8 Mart 2005
<B>BİR</B> süredir durma noktasında olan AB ile ilgili çalışmalar, rutin toplantılarla, otomatik olarak, yeniden hız kazanmaya başladı. Dün Ankara’da toplanan Türkiye-AB troykasında gündem konularından birini, İstanbul’da bir gün önce Kadın günü için yapılan gösteride yaşanan polis müdahalesi oluşturdu. Yani gündemdeki ağır konulara, hiç gündemde olmayan, polis şiddeti de eklenmiş oldu.
Troyka toplantısına AB Dönem Başkanı Lüksemburg, Temmuz’da bu görevi devralacak olan İngiltere ve Türkiye katılıyor. Tabi bir de Avrupa Birliği organlarının temsilcileri.
Bu arada Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 11-14 Mart’ta AB dönem Başkanlığını alacak olan İngiltere’ye bir ziyaret yapacağı açıklandı. Bu ziyaretin AB ile görüşmelerin başlayacağı tarihte, dönem başkanı olacak İngiltere’ye yapılması ayrı önem taşıyor.
3 Ekim’de yapılacak AB toplantısından sonra müzakere sürecinin başlaması beklenirken, bunun için gereken tarama süresi büyük önem taşıyor. Ankara’daki söylentiye göre bir yandan tarama başlarken öte yandan bazı paragraflarda müzakerelerin başlaması için İngiltere ile daha önce konuşulup,bazı mutabakatlar sağlanmış. Yani 3 Ekim’den sonra İngiltere’nin insiyatifiyle, kararlaştırılacak bazı paragraflar için müzakereler hemen başlatılacakmış. Hemen müzakereye başlanacak paragraf sayısının 2 olacağı konuşuluyor.
Bilgi veren yetkililer, toplam müzakere yapılacak paragraf sayısının belli olmadığını ancak son üye ülke örnekleri gözönüne alındığında, bu sayının 35 veya 36 olmasını beklediklerini söylüyorlar. Bunlardan kolay olan, daha doğrusu tarama süreci hemen tamamlanabilecek 2 paragrafın seçilerek müzakerelerin başlayacağını tahmin eden yetkililer, bunun simgesel bir anlam taşıyacağını bu nedenle önemli olduğunu söylediler.
ÇALIŞMALAR YAVAŞ MI?
Troyka toplantısından sonra açıklama yapan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ilişkilerin birçok boyutuna değindiklerini, Nato-AB ilişkileri, İran, Irak, Ortadoğu, Avrupanın güvenliği ve Kıbrıs konularının ele alındığını söyledi.
Baktığınızda, aslında bütün bu belirtilen konular Türkiye’nin önündeki, her biri büyük, çözülmesi gereken konular. Bu konulara AB ile birlikte çözüm getirilmesi ise Türkiye’nin yeni yeni alışmaya başlayacağı bir yöntem olacak.
Bu arada AB çalışmalarının yavaş gidip gitmediği de yine tartışma konusu. Gül bu konuda 17 Aralık’tan önce çok fazla çalışıldığını kaydederek, şimdi normal çalışıldığını, bu nedenle yavaş izlenimi yaratıldığını söylemiş.
Bizce, Başbakan Tayyip Erdoğan da, Dışışleri Bakanı Abdullah Gül aksini söyleseler bile, işin aslı öyle değil. AKP kulislerinden sızan haberlere göre; 17 Aralık’ta çıkan karar, AKP’lileri pek memnun etmemiş. Daha doğrusu çıkan kararı kendi iktidarları açısından çok da olumlu değerlendirmiyorlarmış. Bunun, Kıbrıs ve Irak konusundaki tedirginliklerden kaynaklandığını düşünüyoruz.
Bizce AB çabalarında bir yavaşlama var ve asıl olarak da AKP yönetiminin anketler yaptırıp sürekli nabız tuttuğu parti tabanından gelen tepkilerin bu yavaşlamada etkisi büyük.
Bunun nasıl aşılacağı,. Başbakan Erdoğan’ın bu noktada nasıl bir tavır takınacağı, belki bazı istifalara neden olabilecek cesareti gösterip göstermeyeceği artık tartışılır oldu.
Abdullah Gül’ün Kıbrıs konusunda gerekli anlaşmanın imzalanacağını AB yetkililerine söylemesi de, ileriye dönük bu tür firelere izin verileceği biçiminde, belki yorumlanabilir.
Ancak bu noktada Gül ile Erdoğan arasında bir görüş birliği var mı, onu da bilemiyoruz.
Örneğin Abdullah Gül, ‘Başbakan Afrikadan döner dönmez baş müzakerecinin atanacağını’ söylemişti ama Başbakan Afrika’dan demeç verip, bu işin iki ay daha sürebileceğini söyledi.
Bu farklılıklar atanacak kişi konusundaki görüş ayrılığından mı yoksa, AB konusundaki görüş ayrılığından mı kaynaklanıyor, bilmiyoruz. Bu sorunun yanıtı bizce ekonomiyi de etkiler.
Yazının Devamını Oku 
7 Mart 2005
<B>PİYASALARDAKİ </B>hakim beklenti; Merkez Bankası’nın bu haftaki toplantı sonucu yarım puanlık bir faiz indirimi açıklayacağı yönünde. Piyasalarda bu beklenti şimdiden satın alınmış durumda. Yani mevcut piyasa faiz oranları içinde yarım puanlık indirim beklentisi var.
Açıkca söylemek gerekirse; somut bir bilgi almış değiliz ama Merkez’in hem faiz oranları konusunda, hem de dövize müdahale konusunda sürpriz yapabileceğini tahmin ediyoruz.
Düşündüğümüz zaman bu hafta, yani faiz kararının verileceği haftada, hem dövizde hem de faizde yapacağınız, ikili operasyonların etkisi çok daha güçlü olacaktır. Bu sürprizde ‘piyasalardaki hakim beklentinin dışında bir şey yaparak operasyonunun etkisini artırma’ isteği de yeralabilir. Böyle sürprizler, merkez bankalarının, bu arada bizim merkez bankası yönetiminin de sevdiği bir yöntemdir...
Herşeyden önce doların mevcut seviyesinin artık herkesi rahatsız ettiği ortada. Sadece kur düşük olunca sesini çıkaran ihracatçı örgütlerinden değil, ekonomiyi bilen, tarafsız yaklaşabilen, ekonomiye makro bakabilen hemen herkesin, artık rahatsız olduğu bir seviyedeyiz. Bu arada, ‘ne olursa olsun kura müdahale edilmemesi’ gerektiğini söyleyen bir kesim de var ve bunlar ‘birilerinin bu müdahale beklentisi nedeniyle para kazandığı’ argümanında da haklılar. Ancak bir de gelinen, artık düşük kaldığı bilinen bir seviye var.
Kısacası biz de dalgalı kur içinde sık sık müdahale yapılmaması gerektiğini düşünenlerdeniz ama bu kur seviyesinin de ileriye dönük riskleri biriktirdiğini, ileride küçük olumsuz hareketlerin çığ gibi büyümesine yardım edecek bir seviyeye gelindiğini düşünüyoruz.
Geçtiğimiz hafta Perşembe-Cuma günleri kur iyice aşağı geldi. Çaprazdaki hareketlerden de etkilenmedi. Merkez Bankası buna rağmen piyasaya müdahale etmediyse, biraz da Cuma günü açıklanacak ABD verilerini beklemiş olabilir. Cuma günü ABD verileri hiç de olumlu gelmedi ama sıcak para girişi de, kurlardaki düşük seyir de devam etti.
Bu sıcak para girişinde herşeyden önce, tüm dünyada gelişmekte olan piyasalara doğru fon akımının devam etmesi, elbette en belirleyici etki oldu. Ancak dışarıdaki yatırımcılarda IMF- Türkiye anlaşmanın artık olacağı yönünde bir beklentinin de olduğunu, sıcak para girişinin buradan da hız aldığını söyleyebiliriz. Türk bankacılar da, ‘yabancılar bu işin olacağını gördü. Bunlar her zaman bizden önce haber alır bu nedenle herhalde IMF anlaşması kesinleşti’ diye düşünmeye başladılar ve ona göre hareket ettiler.
TEŞVİK KARARI KESİNLEŞEBİLİR
Peki, IMF’le anlaşma konusunda bütün pürüzler giderildi mi?
Bizce henüz giderilmedi ama bu hafta içinde giderilebilir. Daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan, hala vermediği ‘Tamam teşvikler 49 ile çıksın ama mevcut yatırımlara uygulanmasın’ talimatını bu hafta verirse, işler normalleşir.
Başbakan Erdoğan bu talimatı verir, bu arada Başbakanlıktaki sosyal güvenlik ve bankacılık yasaları da, IMF’in dediği biçimde TBMM’ye gönderilirse fazla bir pürüz kalmamış olacak. Bu arada IMF’in, gerçekten giderek tehlikeli hal alan ‘torba yasa’ konusunda harekete geçip geçmeyeceğini, niyet mektubu gönderilmeden önce bu yasadaki tehlikeli maddelerin temizlenmesini isteyip istemeyeceğini, şimdilik, bilmiyoruz.
Öte yandan IMF’in mevcut yatırımlara uygulanmasa da, teşviklerin getireceği yükü yeniden hesaplayıp, bütçe rakamlarını yeniden gözden geçirme isteği olacak mı, o da belli değil.
Ancak görünen o ki; bu hafta piyasaları etkileyecek önemli hareketler olabilir. Bir de teşvikle ilgili karar verilir de anlaşma önündeki engeller de kalkmış gibi gözükürse, bizce Merkez Bankası’nın dövizde ve faizde sürpriz kararlar verme ihtimali daha da artar.
Kısacası; Merkez Bankası bu hafta dövize yüklü müdahaleler yapıp, her ne kadar amacının o olmadığını söylese de, kur seviyesini düzeltecek bir müdahaleye girebilir. Bununla birlikte piyasaların beklediği yarım puanlık değil de bir puanlık bir faiz indirimine de karar verirse., bunun piyasalara etkisi daha da güçlü olacaktır. Belki de ihtiyaç bu, kimbilir...
Yazının Devamını Oku 
5 Mart 2005
<B>IRAK </B>savaşı başladığından beri gündemde olan <B>‘ABD’den gelecek hibe’</B> hikayesinin sonu geldi. Türkiye bunu çok tartıştı, sonuçta kullanamadı. Önceki akşam ajanslara düşen ABD kaynaklı haberlerde; ABD Temsilciler Meclisi Tahsisler Komitesi’nin, Türkiye’nin kullanımı için ayrılan 1 milyar doları, Afganistan’da aciliyeti olmayan, güvenlik konuları dışındaki projelere, Filistin’e yardım ile Pakistan ve Ürdün’e askeri destek için kullanıma aktarıldığı belirtildi.
Bunun üzerine dün bir açıklama yapan Hazine Müsteşarlığı, kendilerinin bu hibeyi istemediğini belirterek, şöyle dedi:
‘ABD Temsilciler Meclisi Tahsisler Komitesinde ek bütçeye ilişkin görüşmeler çerçevesinde, Türkiye’ye tahsis edilen kaynağın ülkemizin artık ihtiyacı kalmaması sebebiyle, farklı alanlara aktarılması gündeme getirilmiştir. Bu konuyla ilgili Kongre süreci, hem ABD yönetimi hem de tarafımızca izlenecek, bundan sonraki süreç konusunda ABD Hazinesi ile yakın temasta bulunulacaktır.’
Hazine’den yapılan bu açıklama bizce yanlış anlamalara sebep olabilecek, kafaları karıştıran, karmaşık bir açıklama.
Çünkü, öğrendiğimiz kadarıyla artık Hazine’nin ‘temasta bulunacağı’ bir şey kalmamış durumda. Gündeme gelen 1 milyar dolarlık hibe ya da bunun karşılığında alınabilecek ucuz krediyi, Türkiye’nin kullanma imkanı kalmadı.
Hazine’nin neden böyle, hálá açık kapı varmış izlenimi veren bir açıklama yaptığını anlamak mümkün değil. Hem piyasaların çok iyi olduğunu artık böyle şeylere ihtiyaç olmadığını söyleyen bir açıklama yapıyorlar hem de sanki piyasaları ürkütmemek için ‘hálá aslında gündemde olabilir’ havası veren bir ibare kullanıyorlar.
ABD, Türkiye’ye yaklaşık 1-1.5 ay önce tekrar ve son kez 1 milyar dolarlık hibeyi kullanmayı düşünüp düşünmediğini sormuş. Türkiye de bu soru üzerine, ‘Planlarımız içinde bu yer almıyor’ demiş.
Bunun üzerine, ABD yönetimi, Türkiye’nin bu konudaki sürekli işi uzatan, sürüncemede bırakan tavırdan sıkılarak, yeni bütçe dönemini de fırsat bilip, ayrılan 1 milyar dolarlık hibeyi başka taraflara aktarmaya karar vermiş.
Türkiye ‘kullanmayacağız’ dememiş ama ‘planlarımız içinde yok’ demiş, ama ABD yönetimi bu imkanı iptal etmiş. Bundan sonra artık izlenecek bir şey de yok.
Peki, Hükümet bu 1 milyar dolarlık hibeyi, yani karşılıksız verilen kaynağı, ya da bu hibe karşılığı, faizi ucuzlayacak olan 8 milyar dolarlık ucuz krediyi neden kullanmadı?
Teşvik için piyasayı bu kadar zorlayan Hükümet, 1 milyar dolar karşılıksız para gelse, bunu da bütçeyi rahatlatmak için kullansa, memnun olmaz mıydı?
Bizce bu seçenek de düşünüldü ama 1 milyar dolarlık hibe sonucu oluşacak siyasi havanın korkusu, daha baskın çıktı. Çünkü 1 milyar dolarlık hibenin kullanımı için, ‘Türkiye’nin Irak’a girmeme koşulu’nun bu hibe anlaşmasına eklendiği söylendi. ‘Bu bir şart mıydı, değil miydi’ tartışması hala sürüyor ama bir kez piyasaya, bu hibeyi kullandığı takdirde Türkiye’nin siyasi olarak bağlandığı hükmü gelip oturdu.
Yani, Hükümet çok istemesine rağmen, siyasi olarak kullanılacağı kaygısıyla, hibeyi kullanamadı. İşi çürüttü, ABD de bu işi iptal etti.
Hükümet bu hibeyi kullandığı takdirde ‘1 milyar dolar karşılığı Kerkük’ü, Kıbrıs’ı da sattı’ denecek diye korktu, bu kaynağı kullanamadı.
Bu iptal aynı zamanda Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin kötüleştiğini gösterir mi? Tek başına bu bir gösterge olamaz. Ancak hükümetin ABD ile ilişkilerin sıcaklığından hálá korktuğunu biraz gösterir. Bu da yanlış politikaların bir sonucu değil mi?
Sonuçta, yapılan yanlışlar 1 milyar dolar karşılıksız paranın alınmasını engelledi.
Yazının Devamını Oku 
3 Mart 2005
<B>TBMM</B>’de bulunan <B>‘torba yasa’ </B>adını verdiğimiz yasa taslağının, bütçe disiplini bozucu maddeler içerdiğini, defalarca yazdık. Bu taslağa TBMM’de görüşülürken milletvekilleri tarafından daha çok harcama artırıcı, disiplin bozucu madde ekleneceği yolundaki beklentimiz de, maalesef doğru çıkıyor.
Bu yasa TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçti şimdi Genel Kurul’da görüşülmeyi bekliyor. Ama her geçen gün harcama artırıcı, yükün bütçe dışına taşınmasına ilişkin maddelerin metne girdiği gözleniyor.
Torba yasaya bürokratlar da, tabii ki milletvekili önergeleriyle, Yapı ve Kredi Bankası sorununu çözmek için de bir madde ekletti. Fiskobirlik’in 15 yıl öncesine dayanan borçlarının bir kısmı ödenmiş bir kısmı, bazı bankalar Hazine’nin faizini kabul etmedikleri için ödenmemişti. Şimdi, Yapı ve Kredi Bankası bilançosundaki bu kalem, satış gündeminde sorun oldu. Bürokrasi bunu çözmek, yani Yapı ve Kredi Bankası’na eski Fiskobirlik borçlarını ödemek için torba yasaya buna izin veren bir madde koydu.
Bu maddenin yanlış olduğunu söylemiyoruz. IMF’nin de bu maddeye karşı çıkacağını zannetmiyoruz. Çünkü Yapı ve Kredi Bankası’nın bir an önce el değiştirmesi, bu borç için verilecek Hazine’nin özel tertip tahvilinden çok daha kritik öneme sahip. Bunun da ötesinde bilançoda yazılı olan değerin ne kadarın altında kağıt verilirse, Yapı Kredi’nin satış değeri de o miktarda daha az olacak. Bu da dolaylı olarak TMSF’nin borcunu etkileyeceği için, IMF’nin de ‘getirdiği götürdüğünden fazla’ biçiminde değerlendireceğini tahmin ediyoruz. Ancak disiplin bozucu bir ek madde olduğu da açık...
Bu arada bu operasyonun ilginç bir yönü de Akbank ve Garanti Bankası’nın da Yapı ve Kredi Bankası’na bu borçlar için verilecek Hazine kağıtlarını yakından izlemeleri. Çünkü önce Akbank daha sonra da Garanti Bankası Fiskobirlik alacakları için Hazine’yle üzerinde mutabık kalınan bir parayı kabul ettiler ama protokollere ‘diğer bankalara daha iyi koşullar sağlanırsa bunun kendilerine yansıtılacağı’ maddesi koyup, söz aldılar.
İşte bu nedenle İMKB’nin bu bankalardan dün bilgi istediğini öğrendik.
Öğrendiğimize göre; Akbank ve Garanti Bankası borcun oluşmasından, hesabın kesimine kadar olan süre için TEFE artı yüzde 7 faiz oranından alacaklarını büyütmüşler. Böylece belirlenen alacak miktarı kadar Hazine özel tertip tahvili almışlar ve bu özel tertip tahvillerdeki faiz oranı yıllık TÜFE artı 10 olarak belirlenmiş.
Yani Yapı Kredi’ye verilecek olan kağıtların da bu faiz oranlarından hesaplanması gerekiyor. Aksi takdirde Akbank ve Garanti Bankası da, uygulanacak değişik yöntemin getirdiği avantajlardan yararlanacaklar.
İşte bu nedenle Hazine bürokrasinin daha uygun koşul sağlamayıp, Akbank ve Garanti Bankası’na tanınan imkan ölçüsünde Yapı Kredi’ye de kağıt vermeyi kabul edeceğini tahmin ediyoruz. Aksi takdirde yükün çok büyüyecek olması, operasyonu sınırlıyor.
Bu yöntemle hesaplanacak Yapı ve Kredi Bankası’nın Fiskobirlik alacağının ne kadara denk geleceği, bilançoda yazılı miktarla arasındaki farkın ne olacağı ise şimdilik meçhul. Ancak tarafların harıl harıl bu hazırlıkları yaptığını da biliyoruz.
Koç-Uni Credito ortaklığı saptanacak bu alacak ve verilecek kağıt miktarına göre banka için son tekliflerini de belirleyeceklerdir. Eksik kalan kısmın da zarar yazılması sözkonusu olacak.
Aslında bu zorunlu operasyonun bize gösterdiği başka bir husus daha olmalı: Eğer KİT’leri imkanlarının ölçüsünde borçlandırır, bütçe dışından kamu finansman imkanlarını hazırlarsanız bir gün gelir bu halı altına süpürdüğünüz yükler, devasa biçimde karşınıza çıkar.
Torba yasa ile bu imkanı getirenler, daha önceki torba yasa ve benzerleriyle getirilen bu mali disiplini bozucu kararların olumsuz etkilerini de, bu yasa maddesini o eski popülist kararların kötü bir sonucu olarak gündeme getirmek zorunda kaldıklarını da umarız anlarlar.
Yazının Devamını Oku 
1 Mart 2005
<B>SON </B>ekonomik krizden sonra, mali disiplini kalıcı kılabilmek için bazı yasalar çıkarılmıştı. Bu yasaların amacı, politikacıların akıllarına gelen harcamaları yapmasını engellemek, bütün kamu hesaplarının bütçe içinde görünmesini sağlamak ve mali disiplini bozma girişimlerine karşı ‘harcama artırdığın kadar tasarruf yap’ ilkesini hayata geçirmekti.
Enflasyon şu anda yüzde 10’ların altına düştüyse, bu mali disiplin yasalarının payı çok büyüktür. Bunun da ötesinde, bu yasalarla borçlanmanın önceden öngörülebilir, dolayısıyla sürdürülebilir olması sağlanmaya çalışılmış, piyasaların siyasi kararlar sonucu faiz riski yaşamalarının önü kesilmeye çalışılmıştı. Hep söylenen ‘dış şoklara karşı ekonominin sağlam kılınması’ da, ancak içeride sağlanan bu mali disiplin sayesinde söylenebilir olmuştu.
Ancak TBMM’deki torba yasa ile mali disiplin sağlayıcı bu yasalar delik deşik ediliyor.
Mali disiplin sağlayıcı bu yasalar; Borçlanma Yasası, Kamu Mali Kontrol Yasası, İhale Yasası ve Merkez Bankası Yasası idi....
AKP Hükümeti gelir gelmez ihale yasasını delme çalışmalarını başlattı. Çünkü, ancak önceden planlanmış ödeneği bütçeye konmuş işler için ihaleye çıkılması politikacıların işine gelmedi. Hala Hükümetin bu yöndeki istekleri devam ediyor. En son enerjide patlayan, örneklerini daha sonra sık sık duyacağımızı tahmin ettiğimiz ihale yolsuzlukları yeniden başlamasına rağmen, Hükümetin, aynen daha önceki her hükümet gibi, rahatlıkla harcama yapıp, rahatlıkla kamu işlerini birilerine verme eğiliminin devam ettiğini söyleyebiliriz
Kamu Mali Kontrol Yasası ise, bütçe disiplini sağlayan, ödeneksiz harcamayı önleyen, uzun vadeli bütçeler yapılmasını öngören bir yasa idi. AKP Hükümeti, bu yıl başında bütçe yasasıyla birlikte kamu mali kontrol yasasının uygulanmasını da birkaç yıl erteledi. Böylece istediği gibi harcama kalemleri getirme imkanını kazanmış oldu.
TBMM’de bulunan torba yasa ile birlikte de borçlanma yasası büyük ölçüde delinmiş olacak. Torba yasa bir yandan tahkim gibi maddelerle saatli bomba hazırlarken, öte yandan bazı KİT’lerin harcamalarını bütçe sınırları dışında artırmaya çalışıyor. Torba yasa ,öte yandan da borçlanma yasası ile getirilen kuralları ve limitleri delmeye çalışıyor.
TORBA YASASI FAİZLERİ YÜKSELTİR
Borçlanma yasası delindiği zaman, bütçede görülmeyen harcamalar da Hazine’nin omuzlarına binecek, ‘harcamayı artırdığın zaman bunu tasarrufla dengeleme’ unsuru da ortadan kalkmış olacak. Yani Hükümet borçlanma yasasını delerek, bütçe içinde kalmaya, IMF’in istediği faiz dışı fazla hedefini gerçekleştirmeye devam edecek ama bütçe dışına taşıdığı harcamaları finanse etmek için de ek borçlanma imkanı kazanmış olacak.
İşte piyasaların, bankaların ‘torba yasa’dan korkmaları gereken en önemli nokta da burada.
Yani; bankacılar bütçeye göre, bütçe limitlerine göre saptanan borçlanma hedeflerine göre Hazine kağıdı alıp satıyorlar ya, işte yaptıkları bu hesaplar, sonunda tutmayacak.
Bu da gelecek ek borçlanmalarla faizlerin yükselmesine neden olabilecek. Bu durumda da bankalar ellerindeki kağıtlar nedeniyle zarar edebilecekler. Sadece bankacılar değil bu hesapları yapıp Hazine kağıdı alan vatandaşlar da zor durumda kalacak.
Ancak bu tehlikeli maddelere, mali disiplin yasalarının delik deşik edilmesine rağmen piyasalardan bu yasalara karşı tek bir ses bile çıkmıyor. Bankacılar, dışardan gelen sıcak paranın yarattığı pembe havayı bozmayı istemiyorlar. Çünkü bu hava sürdüğü müddetçe iyi kar elde ediyorlar.
Ancak bu riskler gerçekleşmeye başlarsa, üzerine bir de dışarıda oluşan ve sıcak para artışıyla faizleri düşüren ortamın bozulması eklenirse, ne yapacaklar? Yani bu yasa geçip borçlanma artmaya başladığı dönemde ABD Merkez Bankası da daha fazla faiz artırırsa, ne olur?
Mali disiplin sağlayıcı yasalardan bir tek Merkez Bankası Yasası sağlam kaldı. Sizce bu mantık o yasayı da bozmaz mı? Sıkıştıklarında sonunda para basmayı da göze almazlar mı?
O zaman Merkez Bankası ve bankacılar ‘seslerini çıkarmak’ta geç kalmış olmayacaklar mı?
Yazının Devamını Oku 
28 Şubat 2005
IMF’le anlaşmanın gecikmesi, teşvik yasası, torba yasa gibi popülist kararların gündeme gelmesi, piyasaları eskisi kadar rahatsız etmiyor.Piyasaların tepkisizliğine IMF’in bile şaşırdığını öğreniyoruz. IMF Türkiye Masası Şefi Bredenkamp’ın, popülist kararların çoğalmasına rağmen piyasaların hiç tepki vermemesi üzerine hareket geçme kararı aldığı artık anlaşıldı. Bredenkamp’ın bu hareketini Washington’dan bağımsız başlatmadığı da kesin. Bunun somut kanıtlarını, daha sonra Washington’dan gelen, somut uyarı taşıyan mesajlardan rahatlıkla anlayabiliyoruz.Hem yerli hem yabancı bankacılar, olumsuz bir hareket başlamamasına rağmen, piyasalarda Türkiye’nin daha yakından izlemeye alındığını ve biraz tedirginlik başladığını söylüyorlar. Bankacılar, rahatsızlık yaratacak kadar sorun oluşmaya başladığını ama herkes birbirine baktığı için, kimsenin uyarı olarak algılanabilecek bir harekete başlayamadığını kaydediyorlar. Bankacılar, tedirginliklerini tek başlarına piyasaya yansıttıkları takdirde zarar ettiklerini, çünkü herkesin ‘iyi’ye oynadığını ve ‘hiç birşey olmamış gibi hareket etmeye devam ettiğini’ ifade ederek, ‘Aksi takdirde zarar, kardan zarar ediyoruz’ diyorlar.Buna karşılık piyasaların bu tür kararlara karşı hareketsiz kalmasının, ileriye dönük riski artırdığı konusunda da hemen herkes hemfikir. Zamanında verilemeyen piyasa tepkilerinin yok olmayacağını, birikerek gideceğini kaydeden bankacılar, daha önce de bunun örneklerinin görüldüğünü, olumsuz hareketin başladığı noktada bu birikimin, hareketin gücünü ve etkisini artırdığını hatırlatıyorlar.Bu arada yerli ve yabancı bankacıların hareketsizlik konusunda üzerinde mutabık kaldıkları başka bir husus da ‘Hareketsizlikte, dışardan gelmeye devam eden fonların belirleyici olduğu’ yönünde. Uluslararası piyasalarda hala yüksek atıl fonlar bulunduğunu, bu fonların gelişmekte olan piyasalara akmaya devam ettiğini, son dönemde barış çabalarıyla birlikte bu piyasalara İsrail’in de eklendiğini ama bunun da Türkiye, Brezilya gibi ülkelere akan yüksek miktardaki fonları etkilemediğini söylüyorlar. Yani sıcak para girişi sürdüğü müddetçe, içeride ne olursa olsun bir bozulma olmayacağından sözediliyor.Yerli ve yabancı bankacılar, bu sıcak para girişi sürdüğü takdirde, içerde Hükümetin yanlışkararlarına rağmen olumsuz bir hareket görülmeyeceği üzerinde mutabık kalırken, ‘Tabi ki bu yanlış kararların da bir sınırı bulunduğunu’ kaydediyorlar.Bu sınırların aşıldığının ortaya çıkmasının, daha çok uluslararası ilişkilere bağlı olduğu kaydedilirken, örneğin IMF’le anlaşmanın olmayacağının açıklanması ya da AB ile ilişkilerde pürüzün ortaya çıkmasının, uluslar arası sermayenin Türkiye’ye bakışını da olumsuz etkileyip, atıl fon devam etse de, bunun Türkiye’ye akışını artık durduracağını söylediler.Bir yabancı banka yetkilisi, ‘Türkiye’deki bankacılar içeriye izlemeyi bırakıp ABD’deki gelişmeleri, Greenspan’ın ne diyeceğini izlemeye başladılar. Son dönemde biraz gözlerini içeriye de çevirmeye başladılar ama hala gözleri dışarda ve oradaki gelişmelere göre Türkiye’deki yatırımları yönlendiriyorlar’ gözlemini dile getirdi.Bir yerli bankanın genel müdürü ise olumsuz kararlara rağmen kayıtsız kalınmasının tümüyle dışardan kaynaklandığını belirtti. Aynı yetkili, 5 yıl vadeli tahvilleri Türk bankalarının çok az aldığını, asıl alanların yabancılar olduğunu belirterek, ‘Yani anlamadığımız kadar uzun risk alıyorlar’ dedi. 5 yıl vadeli kağıt satın alınmasının önemli sonuçları olduğunu kaydeden aynı bankacı, bir puanlık bir faiz artışının 1 yıl vadeli tahvilde yaratacağı zarara kıyasla, aynı faiz artışının 5 yıl vadeli tahvilde yaratacağı zararın çok daha büyük olacağını hatırlatarak,. ‘Yani yabancılar, kendi çıkışları için ellerine kollarını bağlıyorlar’ dedi.Umarız Hükümet piyasaların tepkisizliğini ‘Hiçbir şey olmuyor, popülizme devam edelim’ diye algılamaz. Umarız; dışardan hareket başladığında, buna hazırlıklı bir konumda oluruz...
button
Yazının Devamını Oku 
26 Şubat 2005
<B>AKP</B> Hükümeti iktidara geldiğinde, beraberinde söz verdiği çok sayıda af projesiyle birlikte geldi. Bunların bir kısmını yürürlüğe sokarken, bir kısmından, gelen tepkiler üzerine vazgeçti. Ya da en azından vazgeçti görünüp, erteledi. 2005’le birlikte AKP hükümetinin, bir süredir ara verdiği af furyasına yeniden döndüğünü gözlüyoruz. Bunun ilk örneği, TBMM’den çıkarılan üniversite affıyla görüldü. TBMM’deki ‘torba yasa’ diye adlandırdığımız yasa taslağı da bütçe disiplinini bozucu, yükleri yeniden bütçe dışına taşıyan unsurların yanısıra, özellikle bazı kamu kurumlarına dönük aflarla dolu. Onun da ötesinde aynı yasa metni içerisinde çiftçilerin elektrik borçlarına da, camilerin elektrik borçlarıyla birlikte af öngörülüyor.
Bunların ötesinde tartışmalı kredi kartları yasa taslağının ardından Milliyet Gazetesi’nde yeralan bir haberde, BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in kredi kartları konusunda da bir aftan yana olduğu ve bunu bankalara önereceğinden söz ediliyordu. Bu affın, kredi kartı borçlarını 3-4 yıla yayma biçiminde olacağı izlenimini ediniliyor ama Bilgin bunu sadece bankalara önermekle mi kalacak, yoksa karşılıklar dahil kredi kartlarıyla ilgili başka düzenlemeler yapıp bankaları bu yöne sevkedecek mi, bu belli değil. Herhalde yakında kokusu çıkar. BDDK Başkanı böyle bir sinyal verince, taslak TBMM’ye geldiğinde politikacıların afla ilgili talepte bulunmaları da cesaretlendirilmiş oldu. Yani, kredi kartlarının TBMM’de görüşülmesi sırasında bu tür popülist talepler gelip, taslağa eklenirse, kimse için sürpriz olmasın.
Kısacası; kredi kartları hakkında düzenleme yapan BDDK bile af diyor.
Aflar konusunda ciddi eleştiriler olduğu için AKP’li bakanların sık sık ‘Biz affa karşıyız’ dediklerine şahit oluyoruz. Ama, insiyatifleri olmadığından mıdır, neden bilinmez, kendi konularıyla ilgili af talepleri geldiğinde hiç seslerini çıkarmıyor, hatta ‘Tamam affa karşıyız ama bunun da temizlenmesi lazım’ gibi demeçler veriyorlar.
Dolayısıyla AKP yönetiminden gelen af talepleri yerine getirilmeye çalışılıyor.
Afların sistemi bozduğunu, kuralların herkese eşit uygulanmasını engellediğini, kurallara uymadığı için af imkanı verilen kişiler nedeniyle, kurallara uyan vatandaşlara bir tür ceza uygulandığı, her affın kendi alanında haksız rekabete yolaçtığı, afların sıklaşması nedeniyle kimsenin kurallara uymayıp, borçlarını ödemediğini hemen hemen bilmeyen yok.
Şimdiye kadar neredeyse bütün iktidarlar çeşitli aflar uygulayarak, devletin saygınlığını zedelediler, kuralların uygulanmasını zorlaştırıp, ekonomide kayıt dışına, sosyal hayatta kanun dışına kaymayı özendirdiler. Her iktidar af yaptı, ülke bu duruma geldi ama AKP iktidarı, bu gidişle ‘af şampiyonu’ olacak.
TORBA YASA KORKUTUYOR
Afların yeraldığı metinlerden biri TBMM’deki ‘torba yasa’ olarak adlandırdığımız yasa. Başından beri dikkat çektiğimiz bu tehlikeli yasa son günlerde gündeme gelmeye başladı.
Yasa ile TMO’nun 500 milyon Euro’yu, şeker fabrikalarının 275 milyon Euro’yu bulan zararları görev zararı sayılıp, sermaye artırımı ile Hazine tarafından kapatılacak. Yine TCDD’nin Emekli Sandığı ve SSK’ya olan borçları silinip, yük yine Hazine’ye bindirilecek. TEDAŞ’ın tarımsal sulama nedeniyle çiftçilerden alacağı 370 trilyon lira da bu tasarıyla silinecek. Yasa metninde bunların yanısıra bazı seçilmiş baraj ihalelerine bütçe dışından finansman imkanı veriliyor. TMSF’nin Hazine’ye olan borçlarının da ‘bütçe dışında’ silinmesi yine bu yasa taslağı içine girdi. Yükün bütçe dışına alınmasının yanısıra, ileride İstanbul Bankası’nda olduğu gibi, batık banka patronlarının ‘devletin zararı yok’ deyip, bankalarını geri istemek için belki de hukuksal imkanları doğmuş olacak. İşin burasına bakılmıyor.
Bunların yanısıra 24 Aralık’ta çıkan Belediye Kanunu ile belediye borçlarının temizlenmesi imkanı da getirilmişti, yakında bu işlem de gündeme gelecek.
Demek istediğimiz o ki; aflar sanki yeniden seçim dönemi gelmiş gibi dolu dizgin bir hal almaya başladı. Her af hem sosyal hem ekonomik fatura getiriyor. Pek hayırlı bir gidiş değil.
Yazının Devamını Oku 
24 Şubat 2005
<B>KREDİ</B> kartlarıyla ilgili bir süredir çok şey yazıldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu <B>‘görevden vazife’</B> çıkararak, kredi kartlarıyla ilgili bir düzenlemeye soyundu. Bankaların da uzun zamandır düzenleme istekleri vardı ama son dönemde bu isteklerinin ‘çok sert bir düzenleme’ye gittiğini görünce, mevcut haline bile razı olmaya başlamışlardı.
Ancak durumdan vazife çıkaran BDDK, vazifesini şaşırmış görünüyor.
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin dün hazırladıkları Banka Kartları ve Kredi Kartları Yasası Taslağını tanıtırken, aynı bir politikacı gibi konuşmuş. Bilgin, taslağın internet sitesine konduğunu ve 10 gün içinde görüşlerin alınacağını belirtip, ‘15 Mart Tüketici Günü’nde son şekli verilerek Devlet Bakanlığı’na arz edeceklerini’ söylemiş.
Bunu duyunca inanın kafamız karıştı. Taslağı hazırlayan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu mu, yoksa Tüketici Kurulu mu anlayamadık...
Bilgin, bu düzenleme nedeniyle serbest piyasaya müdahale olup olmadığı yönünde eleştiriler alabileceklerini kaydedip, kredi kartı borcu yüzünden intihar ve boşanmaların had safhaya ulaştığını belirtip, ‘sosyal sorumlulukla bunları önlemeye çalıştıklarını’ söylemiş.
Aynen bir Tüketici Kurulu Başkanı’nın yapacağı bir konuşma değil mi?
Bu arada başka BDDK yetkilileri de gazetecilere, 1 ay kadar önce BDDK’da temizlik işleri yapan bir kişinin kredi kartı nedeniyle intihar ettiğini söylemişler. Kendini asarak intihar eden temizlik işçisi, asgari ücret alırken, toplam 10 milyar lira limiti olan 4 kredi kartına sahipmiş. Yani, bu tür intihar eylemlerine duyarlı oldukları için bu taslağı çıkardıklarını, kısıtlama yaptıklarını ima etmiş.
Tüketicilerin korunması gerektiğine, bunun için rekabet mekanizmalarının kurulması gerektiğine, vahşi kapitalizmin insanlığa aykırı bir sistem olduğuna yürekten inanın bir kişi olarak diyorum ki; bu taslağı tüketici kurulu ya da derneklerinden biri verebilirdi ama böyle bir taslağı vermek BDDK’nın işi değil. Bu taslağı düzenleme boyutuyla hazırlayıp, teknik demeçlerle açıklayan bir BDDK olsun, sonradan Meclis’te bu maddeler konulsun ve bu tür konuşmalar yapılsın, tamam... Ama BDDK’nın başındaki bir kişinin bu tür konuşmalar yapıp, böyle bir taslak sunmaya hakkı olmadığını düşünüyoruz.
Bu taslağın içinde yani BDDK’nın sunduğu taslağın içinde şahsen, bunun bir ‘risk unsuru’ olarak görülmesini ve buna göre teknik önlemler alınmasını beklerdim. Yani çağdaş bir BDDK, böyle bir taslak hazırladığında; şu kadar kart limitine şu kadar ek sermaye, bankanın bilançosuna göre kredi kartı sınırlaması gibi düzenlemeler yapardı. Ama bunlar taslakta yok..
POPÜLİZMİN DOZU ARTABİLİR
Bankalarla konuştuğumuzda bu ‘ilkesel sıkıntı’nın dışında, yani taslağın maddelerine dönük çok büyük sıkıntılar görülmediğine şahit oluyoruz. Ancak kimsenin anlamadığı, ‘böyle bir taslağı neden BDDK’nın hazırladığı’ oluyor...
Bankalar, zaman içinde sıkıntı yaratacak bazı maddelerin düzeltileceğini umuyorlar. En çok takıldıkları konulardan biri kredi kartının kaybolması ve bu kartla alışveriş yapılması ya da nakit çekilmesi halinde bankalara yüklenen sorumluluk. Burada ‘kredi kartının çalındığının kendisine bildirilmediğini ispat etmek zorunda kalmak’, bankalar tarafından herşeyden önce hukuka aykırı bir ispat zorunluluğu görülüyor. Yani; bankalar bu maddeye itiraz edecek.
Taslağın sıkıntı yaratan unsurlarından biri de gelir beyanına göre kart limitleri saptanması ve bir zorunluluk getirilmesi. Ücretinin dışında, yani beyan edebileceği geliri dışında serveti olanlar ya da başka geliri olanlar, bu imkanlarıyla ilgili kart limitleri alamayacaklar. Yani herkes gidip, çok sayıda bankadan kart çıkartacak. Cebinde onlarca kartla gezecek.
Tamam, vatandaşın kredi kartlarını kullanma tarzında bir sıkıntı var ama piyasa ekonomisi içinde bakıldığında bunun sorumlusu vatandaş değil mi? Siz teknik bir Kurul olarak böylesine popülist bir söylemde olursanız, bu taslak TBMM’ye geldiğinde daha nice popülist unsurlar bu taslağa eklenmez mi? Unutulan; tüketici kredilerindeki banka aleyhine düzenlemeler gibi bu tip örnekler çoğalıp da bankalar zor durumda kalırsa, yine kredi kullanan kalmayacak...
Yazının Devamını Oku 