Fuat Bol

Türkiye Yüzyılı -3-

30 Aralık 2024
Duraklama ve onu takip eden gerileme devirlerimizde, hakikati ceket astarımızın içinde unutarak çeşitli ‘kurtuluş’ arayışlarına giriştik. Daha doğrusu bu denli arayışlara yabancılar marifetiyle adeta zorlandık.

O gün bugündür biz bize unutturulduk. Kendimizden, kendi öz değerlerimizden soyutlanıp bambaşka bir şey olduk. Olduğumuz bu bir şeyle, belki her şey olduk lakin asla kendimiz olmadık, olamadık.

Kendimiz olamayınca şahsiyetimizi yitirdik, oysa cümle alem şahsiyete meftundu.

Şahsiyetimizi müdrik olduğumuz aşk ve saffet dönemlerimizde en ileride bizdik; hemen herkes bize imreniyor ve bizim gibi olmak için can atıyordu. Çünkü biz, biz olduğumuz dönemlerde en üstündük.

Zira biz, kendi öz değerlerimizi öylesine halisane yaşıyorduk ki bize gelen ölü kalpler diriliyordu.

Topkapı burcundaki Adalet Kulesi’nden dünyanın dört bir yanına adalet dağıtan bir neslin evlatları kendinden soyutlanınca, celladına âşık edilip canilerden adalet dilenir hale getirildi.

Ceddimiz. güçlü olduğu asırlar boyunca dünyadaki tüm mazlumlara hamilik yaptı; ne kadar güçlü olursa olsun tüm zalimlerin korkulu rüyası oldu.

Bakınız; yarım asırdır AB’nin kapısında bekletiliyoruz. Şeref ve haysiyetimizle oynarcasına oyaladıkça oyalıyorlar. Bilmeliyiz ki bir yarım asır daha beklesek bile bizi almazlar; almayacaklar.

Aynı Avrupalı, kendimiz olduğumuz saffet dönemlerimizde üzengimizi öpmekle şerefyap oluyordu.

Yazının Devamını Oku

Türkiye Yüzyılı -2-

28 Aralık 2024
Türkiye Yüzyılı derken, taze bir başlangıç olarak, Türkiye’nin 2. Yüzyılından bahsediyoruz. Zira Türkiye’nin 1. Yüzyılı ve ondan da önceki yüzyılı çok netameli, kavgalı ve çok uzun süre vesayet altında geçti.   

 Birinci Yüzyılda, yıllar boyu sürmüş savaşlardan yeni çıkmış; kolu-kanadı kırık, genç kuşakları biçilmiş, tersaneleri ve fabrikaları tahrip ve işgal edilmiş, ruhen çökmüş, daha dün sahip oldukları koca imparatorlukları ellerinden alınmış, bitik bir Türkiye vardı.

Ve üstelik bu Türkiye’de rejim değiştirilmişti, bunun da yansımaları kimi sancılı sonuçları doğurmuştur. Çiçeği burnundaki yeni rejim, aldığı radikal tedbirlerle sistemin oturmasına çalışmış (Bu durum büyük çalkantılara sebep olmuştur), millet, yıllar boyu süren savaşların yaralarını sarmak için çetin uğraşlar vermiştir.

Cumhuriyet rejimi iki kez demokrasiye geçmeyi (birden fazla partili sistemi) denedi, başaramadı; bu yüzden 27 yıl boyunca ülke tek partili bir sistemle idare edildi. Meclis’in duvarında ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir (Demokrasi)’ yazmasına rağmen, bu durumu kuvveden fiile çıkarabilmemiz, ancak 1950 yılından sonra, üstelik o dahi cüzi bir şekilde olabilmiştir.

Demokratik hayatımızın sittin senesi ise (1946-2007) maalesef vesayet altında geçtiği için, Türkiye’miz, beklenilen performansı gösteremedi, maddede ve manada kalkınma bir türlü gerçekleştirilemedi.

Vesayetle illetli demokratik süreçte bile milli iradeye tahammül edilememiş ve her on yılda bir darbe yapılıp idareye el konulmuştur.

Bu süre esnasında; 6 kere gidip 7 kere gelmiş olmasına rağmen en uzun süre başbakanlık yapmış olan Süleyman Demirel’in, önceki ve sonraki sözleri her şeyi anlatmaktadır: Başlangıç cümlesi: ‘Türkiye dış politikasını hislere ve husumetlere değil, milli menfaatlere göre ve akılcılık esaslarına müsteniden ayarlamak durumundadır’. Onca bedeller ödetildikten sonra geldiği noktadaki cümlesi ise: ‘Bizim yaptığımız iş selden kütük kapmaktır!’.

Zira bu ülke, İnönü tarafından, 1940’lı yılların ikinci yarısında yapılan anlaşmalarla ABD’ye teslim edilmişti. Yapılan bu anlaşmalarla Türkiye’nin eli-kolu bağlanmış, maddede ve manana kalkınmasının önü büsbütün kesilmişti.

Bu anlaşmalar sonucunda, Türkiye asla silah ve mühimmat üretmeyecek, mevcut kurumların kapısına kilit vurulacaktı; öyle de oldu. Türkiye, sanayinin lafını dahi etmeyecek, yalnızca karasabanla üretim yapabilen bir tarım ülkesi olacaktı; öyle de oldu. Türkiye insanı, Türkiye’nin sınırları dışına çıkmayacak, komşularıyla özellikle Arap ve İslam ülkeleriyle en ufak bir iş birliğine girmeyecekti; öyle de oldu. Milli Eğitim mefhumunun (kavram) başındaki ‘Milli’ kelimesi, bütün hakikatini yitirecek ve vatan evlatlarının öğretim ve eğitimi ABD’li uzmanların insafına(!) terk edilecekti; öyle de oldu.

Yazının Devamını Oku

Türkiye Yüzyılı -1-

25 Aralık 2024
Devlet ve millet hayatımızın son 200 yılı inişli ve çıkışlı geçti. Zira bir gün olsun bizi bize bırakmadılar. Devlet ve millet hayatımız boyunca, Hakk’ın ve adaletin mümessili olmamız ve her çeşit zulmün hesabını sormamız, zalimleri kudurttu.

Kandan ve gözyaşından beslenen emperyalistler, bu yüzden gözlerini Cihan Devletimize diktiler. El ele verip; bin bir çeşit hile ve desiselerle hem içimizi karıştırdılar ve hem de üzerimize çullanıp, devlet ve millet hayatımızı büsbütün bitirmek istediler.

Merhum Ahmet Arvasi Bey’in çok yerinde bir tespiti vardır: Bu milletin başına örülen çoraplar, bu millete karşı oynanan oyunlar, bu milleti bitirmek için yapılanların binde biri başka herhangi bir millete uygulansa idi, o milletin tozundan eser kalmaz, yer ile yeksan olur yıkılıp giderdi.

Nitekim Keçecizade Fuad Paşa da yabancı bir devlet temsilcisine: ‘En kuvvetli devlet bizim devlettir. Zira siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz, yine de yıkılmıyor’ diyerek, gaflet ve aymazlığını açık etmiştir.

Düşman, en sinsi ve kahpe oyunlarını içimizdeki ‘satılık ruhlar’ı devşirerek gerçekleştirdi.

Bu durum, dün de öyleydi, bugün de aynı şekilde devam ettirilmektedir. FETÖ ihanet şebekesi de aynı şeytani yolu izleyerek, içimizdeki ışıltılı beyinleri devşirerek, üst üste darbe girişimlerinde bulundu. Şayet başarabilseydi, ülkemiz, bir iç savaşla paramparça edilip, ufak lokmalar halinde ABD’ye ve diğer emperyalist güçlere teslim edilecekti.

Düşman, yedi düvel (devletler) olarak birleşip, dört bir koldan saldırdı ve bizi Cihan Devletimizden etti. Maalesef o süreçte de içimizdeki satılmışların ihanetlerine şahit olduk. Öyle ki, her karış toprağı şehit kanlarıyla yoğrularak fethedilmiş kimi vatan parçaları tek kurşun atılmadan düşmana teslim edildi.

Bunlardan en acı olanların bir Selanik’tir. Hasan Tahsin denilen satılmış bir paşa, tek kurşun atmadan şehri Yunan’a teslim eder. Bununla da yetinmeyip emrindeki 26 bin Mehmetçik’i silahlarından arındırıp, esir olarak Yunan’a verdi. Yunan da her zamanki kahpeliğinin bir yenisini sergileyerek; kıllarına bile dokunmamak şartıyla teslim aldığı tüm esirleri kurşuna dizip katletti.

İletişim araçları gelişip yaygınlaştı, artık hemen herkesin her şeyden haberi var. Zira tüm cereyan eden olaylar, iletişim araçları sayesinde herkesin gözleri önüne seriliyor.

Yazının Devamını Oku

FETÖ’nün zararı -7-

23 Aralık 2024
Başta Türkiye olmak üzere, tüm İslam aleminde ve diğer ülkelerin de büyük çoğunluğunda, cereyan etmekte olan ve belki de kıyamete kadar da devam edecek olan en büyük fitne FETÖ olayıdır.

ABD, İngiliz ve İsrail projesi olan bu fitne ile ülkeler, batı emperyalizmine ‘gönüllü’ köle yapılmaktadır. Zira mankurtlaştırılan mahut beyinlerin tümü celladına âşık olarak yetiştirilmiştir.

FETÖ’cülerdeki ‘takiye’ (kendini gizleme) özelliği, Müslümanlar arasındaki samimiyeti ve güveni ortadan kaldırdığı gibi herkesi birbirinden şüphe eder bir hale getirmiştir.

Bu durum ise, ihlas ve güven esasına dayalı İslamiyet’in temellerine dinamit koymaktır.

Halbuki Müslümanlar birbirlerine karşı açık, mert, dürüst ve samimi hareket ederlerken, düşmanı karşı, fitneye sebep olmamak için ‘mudara’ yaparlar, iyi geçinmeye gayret ederler.

FETÖ fitnesinden sonra Müslümanların da birbirlerine güveni kalmadı ve onlar da birbirlerini idare etmek (müdara) zorunda kaldılar.

Müslümanlar kendi mabetleri olan camilerde günde beş kez toplanır, saf tutar kenetlenir ve yek vücut, yek kalp, yek cihet olarak Allah’a yönelirler. Bu durum, Müslümanlığın ‘Tevhit-Birlik’ şiarının en güzel yansımasıdır.

İşte FETÖ, camilerdeki bu gönül birliğini ortadan kaldırmış, aynı saftaki yan yana duran Müslümanları da birbirlerinden şüphe eder hale getirmiştir.

FETÖ marifetiyle dinin ve dindarın; ölüm halindeyken bile suyu içmeyip birbirlerine ikram eden o üstün ahlak anlayışından nereye, hangi derekeye (aşağı aşama) evrildiğini görüyor musunuz?

Yazının Devamını Oku

FETÖ’nün zararı -6-

21 Aralık 2024
ELİMİZİ vicdanımıza koyup, dürüstçe bir değerlendirmede bulunalım:

FETÖ ile mücadele kararını Sayın Erdoğan’dan başka bir lider verebilir miydi? FETÖ ile mücadele derken, içeride FETÖ ama dışarıda ABD, İngiltere, İsrail ve bunların uydularıyla mücadeleyi göze almaktan bahsediyoruz.

Bunlarla mücadeleyi göze alabilmek için ölümü göze almak, yani kefeni giyerek yola çıkmak lazımdır. Bunu da ancak Allah’a ve ahiret gününe, ebedi aleme inanan, dava insanı kişiler yapabilir.

Yani dünyası için (geçici dünya nimetleri için) ahiretini satmayacak bir babayiğit gerekliydi.

Sözde dini görünümlü bu kahpe yapıyla ancak gerçekten dindar olanlar mücadele edebilirdi. Türkiye’nin, FETÖ ile mücadelede bir şansı da hesabi değil, hasbi dindar olan Erdoğan’ın başta bulunmasıdır.

Erdoğan’ın yerinde dindar olmayan bir başkan olsaydı, FETÖ ile mücadeleyi, istese bile zor yürütürdü. Zira mahut yapı sözde dini görünümlü olduğundan, ‘dindarlara baskı yapılıyor’ diye yeri göğü inletecekler ve bu haklı mücadeleyi millete anlatmakta zorluk çekeceklerdi.

Devlet, eskiden olduğu gibi, sahte ve gerçek dindarlarla karşı karşıya gelecekti. Zira mahut yapı, mazlum rolüne bürünerek, kendilerinden olmayan gerçek dindarları da saflarına çekebilecekti.

Erdoğan döneminde

Yazının Devamını Oku

FETÖ’nün zararı -5-

18 Aralık 2024
FETÖ gerçeğini hâlâ kavramayanlar var ve bunlar; F. Gülen ile Erdoğan’ın bir arada oldukları fotoğrafları göstererek ve Erdoğan’ın bu yapı ile ve bu yapının başı olan F. Gülen’le ilgili sözlerini ileri sürerek, bu konudaki tüm vebali Erdoğan’a yüklemek istiyorlar.

Ne diyelim; Allah akıl fikir versin! Ayol! Bu yapı sittin (altmış) senedir faaliyette olup ha bire kadro yetiştirmedi mi? Erdoğan iktidara geldiğinde (2002), her branşta yetişmiş kadroları kucağında bulmadı mı?

O vakitler vesayet dönemiydi; başbakanların YAŞ (Yüksek Askerî Şûra) kararlarına bir dahli olmuyordu, olamıyordu. FETÖ ta 80’li yılların başında orduya sızarak, onlarca yıl boyunca, askeriyedeki terfileri dizayn etmişlerdi.

O günlerin Genelkurmay başkanları itiraf ediyor; ‘2014 yılındaki YAŞ kararlarıyla albaylıktan tuğgeneralliğe terfi ettirilen 40 albayın tümünün FETÖ’cü olduğu anlaşıldı’. Bu yapı, namuslu ve çalışkan vatan evlatlarını sudan bahanelerle veya bin bir çeşit hile-desise ve hatta baskı ve zulümlerle saf dışı edip, kendi insanlarını (FETÖ’cü casusları) kurmay subay ve bilahare general yaptı.

15 Temmuz’daki işgal kalkışmasını da bu subaylar yaptı. Tayyip Erdoğan’a ve onun hükümetine karşı yaptı. Organize olmuş bir çete bunlar; sivil ve asker her branşta ve her kademedeki yetişmiş insan gücü bunların elinde idi.

Hepsinden önemlisi asker-sivil her türlü istihbarat da bunların elindeydi. Cumhurbaşkanına beş adet yaver subay öneriliyor, cumhurbaşkanı bunlardan birini seçmek zorunda; bunların beşi de FETÖ’cü idiyse, Erdoğan ne yapabilirdi?

Bu yapı ABD’nin içimizdeki uzantısı, devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla bunların ellerindeydi. Erdoğan, işte bu paralel devlet denilen illete sızdı ve onunla kıyasıya savaşı göze aldı.

Bunu neden anlamamakta ısrar ediyorlar ve haksız yere Erdoğan’ı suçluyorlar?

Erdoğan

Yazının Devamını Oku

FETÖ’nün zararı -4-

16 Aralık 2024
FETÖ’nün en büyük zararlarından biri de muazzez dinimiz olan İslamiyetedir. Çünkü tüm melanetlerini bu ‘hak din’ kisvesi altında yürütmüştür.

FETÖ’nün devlet ve millet hayatımızda işlediği cinayetler, çevirdiği dolaplar, yıkadığı on binlerce ışıltılı beyinler, hemen her yerin giriş sınav sorularını çalarak yedikleri kul hakları ve en son olarak da devlet ve millet hayatımıza alenen kastetmeleri asla unutulmamalı ve affedilmemelidir.

F. Gülen iblisi de tıpkı selefi casus Cemaleddin-i Efgani’nin yapmak istediği gibi, dinin boynunu, dinin içinden gözükerek ‘kendi kılıcıyla’ yani sözde din adamı vasıtasıyla vurmak istedi. Kendilerini cemaat diye tanıttıklarından yapmış oldukları iğrençlikler diğer tüm cemaatlere de teşmil edilmiş oldu.

Bunlar gibi olmasalar da bunların yaptıklarının binde birini yapmamış olsalar da adları cemaat olduğu için halkın nefretini mucip oldular.

Yüce dinimiz insanları tasnif ederken, en kötü insanın ‘kötü din adamı’ olduğunu söyler. Yani dünyası için ahiretini veren F. Gülen gibi satılmış hokkabazlar. Bunlar için sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Kötü din adamları cehennem ehlinin köpekleri olacaktır.”

Bunlar öylesine adi, soysuz, pespaye ve rezil kişilerdir ki cehennemde bile ehil olarak bulunamayacak, oradakilerin köpekleri olarak en şiddetli azabı tadacaklardır.

FETÖ’nün dinimize verdiği zarar, cemaatlerin kötü bilinmesiyle sınırlı değildir; dindarlar (!) bunları yaparsa deyip tüm kepazelikleri mübah görenlere ne demeli?

FETÖ’nün rezilliğinden sonra Türkiye’mizde de ateistler ve deistler haddinden fazla çoğalmıştır.

FETÖ’nün diğer en büyük ihaneti ise Türk aile yapısına olmuş, o mukaddes ocak FETÖ’cülerin yüzünden parçalanmış, evlatlar birbirlerine, babalar evlatlara veya evlatlar babalar düşman edilmiştir.

Yazının Devamını Oku

FETÖ’nün zararı -3-

14 Aralık 2024
F. Gülen denilen iblis, önceleri kendisini Nurcu olarak gösterdi; şeytani zekasıyla Said-i Nursi’nin külliyatını ezberlemişti.

Böylece, ulaştığı geniş kitleleri de efsunlamasını bildi. Şöhrete ulaştıktan sonra, kendi şeyhliğini ilan etti. Nurculuk konusunda da samimi olmayıp takiye yapmıştı.

Dini görünümlü bir cemaatin içine girip onları, dinen ifsat edebilmenin zorluğu ortada iken, bunu nasıl başardı dersiniz? Zira tereciye tere satarak, onları efsunlamak kolay olmasa gerektir!

Zira dinini bilmeyen şeytanın maskarası olur. Bu iblisi dinleyenler dinlerini gerektiği gibi bilselerdi, değil bunun peşinden gitmek, bunu konuşturmaz ve behemehal (her şartta) huzurlarından kovarlardı.

O, bomboş, ıpıssız bulduğu tarlaları istediği gibi sürdü, zehrini kustu ve itiraz namına hiç kimseden ses seda çıkmadan sahte şeyhliğini sürdürdü.

Dünün Türkiye’sinde bunu yapamazdınız, yaptırmazlardı. Nitekim din adamı kılığındaki İngiliz casusu olan Cemaleddin Efgani (gerçekte İranlı Şii) İstanbul’daki bir konferansında ‘Peygamberlik zanaattır’ deyince, kızılca kıyamet kopmuş ve bu şahıs ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır.

Şimdiki casus olan F. Gülen iblisi ise, kardinal olup, ‘Dinlerarası diyalog’ toplantılarıyla; ‘Muhammed Allah’ın resulüdür denmesi gerekmez’ diyerek, hutbelerde okunan ‘Allah indinde hak din yalnızca İslamiyet’tir’ ayet-i kerimesini adeta yasaklayarak hiçbir camide okutmadı.

Etrafındakiler de bön bön bakıp durdu.

Bu kişi, sözde dini sohbetlerinde Allah’ın kendisinde tecelli ettiğini (Allah olduğunu) söylediğinde cemaat denilen aynı güruh kuzu kuzu dinledi.

Yazının Devamını Oku