Hükümet olarak kadın-erkek eşitliğinin hayata geçirilmesinin öncelikli hedef olduğunu vurguladı.
“Kadınların toplumsal, ekonomik ve siyasal konumlarını güçlendirmek için tüm tarafların yoğun çalışmalarına ihtiyaç var. Bu konuda siyasi kararlılığımız, azmimizdir tamdır” dedi.
Kavaf’ın söyledikleri kulağa pek hoş geliyor. Geliyor gelmesine ama ortalıkta bir hareket yok.
Davos’ta bu yıl yine “Cinsiyet Uçurumu Raporu”nda Türkiye’nin 134 ülke arasında 129. sırada olmasını sorgulayan insanlara rastladım.
Örneğin KAGİDER’in davetlisi olarak geçen ilkbahar aylarında İstanbul’da dinlediğimiz Hillary Clinton’ın kadın işlerinde sorumlu elçisi Melanne Verveer.
Verveer ayaküstü sohbette “Türkiye’nin böylesine alt sıralarda olmasına aklım ermiyor” diyor.
YÖNETİME KADIN KOTASI
Dünya Ekonomik Forumu’
Örneğin akraba çıktığımız Areva’nın CEO’su Anne Lauvergeon.
Örneğin eski Ekonomi Bakanı Edmond Alphendary.
Kişisel destekler iyi güzel ama Türkiye’nin Avrupa Birliği açısından neden vazgeçilmez olduğu Dünya Ekonomik Forumu’nun geleneksel akşam yemeklerindenin birinde konuşuldu esas.
Fuela Oteli’ndeki akşam yemeğinin başlığı şöyleydi:
Coca-Cola CEO’su Muhtar Kent’in de konuşmacı olduğu oturumdan önce Ghosn ile sohbette Clio 4 ile ilgili son gelişmeleri sordum.
Hatırlatmak gerekirse, Cumhurbaşkanı Sarokzy, Renault’nun Clio 4’ü sadece Türkiye’de Bursa’da üretilmesine fena halde takmıştı.
Sarkozy, “Clio 4’ün üretimini Fransa’ya kaydırın” diye tutturunca Carlos Ghosn eğer hafızam yanıltmıyorsa tam iki hafta önce çaresiz Elysee Sarayı’nın yolunu tutmuştu.
Türkiye’de bu önemli görüşme nedeniyle nefesler tutulmuştu.
Neticede Carlos Ghosn, Sarkozy’yi Bursa konusunda ikna etmeyi başarmıştı.
Ama Cilo 4’ün bir bölümü Fransa’da Flins fabrikasında üretilecekti.
Renault-Nissan CEO’su görür görmez Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi Bursa’da üretimin devam edilmesi konusunda nasıl ikna ettiğini sordum.
Dünya Ekonomik Forumu’nun ilk iki gününde gördük ki, büyüme, istihdam, finansal sisteme regülasyonlar gibi sorunlarla boğuşan Batı’ya karşı Doğu’nun önlenemez yükselişi artık iyice belirginleşmiş.
Aslında Çin, Hindistan, Güney Kore, Vietnam gibi ülkelere Brezilya gibi ülkelerle güneyi de eklemek gerek.
Aynı gün içersinde peş peşe Batı medeniyetinin beşiği Yunanistan’dan Başbakan Papandreu’ya, ve Çin Başbakan Yardımcısı Li Keqiang’a kulak verince tablo tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor.
Bir önceki hükümetten büyük bir enkaz devralmış olan Papandreu’nun içtenliğinin, bilgeliği öne çıkartan siyasi duruşunun altını çizmek isterim.
“Kabahat öncelikle bizde. Önceki hükümetin ekonomiyi iyi yönetememesi, yolsuzluk, yapısal reformların gecikmesi Yunanistan’ı bugünlere getirdi” diyor.
Her sabah Kongre Merkezi’ne gelmek için bindiğimiz servis araçları kocaman bir “Yeşil Davos” amblemi taşıyorlar.
Limuzinler azalmış ama servis aracının şoförüne göre gerekli yasalar olmadığı için tümden yasaklanmamış.
Daha az karbon emisyonu peşinde olan Davos’ta paradoksal olarak enerji gündemin baş köşesinde.
Dünya Ekonomik Forumu’nun birinci ve ikinci günlerinde bol bol enerji üretimi ve tüketimi konuşuldu.
Davos için devrimsel bir değişiklik bu.
Bu yılın “Yeniden Düşün, Yeniden Tasarla, Yeniden İnşa Et” temasına da pek uygun.
Türkiye’nin ne yazık ki katkıda bulunmayı ıskaladığı tema.
Başbakan Erdoğan’ın “one minute” vakasından sonra Davos’u protesto edince hiçbir bakanımız Dünya Ekonomik Forumu’nun programında yer almadı.
Programda sadece Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın adı var.
Oysa geçtiğimiz yıllarda Dünya Ekonomik Forumu toplantılarından ne çok sayıda bakan gelip geçmişti.
Vaktiyle Dışişleri Bakanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den, Kemal Derviş’e, Kemal Unakıtan’tan Mehmet Şimşek’e, Egemen Bağış’a sayısız bakan gördük Davos’ta.
Sadece nükleer santral teknolojilerine sahip ülkelerin, nükleer enerjiye yeni karar veren ülkelerden pay kapma savaşları.
Bu alanda dünyada olup bitenler, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyareti sırasında Rusya ile ihalesiz “nükleer santral” için bir işbirliği imzası atmış olan Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.
Anlatacağım hikâyenin kahramanları Fransa ve Güney Kore.
Türkiye’nin nükleer santral programıyla yakından ilgilenen iki ülke.
Abu Dabi’nin dört nükleer reaktör için açtığı nükleer ihaleden Toshiba-Westinghouse konsorsiyumunun çekilmesinden sonra karşı karşıya geliyorlar.
Kısaca EPR olarak tanımlanan, 11 Eylül’den sonra her türlü saldırıya karşı geliştirilmiş olan üçüncü nesil reaktörlerinden ötürü Fransa kendisinden pek emin.
Abu Dabi ihalesini kazanacağına kesin gözüyle bakıyor.