Gila Benmayor

Türklerin sadece yüzde 36’sı Medeniyetler İttifakı’na inanıyor

22 Ocak 2008
DAVOS’a tam bir gün kala Dünya Ekonomik Forumu ilginç bir rapor göndermiş.<br><br>Rapor, Müslüman dünyasıyla Batı arasındaki ilişkileri ele alıyor. Dünya Ekonomik Forumu ve Georgetown Üniversitesi’nin işbirliğiyle hazırlanmış.

Önemi şundan:

Müslüman ve Batı toplumlarının siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel açılardan birbirlerini nasıl algıladıklarına ilişkin şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı çalışma.

Büyük bir olasılıkla önümüzdeki günlerde Davos’ta sıklıkla gündeme gelecek.

Raporda, bazı ülke vatandaşlarının Batı ile Müslüman dünyası arasındaki ilişkilere nasıl baktıklarıyla ilgili bir sıralama yer alıyor.

En iyimser olanlar Bangladeşliler.

Bangladeş’te Batı ile İslam arasında bir diyalog konusunda iyimser olanların oranı yüzde 50.

İspanya ile Medeniyetler İttifakı’nı üstlenmiş olan Türkiye’de ise bu oran yüzde 36.

İspanya’da ise yüzde 33.

Her iki ülkede bu düşük oranlar hayli düşündürücü.

Medeniyetler İttifakı projesi gibi iddialı bir proje başlatmış olan her iki ülkenin vatandaşlarının çoğu bu konuda iyimser değil.

Aklıma takılan soru şu:

Daha geçen hafta büyük bir tantanayla Madrid’de "Medeniyetler İttifakı Forumu’nu gerçekleştiren Türkiye ve İspanya daha kendi vatandaşlarını bile ikna etmemişken bu diyalog işini nasıl başaracak?

Uluslararası platforma çıkmadan önce her iki ülkenin de, "içerde insanların fikirlerini değiştirmek için ne yapmalıyız" diye düşünmeleri gerekmez mi?

Raporun ortaya çıkarttığı diğer ilginç bir sonuca değinmek istiyorum.

Batı ile Müslüman dünyası arasındaki diyalogda, uluslararası politikaların yanısıra "entegrasyon" meselesinin önem kazandığı belirlenmiş.

Avrupa’da entegre olmuş Müslümanlara örneğin diyalog için önemli bir faktör gözüyle bakılıyor.

Almanya’daki Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Faruk Şen’in verilerine göre, Avrupa’da halen 17 milyon Müslüman göçmen var.

Bunların arasında en büyük grup 5 milyon 200 bin ile Türkler.

Magripliler yani Kuzey Afrikalılar ikinci sırada.

Yine Şen’in verilerine göre en iyi uyum sağlayanlar Türkler.

Madem ki, Türkiye Medeniyetler İttifakı için kolları sıvamış...

O halde ne yapacak?

Bir yanda içerde iyimserlerin oranını yükseltmeye çalışırken, diğer yanda Avrupa’daki Türklerle " diyalog için nasıl bir işbirliği yapmalıyız" meselesine kafa yorması iyi olmaz mı?

Davos’taki ’360 derece Türkiye’ gala yemeğini Do&Co hazırlıyor

CATERİNG hizmeti veren dünyanın sayılı şirketleri arasında olan Atilla Doğudan’ın Viyana merkezli Do&Co Şirketi’ni ilk İstanbul Grand Prix’si sırasında duyduk.

Formula yarışlarının pek çoğuna "catering" hizmeti veren Do&Co iki yıl önce THY ile anlaştı.

THY
ile uçanlar artık Do&Co’nun mutfağına aşina.

New York, Miami, Frankfurt, Londra Heathrow havaalanlarında "gurme mutfakları" olan Do&Co bu yıl Davos’ta heyecanla beklenen "Türkiye 360 derece" konseptiyle hazırlanan Türk gecesinin yemeklerini hazırlıyor.

Bu arada aynı gece bir davet veren Fransa’nın hazırlıklarına gözüm ilişti geçenlerde.

Fransızlar efsanevi müzik grubu Abba’nın "Benimle dans etmek ister misiniz" şarkısından esinlenerek daha fazla müziğe ve dansa ağırlık vermiş.

Programda, mesleğini Paris’te sürdüren Güney Koreli soprano Yun Jung Choi, koreograf Fred Deb, hip-hop dansçıları var.

Görünen o ki, o gece Fransa ile Türkiye arasında ilginç bir rekabet yaşanacak.

Turmepa’nın balık çiftlikleri için önerileri

GEÇTİĞİMİZ günlerde 13. kuruluş yıldönümünü kutlayan Turmepa-Deniz Temiz Derneği, balık çiftliklerindeki çipura ölümleri üzerine bir bilgi notu göndermiş.

"Turmepa üç yıl önce uyarmıştı" diyor.

Balık çiftliklerinin yarattığı sorunlara karşı ne gibi önlemler alınması gerektiği konusunda ise şunları söylüyor:

Balık çiftliklerinin acilen turizm dışı açık denizlere çekilmesi için çiftlik sahiplerine uygun kredi desteğinin sağlanması.

Yapılması gereken acil uygulamalar zaten "kıyı master planının" içinde. Dolayısıyla hükümet beklenen kıyı master planını hazırlayıp hemen devreye sokmalı.
Yazının Devamını Oku

Genç ve dinamik Obama Hillary’ye karşı

20 Ocak 2008
Hillary Clinton 60 yaşında. Kocası Bill Clinton’ın 1992’de başkan seçildiğinde karşımıza çıkan çift gençti, güzeldi, umut doluydu. Baba George Bush ve beyaz saçlı eşi Barbara Bush’tan sonra Clinton’ları Beyaz Saray’da görmek ne iyi gelmişti. Şimdi durum tersine döndü. Karı, koca Obama’lar daha genç, daha dinamik.

Geçenlerde yakın bir arkadaşım damdan düşer gibi "Amerikan seçimlerinde Hillary’yi mi destekliyorsun yoksa Obama’yı mı" diye sorunca epey şaşırdım.

Memlekette bu kadar sorun varken, Amerikan seçimleriyle ilgilenebileceği doğrusu hiç aklıma gelmemişti.

İlgileniyormuş hem de yakından.

Üstelik sorusuna bakılırsa Demokratların kazanacağından da emin. "Dünya ekonomisinin durumu ABD’ye bağlı. ABD hapşırınca, biz nezle oluyoruz. Seçimler önemli" dedi.

İlginin nedeni ortaya çıktı: Doların düşmesi meselesi...

Kendisi Hillary’yi destekliyormuş.

Soruyu birkaç ay önce sormuş olsaydı hiç düşünmeden "Hillary" derdim. Öncelikle kadın olduğu için. Ayrıca zekásını, bilgisini, savunduğu kimi değerleri beğeniyorum. İyi bir konuşmacı.

1995’te Pekin’deki BM Kadın Zirvesi’nde, Prag’da ve İstanbul’da ve belki bir başka yerde daha onu dinleme fırsatını bulduğumdan biliyorum.

Üstelik kendisiyle biraz "tanışıklığım" var.

Birkaç yıl önce Londra’da Waterstones Kitabevi’nde ona "Yaşayan Tarih" kitabını imzalatmayı ve bir iki cümle konuşmayı başarmıştım. Türkiye’yi tanıdığını ve ilgisinin olduğunu da biliyorum.

Sonuçta arkadaşımın sorusuna cevaben "Hillary" demem gerekmez miydi?

Bocaladım. Çünkü bir an Hillary Clinton, ABD’nin gerçekten ihtiyacı duyduğu "değişimi" sağlayacak kişi mi diye karar veremedim.

Aklıma bazı Amerikalı dostlarımın onun için söyledikleri geldi: "Hillary içten pazarlıklı, oportünist biri."

ACIMASIZ YAŞ MESELESİ

Gerçek şu ki, çoğu Amerikalı için ve özellikle gençler için "değişimin" adresi Illinois Senatörü Barrack Obama.

Obama
gençleri cezbetmiş durumda. Onun "Değişim öfkeyle olmaz, umutla olur" sözlerinin peşine takılmışlar.

Hillary’nin yenildiği Iowa önseçimlerinde Obama’ya oy verenlerin yüzde 60’ı 30 yaşın altında.

Gençlerin şu gerekçeleri de haksız sayılmaz hani. "Bush hanedanından sonra bir de Clinton hanedanı istemiyoruz."

Bir de şu acımasız yaş meselesi var: Obama henüz 46 yaşında, Hillary ise 60 yaşında.

Bill Clinton’ın 1992’de başkanlık seçimlerini ilk kazandığında karşımıza çıkan çift gençti, güzeldi, umut doluydu. Baba George Bush ve beyaz saçlı eşi Barbara Bush’tan sonra 68 kuşağı Clinton’ları Beyaz Saray’da görmek ne iyi gelmişti.

Şimdi durum nasıl da tersine döndü. Karı, koca Obama’lar daha genç, daha dinamik.

Hillary’nin yanından ayrılmayan eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright "Hillary ile tarih yazarız" demiş.

Albright’
a saygım büyük. Ama gerçekten tarihi kim yazar konusunda emin değilim.

Amerikan seçimlerini kasım ayına kadar daha çok konuşacağız. Henüz kararsızım.

Şimdilik şöyle yapacağım: Obama diyen Amerikalı gençleri yakın takibe alacağım.
Yazının Devamını Oku

Gözümüz, kulağımız Eğitim Forumu’nda

18 Ocak 2008
DÜNYA Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau, Türkiye’de öğrenci başarısını "düşük", öğretmen maaşlarını "yüksek" bulmuş.<br><br>Eğitim harcamalarının da etkin bir şekilde yapılmasını önermiş. İki doğru, bir yanlış.

Bu ülkede öğretmenlerin nasıl zorlukla geçindiklerini görmemek için kör olmalı.

Ya da uzaylı filan.

İki doğruya gelince...

OECD ülkeleri arasında öğrenci başarısı seviyesinin en düşük olduğu ikinci ülkeyiz.

Eğitimin kalitesizliği yüzünden zaten Dünya Ekonomik Forumu’nun "küresel rekabet endeksinde" en alt sıralardayız.

Eğitim harcamaları tespiti de yerinde.

Sadece "dershane" denen çarpık bir sisteme yılda yatırdığımız para 9 milyar dolar.

Tesadüf işte.

Zachau
’nun eğitimle ilgili açıklamalarını yaptığı gün Türk Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu ile sohbet ediyorduk.

9 milyar doları dershanelere yatırdığımızı söyleyen Pehlivanoğlu’na göre, resmi verilere göre bunlara 1 milyondan fazla öğrenci devam ediyor.

Ancak bunun 5 katı da kayıt dışı öğrenci var.

Her yıl üniversiteye 450 bin ila 500 bin öğrenci alınıyor.

Geri kalan milyonlarca öğrencinin paraları dershanelerde uçup gidiyor.

Bu çarpık eğitim sistemimizin bir yönü.

Bir başka yönü de meslek okulları.

Yine Pehlivanoğlu’nun söylediğine göre gelişmiş ülkelerde öğrencilerin yüzde 60 ila 65’i meslek okullarını seçiyor.

Türkiye’de bu oran yüzde 20.

Meslek okullarının kalitesi de tartışılır.

Belki bu yüzden zengini, yoksulu, orta hallisi herkes bir üniversiteye kapak atmak peşinde.

Pehlivanoğlu diyor ki "Öğrencileri mesleki öğrenime yönlendirmek zorundayız".

Öncelikle meslek okullarının kalitesi yükseltmek şart.

Bunun bir yolu da sanayicilerle işbirliği.

Pehlivanoğlu’nun "TED olarak okul öncesi eğitimden, üniversite sınavına AB uyumuna kadar sıkı çalıştık" diyor.

TED’
in 21 ilde 16 bin öğrencisi var.

Yüksek sayıda "burslu" öğrencisi var.

Küçük illerin okullarına bir nevi "koçluk" için kolları sıvamış durumda.

Uzun lafın kısası Türkiye’de eğitim sisteminin değişmesi için çaba harcıyor.

Zaten önümüzdeki 28-30 Ocak günleri arasında Ankara’da bir "Eğitim Forumu" düzenliyor.

Forumun amacı bir ulusal eğitim programı hazırlamak.

Gözümüz, kulağımız Eğitim Forumu’nda olacak.

Dünyadaki 1.5 milyar insan en çok öğretmene güveniyor

DAVOS toplantılara bir kaç gün kala Dünya Ekonomik Forumu global bir araştırmanın sonucunu göndermiş.

Araştırmanın adı "Halkların Sesi".

Dünyadaki 1.5 milyar insanın görüşlerini yansıtıyor.

Gallup tarafından gerçekleştirien araştırma daha çok "güven" meselesini sorguluyor.

"Hangi meslekten insanlara güvenirsiniz" sonusunun yanıtı yüzde 34 öğretmenler.

Politikacılar yüzde 8’le en alt sırada.

Yarın 15.00’te Hrant Dink için buluşuyoruz

HRANT Dink’in ölümünün birinci yılında, yarın saat 15.00’te saldırıya uğradığı Agos Gazetesi’nin önünde buluşuyoruz.

Agos’un önündeki buluşma, hem Hrant’ı anmak, hem bir yıldan beri elle tutulur bir sonuca ulaşamayan cinayet davasının hesabını sormak anlamında.

"Hrant için adalet istiyoruz" anlamında.

Yine yarın akşam Hrant Dink anısına Lütfi Kırdar’da bir anma gecesi var.

Boğaziçi Üniversitesi ise Hrant Dink adına her yıl insan hakları ve ifade özgürlüğü temalı bir konferans düzenlemeye karar vermiş.

Bugün yapılacak ilk konferansın konuğu Hintli yazar-aktivist Arunhati Roy.
Yazının Devamını Oku

Bahar Korçan’a ipek puşi, Çinlilere mermer

16 Ocak 2008
DİYARBAKIR’dan çarpıcı bir kare.<br><br>Eksinin altına düşmüş, dondurucu bir soğukta Sur İçi’nde dolaşırken yanımızdan iki, üç yaşında "çıplak ayaklı" bir kız çocuğu geçiyor. Biz kalın paltolu, eldivenli, şapkalı, o çıplak ayaklı.

Üstelik üstü başı perişan.

Yoksulluğun böylesi.

Yine Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın verilerine dönersek, Güneydoğu Anadolu’da günde 2 doların altında geliri olanlar nüfusun yüzde 60’ını teşkil ediyor.

Diyarbakır Sur İçi’ndeki "çıplak ayaklı" küçük kızın ailesi bu kocaman dilimde yer alıyor olsa gerek.

Peki şehrin başarı hikayeleri?

Soruyu Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya’ya yönetiyorum.

"İpek kozacılığı ve mermer" diyor.

İpek ve mermer birbirine ne kadar karşıt iki şey.

Birincisi ne kadar uçucu ve hafifse, ikincisi o kadar cüsseli ve ağır. İkisi bir arada hem kırılgan, hem dayanıklı Diyarbakır’ı simgeliyor gibi.

İPEKÇİLİK YENİDEN

Tarihi "İpek Yolu"nun geçtiği Diyarbakır 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’ya ihracat yapan önemli bir ipek merkezi. 1930’lu yıllarda Bursa’nın bugün ürettiği 1 milyon ipek kozası üretiyor. 1960’larda yıllık üretim 300 ton civarında.

Derken 10-15 yıl öncesi ipekçilik durma noktasında, dut ağaçları sökülüyor.

AKP Diyarbakır milletvekili, eski oda başkanı Kutbettin Arzu’dan birkaç yıl önce AB fonlarıyla ipekçiliğin yeniden canlandığını duyup, yazmıştım.

Kaya, Diyarbakır’ın yeniden ipekçiliğe dönüş serüvenini şöyle anlatıyor:

"AB’den aldığımız yaklaşık 700 bin euroluk fonla ipekçilikle ilgili üç proje geliştirdik. İpek böceği yetiştirmek, ipek iplik çekim atölyeleri ve ipek kumaş ve halı dokumacılığı."

Çin’den alınan makinelerle Kulp ilçesinde iplik çekim atölyeleri faaliyette.

120 kadına istihdam sağlanmış.

2007 yılında 6 bin dut fidanı dikilmiş, ipek kozası yetiştiren ailelerin sayısı artmış.

Mehmet Kaya "Özel girişimciler için şimdi ipek ve halı dokumacılığı yapıyoruz" diyor.

Moda Tasarımcıları Derneği, UNDP ve GAP İdaresi’nin ortak projesi "GAP Moda" da yer alan modacı Bahar Korçan örneğin Diyarbakırlı genç kızların tezgahından çıkan ipek puşilerle ilgileniyor.

Yeni kreasyonlarında bunlara yer vermek istiyor.

KROM VE BAKIR ARARKEN MERMER

Modacıların da ilgisini çektiğine göre, ipekçilik Diyarbakır için gelecek vaat eden bir sektör gibi görünüyor.

Mermercilik sektörü ise kendini kanıtlamış durumda.

Diyarbakır ekonomisinin dinamosu haline gelen sektörün gelişmesine neden olan kişi ise Raif Türk.

Eski bir gazeteci olan Raif Türk ile sohbette ilginç şeyler anlatıyor.

80’li yılların sonunda Diyarbakır’da krom ve bakır madenlerini araştırırken tesadüfen karşısına mermer çıkmış.

"O dönemlerde Diyarbakır ve çevresindeki mermer yataklarıyla ilgilenen yoktu. Önce İtalyanlarla ortak mermer yataklarını işletme hakkını aldık" diye anlatıyor.

Diyarbakır kolay bir çoğrafya değil.

Olaylar, çatışmalar derken İtalyan ortak ayrılmış.

90’lı yılların sonuna doğru tek başına tekrar işe girişmiş Raif Türk.

Yaklaşık 10 yıl sonra şirketi Dimer mermercilik sektöründe 4. sıraya yükselmiş. 2007 yılında ise 2. ya da 3. sıraya yükselmesini bekliyor.

Dimer, bugün Japonya, Hindistan, Kore, Yunanistan, İtalya dahil 50 kadar ülkeye ihracat yapıyor.

ÇİN’E MAL GÖNDERMEK DAHA KOLAY

Raif Türk "İç pazardan ziyade dış pazarla ilgileniyoruz. Zira Mersin Limanı’ndan Çin’e mal göndermek karayolundan İstanbul’a göndermekten ucuz"
diyor.

Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı olan Türk’ün öncülük yaptığı sektörde bugün 21 fabrika var.

Diyarbakır’dan yapılan ihracatın yüzde 90’i mermer sektöründen.

Sektör toplam istihdamın yüzde 30’unu karşılıyor.

Bölgenin en büyük mobilya fabrikasının da sahibi olan Raif Türk’ün gönlünde esas yatan ise bağcılık ve şarapcılık.

İpekçilik, şarapcılık derken acaba Diyarbakır o eski parlak günlerine kavuşur mu?

600 milyon Euro’ya turizm şaha kalkar

DİYARBAKIR’da kaldığımız Class Oteli’nin sahibi Nedim Çizmeci aynı zamanda Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı.

Çizmeci,
şehri ziyaret eden yerli, yabancı turist sayısında 2007 yılında bir yıl öncesine göre yüzde yüz bir artış olduğunu söylüyor.

2008 yılı için beklentisi 400 bin civarında.

"Sadece bizim otelde mart, nisan ve mayıs ayları için 48 tane GAP turu rezervasyonu yapılmış" diyor.

Dediğine göre, Diyarbakır’ın turizm projeleri tamamlandığında turizm "şaha kalkabilir".

Nedir o projeler?

Sur içi rehabilitasyonu, sur ve burçların onarımı, Dicle Vadisi projesi.

Turizm ve Tanıtma Derneği’nin hesaplarına göre bu projelerin maliyeti 600 milyon euro.

Diyarbakır turizmini uçuracak bu para nereden gelecek?

İşte orası meçhul.
Yazının Devamını Oku

Bedava arazi değil bedava fabrika verseniz gelmem

15 Ocak 2008
ÇOK sayıda meslektaşım gibi hafta sonunda Diyarbakır’daydım.. <br><br>İki günlük gezinin nedeni, Diyarbakır Ticaret Odası ile Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti’nin ortaklaşa düzenledikleri "Güneydoğu’nun İmajında Medya’nın Rolü" Paneli.

Diyarbakır’da genel kanı, Kürt sorununun çözümünde en büyük rolün medyaya düştüğü şeklinde.

Panelin açılış konuşmacıları arasında olan Tarım Bakanı Mehdi Eker de aynı şeyi söylüyor.

Paneli izleyen Diyarbakırlılar da.

Bölgede aşiretleri barıştırmakla ün yapmış Kasaplar Derneği Başkanı Sait Şanlı salondaki medya mensuplarını ima ederek "İsterseniz bu ateşi söndürebilirsiniz. Medya isterse annelerin ciğeri yanmaz" diyor.

Yazının Devamını Oku

Nerede o eski güzelim domateslerimiz

13 Ocak 2008
İstanbul Çırağan Palace Kempinski’nin Hollandalı şefi Van Nunen’in hangi yörede ne yetişir meselesinden zeytinciliğe bilmediği yok. "Faydalı bir şey yapmak istiyorsan gazetede ’O güzelim, eski domatesler nerede’ diye bir yazı yaz" diyor.

Bir otelin mutfağına ilk kez giriyorum.

İstanbul Çırağan Palace Kempinski’nin Genel Müdürü Henri Blin’in bir süreden beri şöyle bir uygulaması var: Gazeteci, işadamı, yönetici gibi bir grup insanı otelin mutfaklarında ağırlıyor.

Bizim ağırlandığımız mutfak Çırağan Sarayı’nın Enderun Salonu’nun hemen arkasındaki mutfak. Mutfak tezgáhlarının yanı başına son derece şık bir masa kurulmuş.

Masa komşum otelin aşçıbaşısı, yani Hollandalı şef Rudolf G.P.M Van Nunen. Tam bir yıldan beri Çırağan Oteli’nin mutfakları ona emanet.

Ancak daha önce 1992 ile 2000 arasında başka bir otelin şefi olarak İstanbul’da bulunduğu için "Nihayet eve döndüm" diyor.

Şefin Türkçesi hiç fena değil. Memleketimizle ilgili bilgisi ise şaşırtıcı. Vergilerden tarım politikalarına, hangi yörede ne yetişir meselesinden zeytinciliğe kadar Van Nunen’in bilmediği yok.

Ünlü bir otele şef olmak öyle herkesin harcı değil. Yurtdışında özellikle gıda sektöründeki gelişmeleri de yakından izleyeceksin.

Tereyağı gibi ağızda eriyen kaz ciğerini yediğimiz sırada Şef Van Nunen önümüze bir teneke kutu koyuyor. Kutuda şimdiye kadar adını işitmedim bir ürün var: Mycryo. Kakaodan elde edilen toz şeklindeki üründe kolesterol oranı sıfır. Yağ oranı yüzde 3.

VAN’IN PEYNİRLERİ

Şef bu ürünü sadece çikolata yapımında değil birçok yemekte kullanıyormuş. "Devrim niteliğinde bir ürün."

Vergilerden haberdar, zira mutfakta kullanılan birçok ürünü "mycryo" dahil yurtdışından getirtmek zorunda. Örneğin tereyağı.

Sadece "kruasan" yapımında 9 bin kilo tereyağına ihtiyacı varmış ve Türk malı tereyağı bunlara uygun değilmiş. "Bolu’nun tereyağı müthiş ama kruasana uygun değil."

Adana’nın meyve sebzelerini, Van’ın peynirlerini, şimdi unuttuğum bir yörenin torba yoğurduğunu övüyor.

Bozcaada’nın şarabı ve vahşi kekiğini seviyor. Zeytinyağı üretilen her yeri gezmiş. "Zeytinyağı üreticileri kendilerini aştı. Üretim tesisleri laboratuvar gibi."

Kayısı aromasına sahip bir zeytinyağından söz ediyor.

Sökülen kayısı ağaçlarının yerine dikilen zeytin ağaçlarının ürünü böyle bir aromaya sahipmiş.

TRAKYA KUZULARININ LEZZETİ

Ya Trakya kuzularının neden o kadar lezzetli olduklarını biliyor muydunuz?

"Ta Romalılar devrinde bile Türkiye ile Yunanistan’ın arasındaki o bölge şifalı otlarla kaplıymış. Kuzularınız hálá o otlarla besleniyorlar." Trakya kuzusunun neden lezzetli olduğunu gel de Hollandalı şeften öğren.

Laf lezzetten açılmışken Şef Van Nunen bana dönüyor, "Faydalı bir şey yapmak istiyorsan gazetede ’O güzelim, eski domatesler nerede’ diye bir yazı yaz" diyor.

Sahi nerede bizim o güzel kokulu domatesler? Bir ara Japon tohumlarına yenik düştüklerini okumuştum. Van Nunen’in dışında domateslerimize ne olduğunu merak eden yok mu acaba?
Yazının Devamını Oku

Mikrokrediye en hızlı alışan il Gaziantep

11 Ocak 2008
YAKLAŞIK bir yıl aradan sonra Prof. Aziz Akgül ile yine birlikteyiz.<br><br>Geçen dönem AKP’den Diyarbakır Milletvekili olan Akgül artık Meclis’te değil. "Neden" diye sordum. AKP aday göstermemiş.

Türkiye İsrafı Önleme Vakfı
’nı kuran, "mikrokredinin" mucidi Bangladeşli Muhammed Yunus’un izinden giden Akgül’ün Meclis’te olması gerekmez miydi? Türkiye’nin en büyük sorunu "yoksulluk" değil mi?

O halde yoksulluğun azaltılması için "mikrokredi" uygulamasını başlatan Akgül neden yararlı olabileceği Meclis’te değil de dışarda?

Buna sonra döneceğim.

Tam bir yıl önce arkasına HSBC’nin desteğini alan Akgül ile son gelişmeleri konuşuyoruz.

Bu kez yanında, Muhammed Yunus’un mikrokredi veren bankası Grameen Bank’tan Türkiye’ye transfer olan Bangladeşli Shamsul Alam Khan Chowdhury var.

Chowdhury, "Türkiye Grameen Mikrokredi Projesi" Genel Müdürü.

2 yıldır burada ve Türk vatandaşı olmuş. Bangladeş’teki deneyimlerini buraya aktarıyor.

Bu ülkenin "mikrokredi" deneyimi neredeyse 30 yıllık.

Kendi kriterlerine göre yoksulluğu yüzde 56 azaltmayı başarmış Bangladeş.

Bize dönersek, Akgül’ün verdiği bilgiye göre, çoğunlukla kadınlara yönelik mikrokredi projesi 11 ilde uygulanıyor.

2008 hedefi 20 il.

PARAYI NE YAPARIZ KORKUSU

"Mikrokredi"
vermek öyle kolay değil. Yavaş işleyen bir süreç.

HSBC geçen yıl mikrokrediye 5 milyon dolarlık fon ayırmıştı.

Toplum Gönüllüleri Vakfı ve İsrafı Önleme Vakfı aracılığıyla bir yıl zarfında 500 bin YTL kredi vermiş.

Bu para karşılığında iş sahibi olan kişi sayısı 530.

700 YTL’lik kredi karşılığında kullanılmış dikiş makinesi alıp dikiş nakış işine atılan da var, minik bir yufka dükkanı açan da.

Girişimcilik ilden ile değişiyor.

Akgül anlatıyor. "Diyarbakır’da Alipaşa Mahallesi’nde tek kişiye kredi veremedik. Korku vardı."

Parayı alıp ne yaparız korkusu.

Ya geri ödeyemezsem korkusu.

Süreç bu yüzden yavaş zaten.

İhtiyacı olan insanları tespit edeceksiniz, ayaklarına kadar gideceksiniz, mikrokrediye ikna edeceksiniz ve eğitip motive edeceksiniz.

Peki en girişimci il hangisi?

Akgül hemen yanıtlıyor: "Gaziantep..."

"Hem zengini, hem yoksulu girişimci" diye ekliyor.

Gaziantep’te 6 ayda 325 aileye mikrokredi verilmiş.

SARKOZY’NİN DANIŞMANINDAN 50 BİN DOLAR

Peki bu mikrokredi uygulamasından somut bir sonuç ne zaman alınabilir?

Bangladeş’te olduğu gibi ne zaman "bu uygulamayla yoksulluk şu oranda azaldı" diyebiliriz?

Akgül, mikrokrediye 2003 yılında başlamış.

Aradan 10 yıl geçtikten sonra, 2013’te örneğin yoksulluğun ne kadar azaldığını söyleyebilecek mi?

Akgül, "Yoksulluğun 10 kriterini belirledik. 20 Ocak tarihine kadar şimdiye kadar projeden yararlanan 7 bin 500 kişiye göndereceğiz. Bu kriterlere verilen cevaplar doğrultusunda bazı verilere ulaşacağız" diyor.

Bu arada Akgül hiç boş durmuyor.

Onunla ilk karşılaşmamızda, Yunus’un yakın dostu Jacques Attali’den söz etmiştim.

Solcu olduğu halde şimdilerde Sarkozy’nin danışmanlığını yapan ekonomist, düşünür Attali, mikrokredinin dünyada yaygınlaşması için 1998 yılında PlaNet Finans’ı kurmuştu.

Akgül, PlaNet ile temas kurmuş.

PlaNet yetkilileri İsrafı Önleme Vakfı’nın merkezinin olduğu Ankara’ya gelip incelemelerde bulunmuş.

Neticede PlaNet Finans vakfa 50 bin dolar vermeyi taahhüt etmiş.

Akgül, "Para hazır. Projemizi sunar sunmaz alacağız" diyor.

Nereden bakarsanız bakın dünya küçük.

Mikrokredi AKP’nin yardım politikasına ters mi

MİKROKREDİNİN esası, yoksul insanların başkasına muhtaç olmadan "onurlu" bir şekilde yaşamlarını sürdürmeleri.

Yunus’un söylediği şu sözler önemli: "Yoksul insanlar bizim sandığımızdan daha onurlu."

Dolayısıyla yoksul bir insana hibe bir yardım yerine "mikrokredi"yle ayakta durmasını öğretmek çok daha önemli.

Krediyi alıp "işe yarıyorum" duygusunu yaşayanlar borçlarına sadık.

Bu tür teminatsız, kefaletsiz kredilerden yararlananların yüzde 98’i borçlarını ödüyormuş.

Akgül, "Hibe şeklindeki yardımlar istisnai olmalı. Çalışamayacak durumda olan yaşlılar, engelliler gibi. Doğru politikalarla insanların onurlu bir şekilde yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmalı" diyor.

Akgül’ün bu söyledikleri AKP’nin meşhur "yardım" politikasına yüzde yüz ters.

Gıda, kömür, giyecek, mobilya ve burs yardımlarıyla 2 milyondan fazla aileye ulaşmış olan AKP Hükümetine "mikrokredi" uymaz.

Akgül’ün neden Meclis dışında kaldığını anlamak zor değil.
Yazının Devamını Oku

Taksim’deki taciz olayında bir şeyi unutuyoruz

8 Ocak 2008
ÜZERİNDEN bir hafta geçti.<br><br>Yılbaşı gecesi Taksim’deki taciz olayı hálá gazetelerin baş köşelerinde. Olay "YouTube"a konmuş.

İzlenme sayısı 100 bini geçmiş.

Taksim’deki görüntüler dünyayı dolaşmış.

İmaj, tanıtım çabalarına yine beklenmedik bir darbe.

Hürriyet’in açtığı kampanyayla tacizcilerin 57 YTL ile kurtulmalarına isyan eden 120 binden fazla kişi Adalet Bakanlığı’na başvurmuş.

Dün Fatih Çekirge yazmıştı.

Yağan tepkiler üzerine Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin "Gereği yapılacak" demiş.

Tacizcinin daha ağır bir cezaya çarptırılması çözüm mü?

Etrafınıza iyice bir bakın...

Genç erkeklerin çoğunlukla sadece kendi hemcinsleriyle birlikte gezdiklerini göreceksiniz.

Yaz aylarında dikkatimi çekmişti.

Hafta sonları varoşlardan sahillere, denize akın edenler yaşları 15 ile 20 arasında değişen genç erkekler.

Aralarında bir tek kız yok.

Adalara giden vapurlarda durum aynı.

Hafta sonları Beyoğlu’nda da.

Nişantaşı, Bağdat Caddesi gibi bazı yerlerin dışında sanırım İstanbul’da genel durum böyle.

İster aile baskısı deyin, ister "mahalle baskısı" varoşlarda oturan genç kızlarla, genç erkeklerin yan yana gelmeleri, arkadaşlık kurmaları zor.

Karşı cinsiyle normal bir ilişki kuramayan gençler zincirlerini koparmış gibi ortalıkta.

Çözüm tacizciye cezayı arttırmak mı?

Yoksa özellikle varoşlarda genç kızlarla genç erkeklerin yanyana gelebilecekleri "sosyal alanlar" yaratmakta mı?

Kızların da sosyal yaşama katılmaları için aileleri ikna etmekte mi?

Genç çocukların ilerde birer "tacizci"ye dönüşmemelerinin yolları vardır mutlaka.

Bunlardan biri de eminim yaşıtları kızlarla normal bir arkadaşlık ilişkisi kurabilmeleri.

Bu satırları yazarken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş’ın bir davetiyesi geldi.

40 okulumuza spor salonu açılacakmış.

Kızlarla erkeklerin birbirine kaynaşabilecekleri "sosyal alan" olarak hayırlı olsun.

Davetiyede Topbaş çocuklarla fotograf çektirmiş.

Saydım.

Başkanın etrafında 10 erkek çocuk ile sadece 4 kız çocuğu var.

Bilmem anlatabildim mi?

Bomonti Bira Fabrikası 2010’a yetişiyor

GEÇENLERDE sohbet ettiğimiz IC Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Çeçen müjdeyi verdi.

İhalesini 60 milyon YTL’ye aldıkları Bomonti’de Tekel’e ait Bira Fabrikası arazisinde otel ve kültür kompleksi projesi İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu 2010 yılına yetişiyormuş.

Bu gerçekten iyi haber.

Zira İstanbul’un 2010 yılı için konser, konferans salonları sıkıntısı çekeceği konuşuluyordu.

İbrahim Çeçen’in verdiği bilgiye göre, halen iki İngiliz, bir Alman ve bir Türk şirketi Bomonti’de yapılacak otel ve kültür kompleksi üzerinde konsept çalışması yapıyor.

Söz konusu şirketlerden birine karar verildikten sonra proje nisan ya da mayıs ayında start alacak.

Bomonti Bira Fabrikası projesine odaklanmış olan İbrahim Çeçen "Tarihi dokuya uyum sağlayacak bir konseptte karar kılacağız. Şişli’nin eski parlak günleri geri gelecek" diyor.

Bin 500 yatak kapasiteli otelin işletmesini yabancı bir marka üstlenecek.

Konferans, konser salonları en son teknolojiyle donatılacak.

Bira fabrikası ise aynen kalıyormuş.

Hatta az miktarda da olsa eskisi gibi bira üretilmesi de mümkün.

Son bir bilgi.

Bomonti’deki otel ve kültür kompleksinin, Harbiye’deki Kongre Vadisi’ne Dolmabahçe-Kağıthane arasında yapılacak tünelle bağlanması da söz konusu.

Borusan’dan Efes antik şehrine 300 bin Euro’luk proje

YILBAŞINDA gönderilen güzel kitaplar içersinde bir tanesi gerçekten dikkat çekici.

Ertuğ ve Kocabıyık Yayınları’nın son kitabı Efes.

Antik şehrin mimarisini, anıtlarıni ve heykellerini inceleyen kitabın editörlüğünü Efes’teki arkeolojik kazıların başkanı Prof. Fritz Krinzinger üstlenmiş.

Borusan Yönetim Kurulu Başkanı Ahmek Kocabıyık kitaba bir de mektup iliştirmiş.

Borusan’ın Efes’teki "teras evlerin" girişinde yer alan "Mermer Ev"in rekonstrüksüyonunu üstlendiğini belirtiyor.

Profesör Krinzinger’in "antik çağların en güzel mermer evi" diye tanımladığı mekan Borusan’ın vereceği 300 bin euroyla binlerce yıl önceki ihtişamına kavuşacak.

Borusan, Türkiye’nin sanat ve kültür yaşamına damgasını vurmaya devam ediyor.
Yazının Devamını Oku