir Barcelona.

Her seferinde bir başka sürpriz, bir başka renk.

Bu belki de Barcelona’nın giderek zenginleşmesinden de kaynaklanan bir şey.

Kişi başı milli gelir İspanya’da 19 bin 642 dolar iken, Katalanya’da 24 bin dolar.

Barcelona zenginleştikçe güzelleşen, zenginliğini paylaşan bir şehir.

Paylaşan diyorum çünkü son bir araştırmaya göre, bu şehirde 190 ülkeden 223 değişik lisan konuşuluyormuş.

Nüfusunun yüzde 14.6’sı yabancı.

Üstelik yabancılar Paris’teki gibi gettolarda filan değiller.

Şehir çeşitliliği, çok kültürlülüğü kucaklamış.

Zenginliğinin bir yararı da şu:

Kapılarını dünyanın en ünlü mimarlarına açmış.

Sahil şeridinde yürürken karşınıza neredeyse bir bina büyüklüğünde metal bir uçan balık çıkıyor.

Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nin mimarı Frank Gehry’nın eseri.

Geceleri ışıltılar saçan füze şeklindeki bina Torre Agbar.

Onu da Fransız mimar Jean Nouvel yapmış.

Düşünün ki, bu bina Barcelona Sular İdaresi’ne ait.

Telefonica Şirketi’nin 188 metrelik kulesi bir başka ünlü mimarın.

İspanyol Santiago Calatrava.

Torre Collserola
zamanımızın en yenilikçi mimarlarından İngiliz Norman Foster’in yapıtı.

EN İYİ AHTAPOT PİŞİREN LOKANTA

‘Barcelona Süreci’nin 10. yıldönümü için inşa edilen kongre kompleksinin yapımını, İngiltere’deki Modern Tate Müzesi’ni yenileyen İsviçreli Herzog&De Meuron üstlenmiş.

Liderlerin buluştuğu esas binaya giremedik ama basın kartlarımızı aldığımız mavi ve geometrik şekiller halinde kesilmiş aynalı bina tek kelimeyle korkunçtu.

Umarım bu ‘mavi/aynalı’ bina Barcelonalı yetkililerin umudunu kırmaz da kapılarını ünlü mimarlara açmaya devam ederler.

Tabii bu arada adım başı karşınıza çıkan Gaudi binalarını saymıyorum bile.

Bence Barcelona, Gaudi ve dünyada beş ‘Dünya Mirası’na sahip tek şehir olmanın ötesinde başka kimlik kazanmış bile.

Benim bu şehirdeki en büyük şansım, buraya yaklaşık 20 yıl önce yerleşmiş olan çocukluk arkadaşım.

Onunla şehrin en olmadık sokaklarına dalıyoruz.

Kırmızıbiberli ahtapotu en iyi pişiren, ‘tapas’ları en iyi hazırlayan kuytu lokantalara gidiyoruz.

Koltukları en rahat kafelerde sohbet ediyoruz.

Barcelona Zirvesi’nin sona erdiği gün, gönül rahatlığıyla sahilde, hemen kumsalın başladığı yerde bir lokantada yemek yiyoruz.

BELEDİYENİN ÖZRÜ

Yemekten sonra Barcelona’nın eski balıkçı mahallelerinin olduğu Barcelonetta’ya doğru bir yürüyüş yapıyoruz.

Gökyüzü hem güneşli, hem bulutlu.

Işığın en güzel göründüğü bir hava.

Belediyeye ait havuzun önünde Barcelona Olimpiyatları’nın anısına anlamlı bir anıt.

Dikkatlice bakınca sporcular görünüyor.

Arkadaşım anlatıyor:

‘Barcelonetta eskiden çok hoştu kumsaldaki köhne meyhaneleriyle. Sahili açmak için hepsini yıktıklarında bayağı üzüldüm...’

Ama üzülen sadece o değil...

Belli ki, çevredekiler de tepkilerini dile getirmiş ve kumsalın tam ortasında meyhanelerin anısına bir anıt dikilmiş.

Üst üste minik evlerden oluşan bir anıt.

Barcelona Belediyesi’nin eski günlere nostalji duyanlara bir özrü.

Hırpalanmaktan bitap düşmüş, ipe sapa gelmez projeler karşısında boynu bükük İstanbul’u düşündükçe nasıl kıskanmam Barcelona’yı.

Ünlü mimarlarını da, yıktığı meyhanelere anıt diken belediyesini de.
Yazının Devamını Oku

Paşabahçe Ar-Ge’ye yatırım yaptı, kazandı

2 Aralık 2005
YURTDIŞINDAKİ takıntılarımdan biri girdiğim dükkanlardaki cam eşyaların ‘Paşabahçe’ olup olmadığını kontrol etmek. Yıllar önce, Sydney’de ‘Paşabahçe’ markasına rastladıktan sonra gelişen bir alışkanlık.

Cam eşyaları elime aldığımda yanılmıyorum.

Çoğunlukla ‘Paşabahçe’ çıkıyorlar.

Önceki gece, ‘Paşabahçe’nin ‘Tarih/Kültür/Cam koleksiyonlarının yeni ürünlerinin sergilendiği Sultanahmet’teki ‘Türk İslam Eserleri’ Müzesi’ndeyiz.

Şişecam’ın Cam Ev Eşyası Grup Başkanı Gülsüm Azeri yeni koleksiyonları anlatıyor.

‘Şehr-i İstanbul’ koleksiyonundaki vazolarda Ayasofya mozaikleri var.

‘Osmanlı’ koleksiyonu daha çok altın yaldızlı.

‘Mineli Camlar’ koleksiyonunda favorim güneş yüzlü minik bir parfüm şişesi.

Siyah cam, altın yaldızlı besmele motifli ‘Keşkül-ü Fukara’ yoksul çanağı anlamında.

Eskiden dervişlerin boynuna asılırmış,

‘Camda Sanatlı Yazı’ koleksiyonundan.

Gülsüm Azeri, standları gezerken ürünlerin ihracata yönelik olmadığını daha ziyade kültürel değerlere sahip çıkmayı amaçladıklarını anlatıyor.

Yani bunlar ‘Paşabahçe’nin prestij üretimi.

Beş değişik koleksiyondaki ürünlerin sayısı zaten bin ila 2 bin arasında sınırlı.

Peki cam ev eşyasında durum ne?

Gülsüm Azeri, Paşabahçe’nin dünyada üçüncü, Avrupa’da ise ikinci olduğunu söylüyor.

Kendisi ‘Avrupa Cam Ev Eşyası Komisyonu’ Başkanı.

Avrupa’nın birincisi Fransa.

Ancak maliyetlerde zorlandığı için üretimini Fransa’dan doğuya Körfez ülkelerine, Çin’e doğru kayırmaya başlamış.

Şişecam Genel Sekreteri Rüştü Bozkurt’a göre, önümüzdeki yıl cam ev eşyasında rekabet kızışacak.

Fransa’nın maliyette zorlanması kuşkusuz bize yarayacak.

Doğru ürün geliştiren, maliyeti doğru dengeleyen ve en önemlisi teknolojiyi iyi kullanan kazanacak.

‘Paşabahçe’ teknolojiye yatırıma 1970’lerde başlamış.

‘Düzcam’ Grup Başkanı Alev Yaraman ‘1970’lerde Ar-Ge henüz gündemde değilken Paşabahçe Ar-Ge çalışmalarına başlamıştı’ diyor.

Bugün cironun yüzde biri Ar-Ge’ye gidiyor.

Alev Yaraman da ‘Uluslararası Cam Komisyonu’nun Başkanı.

İki önemli komisyonun başına geçmeyi başarmış iki kadın grup başkanıyla ‘Paşabahçe’nin önce Avrupa’da, sonra dünyada bir numaraya yükselmesi işten bile değil.

Vestel’e kredi çıktığı gün fabrika yandı

BARCELONA’daki ‘Avrupa-Akdeniz’ Zirvesi’nde ‘Avrupa Yatırım Bankası’nın neler yaptığını öğrenip sizlere aktardım.

Dün İstanbul’da DEİK’in (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) düzenlediği toplantıda bu kez ‘Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’ (EBRD) ile tanıştım.

Birincisi yani ‘Avrupa Yatırım Bankası’ Avrupa Komisyonu’nun bankası.

İkincisi değil.

‘Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın fikir babası Jacques Attali.

Fransa’nın önde gelen aydınlarından, bir dönem Mitterrand’ın danışmanlığını üstlenmiş olan Attali bankanın ilk başkanı.

EBRD Sovyet sistemi çöktükten sonra eski Varşova Paktı ülkelerinin ekonomik gelişmesine katkı için 60 ülke tarafından kurulmuş.

Merkezi Londra’da.

14 yıllık sürede 27 eski Varşova Paktı ülkesinde 27 milyar Euro’luk projelere destek sağlamış.

Bu ülkelerin serbest ekonomiye geçiş süreçlerini yıllık raporlarla değerlendiriliyor.

DEİK’in toplantısında bankanın son raporun sunumunu baş ekonomisti Peter Sanfey’den dinledik.

Sanfey’in sunumundan önce EBRD’nin Türkiye temsilcisi Şevki Acuner ayaküstü sohbette ilginç şeyler anlattı.

Rusya’da ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinde yatırım yapan Türk şirketlerin çoğu EBRD’den kredi alıyor.

Bu şirketlerden bazıları Efes, Vestel, Migros, Çalık Holding, Şişecam.

Geçenlerde Vestel’in Rusya’daki fabrikasının yandığı gün bu şirketle yeni kredi anlaşması varmış. Bir-iki gün beklemeyle imzalanmış.

Şevki Acuner’in anlattığına göre banka sadece kredi vermiyor aynı zamanda sermaye de koyuyor.

Teknik yardım sağlıyor.

Türk şirketleri açısından önemi şu:

EBRD sadece yukarıda saydığım büyük şirketleri değil, özellikle Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan, Moldova gibi daha yoksul ekonomilerde KOBİ’leri, küçük girişimcileri de destekliyor.
Yazının Devamını Oku

Göçmen istemiyorsanız yatırım yapın

29 Kasım 2005
Barcelona<br>AVRUPA Birliği 10 yıl önce Barcelona’da başlattığı ‘Avrupa-Akdeniz ortaklığı’ yani ‘Barcelona Süreci’nin bilançosunu yine bu şehirde çıkartıyor. Bilançonun ne olduğu her düzeyde sorgulanıyor.

Medya, sivil toplum kuruluşları, hükümet yetkilileri.

Başbakan Erdoğan’ın beraberindeki heyetle buraya gelmesinden iki gün önce Akdeniz Enstitüsü’nün daveti üzerine Barselona toplantılarının medya ayağına katılıyorum.

Akdeniz’in diğer yakasından yani Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan gelen gazeteciler öfkeli.

Avrupa Birliği yetkililerini 10 yıl önce verilen sözleri tutmamakla suçluyorlar.

Zengin kuzey ile fakir güney arasındaki uçurum 10 yılda azalacağına aksine artmış.

Başta eğitim olmak üzere hiçbir sorun halledilmemiş.

Gazeteciler soruyor:

‘Avrupa Birliği ‘Barselona Süreci’ ne yılda 3 milyar Euro ayırdığı iddiasında. Peki bu para nereye gitti?’

Avrupalılar savunmada.

Avrupa Komisyonu’na bağlı ‘Avrupa Yardım İşbirliği’ Ofisi’nin Başkanı Richard Weber, ‘Bardağı boş ya da dolu görme meselesi. Ben iyi işler yaptığımıza inanıyorum’ diyor.

Weber’in iddiasına göre, nüfus artışı 10 yıl önce olduğu kadar korkunç boyutlarda değil.

8 milyon çocuk okula gitmeye başlamış.

Yeni radyo ve televizyon yayınlarına destek verilmiş.

Barcelona Süreci’ henüz 10 yılını kutluyor. Yaptığımız işler henüz görünmüyor. Biraz zaman tanımak gerek’ diyor Weber.

Weber
ne derse desin Avrupa Birliği ‘Barcelona Süreci’nin 10 yılda pek de yol almadığının farkında.

YENİ POLİTİKALAR DEVREDE

Bu yüzden devreye yeni politikalar, yeni kurumlar sokma gereğini duymuş.

Bunlardan üç tanesi önemli:

- Avrupa-Akdeniz Parlamenterler Asamblesi,

- Avrupa Yatırım Bankası bünyesinde bölgedeki yatırımları kolaylaştırmaya yönelik FEMİP girişimi,

- Kültürler arası diyalogu sürdürecek Anna Lindh Vakfı.

Bunlara ilaveten geçtiğimiz günlerde yine bu sütunlarda sözünü ettiğim yeni ‘Komşuluk Politikası’ da var.

ABD’nin ‘Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ projesinin bir benzeri olan ‘Komşuluk Politikası’ndan sorumlu Benita Ferrero-Waldner da Barselona’daydı.

Avrupa Komisyonu’nun dış ilişkilerinin de başında olan Benita Ferrero-Waldner’a göre bu yeni ‘Komşuluk Politikası’ ‘Barcelona Süreci’nin hızlandırılmasına yardımcı olacak.

AKDENİZ BANKASI GELİYOR

Akdeniz’in kuzeyiyle güneyi arasındaki uçurumu kapatmak için ne politikalar devreye konursa konsun işin püf noktalarından biri daha çok yatırım.

Avrupa Yatırım Bankası Başkan Yardımcısı Philippe de Fontaine Vive’in dediği gibi ‘Avrupa daha fazla göçmen istemiyorsa yatırım yapacak.’

Kuzey Afrika
ülkelerinde resmi işsizlik rakamları yüzde 15 dolayında.

Ancak Barcelona’daki Arap meslekdaşlarla sohbette bu rakamın yüzde 30 hatta 40’ı bulduğunu ortaya çıkıyor.

Avrupalıların ürktüğü göçmen akını işte bu yüzden.

Yoksul, aç Kuzey Afrikalılar insan kaçakçılarının eline düşüp kendilerini ilk buldukları teknelere atıyorlar.

Barcelona’da her televizyonu açtığımda bu insanlık dramı karşımda.

Tekneler batıyor, insanlar boğuluyor.

Sonuçta Avrupa Birliği keseninin ağzını daha fazla açmak, Avrupalılar buralara daha fazla yatırım yapmak zorunda.

Avrupa Yatırım Bankası, AB’nin yeni bütçesinin belli olacağı 2007 yılına kadar ‘Barcelona Süreci’ için ek 1.5 milyar Euro’luk yardım kararı almış.

Philippe de Fontaine Vive’e göre bu ‘10. yıldönümü hediyesi’.

Banka ayrıca yukarıda sözünü ettiğim FEMİP girişimiyle krediler sağlıyor.

Ayrıca bir Akdeniz Bankası kurulması planlanıyor.

Katalan Hükümeti’nin 30 milyon Euro’luk, Avrupa Yatırım Bankası’nın 15 milyon Euro’luk katkılarıyla Barcelona’da Kuzey Afrika için yeni bir fon da oluşturulmuş.

Dediğim gibi kesenin ağzını açmadan olmuyor.

Türkiye’nin AB üyeliği Kuzey Afrika’ya umut vermiş ama

‘BARCELONA Süreci’nin 10. yıldönümünde burada olmanın bir avantajı üst düzey politikacılarla bir araya gelme fırsatı.

Katalan Hükümeti’nin Başkanı Pasqual Maragall ile verdiği davette karşılaşıyoruz.

Maragall eski Barselona Belediye Başkanı olduğu dönemde Başbakan Erdoğan ile yakınlık kurmuş.

Nitekim Başbakan Erdoğan, Mayorka üzerinden Barcelona’ya gelir gelmez ilk ziyaretini Maragall’a yapıyor.

İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos ile de sohbet imkanı var.

Moritanos, benim de dahil olduğum sınırlı sayıda gazeteciyi kabul ediyor.

Medeniyetler İttifakı’nı anlatıyor sorum üzerine.

Arap meslekdaşlar özellikle Kuzey Afrikalılar Türkiye’nin AB üyeliğinden yola çıkarak ‘AB bize nasıl bir statü verecek’ diye soruyorlar.

AB Fas’ın üyelik başvurusunu yıllar önce reddetmiş.

Moritanos diyor ki: ‘Avrupa bazı ülkelerle ekonomik, kültürel alanlarda entegrasyon yanlısı ama üyelik söz konusu olamaz.’

Peki bu ülkeler hangileri?

Moritanos sayıyor: Fas, Cezayir, Tunus, İsrail ve Filistin.
Yazının Devamını Oku