Paylaş
DTP’nin dünkü Kongresi’nde Ahmet Türk’ün yaptığı konuşmada partinin çelişkisi ortaya çıkıyordu. Bir yandan PKK’yı savunmak zorunda kalmak, Öcalan’ı unutturmamak sorumluluğu ile öte yandan legal siyaseti sürdürmek zor iş. Bu çelişki partinin sesini kısıyor, güçsüzleştiriyor. Halbuki DTP bu çelişkiyi aşabilirse önümüzdeki sürecin itici gücü olabilir.
Genel Başkan Ahmet Türk, hükümetin açılım sürecinde DTP’yi muhatap almamasından şikayetçi. “Hükümet, ‘sorunun çözümü için Meclisi ve siyasi partileri muhatap alırız’ diyor. Fakat, şimdiye kadar bizimle hiç bir şekilde siyasi bir muhataplık durumu geliştirilmedi. Bunu açıklıkla kamuoyu ile paylaşmak istiyorum” dedi.
MHP’nin daveti reddetmesi, CHP’nin içeriğini bilmediği gerekçesiyle açılıma destek vermemesini bahane ederek hükümet yola tek başına mı devam edecek, belli değil.
DTP tabii ki sürecin bir parçası olmalıdır. Ama bu, mutlaka davet edilerek de olmayabilir. Aslında MHP ve CHP de muhalefetleriyle sürecin dolaylı olarak parçaları değil mi? Temsil ettikleri kitlelerin kaygılarını dile getirmiyorlar mı?
DTP de sürecin zaten parçası. Önemli olan kamuoyunu kucaklayarak sürecin yapıcı gücü olabilmek.
SÖYLEM ÖNEMLİYSE
“Şimdi eğer tarihi bir açılım döneminden söz ediliyorsa, buna uygun düşen söylemleri kullanmak zorundayız. Müzakere, Diyalog, Tartışma, Uzlaşı ve Demokratik Yasalar gibi daha birçok yeni kavramlarla bu dönemi ileri bir noktaya taşımak durumundayız” diyor Ahmet Türk.
Katılmamak mümkün değil. Ama DTP’li bazı milletvekilleri, barış söylemine aynı titizlikle katkıda bulunuyorlar mı?
Türkiye’nin bölüneceği endişesini taşıyanlara güven vermek ve sürece kazanmak için yeterince gayret gösteriyorlar mı?
Ahmet Türk, açılıma uygun söylemlerden söz ederken uzlaşının altını çiziyor. Ama DTP saflarından yükselen ve partiyi bağlayan her ses bu toplumsal uzlaşma çizgisinin güçlenmesine katkıda bulunacak kadar olgun mu çıkıyor?
Uzlaşı sözcük olarak kalmamalı. Kamuoyundaki uzlaşma çizgisini zorlayacak taleplerden kaçınmak da bu süreçte siyasi sorumluluk sahibi olan her partinin, örgütün, girişimin ve insanın dikkat etmesi gereken bir nokta değil mi?
DTP’lilere yönelik operasyonların sürmesi ortama ne kadar zarar veriyorsa, karşıdakinin hassasiyetlerini dikkate almayan çıkışlar da o kadar zarar veriyor.
Biz bireysel özgürlük istemiyoruz, halkın özgürleşmesini istiyoruz diyen DTP, ne demek istediğinin tam olarak anlaşıldığına inanıyor mu? Ya o halk, bireysel özgürlüğü de istiyorsa?
SOL BİRLİK ÇAĞRISI
Ahmet Türk, konuşmasında, “Kürt ve Türk halkını buluşturan demokratik özgürlükçü gerçek bir sol siyasetin olmadığını” söylüyor ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendi ideolojisi ve muhafazakar değerleri doğrultusunda yapacağı bir dönüşümün eksik olacağını vurguluyor. “Türkiye’nin demokrat ve özgürlükçü her kesiminin içinde olacağıyeni bir sol yapılanma içinde olmamız hepimiz için tarihi bir zorunluluktur” diyor.
Ahmet Türk’e katılıyorum. Türkiye’de Kürt sorununa en gerçekçi çözüm demokrat ve özgürlükçü bir sol temel üzerinde gelişebilir. Ama o sol yapılanma içinde milliyetçiliğe, hele de etnik milliyetçiliğe yer olabilir mi?
Bu soruya samimi yanıt vermenin tam zamanıdır şimdi.
Paylaş