Gila Benmayor

Artan ÖTV bunaltıyor yine de şarap için yeni yatırım yapıyor

7 Kasım 2010
SİBEL Kutman Oral, Doluca şaraplarının üçüncü nesil patronlarından. Ailesinin bağlarında büyümüş, şarabın tadını, kokusunu çok erken yaşlarda öğrenmiş.
Doluca şaraplarının bu yıl 5. kez düzenlediği “İstanbul Kadeh Kaldırıyor” etkinliği için Sibel Kutman Oral ile bir araya geldik geçenlerde.
Buluşmaya gitmeden önce evde Fransız L’Express Dergisi’ni karıştırıyordum.
Yeni şarapları tanıtan özel bir ek yapmışlar.
Baktım şarap kadehlerini tutan, şarabın kokusunu içine çekenlerin çoğu kadın.
10 sayfalık ekte 6 kadın.
Şarapçılık, bağcılık okumuşlar ve aynen Sibel Kutman Oral gibi aile işini devam ettiriyorlar.
“Kadınların bu sektöre ilgisini neden bu kadar çok” diye sordum Sibel Kutman’a.
“Kadınların damak ve koku hassasiyeti daha çok geliştiği için” diyor hiç duraksamadan.
Masanın üzerindeki Signium 2008 şarabına bakarken gözleri parlıyor.
Belli ki sadece 7 bin şişe üretilen bu şarabın kokusunu o kadar çok içine çekmiş ki.
Şarapçılık sektörünün sorunlarına gelince Kutman’ın gözleri öylesine parlamıyor ne yazık ki...
BÜYÜME HIZI YAVAŞLAYACAK
Alkollü içeceklerde ÖTV’ye yapılan son yüzde 30 oranındaki zam sektörü bir kez daha zora sokmuş durumda.
Oysa şarapçılık sektörü 2005 yılındaki büyük vergi zammından sonra yeni yeni toparlanmaya başlamıştı.
Peki ÖTV’ye yeni zam şimdi sektörü nasıl etkileyecek?
Sibel Kutman Oral sayıyor:
·  İster istemez yüzde 5-10 arasında şarap fiyatları artış olacak. Yani vergi tüketiciye yansıyacak.
·  Sektörün büyüme hızı yavaşlayacak. Örneğin 2010 yılında büyüme hızı yüzde 10 oranında olmuş.
·  Kayıt dışı artacak.
Hemen şarap sektöründeki kayıt dışı meselesiyle ilgili birkaç not.
Türkiye’nin ürettiği 70 milyon litrenin 45-50 milyon litresi beyan edilmiş üretim.
Geri kalanı kayıt dışı.
Turizmde “her şey dahil” sistemiyle çalışan bazı otellerde bunlar kullanılıyor.
KAYIT DIŞI ARTAR
Sibel Kutman Oral “Hızlı kontrol olmazsa kayıt dışı üretim artabilir” diyor.
Söz turizmden açılmışken ilginç bir rakam veriyor:
“Fransa ve İspanya’ya giden turistler harcadıklarının yüzde 60-70’ni yeme içmeye bırakıyorlar. Türkiye’ye gelen turistlerin buna ayırdıkları para ise yüzde 10-15 civarında.”
Doluca’nın üretiminin yüzde 50’si artık kendi bağlarında yapılıyor.
Trakya, Saroz ve Denizli’de bağları var.
Dolayısıyla bu bölgelerde bağcılık hızla gelişiyor.
Kutman’ın dediğine göre, Kırklareli’nin de potansiyeli büyük.
2011 yılında, Çerkezköy’de milyonlarca dolarlık yeni bir tesis devreye giriyor.
Peki başka yeni yatırımlar var mı?
Yeni bağlar, yeni markalar?
SEKTÖR HEP TEDİRGİN
“Ne yazık ki çok uzun vadeli planlar yapamıyoruz. Zira her an yeni bir uygulamayla burun buruna gelebiliyoruz. Sektörün belli bir tedirginliği var” diyor.
Sibel Kutman Oral ile benim L’Express Dergisi’nde gördüğüm kadın şarap üreticileri arasında işi büyütme hayalleri arasında dağlar kadar fark var.
Kişi başına 60 litre şarabın tüketildiği Fransa’da şarap sektörünün öyle vergiymiş, mahalle baskısıymış, beklenmedik uygulamalarmış gibi dertleri yok.
“İçkiye zammı sağlığınızı düşünerek yaptık” diyen bakanları da yok.
Kişi başı 1 litrelik tüketimle henüz bebek adımları atan Türk şarapçılık sektörü ise biraz belini doğrulttuğu anda Ankara’dan uyarı işaretlerini alıyor.
Bu arada en önemli şeyi söylemeyi unutuyordum az kalsın.
“İstanbul Kadeh Kaldırıyor” etkinliği için en güzel lokantalarda Doluca’nın ürettiği ve ithal ettiği 74 çok özel şarabı şişe açtırmadan kadehle tatmak için bugün son fırsat.
Yazının Devamını Oku

GAP’a ‘Yenilenebilir Enerji’ modeli

5 Kasım 2010
TÜRKİYE’nin en büyük bölgesel kalkınma projesi olarak bilinen GAP, “Yenilenebilir Enerji” için düğmeye bastı.

UNDP ve Avrupa Birliği’nin desteğiyle şimdilerin en gözde trendi “Düşük Karbon Ekonomisine” geçişi planlıyor.


Tabii bu “çok ortaklı”, uzun soluklu bir proje.


Finansal kaynak, teknoloji transferi gerektiriyor.

GAP bunu başarırsa bölge ülkeleri için de iyi bir model teşkil edecek.


Yazının Devamını Oku

3 milyon kişi istihdam eden sektör ilgi bekliyor

2 Kasım 2010
DÜNYADA inşaat sektöründe iddialıyız.<br><br>En son verilere göre, dünyanın en büyük 225 müteahhitlik şirketi arasında 33 şirketle ikinci sıradayız.

Çin 56 şirketle dünya birincisi.


İnşaat malzemeleri ihracatında da iddialıyız.

İMSAD (İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği) Başkanı Orhan Turan’ın verilerine göre,  çimento, demir-çelik, boya gibi inşaat malzemelerinin ihracatı 2010 yılında 20 milyar dolar civarında olacak.


2009 yılında ise “demir-çelik, çimento ve radyatör” ihracatında dünya birinciliğini kapmışız.

“İnşaat malzemelerinde Vitra, Kale, Pimapen gibi daha çok marka çıkartacak duruma geldik” diyor Turan.


Yazının Devamını Oku

Sekiz müze projesi geldi de yapmadık mı

31 Ekim 2010
İSTANBUL iki ay sonra 2010 Avrupa Kültür Başkenti ünvanına veda ediyor. 31 Aralık’tan sonra o mavi amblemin altında sürdürülen sanat ve kültür etkinlikleri sona eriyor.
İstanbul 2010 Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ile bilançoyu çıkartmak üzere buluştuk.
Kurt, yüzlerce projeye harcanan paranın 150 milyon Euro’yu bulduğunu söylüyor.
Bunun 3 milyon Euro’su Avrupa Birliği’nden.
Projelere ne kadar para harcandığının ayrıntılarına girmeyeceğim.
Harcamaları Deloitte tarafından denetlenen ajansın resmi sitesinde bunları görmek mümkün.
Benim daha çok üzerinde durmak istediğim şey 2010 Avrupa Kültür Başkenti ünvanına sahip olmanın İstanbul’a kazandırdıkları.
Her alanda “doyurucu” olan sanat ve kültür etkinlikleri bitince geriye ne kalacak?
Bu sayısız polemiklere yol açan bir konu.
Ajansın kurulmasından sonra görev değişiklikleri başta yaşanan talihsiz olaylar en fazla İstanbul’a zarar verdi.
Yılmaz Kurt’un dediği gibi beklentiler yüksekti.
AKM’nin restorasyonu başta, İstanbul’un hiç olmazsa bir “Kent Müzesi”ne, konser, opera salonlarına, kapsamlı bir kütüphaneye kavuşması bekleniyordu.
Hiç biri olmadı.

GEHRY’NİN PROJESİ NE OLDU?

Geçenlerde İstanbul’da rastladığım Marsilya Belediye Başkanı’ndan, 2013’te aynı ünvana sahip olacak şehirde “Akdeniz Medeniyetler Müzesi” için harıl harıl çalıştıklarını duyup kıskanmamak mümkün mü?
2009 yılı, mayıs ayında göreve gelen Kurt, İstanbul’a gerçek anlamda kalıcı bir eser kazandırılmamasını şöyle açıklıyor:
“İstanbul’da fazla otorite var. Merkezi ve yerel yönetimlerin yanı sıra, Vakıflar, Kültür Bakanlığı, İl Müdürlükleri... Böylesine karmaşık yapıyla karar almak zor.”
Güzel de hiç olmazsa bir kerecik, İstanbul’un hayrı için bu karmaşık yapı aşılamaz mıydı?
Kurt’a göre, bir başka sorun da “kalıcı eser” projesi sunulmaması.
“Diğer Avrupa Kültür Başkentleri’nde 1 yıl kala tüm projeler sunulmuş oluyor” diyor.
“Sekiz müze projesi sunuldu da mı yapmadık” diye ekliyor.
Sekizi bilmem ama İnan Kıraç’ın TRT binasının olduğu yerde, yıllar önce projesini ünlü mimar Frank Gehry’nin çizdiği kapı gibi bir müze projesi vardı.

KİŞİ VE KURUMLARA DUYURULUR

Çekişmeler ve Kurt’un sözünü ettiği “karmaşık yapı”nın kurbanı oluverdi.
Bu arada sevindirici bir haber.
2011 yılı haziran ayına kadar faal olacak Kültür Başkenti Ajansı, önüne dört dörtlük bir “kalıcı eser” projesi gelirse para vermeye hazır.
Buradan ilgili kişi ve kurumlara duyurulur.
Peki başladığım söze döneyim.
2010 Kültür Başkenti’nden geriye kalıcı ne kalacak?
Ayasofya, Topkapı başta olmak üzere sayısız restorasyon.
Liste hayli uzun ama restore edilen eserler arasında gözüme çarpan Bizans eseri varla yok arası...
Yoksa İstanbul üç imparatorluğa başkentlik yapmamış mıydı?

Mor Çatı’ya iş dünyasından sessiz destek

MOR Çatı artık bir marka.
Şiddete uğrayan kadınlara kucak açan sığınaklar nedense hep Mor Çatı diye geçiyor.
Bir zamanlar blucinlere “Kot” dendiği gibi.
Oysa Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın bir tek sığınağı, bir de Dayanışma Merkezi var.
Türkiye’nin genelindeki 56 sığınak yerel yönetimlere ve sosyal hizmetlere ait.
Bu yıl 20. yıldönümünü kutlayan Mor Çatı kadın-erkek eşitsizliğine karşı sesini yükselten en etkin kuruluşlardan biri.
Kadına yönelik şiddetle mücadelenin önünü açan yasal düzenlemelerde rolü büyük.
Ne ki, her STK gibi Mor Çatı’nın da maddi sıkıntıları var.
Bugüne kadar binden fazla kadın ve çocuğu barındırmış, çocukların eğitimini üstlenmiş, sığınak deneyimlerinin eğitimini vermiş.
Bu işleri çoğunlukla, devlet yardımı almaksızın, sponsorların ve gönüllülerin desteğiyle yürütmüş.
Hem sığınağının, hem yürüttüğü çalışmaların kalitesini yükseltmek arzusunda.
Önümüzdeki 8 Kasım tarihinde “Mor Müzayede”yi bu amaçla düzenliyor.

SEZEN AKSU’NUN BAĞIŞI

Sezen Aksu’nun bir süre önce bağışladığı birkaç sahne elbisesi bu müzayede fikrini vermiş.
Mor Çatı’dan Gülsün Kanat Dinç ile Feride Yıldırım Güneri anlatıyor:
Aksu’dan sonra sonra Ajda Pekkan, Nilüfer, Türkan Şoray, Gönül Yazar, Tarkan, Tuncel Kurtiz, Hülya Avşar gibi isimler de kıyafetlerini bağışladı. Müzayededen önemli bir gelir elde etmeyi planlıyoruz.”
Bu sanatçılardan Mor Çatı’ya açık destek.
Devamını dilerim.
Beni şaşırtan iş dünyasından gelen “sessiz destek”.
Meğer isminin açıklanmasını istemeyen ünlü bir iş kadını 15-20 yıldan beri Mor Çatı’ya düzenli bağış yapıyormuş.
“En son hesabımıza yatan 7 bin Euro ilaç gibi geldi” diyor Dinç.
Yine adının açıklanmasını istemeyen büyük bir şirket bir yılı aşkın bir süreden beri Mor Çatı’nın yeme içme işini üstlenmiş.

HÜRRİYET’İN ALO ŞİDDET HATTI

Özel bir sağlık kurumu ise “şiddete uğrayan” kadınların ücretsiz check-up’larını yapıyor.
Bu arada Hürriyet’in “Alo Şiddet Hattı”yla ilgili güzel sözler de işitiyorum.
“Mor Çatı’nın yardım hattı 16.30’a kadar. Dolayısıyla 7 gün, 24 saat açık olan hat bizi çok rahatlattı” diyor Güneri.
Yeri gelmişken Mor Çatı’yı diğer sığınaklardan ayıran bir-iki özelliğinin altını çizmek istiyorum.
Birincisi, gelenler diledikleri kadar kalabiliyorlar.
İkincisi şiddete uğrayan kadınlara hukuki, psikolojik desteğin yanı sıra hayata nasıl tutunacağı öğretiliyor.
En önemlisi de zaten bu değil mi?
Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu sanayicileri rahatlattı mı

29 Ekim 2010
UZUN zamandan sonra ilk kez, önceki gün İstanbul Sanayi Odası’na (İSO) CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinlemeye gittim.

CHP’nin ekonomi politikalarını, iş dünyasının dile getirdiği sorunlara çözüm önerilerini dinleyeceğimi sanıyordum.
Peşinen hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim.
Oysa İSO Başkanı Tanıl Küçük açılış konuşmasında, hem Türkiye’nin, hem sanayicilerin sıkıntılarını net bir şekilde ortaya koymuştu.
Aklımda kalanları kabaca sayıyorum.
- İthalatın ihracata göre daha hızlı artması, özellikle “ara mal” ithalatındaki artış.
- Dış ticaret açığı.
- Şirket borçlarının AB, ABD ve OECD ülkelerindeki şirketlere göre çok daha yüksek olması.

Yazının Devamını Oku

Soros’a zeytinyağı mesajı

26 Ekim 2010
AYVALIK’ta bu yıl 6. düzenlenen “Zeytin Hasat Şenliği” bu gidişle uluslararası üne kavuşursa hiç şaşmam.

Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Rahmi Gencer, Midilli Adası’ndan oda başkanları dahil 20 kişiyi davet etmiş.

Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın ağırladığı misafir ise ta ABD’den gelmiş.


Amerikalı misafir Bedminster Capital Management LLC Başkanı Ronald O. Drake.


Yani ünlü milyarder George Soros’un da yatırımcıları arasında olduğu söz konusu fonun “en tepesindeki” kişi.


Yazının Devamını Oku

Arsel bir mesleğin kaderini nasıl değiştirdi?

24 Ekim 2010
SEMAHAT Arsel sabahları uyandığında “bugün çevreme nasıl yararlı olabilirim” diye düşünen nesilden. O nesli iyi biliyorum.
Semahat Arsel’in, Arnavutköy Amerikan Koleji’nden sınıf arkadaşı olan annem de öyle çünkü.
Emekli olduktan sonra mahalledeki çocuklara İngilizce öğretmekten tutun, konu komşuya badem ezmesi hazırlamak onun “yararlı olma” halleri.
Annemin aksine Semahat Arsel emekli olmadı.
Nakkaştepe’deki Koç Holding binasında geç vakitlere kadar çalışıyor.
Vehbi Koç Vakfı Başkanı, Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi şapkalarının yanısıra Hemşirelik Eğitim ve Araştırma Merkezi SANERC, Hemşirelik Yüksek Okulu, Divan Otelleri gibi “gözbebekleri” de var.
Semahat Arsel geçenlerde buluşmamızda ile “hemşirelik” mesleğine desteğini konuştuk.
Tam 36 yıllık bir destek bu.
İlginç bir hikâyesi var.
Arsel, liseyi bitirip üniversite sınavlarına hazırlandığı sırada hastalanıyor.
Uzun yıllar ona azap çektiren “kist hidatik” nedeniyle ABD, İsviçre, Japonya tedavi için gitmediği ülke, yatmadığı hastane kalmıyor.
Günlerce yoğun bakımda kalıyor.

ÖNCE FON KURULUYOR

Dolayısıyla hem Türkiye’de, hem yurtdışında doktor ve hemşirelerle yıllarca iç içe yaşıyor.
Hemşirenin bir hastanın hayatını ne kadar etkilediğini bizzat yaşayarak görüyor.
Türkiye’de hemşireliğin doğru algılanmadığını, bu mesleğe yeterince değer verilmediğini de fark ediyor.
“1973 yılında annem öldü. 1974 yılında babama bu mesleğe sahip çıkmak istediğimi söyledim” diye anlatıyor.
Semahat Arsel aynı yıl Vehbi Koç Vakfı’nda bir “Hemşirelik Fonu” kuruyor.
“Hemşirelik Fonu” kurulduktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
“Baktık hemşireliğin sorunları dağ gibi. Eğitimlerinin kalitesi düşük. Doğru dürüst kitapları bile yok” diye anlatıyor.
Fondan her yıl, 70 öğrenciye burs, kitap tercümeleri, malzeme alımı, derken 1992 yılında Semahat Arsel Eğitim ve Araştırma Merkezi SANERC devreye giriyor.
Merkezin amacı sahada hemşireler için kurslar açmak ve onlara araştırma imkânları sunmak.
Bu kurslardan bugüne kadar yaklaşık 8 bin hemşire yararlanmış.
SANERC, bugün hasta bakım standartlarının oluşmasıyla ilgili “know-how” aktaran bir merkeze dönüşmüş durumda.
Anadolu’nun dört bir yanında yeni açılan hastanelere danışmanlık hizmeti veriyor.

10 YILLIK YENİ HEDEFLER

1999 yılında Arsel, Koç Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu’nu açıyor.
Başta her yıl 20 öğrencinin “burslu” eğitildiği okulun ücretli öğrenci sayısı artmış.
Artık erkek öğrencileri de var.
Semahat Arsel “Türkiye’de hemşirelik algısının değişmesinde katkım oldu, mutluyum” diyor.
1954 yılından beri yürürlükte olan “Hemşirelik Kanunu”nun değişmesi için Sağlık Bakanlığı’yla yaptıkları çalışmaları anlatıyor.
Bu kadar yol aldıktan sonra asla durmayı düşünmüyor.
Haklı olarak, Türkiye’de giderek ağırlık kazanan sağlık sektöründe hemşirelerin rolünün daha da artacağını düşünüyor.
Arsel, önüne 10 yıllık yeni hedefler koymuş.
“Görür müyüm bilmem ama hem Hemşirelik Yüksek Okulu’nun, hem hemşirelerimizin uluslararası platformda daha çok tanınmasını arzu ediyorum” diyor.
Bu yıl hafta ortasında ikincisi yapılan “Semahat Arsel Hemşirelik Konferansları” bu amaca yönelik.
Bu konferanslara dünyanın en tanınmış hemşire liderleri konuşmacı olarak davet ediliyor.
Nitekim bu yılki konuşmacı dünyadaki ilk profesyonel hemşire okulu Londra’daki King’s College Florence Nightingale Okulu’nun Dekanı Prof. Anne Marie Rafferty idi.
Bir mesleğin kaderini değiştirmek ancak böyle olur.

Divan Oteli martta açılıyor



SEMAHAT Arsel’e halen inşaatı devam eden İstanbul, Elmadağ’daki Divan Oteli’nin ne zaman hizmete gireceğini soruyorum.
“Önümüzdeki mart ayında” diyor.
1956 yılında Vehbi Koç tarafından açılan otel 2008 yılında yeniden inşa edilmek üzere yıkılmıştı.
Arsel “Divan Oteli’nde herkesin bir anısı mutlaka vardır. Senin anın ne” diye sorunca bir an tereddüt ettim.
Sonra anılar peş peşe yağdı.
Çocukluğum tam Divan Oteli’ nin karşısında Talimhane’de geçti.
Doğum günlerimde büyük dayımın elimden tutarak beni Divan Pastanesi’ne “doğum günü” pastası seçmeye götürdüğünü hatırlıyorum.
Pastanenin “çiçekli, böcekli” pastaları biz çocukların rüyasıydı.
Sonra büyüyünce yine aynı mahalledeki okul çıkışlarında “Divan Pub” buluşmaları geldi.
Efsane oteli ne çok özlemişiz.
Yazının Devamını Oku

Eczacıbaşı Grubu’ndan İKSV’ye 10 milyon bağış

22 Ekim 2010
BÜLENT Eczacıbaşı’nın, İKSV’nin Yönetim Kurulu Başkanı olmasından sonra bu kurumun “yol haritası” nicedir merak ediliyordu.

Eczacıbaşı Yönetim Kurulu Başkanı olarak, yani sanayici işadamı şapkasıyla Bülent Eczacıbaşı kuruma nasıl bir yön verecekti?


Dün sabah İKSV binasının, doyumsuz bir Haliç manzarasına sahip X Restoran’da merakımız giderildi.


Göreve 8 ay önce gelen Bülent Eczacıbaşı’dan, İKSV’nin yeni dönemde neler yapacağını, neler planladığını öğrendik.


40. yılını doldurmaya hazırlanan İKSV, kuşku yok ki  İstanbul deyince akla gelen markalardan.


Yazının Devamını Oku