Türkiye’mizin kaotik ortamdan bir türlü kurtulamadığından dem vuruyor ve yakınıyorduk.
Meslek büyüğümün söyledikleri hâlâ kulaklarımda: ‘Bak Fuat Bey kardeşim! Bu memlekette rejim, henüz rüştünü ispat edemediği için bu çalkantılar olur. Malum bu sistem devrimle geldi, yani eskiyi yıkarak yenisi kuruldu. Kurucu kadrolar CHP’liydi ve o zihniyet uzun süre tek başına iktidarda kaldı.
1950’den sonra ise sözde demokrasiye geçildi, sözde diyorum zira mahut demokrasi vesayetle illetliydi. Demokrasi döneminde iktidar olanlar da CHP’nin içinden çıkmış lakin CHP’ye rakip olarak kazanmışlardı (DP).
CHP, iktidarları döneminde bu ülkede Allah korkusunu, DP de kendi iktidarları döneminde bu ülkede devlet korkusunu ortadan kaldırdılar!’
Dostumun söyledikleri ilginçti lakin düşününce, kitabın ortasından söylemiş olduğunu anladım.
DP’yi takip eden sağ iktidarlar boyunca (AP, ANAP, DYP-REFAH ve hatta AK Parti) da devlet korkusu (otoritesi) tesis edilemedi.
Bugün bile piyasalardaki bu başıboşluğu, denetimsizliği yaşıyorsak, merkez sağ iktidarların devlet bünyesinde meydana getirdikleri otoritesizlik yüzündendir.
CHP’nin, bir diğer çok önemli özelliği de devlette (bürokrasi) kurumsallaşmış olmasıdır. Nitekim CHP’den sonra iktidara gelen siyasi partiler, mahut CHP’li bürokratlar yüzünden hiçbir zaman muktedir olamamışlardır.
Başta ABD olmak üzere, dışarısının ve onlarla el ele veren içerideki muhalefetin tek hedefi vardı o da Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Neden Erdoğan’dı diye sormanıza gerek yok, zira Sayın Erdoğan, icraatlarıyla ve yürüttüğü politikalarla ‘çok oluyor’ bu çok oluşla herkesin gözüne batıyordu.
Bu durumu en iyi anlayan ve özetleyen ABD’nin mevcut Başkanı Biden’dır. Biden, Erdoğan’ı alaşağı etmek gerektiğini bunun için de darbeden başka yollara yönelinmesini ve bu cümleden olarak da muhalefetin desteklenmesini istiyordu.
ABD Başkanı’nın planı; konunun en ince ayrıntılarına kadar her şey ince eleyip sık dokunarak yürürlüğe sokuldu. Mesele, Erdoğan’ın karşısındaki muhalefeti dizayn etmekti.
Türkiye’deki muhalefetin (CHP ve HDP) toplamı taş çatlasa yüzde 38-40 bandına ancak gelebiliyordu. Bunun için de sağ blokun parçalanması gerekiyordu. AK Parti’den koparttıklarıyla bu durumu elde edemediler, lakin MHP’den koparılan İYİ Parti, bu iş için biçilmiş kaftandı.
‘Başbakan olacağım!’ diye yola çıkan Meral Akşener, MHP’yi ortadan ikiye bölmeyi başardı.
Kırk yamalı muhalefetin bitli yorganı dikiş tutmuştu, lakin turpun büyüğü heybede kalmıştı ve asıl zorluk da buradaydı.
Bölücülüğe hizmet eden bir partiyle milliyetçi çizgideki bir partiyi aynı çuvala koymak, öyle sanıldığı kadar kolay değildi. Emir yüksek yerden gelmiş olsa da bu durumun intihar olacağını bilen
Görüştüğümüz insanların hatırı sayılır çoğunluğu; “Ben Tayyipçiyim ama AK Partili değilim!” diyor.
Bu kişileri derinlemesine inceledim ve gördüm ki, bunların birçoğu AK Parti’nin kuruluşunda yer almış. Ya mahalle temsilcisi olmuş ya ilçe teşkilatında ya da il teşkilatında görev almış kişiler.
Yani AK Parti davasını ve yakından bilen ve sahiplenen kişiler.
Zaten Sayın Erdoğan ile AK Parti’nin aldığı oylar kıyaslandığında arada yüzde 16’lık bir fark olduğu görülür. Nitekim Sayın Erdoğan’ın oyu yüzde 52, partinin oyu ise yüzde 36 dolayındadır.
Bu yüzde 16’lık kesim, başkan için oyunu Sayın Erdoğan’dan yana kullanırken, milletvekilliği veya belediye başkanlığı konusundaki tercihini AK Parti’nin dışındaki partiler için kullanmış.
Bunun da sebebi araştırılınca görülecek olan şudur: Bu seçmenler (bunların hepsi Sayın Erdoğancı), ilindeki milletvekilinden ya da kendi ilindeki genel başkan yardımcısından ya da il veya ilçesindeki belediye başkanından, bunların performansından ya da millete yaklaşımlarından şikâyetçiler.
Demek oluyor ki; kimi görevli kişiler halktan kopunca bütünü teşkil eden zincir halkalarında kopukluğa sebep oluyorlar.
Bunun sonucunda da bu kişiler, Tayyipçi olmalarına rağmen Sayın
AK Parti bir önceki seçime göre takriben 4 milyon dolayında oy kaybetti. CHP başta olmak üzere muhalefet partilerinde ise, özellikle batı illerinde rekor katılım oldu. Dolayısıyla CHP, katılım açısından da bir noksanlık yaşamadı ve bu durum onun hanesine başarı olarak yazıldı.
AK Parti’nin kalesi konumundaki Orta Anadolu ve Doğu Anadolu illerinde ise vatandaş sandığa rağbet etmedi; bu durum da iktidar partilerine eksi, muhalefet ittifakına ise artı yazdı.
Vatandaşın küsmesinin sebeplerinin başında pahalılık gelmektedir; bir türlü önüne geçilemeyen ve halkı canından bezdiren pahalılık…
Yerinde 1-2 lira olan limonu vatandaş 18-20 liradan yemek zorunda kalıyor. Yerinde 3-4 lira olan soğanı 25-30 liradan yiyoruz.
Hani Hal Yasası çıkarılacaktı; bu yasa çıkarılmayarak kimler korunmaya çalışılıyor?
Zincir marketler çoğu ürünlerini direkt üreticiden (tarladan) alıyorlar. Aralarında anlaşarak fiyat belirledikleri tespit edildi. Sözde bunlara cezalar yazıldı, lakin yazılan o cezalar da vatandaşın sırtından çıktı. Zira mahut cezalar misliyle etiketlere yansıtıldı.
Cezalar asla caydırıcı değildir; sadece para cezası değil, hapis cezası gereklidir.
Serbest piyasa ekonomisi, başıboş piyasa demek değildir; ama bizde yeterli denetim olmadığından kelimenin tam anlamıyla piyasalar başıboştur.
Temsilde adaletin sağlanabilmesi için; seçmen temayülünü asıl yansıtan İl Genel Meclisi oylarının, aynı oranda, diğer seçileceklere (başkan, meclis üyesi) de yansımasıdır.
Eşit şekilde veya eşite yakın şekilde yansımamasının sebebi ise, seçim sonuçlarına etki eden diğer etkenlerin yanında, siyasi partilerde bu hesaplamaları yapabilecek kurmay zekalı insanların olmamasıdır. Veya var da bu denli zekalarını bilerek ya da bilmeyerek kullanmamalarıdır.
İttifak halinde seçimlere giren partiler bile, kendi aralarındaki hesaplamaları, belli ki üstünkörü yapmışlar. Birçok yerde sözde ittifak ortakları birbirlerine düştü; her iki ittifak üyesi de kazanan muhalif parti adaya kadar (ayrı ayrı) oy almasına rağmen seçimi kaybetmişlerdir.
Hem ittifak ve hem de birbirlerine rakip olarak seçimlere girip kıyasıya yarışmanın sonucunda kaybedenlerin ittifak ortakları olacağı belli değil mi?
Bu şekildeki anlamsız bir yarışla, kale konumundaki onlarca il kaybedilmiştir.
CHP ile DEM Parti ve diğer sol partiler, adeta kurmay zekasıyla hareket edip, oylarını tek yöne teksif ederek, başta İstanbul olmak üzere birçok yerde seçimleri kazanmışlardır.
Bakınız; Türkiye genelindeki oyların yüzde 60-65’lik kısmı merkez ve merkez sağ oylar iken, seçimleri yüzde 39-40 oranında oy alan sol parti adayları kazandı. Buradan da anlaşılacağı üzere soldaki oylar, akıllı (matematiksel) bir şekilde konsolide edildiğinden bu başarı elde edilmiştir.
Merkez sağdaki oyların, büyük orandaki dağınıklığı da mahut hezimeti yaşatmıştır.
Hep söylüyoruz, söylemeye de devam edeceğiz: Bu seçimin kaybedeni var (AK Parti) lakin kazananı yok. CHP, önceki seçime göre oy kaybetse de büyük çoğunlukla belediye başkanlıklarını, belediye meclis üyelerine almıştır. Bu durum CHP oylarıyla elde edilmiş değildir; emanet oylardır.
Peki AK Parti kime yenilmiştir derseniz, AK Partili seçmen sandığa gitmeyerek, partisinin yenilmesine sebep olmuştur. Diğer bir ifadeyle AK Parti kendi ayağına sıkmıştır.
Bu arada CHP de 2019’a kıyasla oylarında düşme olmasına rağmen seçimde birinci parti olmuştur.
İstanbul’da CHP’nin oyları 2019’a kıyasla 300 bin oy az olmasına rağmen, ipi göğüsleyen parti olmuştur.
Adana’da da CHP’nin oyları 2019’ kıyasla 50 bin oy düşük olmuş ama yine CHP kazanmıştır.
Bunun gibi; İzmir’de 300 bin, Eskişehir’de 10 bin, Antalya’da 8 bin, Aydın’da 24 bin daha az oy almasına rağmen CHP, bu şehirlerde belediye başkanı çıkarmıştır.
Ayrıca AK Parti’nin MHP’li ile olan ittifakında da seçim kurmay zekâsı hatası yapılmış ve birçok kentte iki müttefik birbirlerini yemiş ve böylece belediye başkanlıklarını rakip partilere kaptırmışlardır.
Seçimlerin tek anlaşılamayan noktası ise, seçim gününe bir hafta kalıncaya kadar tüm anketler, AK Parti ile CHP’li adayları baş başa gösteriyordu. Ne olduysa son bir haftada oldu.
Demokrasileri gelişmiş Batı toplumlarında ise, özellikle seçimlerde ya da öngörülebilir, önlenebilir büyük felaketlerde sorumlu siyasetçilerin ve bürokratların akıllarına ilk gelen şey istifa etmektir.
Bir partide seçim işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısının, teşkilattan sorumlu genel başkan yardımcısının ve hatta medya ve tanıtımdan sorumlu genel başkan yardımcısının hezimetle biten bir seçimden sonra da hiçbir şey olmamış gibi aynı koltukta oturmalarını ne ile izah edebiliriz?
Bu kişiler sorumluluklarının bilincinde olup işlerini gerektiği gibi yapsalardı sonuç böyle mi olurdu?
AK Parti’de görünen o ki bütün işler genel başkanın sırtına yüklenmiş, onun dışındaki kimi görevliler yan gelip yatmayı maharet bilmektedir. Maalesef bu tiplerin bulunduğu parti teşkilatlarındaki genel kanaat şudur: Nasılsa 24 saat durmaksızın çalışan bir genel başkanımız var, milletin de kendisine teveccühü tam, o halde biz bir şey yapmasak da olur!
Parti yönetim kademelerinde bulunan bazı kişilerin yalnızca halkla mı aralarında duvar var zannediyorsunuz? Milletvekilleri bile genel başkan yardımcılarına ulaşamadıklarından yakınıyorlar.
Siyaset halkın içine girmeden, halkın dertlerini dinlemeden, halkla hemhal olmadan yapılabilir mi?
Halk fakr ü zaruret içinde iken yapılan bir seçim propagandasında, kimi adaylar son model otomobillerle caka satarak oy toplayabileceğini zannediyor. Böyle bir durumda mevcut oyların bile kaybedilebileceğini düşünemiyorlar.
Seçim teşkilatla kazanılır, teşkilatsızlarla kaybedilir. Nokta.
Hareketin lideri olan Sayın Erdoğan’ın her zaman dile getirdiği gibi; ‘AK Parti trenine binilir ama inilmez; inenlerin de bir daha binmesine müsaade edilmez!’ Bu sözün gerçekleşmesinin olmazsa olmazı, trene binenlerin kendilerini bahis konusu davaya adamış kişiler olmalarıdır.
Siyasi partiler millete ve vatana hizmet için kurulur.
Böyle bir siyasi partinin her kademedeki adayları gerçekte birer bayrak yarışçısıdır. Bunlar hizmette yarışırlar, yarışı kaybeden bayrağı kazanana verir, bayrağı alan yarışçı ise onu daha ileriye taşımak için gayret sarf eder. Özellikle bu son mahalli seçimlerde kazın ayağının öyle olmadığı görüldü, AK Partili kimi adaylarda nefisler, partinin de milletin de vatanın da önüne geçti.
Eskilerden, bizzat Erdoğan’ın ikbal verip, sözde adam ettiği Davutoğlu ile Babacan’ı ele alalım. Bunları hiç kimse tanımazken, Sayın Erdoğan bunları bakan, başbakan yardımcısı, başbakan ve hatta parti genel başkanı yaptı.
Erdoğan bunların ellerinden tutmasaydı, getirildikleri bu makamları rüyalarında bile göremezlerdi.
Peki, mahut görevlerinde bulundukları zaman, AK Parti’nin davasını ve dava adamlığını dillerinden düşürmeyen bu kişiler ne yaptılar?
Sıçan olmadan çuvalı dibinden delmeye kalktılar; hatırlayın, Babacan bir taraftan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını imzalarken diğer yandan Abdullah Gül için film çeviriyordu.
Bu pespaye hali utanmadan kendisi itiraf etti.