Genç, dinamik, mesaisinde gecesi gündüzü olmayan, işinin ehli, halkın adamı olan Sayın Murat Kurum İstanbul için ‘acil’ kaydıyla aranan kandı ve o kan, nihayet bulundu.
Malum, İstanbul’umuz kelimenin tam anlamıyla ‘fetret devri’ni yaşadı; koca beş yıl boşa harcandı. Halbuki bu mega kentin bir saniye boşa geçirecek zamanı olmamalı.
İstanbul’un başına kâbus gibi çöken Ekrem İmamoğlu, göreve geldiği günden beri, İstanbul’un sorunlarının dışında her işle ilgilendi; kendi partisinin genel başkanını değiştirdi ve oraya emanetçi bir genel başkan getirtti.
Bir gün olsun İstanbul Büyükşehir Başkanlığı makamını benimsemedi, felaket anlarında bile İstanbulluları yüzüstü bıraktı. Millet, karla tipiyle ölümle boğuşurken o, yabancı bir ülkenin sefiriyle Boğaz’da balık sefasındaydı. İstanbul doğal felaketi yaşarken o, Bodrum’da tatildeydi ve lütfedip tatilini kesip, şehre dönmedi, adeta İstanbullulara ‘Ne haliniz varsa görün!’ demek istedi.
İstanbul’a değil yeni bir proje yapmak, AK Parti döneminde başlamış projeleri bile durdurdu; devam eden metro inşaatlarının girişlerini molozlarla doldurdu.
İstanbul’un en hayati konusu olan ve halkı can ve mal güvenliği bakımından direkt ilgilendiren kentsel dönüşüm projelerini ise, ‘Rantsal dönüşüm’ diyerek engelledi.
Ekrem İmamoğlu’na rağmen kentsel dönüşüm projeleri gerçekleştiren AK Partili ilçe başkanlarını mahkemeye verdi.
İstanbul’a hizmet yerine, İstanbul’a yapılmak istenen hizmetleri engellemek için çırpındı. Ona rağmen AK Partili ilçe belediyeleri Büyükşehirden çok daha fazla kentsel dönüşüm gerçekleştirdi.
Varlığına tahammül edemedikleri Osmanlıyı, birlik olup yok ettiler. Belli ki, Osmanlının külleri üzerinde kurulan Türkiye’ye de rahat yüzü göstermeyecekler.
Zira Türkiye Devleti kurulduğu günden beri, düşmanların hedef tahtasındadır. Açıktan, mertçe savaşmayı göze alamadıkları Türkiye ile örtülü savaşı yeğlediler ve bunun için de ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Türkiye’ye karşı olmalarının sebebi, Türklerin tarihidir, tarihteki rolleridir.
Zira bütün dünya çok iyi bilmektedir ki, Türkler haksızlık karşısında susmaz, susamaz; imanlarından aldığı güçle hakkı tutar kaldırır ve haykırırlar. Gücü oranında ya fiili olarak müdahale eder (ve hesabının sorar) ya diliyle kınayıp lanetler ya da kalbiyle buğzeder (nefret eder).
Diğer bir deyişle Türk’ün tarihteki misyonu, Yunus Emre’nin şiirlerinde vurgu yaptığı Molla Kasım rolüdür. ‘Kasım’ taksim eden, adaleti sağlayan, haklının hakkını teslim eden, haksıza haddini bildiren...
Bu durumun da olamazsa olmaz şartı güçlü olmaktır. Zira kuralı güçlü olan koyar ve uygular.
Şu anda dünya üzerindeki güçlüler, emperyalistler olup koydukları kuralları istedikleri gibi eğip bükmekte, isterlerse uymakta istemezlerse uymamaktadırlar. Bu halin tipik örneği de BMGK’nın yapısı ve yetkileridir. Bütün dünya ülkelerinin ‘evet’ dediğine, BMGK üyesi bir tek ülke ‘hayır’ derse, o bir tek ülkenin dediği oluyor.
Bu denli kurt taksiminin önüne geçebilmenin yegâne yolu güçlü olmaktan geçiyor.
Onların arasında bulunan Osmanlı Devleti (Devlet-i Âliyye) adaleti temsil etmesi yönüyle, denge unsuru idi.
Osmanlı’nın inkırazından (çökme-dağılma) sonra meydan yeri, sömürgeci sırtlanlara ve çakallara kaldı. Dolayısıyla devlet aklı da sırra kadem bastı!
Ondan sonra, 2. bir cihan savaşı yapılmasına rağmen, dünyaya huzur gelmedi; gelmez de. Nasıl gelsin ki, gidilen yol, takip edilen siyaset ‘parçala, yönet ve yut!’ yönündedir.
Başta ABD olmak üzere tüm emperyal güçler, dünyayı ‘kontrollü kaos’ yöntemiyle yönetmektedirler. Şairin, yerinde ifade ettiği gibi: ‘Böyle gecenin, hayır umulur mu sabahında?’
Ama görünen o ki, çıkartılan kaoslar, kontrolden çıkacağa benziyor. Bu durumun tipik örneğini İsrail’in Gazze’ye olan soykırımında görmekteyiz. Kana susamış Netanyahu, boğulacağı kanda, önce bölge insanını ve bilahare de tüm insanlığı boğmak istiyor!
Bundan dolayı da dur durak bilmiyor ve daha önemlisi, savaşı bölgeye yayarak Üçüncü Dünya Savaşı’nın fitilini ateşlemek istiyor.
İsrail’in, Lübnan’ın başkenti Beyrut’a saldırıp oradaki HAMAS mensuplarını öldürmesi olayı, orada hâkim olan Hizbullah’a rağmen yapıldı. Havadan yapılan bu operasyonla hem Hizbullah örgütü hem Lübnan hükümeti ve hem de İran tahrik edildi ve edilmeye devam ediliyor.
Nitekim Netanyahu, Lübnan’ın savaşa girmesini dört gözle beklemektedir.
Zira bu ülke yolda bulunmadı. Her karış toprağı şehit kanıyla yoğrulmuş bu aziz vatanda, hiç kimse bu ülkenin dinamikleriyle oynayamaz; milli birliği ve bütünlüğü bozucu sözleri edemez, eylemde bulunamaz.
Bu ülke 40 yıldır terörle boğuşuyor; varını yoğunu terörle mücadelede harcıyor.
Başta PKK olmak üzere, boğuşmakta olduğumuz tüm terör örgütleri gerçekte buzdağının görünen kısmı; asıl savaşı, bu örgütlerin hamileri olan sözde dost ve müttefik ülkelerle yapmaktayız.
Bunların başında da ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gelmektedir.
Dikkat edilirse, düşman asıl gücünü içimizdeki dağınıklıktan; kimilerinin aymazlığından kimilerinin de bilerek veya bilmeyerek hainliğinden almaktadır.
Kurucu parti olmakla övünen şu CHP’nin aymazlığına bakar mısınız? Üç-beş belediye başkanlığı elde etmek için terör örgütünün Meclis’teki uzantısıyla gizli pazarlıklara girişiyor.
Tezkerelere ‘hayır’ diyor ve bütün partilerin terörü kınayan ortak bildirisine bölücü parti ile birlikte imza atmıyor. Müstakil olarak yayınladıkları bildiride ise terör örgütü PKK/YPG/PYD’nin ismini yazamıyor.
İçimizdeki bu denli dağınıklık, gaflet ve aymazlık elbette ki terör örgütlerinin ve onların içerideki uzantılarının küstahlıklarını artırıyor.
Üstün zekâsı sayesinde en acımasız canavarlardan çok daha vahşileşti ve daha korkunç bir hal aldı.
Yabani hayvanların en tehlikelisi, günümüz insanın yanında kuzu kalır.
Televizyonda haberleri izlerken, ekranda gösterilen Doğu Akdeniz’de, İsrail’in hemen yanı başında konuşlanan savaş gemilerinde dalgalanan ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa devletlerinin bayraklarını gördükçe insanlığımdan utanıyorum.
Ve kendi kendime: ‘Ya bunlar insan değil ya ben insan değilim’, diyorum.
Ve eğer bunlar insan sayılacaksa, olmaz olsun ve yerin dibine batsın o insanlık!
Savunmasız bir ceylan yavrusunun etrafını, kanlar sızan dişleriyle çevreleyen bu sırtlan sürüsü; bir de utanmadan, dünyaya insan hakları, hak hukuk dersleri vermeye kalkışıyor.
Bütün bu zorba takımına söylenecek tek şey: Siz önce insan olun, ondan sonra insanlık dersi vermeye yeltenin!
Meğer, güneş kaybolup ortalık kararınca, Hak gidip batıl gelince, mazlumların hamisi ve sığınağı Türkler gidip İngiliz, Amerikalı ve diğerleri gelince meydan yeri insan görünümlü en vahşi canavar sürülerine kalırmış.
Doğrularla bir şey yapamayacaklarını anlayınca, bu kez yalana ve iftiraya sarıldılar. Öyle ya yalandan kim ölmüştü? Yapılan araştırmalarda, sosyal medyada yalan haberlerin, 6 kat daha fazla yayıldığını gördüklerinde, yalancılara ve iftiracılara gün doğdu.
Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz bu aşağılık mahluklar, özellikle Sayın Erdoğan’ın aile bireylerine yakıştırdıkları iftiraları, sosyal medyada ışık hızıyla dolaşıma soktular.
Bu durumun son örneği kirli ağızlarda hâlâ sakız ediliyor. Bakın nasıl:
İftiranın kaynağı Almanya’da yaşayan ve İnterpol’ün kırmızı bültenle aradığı bölücü-FETÖ karışımı Metin Cihan (asıl ismi Cihan Yücel), ‘X’ adlı sosyal medya üzerinden şöyle bir paylaşımda bulundu: ‘Cumhurbaşkanının oğlu Burak Erdoğan, sahibi olduğu gemisi ile İsrail’e sevkiyat yapıyormuş.’
İşte bu kıpkırmızı iğrenç yalana, cibilliyetleri malum birileri (gazeteci, televizyon sunucusu, siyasetçi, sosyal medya batakçıları v.b.) mal bulmuş mağribi gibi sarıldılar. İçlerindeki kin ve nefretlerini de ekleyerek ufunetlerini kustular.
Kimi sosyal medya fareleri kendi çukurlarından, kimi hadsiz ve müfteri siyasetçi TBMM kürsüsünden, kimi kendini bilmez yalancı ve soytarı gazeteci ve televizyon yorumcusu da mahut yalana takla attırarak kamuoyuna sundular. Ve dediler ki: ‘Erdoğan’ın oğlu kendi gemisiyle Türkiye’den İsrail’e mühimmat taşıyor. Bunlar İsrail sevdalısıdır. Bunların elinde Gazzellilerin kanı vardır.’
Söz konusu gemilerin ortağı olan Mecit Çetinkaya benim ortaokul sıralarından beri samimi arkadaşım. (Yüz yıldan fazladır, dört nesildir denizcilikle iştigal eden, en eski Türk denizcilik firmalarından biridir.) Konuyu hem kendisinden dinledim ve hem de araştırmacı gazeteci hassasiyetiyle enine boyuna araştırdım.
Konuyla ilgili tüm resmî belgeleri elde ettim ve bu yazıyı onların ışığında yazıyorum.
Dikkat edilirse, açık ve gizli düşmanlarımız da bu iki yönden bize hücum etmektedirler. Ya içerideki birliğimizi bozmaktalar; bunun için de kardeşi kardeşe düşman etmek için nifak tohumları ekmekteler ya da çeşitli terör örgütlerini kurup, geliştirip, besleyip, eğitip, donatıp üzerimize saldırtmaktadırlar. Birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmak için bir imparatorluk bakiyesi olan toplumumuzun dinamikleriyle oynuyor ve böylece bizi birbirimize düşürüyorlar. Daha dün yedi düvel olarak kapımıza dikilmiş ve tüm melanetlerini kusarak, ellerinden gelen tüm vahşeti sergileyerek varlığımıza kastetmişlerdi. O ölümcül yaralar, henüz kabuk bağlamışken ve unutulmaları asla mümkün değilken...
Bugün de aynı güçler (Batı), bizimle sözde aynı ittifak içinde gözükmelerine rağmen envai çeşit düşmanlıklarını sergilemek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Batı, 40 yıldır PKK/YPG/PYD’yi başımıza bela etti.
Daha yeni, 12 civanmerdin acısıyla yüreklerimiz dağlandı, kınalı kuzularımız şehadet şerbetini tattı. Anne karnındaki yavrularını babasız bırakarak sonsuzluğa uçtular. Alemlerin övüncü olan sevgililer sevgilisine komşu oldular. Cennet nimetleri kendilerine afiyet olsun; Rabb’im aynı şehadeti bizlere de nasip eylesin. Amin.
Siz, Türkiye’nin, sadece PKK diye bir örgütle mücadele ettiğini mi zannediyorsunuz? Türkiye; ABD, Fransa, İngiltere başta olmak üzere asıl İsrail’le savaşıyor. Zira bizim güneyimizde kurulmak istenen Kürdistan, gerçekte küçük İsrail olacaktır.
Bundan dolayıdır ki, Anadolu’nun (Ankara) savunma hattı Kudüs’ten başlar. Allah saklasın Kudüs, Gazze düşer ise sıra Türkiye’ye gelecektir. Nitekim Gazze’deki İsrail vahşetinin yansımalarını hem sınırımızın dışındaki terör olaylarında ve hem de içerideki çeşitli provokasyonlarda görmekteyiz!
İsrail’in peşinde olduğu sözde kutsal topraklar, Nil ile Fırat nehirleri arasındaki sahayı (Türkiye’nin büyükçe bir kısmı dahil) kapsamaktadır.
Lübnan, Ürdün, Suriye, Irak ve Körfez’deki kabile devletçikleri hayali devletler olup, sınırları cetvelle çizilmiştir. O cetveli ve pergeli tutan el, bugün da anılan tüm bölgeyi paramparça edip İsrail’e lokmalar halinde sunmaktadır.
Bu denli çöküş ve çürüme, insanlara insanlıklarını unutturan, milliyetçiliği ırk temelinde algılayan Fransız İhtilali ile başladı. Bu uğursuz (meşum) günden sonra bünyelerinde çeşitli (hemen her dil, renk ve inançtan) kitleleri barındıran büyük devletler yıkılmış, bunların yerine etnisiteye dayalı onlarca devletçikler kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nin (Devlet-i Aliye) dışındakiler yakıp, yıkıp, öldürüp, sömürmeyi amaç edinen imparatorluklardı. Devlet-i Aliye dünya üzerindeki adaletin tesisi için adeta bir denge unsuru idi.,
Zira Devlet-i Aliye’nin şiarı, Topkapı Sarayı’nın giriş kapısında yazılmaktaydı: ‘Yeryüzündeki tüm mazlumların hamisi ve Allahateala’nın (adaletinin) yeryüzündeki gölgesi.’
Evet bizim ecdadımız, yeryüzündeki tüm mazlumların sığınağı, barınağı, tutanağı, dayanağı idi. Bugün de gücümüz oranında aynı ideal için yaşamıyor muyuz?
Bu durumun tipik örneği Kudüs’tür. Üç semavi dinin müntesipleri burada huzur içinde, asırlar boyu yaşadılar. Osmanlının çekildiği yerler, sırtlanların elinde kalırcasına tarumar edildi ve o gün bugündür kan, gözyaşı dinmedi, dinmiyor ve belli ki kıyamete kadar da dinmeyecek.
İsrail’in sergilediği vahşet, adeta turnusol kâğıdı gibi tüm devletlerin içyüzünü ortaya çıkardı. İsrail’e arka çıkan, destekleyen ve yaptığı soykırıma seyirci kalan tüm devletlerin ‘zorba’ ve ‘zalim’ devletler veya zorbaların, zalimlerin uşakları oldukları görüldü.
Kendi halkları bile yöneticilerinin gerçek yüzlerini görmüş oldular. Daha açık ifadesiyle, yöneticilerinin Siyonizm’in esareti altında, kendilerinin de yöneticilerinin esareti altında olduklarını fark ettiler.
Bu uyanış dünyanın, böyle gelmiş ama böyle gitmeyeceğini işaret etmektedir. Zira tüm dünyanın kanalizasyonları, yerin üstünden akmaya daha fazla dayanamaz!