Fuat Bol

Nankör

17 Şubat 2024
Eskişehir ilimizin CHP’li ve üstelik Prof. payesi olan, gedikli bir belediye başkanı var.

Kendisi yaşını başını almış (86); piri fani olmasına rağmen, hırsına yenilmiş ve aday olmak istemiş lakin partisi, kendisine kırmızı kart göstererek onu oyunun dışına itmiştir.

O da tıpkı İstanbul Belediye Başkanı gibi reklam ve propaganda ile şişirilmiş ve bu şekilde oluşturulan algılarla milletin gözünde büyütülmüştü. Oysa gerçek tam tersidir; Eskişehir’e gidenler en merkezi yerdeki Odunpazarı semtinin, ana cadde arkasındaki yerleşim yerlerinin viraneyi andırdığını görmüşlerdir.

Makyaja dayalı CHP belediyeciliği, ana caddeleri süsleyip göz boyuyor lakin hemen arkasındaki yapılaşma kelimenin tam anlamıyla sefaleti anlatıyor.

Melih Gökçek’ten önceki Ankara da öyleydi; ana caddelerin hemen arkasındaki daracık sokaklar ve her bir yana kümes gibi serpiştirilmiş binlerce gecekondulardan ibaretti koca başkent.

İşte Eskişehir ilinin aslını inkâr eden (kim bilir, belki de etmiyordur!) bu belediye başkanı, partisinin düzenlediği bir toplantıya katıldı ve gerçek kimliğini ve rengini belli ederek içindeki ufuneti kustu!

Koca Osmanlıyı sözde küçümseyerek, boyundan da yaşından da öylesine iğrenç laflar etti ki, böylece ecdadımızın altın yaldızlı boy aynasında, kendinin o pespaye halini olanca çıplaklığıyla faş etmiş oldu.

Şu sefil mantığa bakar mısınız? Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun başındaki sultanlar ve onların çocukları (şehzadeler) Avrupa’ya doğru ne zaman sefere (savaş) çıkarlarmış biliyor musunuz?

Bizim gibi kimsenin bilmediğini, Prof. payeli bu belediye başkanı biliyormuş. Bakın nasıl?

Yazının Devamını Oku

Maskeli yüzler

14 Şubat 2024
Batı, ürettiği yakıcı, yıkıcı ve topyekûn imha edici silahlarla Doğu’ya galip geldi ve dünyanın büyük bir kısmına hâkim oldu.

Kan, gözyaşı ve zulüm üzerine kurulu Batı hegemonyasının tek amacı vardı, o da ne pahasına olursa olsun, güçsüzleri, ezerek sömürmekti.

Bu zehri insanlığa sunarken, tatlıyla kaplamaları gerekti. Bunun için de iki yol seçtiler. Birincisi, sömürecekleri ülkelerin başına (yönetici kadrolar) kendileri tabi olan ‘uşak’ yaratılışlı tipleri bulup (yetiştirip- devşirip, satın alıp vb.) geçirmekti.

Ve tüm bu ülkeleri, adeta atadıkları ‘genel valileriyle’ idare edeceklerdi. Tüm bu ülkelerin halkları, atanan valilerin elinde tutsak olacak, mahut valiler de kendilerinin tutsağı olarak, ülkelerini, ağa-babalarının emir ve direktifleri doğrultusunda yöneteceklerdi.

İkincisi ise bütün bu gayri insani, gayri ahlaki ve gayri medeni davranışları kamufle edebilmek için de reklam- algı ve propagandaya ağırlık verilecek ve bu cümleden olarak; kitle iletişim araçları (medya, sinema, internet vb.) bütünüyle ele geçirilecekti.

Bu şekilde; biri gerçek diğeri sahte ve yalan olan iki dünya oluşturulacaktı. Gerçek dünyada vahşet ve sömürü olabildiğince yaşanacak lakin tüm insanlığa, bu durum, hürriyet, medeniyet, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi yaldızlı laflarla süslenip anlatılacaktı.

İki asra yakın bir zamandır tüm insanlığın beyni, bu yalan propagandalarla yıkanmakta ve gelinen noktada, sergilenen vahşet tüm çıplaklığıyla meydana çıkmasına rağmen, zulüm düzeninin zorbaları hala taraftar bulabilmektedir.

Nasıl oluyor derseniz, bunun da sebebi çok açıktır.

Tutsak aldıkları yöneticilerin etrafında oluşan ‘kemik yalayıcılar taifesi’, iktidarın nimetlerini semirmenin rahatlığı ve sorumsuzluğuyla ve kapıldıkları propagandayla, reklam ve algılarla adeta ‘zombi’leşmişlerdir.

Yazının Devamını Oku

Nasıl bir belediye başkanı arıyoruz

12 Şubat 2024
İSTANBUL başta olmak üzere tüm büyükşehirlerimizin ne hale getirildiğini görüyoruz.

Ülke olarak deprem kuşağında yaşamakta olduğumuz ortada olan bir gerçek. Bundan da yakıcı gerçek ise binalarımızı depreme karşı dayanıklı yapmadığımız ve önümüzdeki bir büyük depremi de korkuyla beklediğimizdir.

Uzağa gitmeye gerek yok, daha dün 11 vilayetimizde meydana gelen ve 50 bin insanımızın ölümüyle sonuçlanan iki büyük depremi üst üste yaşadık.

Ölenlerin geri gelmesi mümkün değil, Hazine’nin varını yoğunu harcayarak yıkılmış olan şehirlerimizi ayağa kaldırmak için çırpınıyoruz.

Her zaman tespit ettiğimiz bir gerçeği bir kez daha gördük; deprem değil depreme dayanıksız binalar öldürüyor. Nitekim mevzuata aykırı yapılan binaların dizildiği sokaklar yerle yeksan olurken, TOKİ’nin depreme dayanıklı yaptığı binalar dipdiri ayakta duruyor.

Peki onca çürük binaların yapımından kim sorumludur? Başta zemini balçık olan yerleri imara açan belediye başkanları, belediye imar komisyon üyeleri ve belediye encümenleridir.

Bunun yanında doyumsuz mal sahipleri ile aç gözlü müteahhitlerdir.

Malum merkezi idare ‘kentsel dönüşüm’ diye adeta yırtınıyor. Özellikle Hatay ilimiz başta olmak üzere depremde yıkılan şehirlerimizin birçok noktasında, kentsel dönüşüm kararı alındı.

Aynı şekilde İstanbul’da da birçok ilçe belediyesi kentsel dönüşüm için geliştirilen projeleri uygulamaya başladı. CHP’li büyükşehir belediye başkanları ve onların kışkırttığı bir kısım insanımız kentsel dönüşüme karşı çıktı.

Yazının Devamını Oku

Siyaset ve dava

10 Şubat 2024
HEMEN her siyasetçi dava insanı olduğunu ve bu uğurda siyaset yaptığını söyler ama gerçekler hiç de söyledikleri gibi değildir.

Davalarının insanı siyasetçiler yok mu? Elbette var lakin bunların sayıları sanıldığından çok ama çok azdır. Sayıları çok az olan bu dava insanı siyasetçiler hem davalarında ve hem de bulundukları kurum ve kuruluşlarda (siyasi partilerde) lokomotif görevi görürler.

Güttükleri davaları da bulundukları kurum-kuruluş ve siyasi partiler de bu denli idealist dava insanlarının omuzlarında yükselir.

Diğer kahir ekseriyetinin davası ise, nefsidir, nefsinin arzularıdır, makamdır, şöhrettir, paradır vb. Öyle ki, o varsa, davası ve partisi vardır, kendisi yoksa, dava da parti de yoktur. Bu durumu, yakın çevrenizdeki siyasetçilerde pekâlâ görebilirsiniz.

Şimdi sorarım size; davası ‘Millî Görüş’ olanların, AK Parti’nin dışındaki partilerde ne işleri vardır? Erbakan’ın dillendirip yapamadıklarını, Erdoğan ve AK Parti gerçekleştirmedi mi? Şu hâlde; davası ‘Millî Görüş’ olanın, Erdoğan ve AK Parti’ye karşı çıkmaları, daha açık ifadesiyle karşı tarafın değirmenine su taşıyıp, AK Parti’ye kaybettirmek için çırpınmaları hangi dava insanlığına sığar?

Hangi ahlaka ve hangi erdeme sığar?

Hatırlayın; İstanbul’da AK Parti adayı Binali Yıldırım çok az bir oyla kaybettiğinde, Saadet Partili bir yetkili televizyonlara çıkıp ‘Biz kaybettirdik’ diye övünmemişler miydi?

Dikkat buyurun; kendileri kazandığı için övünmüyor, AK Partiliye kaybettirip, CHP’liye kazandırdığı için sevinç çığlıkları atıyor! Bu hal Milli Görüş hali ise, gayr-ı milli hal hangisidir?

İstanbul’da bulunduğum ilçedeki olaya bakın; kişi, vaktiyle bu ilçeden AK Partili olarak belediye başkanı seçilmiş. Döneminin sonuna doğru bir sürü şaibeli soruşturmalar geçirmiş ve uzun süre tutuklu kalmış. Sonra çıkmış ve iş hayatına atılmış.

Yazının Devamını Oku

Hüzünlü Mirac

7 Şubat 2024
Gazze’de İsrail vahşeti kol gezerken, Müslüman kanına doymayan İsrailli askerlerinin işgalinde bulunan mübarek ve mukaddes Mescid-i Aksa’da namaz kılmak isteyen Müminlere akla hayale gelmedik baskı ve işkenceler yapılırken, hüzünle, bir Mirac Kandili daha idrak ettik.

Bir avuç İsraillinin aylardır uyguladığı soykırımı, başta İslam Alemi olmak üzere bütün dünya ülkeleri sadece seyretmekle yetiniyor. Kimi ülkelerin halkları, bu denli vahşete dayanamayıp yürüyor, bağırıp çağırıyor lakin seslerini, lal kesilmiş kendi yöneticilerine asla işittiremiyorlar.

Demek ki, Allah’tan korkmayan, kullardan utanmayan bu yöneticiler, yalnızca ABD ve İsrail’den korkuyorlar. Bu da demektir ki, bütün bu yöneticiler, koltuklarına ABD ve İsrail sayesinde oturuyorlar!

Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın kutsal Mirac yolculuğu, Mescid-i Haram’dan (Mekke-i mükerreme) başlamış; isra, sırlarla dolu gece yürüyüşüyle bir anda Mescid-i Aksa’ya (Kudüs) getirilmiş ve oradan göklere; bilinemeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan alemlere yükseltilmişti.

Sevgililer sevgilisi, bu kutsal yolculuktan, inananlara Mirac olacak namaz ibadeti emriyle dönmüştü. Kimi nasipsizler, Peygamber Efendimizin bir anda Mekke’den Kudüs’e gitmesine akıl erdiremiyor ve bu iş rüyada olmuştur diyerek, inkâr bataklığına sürükleniyor. Halbuki ayette geçen ‘isra’ kelimesi rüya için kullanılmaz; uyanık iken, gece yürümek manasına kullanılır. (El-Kavlul-Fasl)

Ayrıca Peygamberimizin anlattığı rüya olsaydı, kimse itiraz etmez ve tuhaf karşılamazdı.

İslam’ın içindeki bir kısım aklı evveller de (Mutezile Fırkası) Resulullah Efendimizin bir anda, Cennet’i, Cehennem’i ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş ve Mirac’ı kabul etmek Allah’a mekân tahsis etmek olur diyerek, Mirac olayını inkâr etmişlerdir.

Halbuki Allahü teala, Musa Aleyhisselam ile Tur-i Sina’da konuştu; haşa Tur-i Sina Allah’ın mekânı mıdır? Mü’minler, Cennet’te Allahü tealayı görecekler; Cennet de Allahü tealanın mekânı değildir. Allah, mekândan münezzehtir.

Mirac’la, inananların imanları kuvvetlenmiş ve her bir mü’min, Hz. Ebu Bekir sadakatiyle sıddıklık (sıddıkıyet-rehbere ve insanlara verdikleri sözleri bihakkın yerine getiren) makamına erişmişlerdir.

Yazının Devamını Oku

Algı ile gerçeğin savaşı

5 Şubat 2024
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, beş yıllık görev süresince hizmet yerine algıya, reklama ve propagandaya yöneldi. Doğrusu bunda da başarılı oldu.

Otuz bin lokantanın hizmet verdiği koca İstanbul’da 9 (yalnızca dokuz) adet çorbacı dükkânı açarak, bunun reklamını yaptı. Sıradan bir esnafın yapabileceği basit bir işi koskoca Büyükşehir Belediye Başkanlığı olarak açmaktan utanmadığı gibi bunu hizmet diye sundu.

Betonları dökülen, paslı demirleri gözüken, tehlike saçan üstgeçitlerde en ufak bir iyileşme yapmadan, şu ifadeleri içeren afişleri asmakta bir beis görmüyor: ‘Tehlike arz eden üstgeçitler İBB tarafından güçlendirilmektedir.’

İstanbul’un her tarafının donatıldığı ilanlara bakarsanız; İBB’nin İstanbullu’ya yapmadığı hizmet yok. Üniversiteliye yurt, bebeklere süt, yavrulara kreş, annelere bedava ulaşım, askıda ekmek, askıda fatura, ‘beka sorunu olan depreme’ karşı kentsel dönüşüm, üniversiteliye burs, sosyal destek kartı, yeni doğan desteği, tablet desteği, anne-bebek destek paketi, bebe bisküvisi desteği, eşya desteği, eğitim destek paketi, Metro ulaşımı, yollar, tüneller, deniz ulaşımı vb...

İmamoğlu’nun bu denli göz boyama taktiği, büyük kalabalıklara hitap eden ve ancak oy alamayan Osman Bölükbaşı’nın şu sözünü hatırlattı: ‘Harman bol lakin dane yok!

İmamoğlu’nda da laf çok lakin icraattan eser yok!

İstanbullu’nun en büyük sorunlarından biri de trafik çilesidir. İmamoğlu vaktiyle Beylikdüzü Belediye Başkanı’ydı. Büyükşehir’e gittikten sonra arkasına dönüp bakmadı bile; Beylikdüzü’nü, Avcılar’ı, Küçükçekmece’yi, Büyükçekmece’yi Silivri’yi yüzüstü bıraktı.

Milyonlarca nüfusun yaşamakta olduğu bu ilçelerde metronun lafı dahi edilmiyor. İnsanlar her gün saatlerce trafikte işkence çekiyor, ömürleri trafikte geçiyor.

İmamoğlu

Yazının Devamını Oku

Yerel seçim ve siyasi partiler

3 Şubat 2024
Yenilgiye doymayan siyasi partilerin seçimleri çığırından çıkarmak gibi bir huyu vardır.

Martın sonunda ülkemizde mahalli idareler için seçimler yapılacak. Azgın muhalefet daha şimdiden, yerel olacak seçimleri, genel seçim havasına soktu.

Akılları sıra mahalli seçimlerde zafer elde ederlerse, bu durumu bir erken seçim için fırsat bilecekler. Ve böylece genel seçimle iş başına gelen Erdoğan’ın ve hükümetinin meşruiyetini tartışmaya açacak ve onlara; ‘arkanızdaki halk desteği gitti’ denilip bir erken seçimin yolunu arayacaklar.

Bu durum, dünya üzerindeki demokrasilerde yalnızca bizdeki muhalefetin hastalığıdır. Zira bizdeki muhalefet (özellikle CHP) yenilgiye doymayan, arsız ve hadsiz bir yaklaşımla siyaset yapmayı maharet bilmektedir.

Halbuki bu iki seçim birbirinden çok farklıdır. Nitekim mahalli seçimlerle muhtarları ve azalarını, belediye başkanlarını ve belediye encümenlerini seçeceğiz ki bunların hiçbirisinin merkezi idare üzerinde en ufak bir tasarrufları yoktur ve olamaz.

Mahallinde yapacakları işler de öncelikle su, imar, ulaşım ve kanalizasyon gibi çevre ve çevre sağlığı, kentsel altyapı, temizlik ve katı atık, itfaiye, zabıta, acil yardım, kurtarma ve ambulans, defin ve mezarlık işleridir.

Diğer bir ifade ile millet, genel seçimlerle ülkenin merkezi yönetimdeki idarecilerini, mahalli seçimlerle de mahallesinin (ilçe, il) yukarıda anılan hizmetlerini görmesi için yerel idarecilerini belirler.

Bundan dolayıdır ki mahalli seçimlerde ‘yerel’ adaylar çok önemlidir. O ilçeden ya da ilden olmayan bir adayın (özellikle büyükşehirler dışında) seçilmesi çok zordur. Zira halk, kendinden olan, kendinin tanıdığı, bildiği ve değer verdiği bir kişiyi seçmek ister.

Bu kişi de mahallinin dert ve sıkıntılarını, eksikliklerini, ihtiyaç ve beklentilerini en iyi bilendir. Zira orada, o sıkıntılarla ve o beklentilerle bizzat yaşamaktadır.

Yazının Devamını Oku

Beton yığını şehirler

31 Ocak 2024
Şehirlerin de tıpkı insanlar gibi ruhları vardır; o ruhla yaşarlar. Çimentonun keşfi, o ruha kezzap döktü ve bundan böyle tüm şehirler beton yığınlarına dönüştü ve kendi ruhlarını öldürdü.

Artık ne sokak ne mahalle ve ne de şehir kültürlerinden bahsedilemiyor. Zira bunların hepsi silinip gitti. Yerleşilen her bir apartman, her katında ayrı dilin konuşulduğu, kimsenin kimseyi tanımadığı Babil Kulesi’ni andırıyor.

Devasa aile yapıları küçüle küçüle asgari seviyeye indi ve yalnızca karı-kocadan ibaret kaldı. Hesapta, çağdaşlaşıp medeni olmuştuk; beldelerimiz şehir planlayıcılarının, evlerimiz mimarların ellerinde mutena (seçkin) semtler ve lüks konutlardan oluşacaktı.

İmarlı beldelerde yaşayan insanımız müreffeh olacaktı. Tam tersi oldu; ruhsuz, beton yığınları haline getirdiğimiz şehirlerimizdeki insanlarımızı da mezkûr beton yığınları arasında öldürdük.

Ruhsuz, ölü şehirlerde ömür törpüleyen, yılgın, bezgin, mutsuz kuru kalabalıklar.

Dünyanın incisi sayılan şu İstanbul’u, doyumsuz-muhteris yöneticiler ve müteahhitler eliyle ne hale getirdiğimiz cümle alemin malumudur. Belli ki bu şehrin planları, burada sağlıklı hayat sürdürülemesin, insanları çile çeksin diye diye çizilmiş.

Adamını bulan arsasına yüzde 100 imar alma yarışına girmiş. O imarları alanların ve verenlerin gözlerini öylesine hırs ve tamah bürümüş ki, yaşamak için elzem olan nefes almayı ne kendileri için ve ne de gelecek nesilleri için düşünmeden gökdelenleri diktiler.

Park-bahçe, yeşil alan, koru, mesire yeri, ormanlar talan edilip üzerlerine beton döküldü.

Sözde şehirleşme adına tüm bu kepazelikler sergilenirken asıl konu unutulmuş; fay hatları üzerinde inşa edilen bu yapılar depreme dayanıklı yapılmamış.

Yazının Devamını Oku