Erdal Sağlam

Buzlu yolda kazık fren

22 Mart 2005
<B><I>GEÇTİĞİMİZ</B></I> gün sohbet ettiğimiz, görüşlerine çok saygı duyduğum entelektüel bir iktisatçı, AKP Hükümetinin son dönemde içine düştüğü durum ile ilgili şu benzetmeyi yaptı:<br><br><B>‘AB yolunda giderken Hükümet kazık fren yaptı, bu yolun buzlu olduğunu göremedi, şimdi oradan oraya savruluyor’ </b> Dün Radikal Gazetesinde Neşe Düzel’in Ali Bayramoğlu ile yaptığı söyleşiyi okuyunca, bu iktisatçının sözleri aklıma geldi. Aynı kişi, ABD ile ilişkiler, basına karşı Başbakan ve Yardımcısının sertleşen tutumu gibi göze çarpan son siyasi gelişmeleri için de ‘Dedim ya; bulundukları yolun ne olduğunu bilemedikleri için yaptıkları kazık frenle şimdi oradan oraya savruluyor. Savrulurken de kime denk gelirse çarpıyorlar’ demişti.

Bayramoğlu da bu söyleşide AKP’nin kendisine destek veren kesimleri unutmuş gibi davrandığını, şimdi bocaladığını, kendisine destek veren kesimlerin bu desteğini çekmeye başladığını, bunu görmesi gerektiğini söylüyor. Bayramoğlu, AKP’nin AB konusundaki yönlendiriciliğinin kalmadığını, müzakereleri yapacak kişiyi bile seçemediğini, bu yönlendiriciliği kaybolunca doğan boşluklardan bir bölümünün asker tarafından doldurulmaya başladığının da altını çiziyor.

Erdoğan’ın AB’ye küstüğünü, partide yaralar oluşmaya başladığını, partinin parçalanabileceğini kaydeden Bayramoğlu, muhalefetsiz kalan Hükümetin basınla, ‘yel değirmeni ile uğraşır gibi’ uğraşmaya başladığını da kaydediyor.

Bizce AKP’liler, kendilerine destek veren aydınlardan biri olan Bayramoğlu’nun bu söyleşisini çok dikkatli okumalılar. Hükümetin bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar yorgun ve halsiz düştüğünü, biran önce kendini toparlayıp, AB çizgisine yeniden oturmaya başlamaması halinde başına gelecekleri tartışıyorlarsa, buradan ders çıkarmalılar.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs konusunda gerçekten sıkıştığı anlaşılıyor. Bir ortayol aranıyor ve AB’den bu konuda ‘imzanın tanıma sayılmayacağı’ yolunda bir belge isteniyor. Şu anda böyle bir belgenin verilmesi zor görünüyor, ki; bu belge alınmadığı takdirde Başbakanın ne yapacağını kestirmek de zor.

Bizce Başbakan önünü göremiyor. Önüne görememesindeki en önemli unsurlardan birini parti içindeki çekişmelerin ve potansiyel ayrılmaların oluşturduğunu sanıyoruz.

KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ

Bu arada herkes biliyor ki, Başbakan Tayyip Erdoğan, uzun zamandır düşündüğü Kabine değişikliğini de bir türlü hayata geçiremiyor. Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile görüşmesinden önce yine ‘kabine değişikliğini bir gün önce gönderdi, bu gün üzerinde konuşacak’ diye söylentiler çıktı ama bu söylentiler fos çıktı.

Son günlerde yine kabine değişikliğinin yaklaştığı yolunda duyumlar alıyoruz.

Belli ki kabine değişikliği, AB ile müzakere sürecinin ve müzakere yapacak kişilerin saptanmasıyla birlikte gündeme gelecek.

Bu konularda Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile Başbakanın aynı görüşleri taşımadıkları ve bir ortak noktanın hala bulunamadığı, yoğun olarak söyleniyor.

Bu ortak nokta şunun için önemli ki; Kabine değişikliği ve AB müzarecisinin saptanmasıyla birlikte, Başbakan Erdoğan’ın netleşmeye başlayıp başlamadığını test edeceğiz.

Eğer bu süreç uzarsa, bilin ki, Başbakanın karar verme süreci de uzuyor...

IMF için gereken bankacılık yasa taslağı son şeklini aldı, sosyal güvenlik yasa taslağı dünkü Bakanlar Kurulunda imzaya açıldı. Ancak Gelir İdaresi ve Teşvikler konusunda hala işlerin uzadığı görülüyor., net kararlar alınamıyor.

Yani bütün bu uyarılara rağmen Hükümet hala, yeniden netlik kazanacağı döneme geçiş için gerekli adımları atmış değil.

Umarız bunlar için geç kalınmaz. Yoksa bedelinin ağır olacağı anlaşılıyor.
Yazının Devamını Oku

Hükümet neden kilitlendi

21 Mart 2005
<B>BAŞBAKAN</B>, yardımcıları, diğer bakanlar inkar ediyorlar ama son dönemde, Hükümetin alması gereken kararlar konusunda bir kilitlenmenin yaşandığını herkes görüyor. Özel olarak konuştuğunuzda, çok sayıda Bakan da bu kilitlenmeyi kabul ediyor. İş çevreleri de açıkca söylemeseler de, Hükümetteki bu ataletten rahatsızlar. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eleştirilere sert yanıtlar vermesi, ‘kamuoyu önünde tartışma yapar konuma düşmemek için’ işalemi örgütlerini bu eleştirilerini açıkca söylemekten caydırıyor.

İşadamları, son dönemde görüştükleri Başbakan ve yakın çevresinde bir moral bozukluğunun açıkca hissedildiğini söylüyorlar. ‘Danışmanların hepsinde bir yılgınlık, sanki mağlup olmuş bir ekip havası seziliyor’ diyorlar. Aynı havanın bazı bakanlarda da olduğu belirtiliyor.

Peki, Hükümeti kilitlenmeye, atalate, moral bozukluğuna iten ne?

Aslında yaklaşık bir aydır Ankara’da bu soru sıkca sorulup yanıtı aranıyor. Bu soruya yanıt olabilecek tahminler ise daha çok uluslar arası ilişkilere bağlı yapılıyor. Herşeyden önce AB konusunda AKP içinde bir ‘yenilmişlik’ havası bulunduğu belirtilirken, AKP’nin sık sık yaptırdığı anketlerden bu yönde sonuçlar çıkmış olabileceği, bunun da Hükümeti ikircikli bir konuma getirmiş olabileceği söyleniyor. Bazı tahminciler, AB konusunda Hükümetin uzun süredir somut adım atamamasının bir nedeninin de bu anketler olabileceğini söylüyorlar.

Tahminlerin odak noktasındaki konuların başında AB’nin yanısıra ABD ile ilişkiler de geliyor. ABD yönetiminin AKP hükümetine karşı daha sert bir tutum takındığı ve sanki desteğini çekmiş bir izlenim verdiğini hatırlatan siyasi çevreler, bunun da ötesinde ABD’nin kamuoyuna yansımayan AKP Hükümetini zor duruma düşürebilecek büyük talepleri olabileceğini de söylüyorlar. Bunlar içinde Ermenistan kapısının açılması, İncirlik üssünün yoğun olarak kullanılması gibi talepler sıralanıyor.

Ancak bu taleplerin bile Hükümetteki bu yenilmişlik havasını açıklayamadığından şüphelenenler de var. ‘Daha önemli birşeylmer olabileceği’ tahmininde bulunan bazı kişiler örneğin, ABD’nin ‘Sonbahar gibi Irak’taki askerlerini çekip, yerine Türk askerlerinin geçmesini istemiş olabileceğini’ söylüyorlar. Buna karşılık Kıbrıs ve Kerkük konusunda Türkiye’nin isteklerinin yerine getirilebileceğinin söylenmiş olabileceği de kaydediliyor.,

Özellikle bu tahmin, şimdilik ‘bir komplo teorisi’ gibi gözüküyor ama ‘neden olmasın’ diyenlerin sayısı hiç de az değil...

GÜL BAŞBAKAN GİBİ AMA..

Bu arada Hükümette oluşan atalette, parti içi çekişmelerin rolünden de sözediliyor. Özellikle ‘yolsuzluk’ konusunda Parti yönetiminin sıkıştığı, açıklayamadıkları dosyalarda yeralan bazı isimleri partiden ihraç edemedikleri, bu konuda görüş ayrılığı yaşandığı da söyleniyor.

Bu bağlamda Başbakan Tayyip Erdoğan ile Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül arasındaki ‘iktidar kavgasının kızışmaya başladığı’ da söylentiler arasında. Gül’ün son günlerde sürekli kamuoyu önüne çıkıp, bir yandan ‘Başbakanla birlikte’ havası vermeye çalışıp öte yandan ‘şunları yanlış yapıyoruz’ dediğini hatırlatan gözlemciler, uzun süredir hep söylenen bu çatışmanın, hazırlanan dosyalarla birlikte kızışmış olabileceğini kaydediyorlar.

Bu arada Gül’ün bir Başbakan gibi ekonomiden iç siyasete her konuya girip sanki bir Başbakan gibi konuşması da dikkat çekiyor. Erdoğan’ın yakın çevresi, örneğin geçen hafta Gül’ün Londra’da yatırımcılarla biraraya gelip ekonomi konuşmasına içerlemiş durumda. Hatta, Gül’ün bu organizasyonunu yaptığını öğrendikleri Devlet Bakanı Ali Babacan’a bile tepkilerini, dile getiriyorlar.

Geçen hafta Müteahhitler Birliği’nde yaptığı konuşmayı izleyenler de IMF’le ilişkiler, siyaset gibi her konuya değinen Gül’ün konuşmasının genel havasını ‘bir savunma konuşması’ olarak nitelendiriyorlar. Gül’ün bu konuşmada ‘gecikme yok’ mesajı vermek için sürekli savunmada olduğunu kaydeden müteahhitler, vizyon ortaya koyamadığını kaydediyorlar.

Kısacası; Hükümetteki kilitlenme artık malum, kilitlenme nedeni için rivayet muhtelif...
Yazının Devamını Oku

Global likidite ve reel faiz oranları

19 Mart 2005
<B>SON</B> günlerde yaşanan hareketliliğin nedenini bankacılar, ‘global likidite koşulları’ diye özetliyorlar. Yani global likiditenin Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalara akımının durması, bunun da içeride döviz ve faiz hareketlerine neden olması... Şimdi gözler Salı günü yapılacak FED Açık Piyasa Komitesi toplantısının sonuçlarına kilitlendi. Bankacılar daha önce belirtilen 0.25 puanlık artışın üzerinde bir artış rakamı belirlenmesini beklemiyorlar. Ancak korktukları asıl şey, yapılacak açıklamada bundan sonra 0.25’lik artırımların yerine daha yüksek oranlı artırımlar yapılacağı anlamına gelebilecek ibarelerin yeralması. Dolayısıyla bekledikleri 0.25’lik artış kararının alınmasıyla yetirmeyecekler, mevcut trendin sürebilmesi için, ileriye dönük FED yorumlarının da geçen aydakiyle aynı olup olmayacağına bakacaklar.

Eğer ABD’deki faizlerin daha hızlı artacağı yönünde bir beklenti oluşursa, o zaman, özetle; dünyadaki atıl fonlar bizim gibi gelişmekte olan piyasalara gitmekten vazgeçip, bunun yerine yatırım yaptıkları zaman daha fazla faiz almaya başlayacakları ABD’ye akacak.

Sıcak paranın bizim gibi ülkelerin ekonomilerine yaptığı etki açık. Bir anlamda çarkların yağlanması ve daha rahat dönmesini sağlıyor. Buna bağlı olarak da, fazla döviz girdiği için kur fiyatları düşüyor, kağıtlara fazla talep geldiği için bu kağıtların faiz oranları düşüyor. Dolayısıyla Hazine’nin borçlanma maliyeti, borçlanmanın halka maliyeti de düşüyor.

Ancak bu paranın ekonomiye kalıcı olarak gelmediğinin, ‘sisteme verilen yağ ile daha rahat dönen çarkların, bir yandan da bu ortam fırsat bilinerek onarılması ve ileride fazla yağa gerek duymadan rahat döner hale getirilmesi’ gerektiği de hiç akıldan çıkarılmamak zorunda.

Bu hafta içerisinde dışarıdan gelen kısa vadeli paranın bir bölümünün geri dönmesi, hem kur fiyatlarını oynattı hem de faiz oranlarının yükselmesine neden oldu. Şimdi bu hareketin sürüp sürmeyeceği, Salı’dan sonra nasıl bir ortam oluşacağı merakla bekleniyor.

Kimsenin şüphesi olmasın ki; içerdeki kısa vadeli yatırımlar çözülmeye başlarsa kur fiyatları da faiz oranları da önümüzdeki dönem daha yukarı gidecektir. Bu kimse için sürpriz olmasın.

2. DALGA GELİRSE...

Bunu şunun için söylüyoruz ki; bu takdirde yeniden ‘faiz oranları çok yüksek’ diye birileri bağırmaya başlayacak, Hükümet üzerinde baskı kurmaya çalışacak, Merkez Bankası’nın faiz artırımına gitmesini engellemeye çalışacaklardır.

Bankacıların ‘2.dalga’ dediği, uluslararası piyasalardan kaynaklanacak yeni ‘global likidite’ sıkıntısının gelip gelmeyeceğini bilemiyoruz. Ama böyle bir dalga daha gelirse, çok doğal olacak sonuçlarına bakıp da paniklememek lazım. Daha doğrusu şu anda yaşadığımız ortamın ‘fazla iyi’ olduğu, o zaman ortaya çıkacak ve daha ‘kendi olanaklarımıza’ uygun bir ortama geçeceğiz. Kimse unutmasın ki; Brezilya Merkez Bankası gelecek 12 aylık enflasyon beklentisi yüzde 5.57 olmasına rağmen, faiz oranlarını 19.25’e çıkardı. Tabi ki bu kadar reel faizi bizim de vermemiz gerekmiyor ama dünyada böyle örnekler var.

Aslında reel faizlerin yükselmesi kaçınılmaz ama Brezilya kadar yükselmemesi de bizim elimizde. Yani global likiditeyi sadece seyretmekle kalır, içeride kendimizi daha güçlü kılacak önlemleri almazsak, Brezilyadaki reel faiz oranları da kaçınılmaz olur.

Faizler, 2. dalga gelirse yükselir ama fazla yükselmemesi için başta IMF’le yeni stand-by anlaşması olmak üzere, gerekli kararların biran önce alınması gerekiyor. Bu da yetmez, Hükümetin yeniden ‘gerekenin yapılacağı’ konusunda piyasalara güven vermesi gerekir.

Böyle olursa yeni faiz ve kur dengesi daha uygun rakamlarda oluşur. Eğer gerekenler yapılmaz, sadece seyredilirse, o zaman faiz ve kur dengesi daha yüksek noktada oluşmak zorunda. O zaman da maliyet çok daha yüksek olacaktır.

Özetle; bu hafta yaşanan 1. dalga sonucu gelinen noktayı, iyi değerlendirip bir düzeltme fırsatı olarak kullanabilmek için, biran önce gerekli önlemler alınmak zorunda.
Yazının Devamını Oku

Dışarısı karışıyor, içeride güçlü müyüz?

17 Mart 2005
<B>GEÇEN </B>hafta Merkez Bankası’nın 2 milyar dolarlık müdahalesine rağmen kıpırdamayan dolar kuru, bu hafta aldı başını gitti. Bu çıkışta, müdahale ile döviz fazlasının çekilmiş olmasının etkisi de vardır ama asıl unsurun yurtdışındaki gelişmelere bağlı yabancı çıkışı olduğu kesin. Gelinen noktada, Türkiye ekonomisi kriz dönemine kıyasla elbette dış şoklara karşı daha dayanıklı hale geldi. Ancak hep tekrarladığımız gibi; henüz kendi ayakları üzerinde tam olarak duran, yere sağlam basan bir hale de gelmedi.

Kurun bu seviyesinde, faizin bu kadar düşmesinde sıcak para girişinin etkisi ortada. Yerli bankaların da, tedirginliklerine rağmen, yabancıların bu hareketine ayak uydurdukları da ortada. Hatta yabancıların YTL tahvili çıkarmaları, yerli bankacılarda, ‘yabancıların çıkamayacağı’ konusunda, bizce abartılı, bir güven oluşmasına neden oldu. Belki de bunu ‘iyimser olma gereği’ne dayanak olarak kullanıyorlar ama YTL tahvil ihracının havayı olumlu etkilediği de kesin.

Hava çok olumlu iken, herkesin gözünü kar bürümüşken, bu amaca ulaşmak için ‘kötü, aksayan yönleri hiç duymamak gerektiğini’ düşünmeye devam ederlerken, temkinli olma gereğini tekrarlayan biri olarak, hep içerde ev ödevlerimizi zamanında ve kendimiz için yapmamız gerektiğini savunduk. Ev ödevlerimizin başında IMF’yle olan yeni anlaşmanın biran önce imzalanması, bunun için gereken yasaların, laf olsun diye değil, gerçekten yapısal dönüşümün gereği olarak yapılması ihtiyacı da vardı.

Ancak hükümet, 17 Aralık’tan sonra AB için gereken adımları atmakta tereddüde düştüğü gibi, IMF’le yeni stand-by anlaşması için gereken ev ödevlerini yapmak konusunda da savsakladı. Ve bugünkü noktaya geldik...

Şimdi dışarıda işler karışmaya başladı. Uluslararası piyasalarda dolara bağlı önemli bir hareket bekleniyordu. Şimdi bir hareket başladı ama bu asıl hareket mi henüz bilinmiyor.

Yanısıra mal piyasalarında bir şeyler oluyor. Bakır fiyatları tarihin en yüksek noktasına çıkarken, OPEC petrol üretimini sembolik de olsa artırma kararı alıyor.

Dışarıdaki harekete bağlı olarak ABD faizleri yeniden yüzde 4.55 seviyelerine gelirken, Türk erubondlarının fiyatı, Brezilya Euorobond fiyatlarıyla birlikte, gerilemeye devam ediyor. Yurt dışındaki volatilite sonucu YTL tahvillerine de satış gelmeye başladı.

EKONOMİYE DÖNMELİ

Özetle; henüz ev ödevlerimizi tamamlamadan, dışarıdaki hareketliliğe yakalandık. Eğer IMF’le anlaşma şimdiye kadar imzalanmış olsaydı, bu kadar korkmamıza gerek yoktu ama dışarıdaki bu hareket eğer büyük düzeltmelerin bir sinyali ise, işimiz kolay değil. Umarız henüz asıl hareket başlamamıştır, biz de bir an önce de ev ödevlerimizi yapar, asıl harekete kadar daha güçlü hale geliriz. Açıkcası; şu anda o kadar güçlü değiliz...

Peki, hükümet bu tehlikelerin farkında mı derseniz, pek öyle gözükmüyor. Hálá Başbakan’ın teşviklerle ilgili direnci tam olarak kırılabilmiş değil, hálá Gelir İdaresi Yasa Tasarısı alt komisyonda bekliyor. Hálá Sosyal Güvenlik Yasa Taslağına son şekli verilmedi, hala Bankacılık Yasasıyla ilgili tartışmalar devam ediyor.

Peki bu nasıl çoğunluk iktidarı, neden ev ödevi ‘tamam’ denilip de hemen tamamlanamıyor.

Bizce zaten asıl sorun da burada. AKP Hükümeti, bir süredir tek partinin çoğunluk iktidarı gibi davranmıyor. Bir yılgınlık, bıkkınlık ve dağınıklık sözkonusu.

Bunun nedenini tam olarak kavramış değiliz ama gidişat pek iyi değil, bunu görüyoruz.

Bizce AKP kendi içindeki tartışmaları, ya da dışarıyla tartışmalarını bırakıp bir an önce içeriye ve ekonomiye dönmek zorunda. Bu konuda en büyük görev de Başbakan Erdoğan’a düşüyor.

Dünkü konuşmasında AB hedefinin devam ettiğinden, ‘popülist siyaseti rafa kaldırmak’tan, ‘rasyonel bir ekonomik düzen’den söz eden Erdoğan, bunların gereğini artık yapmalıdır.

Aksi takdirde Türkiye ekonomisindeki iyileşme, dışardaki gelişmelere bağlı olarak, hiç umulmadık biçimde tersine dönebilir.
Yazının Devamını Oku

Borç yerine ‘var’ sayanlar ve torba yasa

15 Mart 2005
<B>‘TORBA yasa’</B> olarak kamuoyuna malolan, bir dizi yasa değişikliğinin TBMM Genel Kurulunda görüşülmesine, bugün devam edilecek. Bu yasanın ne kadar tehlikeli olduğunu, yeniden ‘halı altına süpürmeler’in başlayacağını, çeşitli kamu kuruluşlarına yeni borçlanma imkanları getirileceğini, sonuç olarak mali disiplinden ve şeffaflıktan uzaklaşılacağını, bu işi bilenler, deneyimli Hazineci ve Maliyeciler de söyledi, uyardı.

Bu uyarılar, geçtiğimiz 10-15 gün içinde piyasada tepki bulmaya başladı ve yerli ve yabancı bankacılar, bu yasanın neler getirdiğini, bu yasadan IMF’Nin bilgisi olup olmadığını, eğer haberleri varsa karşı çıkıp çıkmadıklarını sormaya başladılar.

Bankalardan gelen taleplerin artması, gazetelerde ve televizyonlarda bu uyarıların artması üzerine, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı’nın Reuters haber ajansına verdiği bir demeci gördük. Çanakçı, basından uzak durmaya özen gösteren bir kişidir ve eğer böyle bir demeç veriyorsa, demek ki gelen sorular çok artmış, bunalmış demektir.

Böyle şeylere Devlet Bakanı Ali Babacan yanıt verirdi ama Bakan, demek ki bu dönem gündemde olmak istemiyor ki, bu işle Çanakçı’yı görevlendirmiş.

Herhalde bu tartışmalar ekonomi yönetimi içinde de yapılmıştır, diye düşünüyoruz. Peki Çanakçı ne söylüyor?

Özetle; ‘yapılanları savunuyor’ diyebiliriz. Bir bürokrat olarak sanki yapılan bu işlere altındaki bürokratlar karşı çıkmıyormuş, üst yönetimi uyarmıyormuş gibi, sanki Hazine’nin teknisyenlerinin tümüyle fikri buymuş gibi çıkıp açıklama yapmasını, şahsen yadırgadım.

Onun da ötesinde; bir bürokrat olarak bu siyasi maddeleri savunmanın Çanakçı’ya, hele hele Hazine Müsteşarı olan kişiye, düşmemiş olmasını dilerdik. Çünkü böyle şeyler kurum olarak Hazine’yi yıpratır...

Çanakçı, özetle bu yapılanların bir yük getirmeyeceğini, TMSF dahil, zaten daha önce yapılmış olanların, biriken borçların kağıt üstünde temizleneceğini, bütçeye ek bir yük gelmeyeceğini söylüyor.

Bürokraside uzun zamandır dolaşan bir laf vardır. Özellikle Hazineci kökenliler, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kökenli bürokratlara, sürekli teorik konuştuklarını, uygulamadaki sorunları bilmediklerini hatırlatır biçimde, ‘biz borç sayarken onlar ‘var’sayar’ derler.

Şimdi Çanakçı’nın torba yasayı savunduğunu gören Hazineciler aynı şeyi söylüyor, bu kararların getireceği zararları göremediğini belirtiyorlar.

IMF NE DİYOR?

Bu yargıya katılmamak mümkün değil. Çünkü torba yasa ile gelenler herşeyden önce şeffaflıktan uzaklaşılmasını beraberinde getiren kararlar. Bütçe dışında temizlik dolayısıyla, halı altına süpürme var. Şeffaflığın, uzun yıllardır bürokrasinin üzerinde kavgalar verdiği, bu yolla siyasetçilerin aşırı harcamalarını engellemeye çalıştıkları, herşeyin açıkca gözükmesini sağlamaya çalıştıkları çaba olduğunu biliyoruz. Şimdi bürokrasinin yıllardır gösterdiği çabada oldukça geri adım atılmış oluyor.

Bunun da ötesinde ‘yük getirmez’ mantığı da doğru değil. Çünkü bu kararlar bu yıla olmasa da önümüzdeki yıllara önemli yükler getirecek kararlar, mali disiplini delen kararlar.

Çanakçı daha genç, o nedenle daha sonraki yıllarda bu kararların neler getireceğini, o görevde olmasa da, kendisini görecektir. Hazine’de ‘tahkimin babası’ olarak bilinen, ‘halı altına süpürmeler’ birike birike kriz dönemlerine getirdiğinde kulakları çınlatılan Tevfik Altınok’tan sonra, Hazine tarihine geçecek diğer ‘Tahkimci Müsteşar’ olacaktır.

Bu kararların yanlışlığı zaman içerisinde ortaya çıkacak.

Bu arada IMF’ye ne demeli? Belli ki IMF uzmanları da bu yasanın getirip götüreceklerini sormuşlar ve belli ki Çanakçı onlara da bu argümanlarını anlatmış. IMF’nin teknik yetersizliği, Türkiye’yi bilemedikleri hep konuşulur ama açıkcası bu kadarını beklemiyorduk.

Aslında herşeyden önce bu işin kendi bürokratlarımıza düştüğü gerçeğini de unutmayalım.
Yazının Devamını Oku

Kola ve şekerlemede haksız rekabet

14 Mart 2005
<B>SANAYİ </B>ve Ticaret Bakanlığı yaklaşık 10 gün önce Başbakanlığa bir Şeker Yasası değişiklik taslağı gönderdi. Geçen hafta bu taslak Başbakanlık kanalıyla görüş alınmak üzere ilgili kuruluşlara gönderildi. Tasarıya önümüzdeki hafta son şeklinin verileceği söyleniyor. Geçen hafta Referans Gazetesi’nde de yazdığımız gibi; bu taslak ile mısır nişastasından şeker şurubu (fruktoz) üreten ancak bunu kotasız yapan bazı işletmelerin legalleşmesinin, yani kota kapsamına alınmasının amaçlandığı anlaşılıyor.

Şeker Kurumu daha önce bu tür kotasız üretime ‘yasaya aykırı’ hükmü vermiş. Benzer üretim için başvuran işletmelerin taleplerini bu gerekçeyle geri çevirmiş. Bakanlığın taslağıyla, daha önce yasaya aykırı bulunan üretimi yapanlar başvuru yapıp, kota alabilecekler.

Fruktoz, yoğun olarak kola ve şekerleme üretiminde kullanılıyor. Kotasız üretim yapan iki sektörde de çalışan şirket, hem kola hem de şekerleme üretiminde, rakiplerine kıyasla çok daha ucuz üretim yapma imkanına kavuşacak. Yani tam bir ‘haksız rekabet’ hikayesi...

Fruktozda yaşananlar, ‘otuz iki kısım tekmili birden’ denecek türden.

İşin içinde Hükümetin en tepesindekilerin şirket ortaklığı var, bir kurumun bu üretime yasalara aykırı demesi, ancak bu kota dışı üretimin durdurulması için soruşturma yapacak, ceza verecek kurumun Hükümet kararıyla kadük kılınması var. Bu Hükümete yakın şirketin rakiplerinin, aynı tür üretim için başvurup, ‘yasaya aykırı’ gerekçesiyle izin verilmemesi var. Bakanlığın emrivaki yapanlara kota hakkı vererek, bu haksız rekabeti kurumsallaştırma niyeti var. Sadece bu şirket değil, partiye yakın olduğu söylenen bir şirketin daha kotasız üretim yapması, bu haktan onun da yararlanma imkanı var. Bunun dışında, batık bir banka patronunun belki özel tüyo alıp, yasal olarak kota hakkı bulunmadığını bile bile, 6-7 ay önce benzer üretim için tesis kurmaya çalışması, bu uyanıklığın neticesini yeni yasayla kota kazanarak alma ihtimali var.

YABANCI NEDEN GELSİN

Bununla da bitmiyor... Fruktoz üretimi, daha doğrusu şeker pancarı dışındaki şeker üretimi, toplam şeker üretiminin yüzde 10’u ile sınırlanıyor. Kota her yıl Bakanlar Kurulu’nca artırılıp yüzde 15 olarak uygulanıyor. Bunların sebebi 63 ilde şeker pancarı ekenlerin mağdur edilmemesi, siyasi olarak buna hiçbir Hükümetin izin vermemesi. Ancak yeni yasa ile bir yandan yeni kotalar alan şirketler ortaya çıkarken, mevcut kotalı fruktoz üreticilerini küstürmemek için ‘kuru madde’ bazına geçilerek, kotalı üretimin fiilen yüzde 25-30 oranında artırılması sözkonusu. Ya şeker pancarının yüzde 10 daha az üretilmesi gerekecek ya da fazla pancarı devlet alıp, çöpe atacak. Yani halkın cebinden çıkacak...

Bununla de bitmiyor. Hükümetin şeker pancarından şeker üreten kamu şeker fabrikalarını özelleştirme hedefi var. Eğer fruktoz üretimi artarsa, kotalarına göre bu fabrikaların satılabilecek olanları bile satılamayacak, özelleştirme şansı bile kalmayacak...

Yani başından sonuna, ‘kayırma ekonomisi dersi’ olabilecek, ibretlik bir siyaset hikayesi. ‘Kendi zenginini yaratma’ ya da ‘kendine yakınlara sermaye transferi yapma’ iddialarının somutluk kazandığı bir örnek.

Böyle bir ülke AB yolunda ilerleyen ülke olabilir mi? Böylesine bariz haksız rekabet kararı alabilen anlayış, Türkiye’yi AB’ye taşıyabilir mi?

Ekonomi büyüyor ama işsizlik artıyor. İşsizliğin azaltılması için yabancı sermayenin gelmesi şart. Şimdi böylesine kararların alındığı, haksız rekabetin uygulandığı bir ülkeye, ne kadar ‘bürokrasiyi temizledik’ deseniz de, yabancı sermaye gelip yatırım yapar mı? Bakanlık bürokratlarının, Şeker Kurulu yetkililerinin bile, ‘Rakip şirketleri, bu kararla, yasalara uydular diye cezalandırmış olacağız’ dedikleri ama bir şey yapamadıkları bir durum...

Şimdi bu kararı ‘çoğunluk iktidarının bir nimeti’ olarak mı göreceğiz?

Öğrendiğimiz kadarıyla Başbakanlıkta, tepkiler üzerine, taslakta değişiklik yapılacak ama ‘kıyak’ aynı kalacakmış. Niyet aynı olduğu sürece emin olun; değişiklik, işi iyice karıştırır.
Yazının Devamını Oku

Dışarısı bozmazsa Merkez’in döviz alımı sürer

12 Mart 2005
<B>HAREKETLİ</B> bir haftanın ardından bankaların fon yönetimleri, dün sakin bir gün geçirdiler. Öğleden sonra, yaprak kımıldamadığı için iyice gevşeyip, önümüzdeki haftayı tartıştılar. Banka iktisatçıları da fon yöneticilerini ‘daha temkinli olmak’ konusunda, biraz daha fazla uyarmaya başladılar. Önceki gün bazı fonların kağıt satıp döviz talebi yaratması, biraz tedirginlik yarattı. Kısacası; hava değişmiş değil ama öyle anlaşılıyor ki; örneğin geçen haftaya kıyasla önümüzdeki hafta biraz daha temkinli olma gereğini duyacaklar.

Bir süredir IMF’yle anlaşmanın gecikmesinden rahatsız olanlar, torba yasaya IMF’nin takabileceğini düşünenler, AB’den gelen olumsuz haberlere takılanlar var ama bunlar da olumsuzluklara takıp takıp, ardından olumlu havanın sürdüğünü görünce, genel havaya kapılmaktan başka çare göremiyor.

Tedirginlikler birikmeye başladı ve bankacılar artık günlük olumsuzluklara ve piyasa hareketlerine daha temkinli yaklaşma gereği duymaya başladılar.

Daha doğrusu herkes bir geri dönüş bekliyor ama her harekette ‘geri dönüş şimdi mi?’ diye soranlar, yeniden hava yumuşayınca ‘demek ki daha sonra başlayacak’ deyip, günlük normal alım satımlarına geri dönüyorlar.

Bir bankacı gelinen noktada gözlerin tümüyle dışarıda olduğunu, dışarıdaki havanın bozulmaması halinde bir sıkıntı beklenilmemesi gerektiğini söylüyor.

Aynı bankacı, ‘Yine piyasa sakinleşti. Merkez Bankası herhalde çektiği dolarların neticesini bir süre daha izler. Ama görünen o ki; dışarıdaki hava böyle gittiği sürece, Merkez Bankası döviz alımlarına bundan sonra da devam etmek zorunda kalır’ yorumunu yaptı.

Yabancılarla çalışan bir başka bankacı ise, faizlerin 15.98’e kadar düştüğünü hatırlatarak, bu oranlardan artık yabancılara alım tavsiyesinde bulunmadıklarını söyledi.

Hem bono faizlerinin hem hisse senedi fiyatlarının geldiği seviyenin beklenenden olumlu olduğunu kaydeden aynı bankacı, bu değerlerin tümüyle yabancı fon akımlarının seyri nedeniyle yakalandığını ifade etti. Dışarıda bozulma havası olmadığını kaydeden aynı bankacı, ‘Dışardaki bozulmanın zamanlamasını tahmin etmek çok güç, bir bozulma olmasını herkes bekliyor ama şimdi değil gibi gözüküyor’ dedi.

BANKALARIN REZERVİ DÜŞÜYOR

Önceki gün bir-iki fonun kağıt satıp döviz almasıyla, Merkez Bankası müdahalesiyle kıpırdamayan kurların biraz yukarı çıktığını kaydeden bankacılar, bu arada vatandaşların da döviz bozdurduğunu, kurun yeniden yumuşamasında bunun etkili olduğunu söylediler.

Bir bankacı vatandaşın çıkış seyri olduğunda aynı gün döviz satıp, daha sonraki günlerde yeniden beklemeye girdiğini belirterek, vatandaşın sattığı dövizin nerede park edeceğinin önemli olduğunu kaydetti.

Bankaların serbest döviz rezervinin birara 11.5 milyar dolar düzeyine çıktığını kaydeden aynı bankacı, şu sıralarda bu serbest rezervin 8 milyar doların altına indiğini kaydetti. Dolayısıyla bankalardan vatandaşların almasıyla çıkan dövizlerin, sonuçta yabancılar ve Merkez Bankası tarafından satın alındığının ortaya çıktığı anlaşılıyor.

Aynı bankacı geçen yıl Nisan ayındaki harekette bankaların serbest rezervlerinin düşük olduğunu hatırlatarak, ‘bankaların serbestçe kullanabilecekleri döviz 4.5 milyar dolarlara gerilediğinde, dövizdeki hareketler daha sert olmaya başlar’ dedi. O zaman dövize talep olduğunda kurların daha hızlı seyredeceği anlaşılıyor.

Kısacası; içerdeki kurların ve faizlerin seyri artık tümüyle dışarıya, ABD faizlerinin ne olacağına, petrol fiyatlarının uluslararası ekonomileri, enflasyonlarını nasıl etkileyeceğine, buna bağlı faizde nasıl kararlar alınıp, fon akımının değişip değişmeyeceğine bağlı gibi...

Dışarıdaki hava olumlu olmaya devam ettikçe, içeride döviz talebi olmadığı için Merkez’in döviz almasından başka çare görünmüyor. Merkez bunu yine döviz müdahaleleri ile mi yapar yoksa , ihale miktarlarını mı artırır, bekleyip, göreceğiz...
Yazının Devamını Oku

Merkez artık kur seviyesine de bakıyor

10 Mart 2005
<B>DÜN</B> öğlen saatlerinde Merkez Bankası’nın döviz müdahalesi başladığında, İstanbul’da bir bankanın fon yöneticisi ile beraberdim. Dolayısıyla saatler boyunca konuştuğumuz kurun seviyesine müdahale olup olmayacağı, Merkez Bankası’nın sabahtan yaptığı 1 puanlık faiz indirimiyle yetinip yetinmeyeceği konuları, gelen telefonla zaten yanıt bulmuş oldu.

Müdahalenin ilk dakikalarını bir dealing room’da izlerken, her şeyden önce fon yöneticilerinin epeydir özledikleri ‘adrenalin’e kavuştukları zaman nasıl canlandıklarına şahit oldum. Bankalarda fon yönetimi yapmış tüm kişilerde operasyon anında gördüğüm canlılık, birdenbire bütün dealing room’a özellikle de döviz işlemi yapan dealarlara sıçramıştı.

Aynı canlılığın Merkez Bankası’nda da yaşandığını, hatta banka dışında olan Merkez Bankası yöneticilerinde de yaşandığını, uzaktan sürekli, telefonlarla gelişmeleri izlediklerini de görmedim ama adım gibi biliyorum.

Aslında bu hareket bankacıların bir süredir beklediği bir hareketti.

Pazartesi günkü yazımızda Merkez Bankası’nın hem faiz indirimi yapıp, hem de dövize müdahale edeceği yolundaki beklentimizi yansıtmıştık. O zamana kadar piyasalarda yarım puanlık faiz indirimi satın alınmışken, 1 puanlık indirim olabileceğini tahmin etmiştik. Haftanın ilk günlerinde piyasalarda bu 1 puanlık faiz indirimi de satın alındı.

Sadece faiz indiriminin piyasaları kesmeyeceğini, bizce hem bankacılar hem de Merkez Bankası biliyordu. Merkez Bankası faiz indirim kararıyla birlikte neden sabah saatlerinde döviz alımına başlamadı, bankacılar da bunu bilmiyor ama ‘bunun devamının geleceği’ konusunda hemen herkes hemfikir.

İHALE MİKTARLARI DA ARTABİLİR

Çünkü ‘kur seviyesi’ artık herkesin sorunu olacak kadar düşük bir seviyeye geldi. Bir bankacının dediği gibi ‘Hep kura müdahalenin mümkün olduğunca yapılmayacağı söyleniyor ama gelinen noktada kura müdahale etmemek asıl müdahale olmaya başladı’.

İşte Merkez Bankası da, bir süredir, kendisiyle sürekli temasta olan bankacılardan edindiğimiz izlenime göre, ‘Kura müdahale etmiyoruz’ söylemini bırakmış durumda. Bankacılar, Merkez Bankası yetkililerinin şimdiye kadar sürekli olarak, ‘Kurun seviyesine müdahalemiz yok, müdahale volatiliteye’ dediğini hatırlatarak, son günlerde Merkez Bankasının da bu söylemi bıraktığını kaydettiler. Merkez Bankası yetkileriyle görüştüklerinde artık, ‘kurun seviyesine müdahale yapamayız’ cümlesini duymadıklarını kaydeden bankacılar, ‘Dövizde sürekli bir satıcı var, bunun karşılığında alıcı olmadığı için sürekli kur düşüyor. Merkez Bankasının alıcı olmaktan başka çaresi yok’ yorumunu yaptılar.

Bu yazının kaleme alındığı saat 16.00 sıralarına kadar Merkez Bankası’nın yaptığı alımlar ancak 300-400 milyon dolar seviyesinde tahmin ediliyordu. Bankacıların beklediği ise akşam saatlerinde Merkez Bankası alımlarının artacağı yönündeydi.

‘Ne kadar satın alır?’ diye sorduğumuzda aldığımız yanıt ise, ‘2-2.5 milyar doları bulabilir’ oldu. Bunun hepsini bir günde mi alır, zamana yayar mı bilmiyoruz ama epey alacak gibi...

Bu arada bankalardaki bir başka beklenti de; ‘Yüksek alımların ardından Merkez Bankası’nın günlük döviz alım ihalelerindeki miktarları da artırabileceği’ yolunda.

Yani; ‘kur seviyesi artık Merkez Bankası’nın da bir işi’ olarak görülüyor.

Bu nedenle, ya yüksek döviz alım müdahaleleri devam edecek, ya da önümüzdeki günlerde ihalede aldığı miktarları artıracak gibi gözüküyor. Ya da ikisini birden...

Bizce Merkez Bankası, ileride ekonomik dengelerin zora girmemesi, dolayısıyla enflasyonla mücadele için de, kur seviyesine artık bakmak zorunda. Bu nedenle; iyi yaptı...
Yazının Devamını Oku