Ferai Tınç

Ermenistan bahane enerji oyunu sahnede

23 Ekim 2009
İLHAM Aliyev, Haydar Aliyev değil. <br><br>Zaman da ne Özal’ın, ne de Demirel ile Baba Haydar’ın vizyon paylaştıkları dönem.

Ermenistan ile Azerbaycan arasında Karabağ geriliminin tırmandığı günlerde Türkiye, Ermenistan’a buğday yardımı göndermiş, dünyadan Ermenistan’a yardım taşıyan uçaklara hava sınırlarını açmıştı. Haydar Aliyev’in tepkisini anımsıyorum.

Şaşkınlık ve kırgınlığını gizlememiş ama kriz de çıkartmamıştı.

İki devlet bir millet söylemi arkasında krizler de yaşandı, tartışmalar da vardı.

Ama bunu halklar arası bir meseleye dönüştürmeden halletme iradesi esastı.

Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasına karşı tepki ise Azerbaycan-Türkiye ilişkilerindeki ne teamüllere, ne de önceki üsluba uygun oldu.

Neden? Türkiye’nin Azerbaycan’dan vazgeçeceğine gerçekten inanılıyor muydu?

Esas mesele Karabağ mıydı?

Bence değil.

Yazının Devamını Oku

Geri dönüş

19 Ekim 2009
GERİ dönüşler kolay olmaz. Hele de vedasız çıkılanlar.

Hasrete tahammülü kolaylaştıran sertleşmeler, inkarlar, nefret, acı ile süslü efsaneler ve de ölümler varsa arada geri dönüşler o kadar zorlaşır.  

Bugün, Mahmur Kampından dördü çocuk 26 kişi geri dönüyor.


94 yılında Türkiye’yi terk edip Kuzey Irak’a yerleşen Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. 


Kandil’den de gelecek olanlar var.


Yazının Devamını Oku

İlerleme için ilerleme mi AB için ilerleme mi?

18 Ekim 2009
AVRUPA Birliği 2009 İlerleme raporunun Türkiye ile ilgili bölümü “dengeli, olumlu, Türkiye’nin attığı adımları da eksiklerini de objektif biçimde yansıtan bir rapor” mu?

Evet.

Evet rapor objektif ama öyle olması yeterli mi?

Hayır. Çünkü bütün her şey öyle ucu açık bir senaryo çerçevesinde ele alınıyor ki, raporun eleştirisi de övgüsü de havada kalıyor.

Daha açıkça söylemek gerekirse bu raporun ne işe yaradığı belli değil. 

33 fasıl tek tek incelendiğinde müktesebata uyum konusunda eksikler gibi ilerleme kaydedilen alanlar da belirtiliyor.

Ama ondan sonrası, nokta nokta.

Hadi Kıbrıs’ın veto koyduğu beş, Fransa’nın vetosu altındaki sekiz faslı bir kenara bırakalım, geri kalanlarda hatta açılmış olanlarda ve de geçici olarak kapatılan tek fasılda bile hiçbir yol haritası yok.

Strateji belgesinde Türkiye’den başka diğer üyeler için yol haritaları çizilmiş, takvimler yapılmış. Hatta, henüz adaylık statüsü kazanmış ya da kazanacak olan Balkan ülkelerine vizenin ne zaman kaldırılacağı bile belirtilmiş.

Yazının Devamını Oku

Ve Türkiye

16 Ekim 2009
MALTA, Estonya, Kıbrıs, Letonya, Latviya, Estonya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Macaristan.

Ve Türkiye.


Bu sıralama ile  ilk kez Avrupa Birliği’nin beşinci genişleme dalgasında karşılaştık. 


Avusturya, Finlandiya ve İsveç’in tam üye oldukları dördüncü genişlemeden fazla bir umudumuz olmadığından beşinci dalgaya dahil olmak için çok uğraştık.

Her yıl ilerleme raporlarını heyecanla izledik, birlikte yola çıktığımız ülkeler önce adaylık statüsü kazandılar, sonra yol haritaları çizildi, takvim aldılar, tam üyelik tarihleri belli oldu.


Yazının Devamını Oku

Azerbaycan’ı anlamak

12 Ekim 2009
ERMENİSTAN ile protokolün imzalanmasını çok yakından izleyenlerden biri de Azerbaycan.

Geçen hafta birçok Azeri meslektaşımla konuştum. Hafta İçi Gazetesi politika yazarı Vusal Tagibeyli, e-sorularına yanıtlarımı gazetesinde yayınladı. “Sevimli meslektaşım, sizinle yaptığımız röportaj çok ilgi gördü” dedi. Azerbaycan kamuoyu neler olup bittiğini merak ediyor. Tagibeyli de benim ona mail ile gönderdiğim sorulara cevap verdi.

Konuştuğum kişilerle ortak noktaları yansıttığı için onun yanıtlarını buraya aktarmak istiyorum.

“Türkiye hükümeti protokolle ilgili olarak hükümeti bilgilendiriyor olabilir ama halkımız hiçbir bilgiye sahip değil” diyor Tagibeyli, “Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu her zaman Bakü’yü kızdıracak bir karar vermeyeceklerini söylüyorlar, tabii biz Azeriler de kardeşlerimizden aynı şeyi bekliyoruz. Ama zaman zaman Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı’nın Ankara ile Erivan ilişkilerinden duyduğu rahatsızlık bizi endişelendiriyor.  Belki hükümeti bilgilendiriyorlar ama Azeri halkı da bilgilendirilmeli. Hükümetler gücenirse dünya yıkılmaz ama halk gücenirse ulusumuzun içinde düşen dert kıyamete kadar iyileşmez.”

* * *

AZERBAYCANLI meslektaşım, halkın bilgilendirilmesinin önemini anlatırken, kamuoyunda hakim olan duyguyu da özetliyor: 

“ Türkiye ile Ermenistan arasında sınırların açılmasını Azeri halkı sırtlarına saplanan zehirli hançer bilecekler. Aziz meslektaşım halk sınırların açılmasına hazır değil. Çünkü Karabağ ve yedi bölgemiz işgal altında. 1 milyon göçmenimiz, 30 binden fazla şehit var. Bence daha önce halkı şu acılardan az da olsa kurtaracak işler yapılmalı sonra sınırlar açılmalı. Yahut bu konuda Azeri halkı doğru dürüst bilgilendirilmelidir.

Biz gazeteciler olarak, politik bilgilere sahip insanlar olarak biliriz ki ‘Türkiye etimizi yese de suyumuzu dışarıya akıtmaz’. Siz .bizim kendimizsiniz. Ama ne yazık ki halk için sınırların açılması meselesi siyasal değil manevi. Bir inanç haline gelmiş. Halkımız neler yapıldığını, hangi adımların nasıl sonuçlar vereceğini bilseydi tabii karşılardı.  ”  

* * *

Yazının Devamını Oku

Sınır insanları II

11 Ekim 2009
CUMA günü bizim sayfadaki yazım, nasıl olduysa oldu köşe komşum Hadi Uluengin’in logosu ve imzası ile yayınlandı.

Fark ettiğimde iş işten geçmişti. Türkiye Ermenistan arasındaki protokolü bir de sınır insanları açısından incelemek için, yıllarını sınır çalışmaları için sınır insanları arasında geçirmiş olan Okan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü başkanı Profesör Dr. Neşe Özgen ile sohbet etmiştim.

Neşe Hoca, sınırın kalınlaştığı her yerde kaçakçılık ekonomisinin güçlendiğini anlattı. Halk için kapalı olan sınırların yasadışı çeteler için kapalı olmadığını, bu çıkar ilişkisinin de demokratikleşmenin önündeki en büyük engeli oluşturduğunu anlattı. 

Ermenistan ve Türkiye arasındaki yakınlaşma sürecinde protokol nihai bir rol oynamayacak.

Protokolde yer aldığı ve takvime bağlandığı için gerisi kendiliğinden gelmeyecek. Her iki ülkenin parlamentosunda onaylansalar dahi.

Karabağ protokolde bulanmamasına rağmen, sürecin her aşamasını etkileyecek bir gerçek. Kimse Karabağ yokmuşçasına süreci devam ettiremez.

Bugünden itibaren her iki ülkenin yönetimlerini bekleyen en önemli görev kamuoylarını ikna etmek. Protokolü halka anlatırken düşmanlıkları körükleyici ifadelerden kaçınmak.

Çünkü insanların kafası henüz karışık. 

* * *

Yazının Devamını Oku

DTP de açılıma hazırlanmalı

5 Ekim 2009
DTP’nin Türkiye partisi olabilmesini çok isterdim. Özellikle sosyal güvenlik yasalarının tartışıldığı dönemde Meclis’teki çıkışlarını izlerken halkın soldaki bir partiye olan ihtiyacını karşılama potansiyelini, etnik milliyetçilik yüzünden ziyan ettiklerini düşündüm.

DTP’nin dünkü Kongresi’nde Ahmet Türk’ün yaptığı konuşmada partinin çelişkisi ortaya çıkıyordu. Bir yandan PKK’yı savunmak zorunda kalmak, Öcalan’ı unutturmamak sorumluluğu ile öte yandan legal siyaseti sürdürmek zor iş. Bu çelişki partinin sesini kısıyor, güçsüzleştiriyor. Halbuki DTP bu çelişkiyi aşabilirse önümüzdeki sürecin itici gücü olabilir.

Genel Başkan Ahmet Türk, hükümetin açılım sürecinde DTP’yi muhatap almamasından şikayetçi. “Hükümet, ‘sorunun çözümü için Meclisi ve siyasi partileri muhatap alırız’ diyor. Fakat, şimdiye kadar bizimle hiç bir şekilde siyasi bir muhataplık durumu geliştirilmedi. Bunu açıklıkla kamuoyu ile paylaşmak istiyorum” dedi.  

MHP’nin daveti reddetmesi, CHP’nin içeriğini bilmediği gerekçesiyle açılıma destek vermemesini bahane ederek hükümet yola tek başına mı devam edecek, belli değil.  

DTP tabii ki sürecin bir parçası olmalıdır. Ama bu, mutlaka davet edilerek de olmayabilir. Aslında MHP ve CHP de muhalefetleriyle sürecin dolaylı olarak parçaları değil mi? Temsil ettikleri kitlelerin kaygılarını dile getirmiyorlar mı?

DTP de sürecin zaten parçası. Önemli olan kamuoyunu kucaklayarak sürecin yapıcı gücü olabilmek.

SÖYLEM ÖNEMLİYSE 

“Şimdi eğer tarihi bir açılım döneminden söz ediliyorsa, buna uygun düşen söylemleri kullanmak zorundayız. Müzakere, Diyalog, Tartışma, Uzlaşı ve Demokratik Yasalar gibi daha birçok yeni kavramlarla bu dönemi ileri bir noktaya taşımak durumundayız” diyor Ahmet Türk.

Katılmamak mümkün değil. Ama DTP’li bazı milletvekilleri, barış söylemine aynı titizlikle katkıda bulunuyorlar mı?

Yazının Devamını Oku

Bir ayrımcılık hikâyesi

4 Ekim 2009
ORTAOKUL arkadaşımla karşılaştım. Birbirimize hiç değişmediğimizi söyledik tabii önce. Her ”geç” karşılaşmada olduğu gibi. Sonra bir köşede oturup birlikte çay içtik.

Türkiye’de yaşamıyordu artık. Yaşayamamışlardı. Babasının iş yerini satmaya mecbur bırakılmışlardı. Tehdit edilmişler, el koymuşlardı adeta. 

Yaşadıklarını anlatırken şaşkınlıktan şaşkınlığa düştüm. Ben neredeydim? Neden hiçbir şey belli etmemişti?

Irkçılık etrafımda cirit atarken ben “biz azınlıklara karşı en toleranslı ülkeyiz” efsanesinin etkisi altındaydım. 

Aslında değişen bir şey yok. Türkiye hâlâ aynı efsanenin serin gölgesinde.

Bunu değiştirmeye çalışan her girişim, her çalışma o kadar şüpheyle karşılanıyor ki, Kürt açılımı diye yola çıkan Başbakan Tayyip Erdoğan, demokrasi açılımına geçtikten hemen sonra şimdi milli birlik projesi noktasına geldi.

Neden, çünkü toplumsal refleks farklılıklara karşı hâlâ çok güçlü. Üstelik de hiç sorgulamadan kendisinden emin. 

Radikal Gazetesi’nde geçen hafta yayınlanan bir araştırma ibret vericiydi.

Farklı bir komşuya bile tahammül edemeyen bir toplumla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyordu araştırma.

Yazının Devamını Oku