Erdal Sağlam

TMSF’nin satışlarına bakış

22 Şubat 2005
TASARRUF Mevduatı Sigorta Fonu’nın (TMSF) 52.5 milyon dolara aldığı oteli, 25.3 milyon dolara satması, son günlerin önemli konularından biriydi.Tartışmalara bakıldığında eleştirilerin ‘Niye zamanında bu kadar yüksek bedelle satın alınmış’ noktasında yoğunlaştığını gözlüyoruz.Başka zaman olsa, acaba ‘Niye bu kadar ucuza satıldı?’ noktası mı önde olurdu diye düşünmeden de kendimizi alamıyoruz.Düşünülmeyen ya da düşünüldüğü halde üzerinde durulmayan bir nokta da ‘dönemlerin kendine has özelliği’. Belki o dönemde bu oteli 52.5 milyon dolara satın alma kararı verenler bugün olsalardı, şimdiki yönetim gibi otelin 25.3 milyon dolara satılmasına razı olacaklardı. Ya da tam tersi; şimdi görevde olup 25.3 milyon dolara satış kararı verenler o dönemde olsalardı, 52.5 milyon dolara satın alma kararı da vereceklerdi. Yani aynı kişiler de olsa dönemin özelliğinden ötürü verilecek kararların, önceliklerin değişeceğini görmek gerekiyor.Biliyoruz ki, daha Koçbank talip olmadan, Yapı ve Kredi Bankası’nın kamu tarafından atanan yönetim kurulu, bankanın turizm iştiraklerini, defter değerinin altında talepler geldiği için, iyi olduğu söylenen fiyata rağmen, satma kararı vermeye cesaret edememişlerdi. Şu anda bankaların bilançolarında, ‘eğer satsalar bilanço değerini yakalamayacak’ çok sayıda iştirak, gayrimenkul olduğunu, herkes biliyor.O dönemde yeniden sermayelendirme, enflasyon muhasebesi derken, gayrimenkullerin ve iştiraklerin, hele o dönemin değerlerine kıyasla, çok fazla değerlendirildiğini ve bilançoların bir ölçüde şişirilerek kurtarıldığını bilmeyen var mı?Yani ‘şimdikini kurtarmak için geçmişi karalamak’tan kaçınmak, bankacılığın, kriz dönemi ve şimdiki koşullarının birlikte değerlendirilip, öyle yargılarda bulunmak gerekiyor.Bizce mevcut TMSF yönetimi cesaret gösterip, bir an önce tahsilat yapmak için, defter değerinin altında da olsa, bu satışa izin vermiştir. En azından cesur bir davranıştır ama bu geçmişteki TMSF yöneticilerinin ‘malı yüksek değerine satın alıp, bazılarının kayırıldığı’ anlamına da gelmez. Ekspertiz raporları doğrultusunda yapılan alım ve satımlar vardır. Tek bir alıcı olmasına rağmen satış yapılmıştır ve kimse örneğin ‘Başka ucuza satışlar olacak da şimdiden bunun yolu mu açılıyor?’ diye sormuyor. Bu olaya tek taraflı bakmamak gerektiğini düşünüyoruz. İşin içinde ne olduğunu çok taraflı bakılmalı ama ‘peşin adam harcama’dan da vazgeçilmeli.TEŞVİKTE GERİ ADIMGeçen hafta ekonominin gündemindeki bizce en önemli konu ise IMF’yle ilişkiler ve teşvik yasası idi. Başından beri söylediğimiz gibi; Hükümetin IMF’yle anlaşma yapmamama gibi bir lüksü bulunmuyor. Bu nedenle de teşvik yasasında da, daha önce üzerinde mutabık kalınan gelir-harcama kalemlerinde de, bir anlaşmaya gidilmesi kaçınılmazdı.Bizce Hükümet ‘işler iyi gidiyor rehaveti’ne kapılmak üzereydi ki; IMF hálá bir program uygulanması gerektiği, bu nedenle mali disiplinin kaybedilmemesi gerektiği konusunda gerekli uyarıyı yaptı. Yani yine ‘raya çekme tartışması’ yaşandı.Bu tartışma aslında hálá bitmiş değil. Ancak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı temaslardan alınan izlenim, ‘Bu işin mevcut yatırımlara teşvik verilmeyerek çözümü’ne gittiğini gösteriyor. Böylece asıl yükü getirecek olan teşvik de ortadan kalkmış olacak.Ancak bu tartışmaların burada bitmesini beklemiyoruz. Aslında bitmemesi de gerekir... IMF işin sadece ‘harcama-gelir’ durumuna bakıyor olabilir ama Hükümetin olaya daha uzun vadeli ve daha geniş perspektifle bakması gerektiğine inanıyoruz.Yani biran önce Türkiye’nin yatırım haritasının çıkarılıp, destek verilecek bölge ve sektörlerin detaylı haritasının çıkarılması gerekiyor. AB ile müzakerelere hazırlanılan bu dönemde, bu analizlerin önemi daha da büyük. Daha sonra gerekirse AB ile pazarlık yapılıp, Türkiye’nin farklı teşvik sistemine geçmesi, yani geleceğini şimdiden planlaması gerekiyor. Hükümet umarız artık bu gerçeği görmüştür ve bu gerçeğe göre davranır...
Yazının Devamını Oku

Bankalar 10 yıl vadeli Hazine kağıdına sıcak bakmıyor

21 Şubat 2005
<B>GEÇTİĞİMİZ</B> cuma günü Ankara’da, Halkbank’ın ev sahipliğinde, aylık<B> Piyasa Yapıcıları Toplantısı </B>yapıldı. 1,5 saatle, belki de en kısa süren piyasa yapıcısı toplantılarından biri oldu. Toplantıya katılan bankaların fon yöneticilerinin çok fazla soru sormadıkları, bu nedenle tartışmaların fazla olmadığı bu toplantıda, daha çok, Hazine’nin 10 yıl vadeli YTL Eurobond tahvil ihraç planı tartışıldı.

Tartışmalar sonucunda bankacıların çoğunun 10 yıl vadeli bu kağıda sıcak bakmadıkları izleniminin çıktığı öğrenildi. Bilgi veren bankacılar, herşeyden önce 10 yıl vadenin çok uzun olduğunu, böyle bir kağıdı ancak yabancıların alabileceğini söylediler. Son çıkılan 5 yıl vadeli fiks faizli kağıdın bile, yerli bankalar tarafından az miktarda alındığını kaydeden bankacılar, mevduat yapısının 5 yıllık, hele hele 10 yıllık kağıda izin vermediğinin altını çizdiler.

Bu arada 10 yıl vadeyle çıkarılacak bu kağıtları alıp ellerinde tutacak yabancılar ile yerliler arasında vergi açısından bir farklılık doğacağını kaydeden bankacılar, bu vergi sorununu da Hazine yetkililerine ilettiler.

Özetle; bankacıların içborçlanmada vadenin uzatılması için 10 yıllık bu kağıtların düşünüldüğünü ama bunların başarı şansının düşük olduğunu, üstüne üstlük vergi gibi önemli sorunlar doğabileceğini düşünüyorlar ve bu düşüncelerini Hazine’ye ilettiler.

Yanısıra Hazine’nin geçenlerde ihraç ettiği 5 yıl vadeli kağıtlara talep olduğunu ama bundan sonra bu kağıtların şansının da çok yüksek olmayacağını belirten bankacılar, Hazine’nin de 5 yıl vadeli fiks faizli içborç tahvilini fazla satmak istemediğini kaydettiler. Hazine’nin bu fiks faizle uzun süreli kendini bağlamak istemediği, ileride enflasyon ve faizlerin düşeceği varsayımıyla, şimdiden bu kadar yüksek faiz yüküne gerek olmadığı fikrine sahip olduğunu ve bunda haklı olduğunu söylediler.

Bankacıların borçlanmada vadenin uzatılması için, gerekirse daha önceki uzun vadeli dış borçlanma kağıtlarından çıkarılması görüşünde oldukları görülüyor.

Bu arada aynı piyasa yapıcıları toplantısında, Hazine’nin fazla faiz yükü almamak için, uzun vadeli kağıtlarda FRN yani değişken faizli kağıt ihraç etme düşüncesini de bankacılarla tartıştığı öğrenildi. Hazine yetkililerinin bankacıların, ‘FRN kağıtların 3 yıl mı, yoksa 5 yıl vadeyle mi çıkılması’ konusundaki fikirlerini almak istediği, bankacıların neredeyse yarısının 3, yarısının ise 5 yıllık kağıt yönünde görüş belirttikleri öğrenildi.

Bu toplantıdan sonra Hazine’nin 5 yıl vadeli değişken faizli tahvil ihracı açıklaması yaptığını da biliyoruz. Yani Hazine tercihini 5 yıldan yana kullanmış oldu.

HAZİNE : IMF’YLE ANLAŞMA İMZALANIR

Bu arada fazla üzerinde durulmamış ama aynı toplantıda IMF’le stand-by anlaşmasının akibeti konusunda da bankacılardan soru gelmiş. Hazine yetkililerinin , bu sorunun geleceğini bilerek, kendi üst yönetimlerine konuyu sorduklarını belirterek, ‘Bize söylenen teşviklerle ilgili yasanın alt komisyona gitmesi, IMF’le üzerinde mutabık kalınacak konuları tasarıya dahil etmek içinmiş. Yanısıra Gelir İdaresi ve bankacılıkla ilgili yasa tasarılarının da son şeklini almak üzere olduğunu belirttiler’ bilgisini bankacılara aktarmışlar. IMF’in şartlarından Sosyal Güvenlik Yasasının akibeti sorulduğunda ise, ‘O da gelecek hafta sonunda bitip TBMM’ye gidecekmiş. Zaten bu yasanın TBMM’ye gitmesi yetiyor’ yanıtını almışlar.

Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız bankacılar, bu toplantıda kurlarla ilgili bir tartışma olmadığını söylediler. Merkez Bankası yetkililerinin de toplantıda olduğunu ama bu konunun gündeme gelmediğini kaydeden bankacılar, ‘Zaten Merkez Bankası ile sürekli konuştuğumuz bir konu olduğu için, burada gündeme gelmedi’ dediler.

Buna karşılık bankacıların önümüzdeki hafta vergi ödemeleri nedeniyle döviz bozdurma hareketi olacağı için, döviz kurlarının daha da aşağı inmesinden çekindiklerini gözledik.

Bir bankacı, ‘Merkez Bankası’nın gerekirse daha yoğun olarak piyasaya girmesi gerektiğini, aksi takdirde bu seviyelerin altının ileriye dönük tehlike yaratacağı’ görüşünü belirtti.
Yazının Devamını Oku

Partiden atanan bürokratlar

19 Şubat 2005
<B>BAKAN </B>olduğu zaman, en yakın çalışma arkadaşı olması gereken özel kalem müdürlerini, o zamana kadar hiç görmemiş, en azından 10 bakan olduğunu biliyor musunuz? Abartmıyorum... Gerçekten de ‘kabinenin çoğu’ diyebileceğimiz kadar çok sayıda bakan, göreve geldiklerinde özel kalem müdürlerini kendileri atayamadılar. Bakanların özel kalem müdürleri dahil, çalışacakları bir çok bürokratın parti tarafından atanmasından şikayet ettiğini, Ankara’da bu işle ilgilenen hemen herkes iyi biliyor. Bakanların, bu yakınmalarında çarpıcı olsun diye, ‘özel kalem müdürümüzü bile kendimiz seçemedik’ örneği verdiklerini biliyoruz.

Hálá, bazı bakanlar görüşmelerinin bir bölümünü makam odası dışında yapmayı, ya da gece geç saatlerde görüşmeler yapmayı tercih ediyor. Bunun nedenlerinden biri de; yapacakları görüşmelerin, özel kalem müdürleri başta olmak üzere, partiye rapor edilmesinden korkmaları... Bazıları dışarıda buluşma nedeni olarak, yakın gördüklerine, ‘özel kalem müdürü görmesin’ diye açıkca söyleyebiliyor.

Bir Bakanın bu ortamda çalışıp verimli olabilmesi mümkün mü? Bunu içine sindirenler, yukarıdan gelen mesajlara göre bakanlıklarını yürütmeyi içine sindirenler, tabi ki bu duruma ses çıkarmıyor. Ancak bakanların tümüne birden haksızlık da yapmamak gerekiyor. Daha deneyimli olan, daha güçlü olan, devlet işlerini iyi bilen bazı bakanlar, kendi özel kalemlerini de seçiyorlar, partiden o kadar fazla mesaj da kabul etmiyorlar...

AKP'nin bu eğilimi baştan beri biliniyordu ama Enerji Bakanlığı'ndaki son yolsuzluk olayı, bu konunun önemini bir kez daha öne çıkardı.

Mahkeme dosyalarına yansıyan bilgilere göre, suçlanan kişi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilen, bu nedenle göreve vekalet getirilen kişi. Aynı şekilde aracılık işi yapanlar da yine partiye ve bu kişiye yakın kişiler.

Mahkeme dosyalarına yansımayan kulis haberlerine göre ise; bu atamayı asıl yaptıran kişi, partide atamalardan sorumlu üst düzey görevde bulunan siyasetçi. Suçlanan bürokratın bu siyasinin yakını olduğu, bu siyasinin çocuklarıyla aracılık yapan kişinin yakın iş ilişkileri içinde bulunduğu söyleniyor. Aynı siyasinin ‘sınır dışı ilişkileri’ de dikkat çekiyor..

Yani; yolsuzluklar konusunda hep yakınılan, Başbakanın bile ekonominin bu duruma düşmesi konusunda gerekçe gösterdiği, ‘siyasetçi-bürokrat-işadamı sacayağı’nın çok somut bir örneği, son enerji yolsuzluğuna da damgasını vurmuş durumda.

Peki, yolsuzluk düzenine davetiye çıkaran ortamı, ilişkileri kim yarattı? Tabi ki, daha önceki iktidarlar gibi, şimdiki iktidar da olanlardan birinci derece sorumludur.

Bunun da ötesinde Türk bürokrasisi içerisinde, bu kadar yoğun, parti atamaları dönemi yaşanmamıştı. Hakkıyla göreve gelenler oldu ama onlar da, ‘kurunun yanında yaş da yanar’ misali, ‘parti ataması’ olarak nitelendirildi. Yani kaliteli bürokratlara da yazık edildi...

Bunun da ötesinde sistemli olarak ‘siyasetin yeniden her işin içinde olduğu bir düzene’ geri dönme çabaları görülüyor. İhale Yasası bu nedenle değiştirilmek isteniyor, yolsuzluklarla mücadele konusunda büyük katkı yapması beklenen ‘bağımsız kurumlar’ sistemi çürütülüyor. Son taslak ile bağımsız kurumların yeni oluşan bağımsızlıkları ellerinden alınıyor. Buralara yoğun ‘parti atamaları’ yapılıyor. Yani eski sisteme geri dönme çabası yoğunlaşıyor.

Bunun yanında artık ‘kayıtdışı ekonomi ile mücadele’ zamanı geldiğini herkes biliyor, işsizliğe çözüm olacak doğrudan yabancı sermayenin ancak bu mücadele verildiğinde geleceği biliniyor ama somut adımlar türlü atılmıyor.

Ekonominin sağlıklı temele oturması için gereken yapısal tedbirler savsaklanıyor.

Yani, bilinçli ya da bilinçsiz, yolsuzluk üreten ‘siyasetçi-bürokrat- işadamı’ sacayağı, yeniden güçlendiriliyor. Bir anlamda yolsuzluk düzenine davetiye çıkarılmış oluyor.

O zaman da bu yanlışları yapanların, kamuoyunun önüne çıkıp, ‘tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmem’ deme imkanları da ortadan kalkıyor.
Yazının Devamını Oku

AB'ye üyelikte Ukrayna tehdidi

17 Şubat 2005
<B>BİR</B> yandan AB’ye tam üyelik sürecinde nerede olduğumuz, örgütlenmede geç kalıp kalmadığımız tartışılırken, öte yandan da AB’ye olası yeni katılımların Türkiye’nin yolunu kapayıp kapamayacağı da tartışma konusu olmaya başladı. Son dönemde, yüzünü Batı’ya dönmesiyle birlikte, Ukrayna’nın AB’ye üyeliği gündeme geldi. Ukrayna’nın üyeliği ile birlikte de Türkiye’nin durumunun ne olacağı da...

Dün Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından, AB müzakere sürecine ilişkin bir toplantı yapıldı. Toplantının açılış konuşmasını yapan TOBB Başkan Vekili Mehmet Balduk, konuşmasında Ukrayna tehdidine dikkat çekti. Bulgaristan ve Romanya’nın 2007 yılında AB’ye tam üyeliğinin planlandığını hatırlatan Balduk, ‘Soru işareti Avrupa Birliği’nin Ukrayna’dan gelebilecek bir başvuruya verebileceği cevap ve bu cevabın Türkiye’nin müzakere sürecine dolaylı etkileridir’ dedi.

Avrupa Parlamentosunun bir süre önce kabul ettiği tavsiye kararında bu ülkenin üyeliğine sıcak baktığını ortaya koyduğunu kaydeden Balduk, Birlik üyesi ülkelerinin bir bölümünün de aynı tonu tercih edeceğinin tahmin edildiğini söyledi. Balduk, ‘Bu tür olası gelişmeler ülkemizin müzakere sürecinde bir an evvel ilerleyerek, birliğin daha güç gerçekleşecek sonraki genişlemelerinin menfi ve geciktirici etkilerine maruz kalmamasının sağlanmasını gerektirmektedir’ dedi.

Balduk, bu nedenle bir an önce ev ödevlerini yapmak, tamamlamak gerektiğini anlatırken, toplantıya katılan hemen herkes, geç kalındığının altını çizdi. Brüksel Üniversitesin’den Ali Bayar ise geç kalındığını, 17 Aralık’ta yeşil ışık yanmasına rağmen garda bekleyen trenin hareket edemediğini söyledi. Bayar, trenin lokomotifini yürütecek Hükümetin, hálá çeşitli hazırlıklarla vakit geçirdiğini, biran önce treni hareket ettirmesi gerektiğini söyledi.

Bayar, konuşmasında bunun bir müzakere süreci olmayacağının tekrar tekrar altını çizerek, bunun uyum süreci olduğunun topluma da iyi anlatılması gerektiğini söyledi.

DERİN REFORM SÜRECİ

Bayar, bu süreci bir devrim olarak nitelerken, bu süreçte yarar görenler gibi zarar görenler olacağını, sürecin zorlu geçeceğini söyledi. Bayar, bu süreci ‘Derin reform süreci’ olarak da nitelendirdi.

Bayar gibi diğer konuşmacılar da bu sürecin zorluğuna dikkat çekip, bir an önce harekete geçmek, özel sektörün bu süreçte etkin rol alması gerektiği düşüncelerini ortaya koydular.

TOBB Başkan Vekili Mehmet Balduk konuşmasında, son dönemde yerine getirilmeyen yapısal tedbirlere de değindi. Önümüzde, aralık ayından öncekiyle kıyaslandığında iş dünyası için zor bir sürecin bulunduğunu söyledi. Gelinen noktanın sürdürülebilir olmadığının açık olduğunu, ekonomide son dönemde meydana gelen iyileşmenin ekonominin artık iyi olduğu anlamına gelmediğini kaydeden Balduk, şunları söyledi.

‘Türkiye ekonomisi toparlanma sürecinin sonuna gelmiştir. Borçların çevrilmesi diye bir problemimiz, bugün için yoktur. Ancak büyüme ve istihdam diye iki büyük problemimiz vardır. Üstelik pozitif büyümenin istihdam anlamına gelmediğini de idrak etmiş durumdayız’

Mevcut büyüme sürecinin sürdürülebilir olmadığının açık olduğunu kaydeden Balduk, sürdürülebilirliğin temelinin başlayan reform sürecinin derinleştirilerek devam ettirilmesi olduğunu kaydederek, ‘bugün ayak sürüdüğümüz alan da burası’ dedi.

Balduk ‘Ekonomimizi kamu kesimini ve şirketlerimizi kurumsallaştırmak, günün temel şiarıdır, Avrupa Birliği Türkiye açısından bakıldığında kurumsallaşma demektir. Kurallara dayanan ekonomi demektir. İstediğimiz budur’ şeklinde konuştu.

AB konusunda herkes bir şeyler yapmaya çalışırken, hükümet artık gecikmeye başladı...
Yazının Devamını Oku

Teşvikten yararlanan da memnun değil ama

15 Şubat 2005
<B>TEŞVİK</B> sorunu giderek büyüyor. IMF’nin kendisine sorulmadan genişletilen ve bütçeye maliyeti sorun olacak teşvik sistemine karşı çıkmasının ardından, teşvik kapsamına giren Doğu ve Güneydoğudaki iller bile bu teşvik sistemine karşı çıktılar. Yani; teşviki alan da almayan da, işadamları kuruluşları da, IMF de, yani herkes mevcut sistemi eleştiriyor. Buna karşılık hükümetin mevcut sistemdeki ısrarı devam ediyor.

Bütün bu tartışmalar yoğunlaşırken, IMF’nin de en çok yakındığı, ‘49 ildeki mevcut yatırımların da teşviklerden yararlandırılması’ndan vazgeçilebileceği kaydediliyor. Teşvik sistemine karşı çıkan bakanlar olduğu biliniyor ama bu sistemde Başbakan Tayyip Erdoğan ısrar ediyor. Başbakanın inadı kırıldığı takdirde, mevcut sistem değişikliğe gidilebileceği, mevcut yatırımların teşviklerden yararlandırılmasından vazgeçilebileceği kaydediliyor.

Halbuki daha bilimsel bakıldığında, mevcut sisteminin tümüyle yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacı ortaya çıkıyor. Teşvik alan milli geliri düşük iller, herkese yani 49 ile birden aynı teşviklerin verilmesi nedeniyle, kendi illerine yatırım gelmediğini, yani geri kalmış yörelere yatırım yapılmasının sağlanamadığını söylüyorlar. Halbuki Başbakanın bu teşviklerden umduğu ve açıkladığı yarar ‘gelişmemiş yörelere yatırımın gelmesi’ idi...

Doğu ve Güneydoğu bölgesinde aralarında Bitlis, Şırnak, Muş, Bingöl, Hakkari, Kars, Bingöl, Ağrı, Batman gibi milli geliri bin doların altında ve teşviklerden yarar görmediğini belirten 19 il, bu sistemde ısrarcı olunması halinde kategoriden çıkmak için Başbakan'a müracaat edeceklerini söylüyorlar. Yani kapsama sokulan iller diyor ki; ‘Biz böyle teşvik istemiyoruz’.

O zaman bu yanlıştan biran önce dönülmesi gerekiyor. Eğer amaç geri kalmış yörelere yatırım yapılması ise, selektif, yörelerin özelliklerine göre farklı teşvik uygulamalarına gitmek gerekiyor Bunun için de TOBB ve TÜSİAD başta olmak üzere işaleminin istediği ‘sanayi envanteri’ çalışmasını yapıp,hangi yörelerde hangi yatırımların teşvik edileceği, gerçekten teşvik için ne gibi özendirici önlemlerin uygulamaya sokulacağının belirlenmesi gerekiyor.

Bizce IMF’nin itirazından da bağımsız olarak teşvik sisteminin değiştirilmesi gerekiyor Herkes eleştirdi ama sistem değişmediği gibi aksine aynı yanlış sistem genişletilmeye çalışıldı. Şimdi buna rağmen yani zaten değişmesi gereken sistem için bütçeyi bozmanın, IMF’yle sorun çıkarmanın hiçbir anlamı yok. Umarız bu vesile ile bir an önce sistem değişikliğine gidilir...

İŞ ALEMİ İSYANDA

Teşvik kapsamına girmeyen iller ise doğal olarak bu sisteme tepki gösteriyorlar. Gaziantep ve Samsun, dört bir tarafları teşvikli illerle çevrildiği için, en zor durumda kalanlar. Hem ilinde hem de TOBB bünyesinde çağdaş, etkili çalışmalar yapan Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer ile görüştüğümüzde, illerinde sanayicilerin haklı olarak bu sisteme büyük tepki gösterdiklerini ve yönetici olarak kendilerinin de zor durumda kaldığını söylüyor.

Son dönemde en fazla yatırım alan illere bakıldığında 36 il içinden batı illerinin öne çıktığını anlatan Koçer, batıya ve doğuya aynı teşviklerin verilmesinin bu sonuca yol açtığını söyledi. Şimdi bu yanlış üzerine 13 il daha konulduğunu söyleyen Koçer, "Doğu'ya gitmeyi düşünen varsa da gitmez. 36 ilin 25'ini kaybedeceğiz. 36 ilden 8-9'u, yeni girecek 13 ilin ise 6 - 7'sı olmak üzere toplam 15 - 16 ile teşvikler yarayacak. Sonuç olarak bakıldığında bu teşvikler bölgelerarası gelişmişlik farkını mı giderdi?" diye sordu.

Diğer bir yanlışın ise Gaziantep'e teşvik verilmezken 4 bir yanındaki illere teşvik verilmesi olduğunu anlatan Koçer, "Ben soruyorum. 20 yıldır tek kuruş teşvik almadan müteşebbisinin gücüyle, kendi başarısıyla ayağa kalkan bir ile teşvik verilmezken 4 bir çevresine teşvik verilmesi haksız rekabet değil mi?". Doğu'yu Güneydoğu'yu kabul edebileceğini, Suriye'de Halep'in dahi yüksek teşvik verdiğini, sanayicilerin o bölgeye kaydığını anlatan Koçer, "Teşvik haritasına bakıldığında 4 yanı teşviklerle sarılı iki şehir var. Biri Samsun biri Gaziantep. Onların bir tarafı deniz, bizim Halep" diye konuştu.
Yazının Devamını Oku

Yine ek önlem konuşacağız

14 Şubat 2005
<B>IMF</B>’le ilişkiler yine savsaklandı, artık adet olduğu üzere, yine son dakikaya gelindi. Başbakan Yardımcısı <B>Abdüllatif Şener </B>bu hafta, Bankalar Yasasında değişiklik öngören yasa ile, Gelir İdaresine ilişkin yasanın TBMM gündemine geleceğini söyledi. Bunun dışında sosyal güvenlik yasa tasarısının da TBMM gündemine gelmesi gerekecek.

Kısacası; bugün yapılacak Bakanlar Kurulu’nun gündemi yine ekonomi ağırlıklı olacak.

Bu toplantıda yasalarda gelinen noktayla birlikte, Hükümetin vereceğini açıkladığı, IMF’in karşı çıktığı teşvikler de masaya yatırılacak. Açıklanan teşviklerin hepsinin verilmesi halinde 3-4 katrilyonluk ek tedbir gerektiği, bunların nereden karşılanacağı, bunları vermekten vazgeçilmesi ile getirilecek ek önlemlerin maliyetleri de herhalde bu toplantıda tartışılacaktır.

Görünen o ki; IMF daha önce saydığı, ekonomi yönetiminin kabul etmiş göründüğü ama sonradan çarkettiği bazı konularda, taviz vermez bir tutum sergileyecek. Bu nedenle bizim tahminimiz o ki; başta ‘49 ile çıkarılan teşviklerin mevcut yatırımlara da uygulanmasından vazgeçilmesi’ olmak üzere, açıklanan bazı teşviklerin uygulanmasından vazgeçilecek ya da bunlar ‘ertelendi’ diye açıklanacak.

Bunun yanısıra özellikle çiftçilere dönük bazı teşviklerden vazgeçilmeyeceğini, ya da bir bölümünden vazgeçilmeyeceğini tahmin ediyoruz. Bunlar her iktidarın sevdiği mazot- gübre destekleri olabilir. Belki bu destek azaltılabilir ama tümüyle vazgeçilmesini beklemiyoruz.

Dolayısıyla bazı ek harcamalardan vazgeçilirken, bazılarından vazgeçilmeyeceğini, ek kaynak ihtiyacının 1-2 katrilyon liraya indirilmesine çalışılacağını tahmin ediyoruz.

IMF BANKALAR YASASINDA KARARLI

Tabi bu ek kaynak ihtiyacı azaltılsa bile, yine de ek önlemlere ihtiyaç olacak. Bunun bir bölümünün bütçeden faiz ve personel dışında toptan kesintiler yoluyla karşılanmasına çalışılabilir. Çünkü artık yeni yeni vergiler koyup, yine akaryakıt, sigara içki vergilerini artırmanın sonuna gelindiğini, herhalde bakanlar ve Başbakan da görüyordur. Bu nedenle mümkün olduğunca yeni vergi koymadan işin çözülmesine çalışılacağını tahmin ediyoruz.

Peki bunlar yapılmazsa ne olur?

Bizce IMF ve Dünya Bankasıyla zaten gerilmeye başlanan iplerin daha fazla gerilmesine piyasaların tahammülü yok. IMF’in Financial Times açıklamasından sonra piyasaların havasının bozulmaya başladığı görülüyor. Haftanın son günlerinde 5 yıllık tahvil ve Moody’s açıklaması nedeniyle belki işler yeniden rayına girer gibi gözüktü ama, altında daha temelli bir şey yoksa, bu geçici olur. Yani IMF’le yeni stand-by anlaşması artık kesinleştirilmezse işler tersine dönebilir. Bizce piyasaların yeniden iyiye dönmesindeki en büyük neden ‘Hükümetin IMF’le anlaşma konusunda olumlu tutumunun dış piyasalardaki oyunculara yansımış olması’dan kaynaklanıyor. Yani Moody’s, bir yerlerden tüyo almasa,tam da bu kritik dönemde not artırımına gitmez, beklerdi. Tedirgin olup geri dönmeye başlayan yabancılar da yeniden alıma geçmezlerdi.

Bu nedenle, bir yandan bütçe disiplinini yeniden sağlayan, yani harcamaları kısıp, ek harcama gerektiren teşvikler için de yeni kaynak arayışının artık somutlaşacağı bir haftaya şahit olacağız. Bu tedbirler için takvim yine sıkıştdı.

Öte yandan ise yasalaşması gereken Gelir İdaresi Yasa Tasarısı ve TBMM’ye gitmesi gereken Bankalar Yasası değişikliklerinde de, IMF’le artık mutabakata varmak gerekecek. Gelir idaresinde son rotüşlar bu hafta, bizce IMF’le masaya yatırılıp kesinleştirilir.

Bankalar Yasasıyla ilgili ise, BDDK yönetiminin bazı ‘grupsal dayatmalar’da ısrar ettiği görülüyor. Bu nedenle, BDDK’nın en kritik dönemde IMF ve Dünya Bankası ile arası bozuk. Ancak bizim öğrendiğimiz kadarıyla IMF tarafı özellikle denetimdeki murakıp tekelinin kırılması konusundaki görüşlerinde ısrar ediyor. Bu ısrarlarını ilgili Hükümet üyelerine de geçtiğimiz hafta tekrar aktarmış durumdalar.

Bankalar yasasında da, dananın kuyruğu bu hafta kopacak gibi gözüküyor.

Kısacası; önümüzdeki hafta hareketli bir hafta olmaya aday...
Yazının Devamını Oku

Tarımda iyi şeyler oluyor

12 Şubat 2005
<B>YILLARDIR</B> Türkiye’nin bir tarım politikası olmadığından sözedilir. Son dönemde bu anlamda tarımda iyi şeyler olduğunu söyleyebiliriz. Herşeyden önce Tarım Bakanlığı’na çağdaş bir yönetim ve bakışın gelmeye başladığını görüyoruz. Son dönemde politik kaygılardan uzak, çağdaş bir tarım politikası çizme ve ‘tarımın da AB ile bütünleşeceği gerçeği’ doğrultusunda önemli adımlar atılmaya başladı.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü’nün, AB’yle ilgili toplantı yapmadığı bir gün bile geçirmediğini biliyoruz. Aynı şekilde Müsteşarlığa getirilen deneyimli bürokrat Haşim Öğüt de, oluşturulan ekiple birlikte her gün AB ile ilgili çalışmalar içinde.

Herşeyden önce Tarım Stratejisi oluşturulmuş olması bile bir başarı. Bu strateji oluşturulurken Türkiye’nin tarımdaki rekabet gücünün artırılmasından, arazi toplulaştırılması ve verimin artırılması, ürün bazında planlama gibi hususlar ele alınmış. Bakanın akademisyen kökenli olması, sorunlara daha bilimsel ve sistemli bakmasını da beraberinde getiriyor. Yani tarımın yıllardır ihtiyacı olan bakış açısı, şu anda Bakanlığa egemen. Yıllardır tarımda sözlerini dinletemeyen konuyla ilgili aydınlar, akademisyenler artık işin içine çekilmiş durumda.

AB ile müzakerelerde tarımın hep sona kalacağı söyleniyor ama Bakanlık yönetimi, sona kalmayabileceğini, o nedenle hazırlıkların tamam olması gerektiğini söylüyor. Tarım müzakereleri eskiden 2 başlık altında toplanırken, şimdi 3 paragraf altında müzakere edilecek. Tarım ve Kırsal Kalkınma ve Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve bitki sağlığı ile Balıkçılık başlığı altında müzakere edilecek. Ancak araştırma, çevre, teşvikler gibi alt konular da Bakanlığı ilgilendireceği için, şimdiden bunlara da hazırlık yapılmaya başlanmış.

POPÜLİZM DGD’Yİ BOZMASIN

Tarım Bakanlığı cesur bir adımla, yanlış başlayan doğrudan gelir desteği (DGD) ödemelerini düzeltmek için de harekete geçti. Ancak bazı popülist söylemlerle, DGD’nin asıl amacına uygun yapılan değişikliklere karşı ucuz muhalefetin başladığını görüyoruz.

DGD, destekleme aracı olarak devam edecekse, yeniden yapılanma, çevre koruyucu ve teknolojiyi özendirici bazı koşulları da içermeli. DGD uygulaması yapan diğer ülkelere baktığınızda bu desteğin tarla bitkileri ile sınırlı olduğunu görüyorsunuz. Tarım Bakanlığı da bunu yaparak, baştan yapılan yanlışları şimdi düzeltme yoluna girdi.

DGD ödemesi kesilen meyve sebze için de kırsal kalkınma destekleri, Üretici Birlikleri Yasası destekleri devreye girdi. Bu ürünlerde çağdaş yöntemlere geçilirse, DGD’den çok daha fazla destek alacaklar. Örneğin seralar için DGD desteği çok küçükken, şimdi seralar çok daha etkin destekler alabilecekler. Bahçelerini yeni ürünlerle değiştirmek isteyenlere, damlama, sulama sistemlerini kurmak isteyenlere, pazarlama organizasyonu kurmak, araştırma yapmak isteyecenlara, bakanlığa başvurmaları halinde güçlü destekler verilecek.

DGD başladıktan sonra parayı alabilmek için bütün alanların tarla alanına dönüştürüldüğünü, taşlık arazilerin bile DGD desteği aldığını herkes biliyor.

Yani ‘her şeye teşvikin teşvik olmaktan çıktığı’, hazır para vermek yerine insanlara ‘balık tutmayı öğretmenin esas olduğu’ unutuluyor.

Ancak bu önlemlerle çağdaş bir tarım politikası uygulanabileceği, AB ile bütünleşmede daha az sıkıntıyla işlerin atlatılacağı, tarımda çalışan nüfus oranının azaltılıp, refahın yükseltilebileceği, tarımda verimin artırılabileceği, tarımın kayıt içine alınabileceği yok sayılıyor. Ucuz, günlük, popülist tepkilerle tarımın bu çıkmaza girdiği unutuluyor.

DGD desteğini de içine alacak biçimde, yeni, çağdaş bir tarım politikası uygulamasının başladığını görüyoruz. O nedenle bu çabaların desteklenmesi gerektiğine de inanıyoruz.
Yazının Devamını Oku

Ya teşvik verilmeyecek ya ek tedbir gelecek

10 Şubat 2005
<B>IMF</B>, Hükümetin popülist kararlarının ardı arkası gelmeyince, sonunda patladı. Bir yandan yeni stand-by anlaşmasının görüşülmesi için gereken yasal düzenlemeleri geciktiren Hükümet, öte yandan da harcama artırıcı kararlar açıklamaya başladı. Bunun üzerine hiç alışık olunmadığı biçimde, IMF Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp ‘Bu işin böyle yürümeyeceği’ anlamına gelen bir açıklama yaptı.

Bredenkamp’ın daha önceki, dozu düşük uyarılarını yazmıştık. Bredenkamp, Hükümetin kendilerine verdiği sözler bulunduğunu hatırlatıp, küçük küçük harcamaların yekün tutup mali disiplini etkiler hale gelmesi halinde gerekli uyarıları yapacaklarını söylemişti.

Hükümet sinyali yeterince alamadığı gibi, harcama artırıcı kararlarına devam etti. Gübre ve mazot desteği açıklaması, işin tuzu biberi oldu...

Bunun üzerine Bredenkamp, Financial Times’a uyarı dolu demeç verdi.

Bredenkamp’ın şimdiye kadarki uyumlu ve yumuşak tutumunu değiştiren bu açıklamanın ardından, IMF’nin uyarılarının devam edeceğini, hatta eleştiri dozunun biraz daha yükselebileceğini tahmin ediyoruz.

Bredenkamp’ın ardından, yakında IMF yönetiminden de, yani Washington’dan da bu tür uyarılar gelmeye başlarsa, sürpriz olmasın...

Aslında Hükümetin popülist harcamaları yeniden artırmaya başladığını, bunun üzerine bir uyarı gelebileceğini bir süredir söylüyorduk ama pek dinletemedik. Sadece Hükümet değil, gözlerini her türlü uyarı ve gerçek olduğunu bildikleri havayı bozacak haberlere kapamış olan piyasalar da, IMF’den böyle bir uyarı gelebileceğini pek dikkate almadı.

Aslında Bredenkamp’ın önceki günkü Financial Times’te yer alan uyarısının bile yeterince algılandığını düşünmüyoruz. Piyasaların tavrı hálá ‘Nasıl olsa anlaşma sağlanır, havamızı bozmaya gerek yok’ tavrı...

Merkez Bankası’nın bile, Bredenkamp’ın uyarılarını fazla ciddiye almayan, piyasadaki gibi ‘nasıl olsa anlaşma olur’ tavrı içinde olduğunu da söyleyebiliriz.

Umarız Hükümet bu uyarılara, piyasalar kadar kayıtsız kalmaz. Bu uyarıların devam etmesini beklerken, tepkilerin anında gösterilmeyip biriktirilmesinin, sonunda daha fazla zarar yaratacağı gerçeğini de tekrar hatırlamakta fayda var.

Şimdi Hükümetin önünde iki yol var: Ya ‘bol kepçe’ söz verilen teşvikleri veremeyecekler ya da bu teşviklerin yaratacağı ek harcamayı karşılamak için, gelir artırıcı ya da harcama kısıcı ek önlemler alacaklar.

Görünen o ki; ekonomi yönetimi yani ilgili bürokratlar hatta bakanlar, bol kepçe teşviklerin yaratacağı sıkıntıların farkındalar ama siyasi olarak bu tür kararlar alınmasını da engelleyemiyorlar. Şimdi, eğer yapılabilirse, bu teşviklerden çark etmenin daha doğru olacağı görüşündeler.

Çünkü biliyorlar ki; bu sayılan teşviklerin hepsi verildiği takdirde, oldukça büyük ek paketler açılması gerekecek, ki bu paketler mevcut dengeleri bozabilecek. Tütüne, içkiye akaryakıta zam yapıp gelir toplamanın sonuna gelindiğinin de farkındalar...

Farkındalar ama ne yapabilecekler, onu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, gereken 3 yasanın hemen hemen hazır olduğunu, yakında gündeme geleceğini söylemiş. Ancak gördüğümüz kadarıyla, artık Gelir İdaresi düzenlemesinin yasalaşması, iki yasanın TBMM’ye gelmesi de, IMF’yle yeni anlaşma için yetmeyecek. Çünkü Bredenkamp’ın uyarıları, ‘Bütçe dengelerinin bozulduğu’nu gösteriyor. Yani oturup yeniden bütçe üzerinden de geçmeleri gerekecek.

Dikkat çeken başka bir husus da, IMF’nin patlamasının, ‘Türkiye-ABD ilişkilerinde yeniden tartışmaların çıktığı bir döneme’ denk gelmesi...

Umarız işler tersine dönmez, bu hatanın siyasi ve ekonomik faturası fazla ağır olmaz.
Yazının Devamını Oku