Erdal Sağlam

Kağıda stopaj uygulaması ertelenebilir

24 Ekim 2005
MALİYE Bakanlığı yetkililerine ne zaman sorsak, ‘Olmaz, yılbaşında uygulamaya girecek’ diyorlar ama bizim tahminimiz o ki; Hazine kağıdı ve hisse senetlerinde yüzde 15’lik stopaj uygulaması en azından 6 ay ertelenmek zorunda kalabilir. Çünkü uygulama hazırlıkları henüz tamamlanmış değil, hatta uygulamanın nasıl olacağına bile netlik kazandırılamadı. Geçtiğimiz hafta eleştirileri dikkate alarak Maliye Bakanlığı bir uygulama taslağı daha hazırladı ve ama bu taslak da ihtiyaçlara yanıt vermekten uzak görünüyor. Özellikle aracı kurumların yeni uygulama için hiçbir hazırlığı yok. Bunun ötesinde uygulamada kilit rol oynayacak Takasbank’ın hazırlıklarının da tamamlanmadığı kaydediliyor.

Çifte vergilendirme ile ilgili düzenleme, bu tür anlaşması olan 6 ülkedeki banka ve aracı kurumları diğer ülkelere kıyasla öne çıkarıyor. Yani çifte vergilendirme anlaşmamız olan ABD, Hollanda, Belçika, İtalya, İsrail gibi ülkelerin yatırımcıları diğerlerine kıyasla şanslı olacaklar. Ancak çifte vergilendirme ile de iş bitmiyor. Örneğin Maliye Bakanlığı ABD’li yatırımcıların İMKB’deki hisse senedi alım satımlarını anlaşma gereği vergiden muaf tutuyor ama yine ABD’li yatırımcıların hazine bonosu ve tahvil alım satımlarını ‘stopaja tabi’ tutuyor. Aslında bu tartışma, geçmişte sakat yapılan bir işlemi de ortaya çıkardı. Hazine, İMKB’de belli bir kotasyon ücreti ödemeden kağıtları işlem gördüğü için ‘borsaya kote’ olup olmadığı tartışmalı. SPK ve İMKB yönetiminin, Hazine’nin diretmesiyle, normal yolların dışına çıkan uygulamaya izin verdiği de böyle ortaya çıktı. Yani aracı kurumlar ve ABD’li yatırımcılar hazine bonosu ve devlet tahvili alım satımlarının ‘borsaya kote’ olduğunu iddia ediyor. Maliye Bakanlığı ise hazine kağıtlarının borsaya kote olarak kabul edilemeyeceğini, dolayısıyla stopaja tabi tutulacağını söylüyor. Bu tartışma da henüz bitmiş değil.

Ancak asıl sıkıntı ‘mahsuplaşma’da çıktı. Daha önce Maliye’nin söz vermesine rağmen yaptığı son düzenlemede de piyasanın ihtiyacı olan mahsuplaşmayı getirmediği görüldü. Dolayısıyla yılın birinci, ikinci, üçüncü çeyreklerinde hisse senedi ve hazine kağıdındaki işlemlerinden ötürü kar edip stopajı ödemiş olan yatırımcı, 4. çeyrekte aynı kağıtlardan zarar ederse, bu zararını mahsup yapamayacak. Yılın son çeyreğindeki zarar edilmesi yasakmış gibi Maliye bu dönemdeki zararları daha sonra mahsup etmeye izin vermiyor...

Mahsuplaşma işleminin düzenlemesini Maliye Bakanlığı çözebilmiş değil. Örneğin bir yatırımcı A aracı kurumundan işlem yapıp kar ederken, B aracı kurumundan yaptığı işlemlerden ötürü zarar ediyorsa , bu iki aracı kurum işlemlerini birbirine mahsup edemiyor.

MALİYE’NİN BAKIŞI

Aynı şekilde bir yatırımcı aynı aracı kurumdan yaptığı hazine bonosu işleminden kar edip, hisse senedi işleminden zarar ediyorsa, bunların mahsuplaşmasını da yapamıyor.

Dolayısıyla, henüz düzenleme tamamlanabilmiş değil. Bunun da ötesinde bir-kaç aracı kurum dışında, hiç kimse bu stopaj işlemlerini yapabilmek için altyapısını tamamlamadı.

Maliye Bakanlığı ‘2004 yılından beri bunun uygulanacağı belliydi, o dönem sektörün taleplerini aldık ve ona göre düzenleme yaptık. Suç bizden gitti’ havasında. Aslında haklı olduğu bir yön var ama görüş aldığı kurumlar yerli bankalardı ve bu uygulama yerli bankaların işine geliyor. Hatta buradaki pazar payını kapıp, çeşitli yöntemlerle karlarını artırabileceklerini gördükleri için, mevcut kargaşa onların işine bile geliyor. Yani Maliye asıl muhatap aracı kurumların görüşünü tam olarak almadı. Uygulamanın başlayacağı çok önceden belliydi ama Maliye kendi üzerine düşen hazırlıklarını da tamamlamış değil.

Konudan sorumlu Maliye yetkilisinin tartışmalarda sıkışınca, ‘Biz sıcak parayı teşvik etmek zorunda mıyız?’ dediğini herkes söylüyor. ‘Maliye’nin sadece vergi bilip, makro ekonomi bilmediği’ savının kanıtı olan bu yetkiliye sorulması gerek: ‘Bu bir tercih. Bu kadar cari açığı finanse edecek başka bir yolu buldun da tümüyle sıcak parayı mı keseceksin?’

Amaç doğru ama yöntem ve kafa yanlış. Maliye’nin asıl yöntem olan ‘beyanname’den korktuğu için bu yola saptığı da açık. Umarız kaş yapalım derken göz çıkarmazlar..
Yazının Devamını Oku

Sosyal güvenlik, 1 Kasım’daki ESK’dan sonra görüşülecek

22 Ekim 2005
GEÇEN hafta sonunda Devlet Planlama Teşkilatı’ndan(DPT), ilgili kuruluşlara bir yazı gönderilip, 19 Ekim çarşamba günü Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) toplantısı yapılacağı duyurulmuştu.  Ancak daha sonra işçi sendikaları başkanlarının o tarihte Türkiye’de bulunmadıklarının ortaya çıkması üzerine bu toplantı ertelendi.

Toplantı tarihi 1 Kasım salı olarak kararlaştırıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başkanlık edeceği ESK, sosyal güvenlik reformu için hazırlanan yasa taslaklarını tartışacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu, reformların mümkün olduğunca geniş kesimler arasında mutabakata sağlanarak çıkması için ısrarını sürdürüyor. Konuyu ESK’ya taşımakta da kararlı.

Aslında eğrisi doğrusuna denk geldi sayılabilir. Sosyal güvenlik reformlarının TBMM tatile girmeden önce çıkarılması gerekiyordu ama gecikti. Şimdi de 2006 yılı bütçesi geldi çattı. Önceliği olduğu için Plan ve Bütçe Komisyonu’nun önümüzdeki yakın dönemini büyük ölçüde 2006 yılı bütçe görüşmeleri işgal edecek. Zaten komisyonda görüşülemeyeceği için Çalışma Bakanı Başesgioğlu, bu arada eksik kalan ESK toplantısını da yapıp, eleştirilerini daha önce ileten kesimlerin de mümkün olduğunca desteğini almaya çalışacak.

Ne kadar mutabakat sağlanacak, özellikle işçi sendikalarının itirazları giderilebilecek mi, bilmiyoruz ama reformların giderek geciktiği de açık.

Bu arada sosyal güvenlikle ilgili af hazırlıkları olduğu da söyleniyor. Gazetelere yansıyan af haberlerini ‘onlar dandik af’ diye yorumlayan yetkililer, ‘iki kurumdan maaş aldıkları için geriye dönük cezaya çarptılmış kişiler’le ilgili yani çok küçük bir kesimle ilgili kolaylıklar olduğunu, bunun af olarak nitelenemeyeceğini söylediler.

Ancak AKP Hükümetinin uzun zamandır düşündüğü ama IMF’ye kabul ettiremediği SSK ve Bağ-Kur prim aflarıyla ilgili hazırlıkların devam ettiği de bir gerçek. IMF’nin uzun zamandır AKP’nin bu girişimine karşı durduğunu, bu nedenle Başbakanın açıklamasına rağmen, bu prim aflarının gündeme gelemediğini biliyoruz.

Şimdi ekonomi yönetimi yeniden IMF’ye bu prim aflarını da kabul ettirmeye çalışıyormuş. Yani önümüzdeki dönemde, hatta önümüzdeki hafta içerisinde bu prim aflarının da TBMM’de gündeme getirilmesi bekleniyor. IMF buna ne diyecek, bilmiyoruz

IMF’NİN DÖNÜŞÜ GECİKİYOR

Bu Arada IMF’nin dönüşü de sürekli erteleniyor. Bu ertelemeleri neye yormak gerekiyor, iyi mi kötü mü algılamak gerer, bilmiyoruz. Daha önceki gün konuştuğumuz bürokratlar, dün için ‘artık heyetin döneceğini’ söylüyorlardı. Ancak Hazine’ye sorduğumuzda henüz dönüşün belli olmadığını, önümüzdeki haftaya da kalabileceklerini öğrendik.

Bu arada sosyal güvenlik reform yasaları çıkmadan IMF’nin gözden geçirmeleri tamamlamaya ikna edilip edilmediği de bilinmiyor. Sanıyoruz, bunu ekonomi bürokratları da bilmiyor.

Yaygın kanı şu ki; IMF Türkiye Heyeti ABD’ye dönüp IMF Yönetim Kurulu’na bir rapor sunacak. ‘Sosyal güvenlik yasalarının çıkmasının, sonraki gözden geçirmelere ertelenmesi’ talebini de yönetime iletecek. Çünkü IMF Türkiye Masası’nın bunca gecikmeden sonra kendi başına böyle bir şeye karar vermesi pek mümkün gözükmüyor.

Gözden geçirmeler konusunda IMF Türkiye masasının daha önce de, eli boş döndüğünde IMF Yönetim Kurulu’yla gayri resmi toplantılar yapıp, rapor sunduğunu, nelerin yapılması gerektiğini tartıştığını biliyoruz. Daha önceki gayri resmi yönetim kurulu toplantılarından hep ‘tolerans’ kararı yani ertelemeleri kabul etme kararı çıkmıştı. Ancak biliyoruz ki; bu toplantılarda, başta ABD temsilcileri olmak üzere, ‘Artık Türkiye’nin elini çabuk tutması gerektiği’ yönünde ciddi uyarılar gelmişti ve bu uyarılar Ankara’ya iletilmişti...

Hükümet, ‘Ne kadar gecikirsek gecikelim, nasıl olsa IMF ilişkiyi bitiremez, taleplerimizi kabul eder’ havasında. Umarız, ortalığı karıştıracak, bir sürprizle karşılaşmayız.
Yazının Devamını Oku

2006 Bütçe Tasarısı Anayasa’ya aykırı

20 Ekim 2005
AKP Hükümeti 17 Ekim gecesi, yasal olarak süre dolduğu için, 2006 yılı Bütçe Yasa Tasarısını TBMM’ye gönderdi. Ancak bir yandan da dün Anayasa’nın bütçeyle ilgili 5 maddesinde değişiklik öngören bir kanun teklifi de TBMM’ye verildi. Bu anayasa değişiklikleri tümüyle bütçe yapılmasına ilişkin değişikliklerden oluşuyor. Gönderilen bütçe yasa tasarısı ise sanki bu anayasa değişiklikleri yapılmış gibi hazırlanmış bir tasarı. Yani şu anda TBMM’ye giden bütçe Anayasa’ya aykırı bir bütçe.

Bütçe yasa tasarısı 2004 yılında çıkarılan Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasasına göre hazırlanmış. Yani eski genel bütçe ve katma bütçe ayrımı artık yok, tek bir merkezi bütçe var. Ancak Anayasa’da hálá iki bütçe halinde verilmesi öngörülüyor.

Yani yapılması gereken şey, en geç bu yıl içerisinde konuyla ilgili Anayasa değişikliklerinin yapılması ve bu değişikliklerden sonra 2006 bütçe yasa tasarının gönderilmesiydi. Eğer Anayasa değişiklikleri yasa çıkmadan, yani yılbaşından önce gerçekleşirse, o zaman çıkacak yasanın anayasa aykırılığı kalmayacak ama ‘hukuk devletinde böyle şey olmayacağı’ da açık.

Şimdi ne olacak, derseniz belirsiz... Anayasa Mahkemesi’nin bu duruma itiraz etmesi bekleniyor. Yine CHP tarafından da bu konunun gündeme getirilmesi kaçınılmaz olacak.

Peki AKP Hükümetinin bu anayasa değişikliklerini yapacak sayısal gücü var mı, derseniz, matematik olarak bu gücü yok. AKP’nin şu anda 355 milletvekili var ve değişiklikler 367 oyla yapılabiliyor. TBMM Başkanı Arınç’ı da oy kullanmayacak diye sayarsak, AKP’nin bu değişiklikleri yapabilmesi için 13 oya daha ihtiyaç duyacağı kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Muhalefet partileri kamuoyunda yapılacak ‘yoksa maaş veremeyiz’ türünden propagandalar nedeniyle bu Anayasa değişikliklerine oy vermek zorunda kalabilirler, bu imkan dahilinde.

Ancak ortada bir ciddiyetsizlik olduğu da açık. Maliye’nin bu konuda Hükümeti uyarıp, TBMM tatile girene kadar bu anayasa değişikliklerini acil olarak gündeme getirtmesi gerekiyordu ama gördüğümüz kadarıyla herkes uyumuş...

Kısacası; AKP Hükümeti sonradan TBMM’ye verdiği Anayasa değişiklikleri sanki geçmiş gibi, iki gün önceden, bile bile Anayasa’ya aykırı bir bütçe yasa tasarısını TBMM’ye sunmuş bulunuyor. Herhalde tarihimizde ciddiyetsizliğin böylesi de ilk kez oluyordur.

SOSYAL GÜVENLİK’İN AKIBETİ BELLİ DEĞİL

Dolayısıyla önümüzdeki günlerde ekonominin gündeminde bu konu bir sorun haline gelebilir.

Bu arada IMF heyetinin de yakında ABD’ye geri döneceği söyleniyor ancak birinci ve ikinci gözden geçirmelerin ne olacağı konusu da hálá belirsizliğini koruyor. Birinci gözden geçirme için şart olan sosyal güvenlik yasalarının ne zaman çıkacağı de yeniden belirsizliğe girdi.

Geçtiğimiz hafta Plan ve Bütçe Komisyonu’nda sosyal güvenlik yasa tasarısı görüşülmeye başlandı ama CHP verdiği önergelerle görüşmeleri tıkayacağını gösterdi. Bunun üzerine

Hükümet tasarıların görüşülmesini dondurdu.

CHP’nin tavrının yasalara değil de Komisyona olduğu düşünülüyor. Yani hangi yasa gelirse gelsin komisyon çalıştırılmayacak, ya da çok zorlaştırılacak gibi gözüküyor. Asıl tepkinin Meclis içtüzüğündeki değişiklikler olduğu söyleniyor.

Buna karşılık birara hükümetin, 45 gün komisyonda bekleme süresi maddesini kullanıp, tasarıları doğrudan Genel Kurul’a getirebileceği konuşuldu. Ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun, tasarıların tartışılmasından ve mümkün olduğunca üzerinde mutabakat sağlanmasından yana olduğunu biliyoruz ve bu nedenle böyle bir imkanın kullanılmaması kararı bulunuyor.

Ancak sosyal güvenlik yasalarını AKP Hükümetinin ne yapacağı da belli değil.

Bu arada IMF’yle yapılan görüşmelerde sosyal güvenlik yasalarının çıkarılmasının başka bir gözden geçirmeye ertelenmesi yönünde talepte bulunulduğunu biliyoruz. Şimdi IMF gidip gözden geçirmeleri tamamlamak için bu yasaların çıkmasını mı bekleyecek, yoksa başka bir gözden geçirmeye ertelemeyi kabul edip, gözden geçirmeleri bitirecek mi, yakında göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Kolada şeker savaşına 10 aydır müdahale yok

18 Ekim 2005
AKP Hükümeti, kola pazarında haksız rekabete yol açan şeker kavgasına 10 aydır müdahale etmiyor. Soruşturma açılmasına rağmen, Şeker Kurulunca, ‘Nişasta bazlı şeker ünitesi kurarak, kotayı deldiği’ saptanan Ülker Grubu’na henüz cezai bir müeyyide de uygulanmadı. Bu yılın başında ortaya çıkan bu haksız rekabete yol açan nişasta bazlı şeker üretiminin devam edip etmediği konusunda da çelişkili yorumlar yapılıyor. Kola pazarında büyük paya sahip olan ve Ülker’in kurduğu bu ünite nedeniyle haksız rekabete uğramaya devam ettiklerini kaydeden şirket yöneticileri, ‘Hala kola üretim tesislerinin yanında, kola üretiminde kullanılan nişasta bazlı şeker ünitesinin çalışmasına devam ettiğini’ söylüyorlar. Bu şirketlerin yetkilileri, çok seyrek denetimler yapıldığını, denetim günlerinde, her nasılsa, bu ünitenin çalıştırılmadığını ancak denetim günlerinin dışında bu ünitenin üretimine devam ettiğini iddia ediyorlar. Bu şirketlerin yetkilileri, üretimin devam edip etmediğinin saptanmasının çok kolay olduğunu hatırlatarak, ‘kola üretimi için nişasta bazlı şeker kullanımı belli. Bu fabrikaların dışarıdan ne kadar şeker aldığı tespit edilirse, zaten içerdeki ünitede üretilen şekerin miktarı da kendiliğinden ortaya çıkar’ diyorlar.

Aynı yetkililer, bu tesislerin zaten 8-10 ayda kendi yatırım maliyetlerini karşılayacak kadar karlı olduğunun altını çizerek, ‘Yani bir-iki ay daha üretimine devam ederse, zaten bu tesisler kendini amorti etmiş olacak’ dediler.

Yetkililer, 10 aydır ses çıkarılmamasının görülmedik bir şey olduğunu kaydederken, ‘bizim aynı tesisleri kurma talebimize yasaya aykırı diye izin verilmedi. Ya bu tesisler biran önce kapanmalı ya da bize de aynı tesisten kurma izni verilmeli’ şeklinde konuştular.

Bu arada Şeker Kurulu Başkanı Abdurrahman Özenbaş’a konuyu sorduğumuzda ‘inceleme aşamasında olduğu için bir şey söyleyemeyeceği’ yanıtını aldık.

Kurumun birara yasal boşluğa düştüğünü, Haziran ayında Danıştay’ın kurumu lağveden Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesinden sonra yeniden yasal zemine oturduklarını kaydeden Kurul başkanı, bu ara dönemde denetimlerin aksadığını söyledi.

‘10 aydır bir şey yapılmaması’ hakkındaki görüşlerini sorduğumuzda ise Abdurrahman Özenbaş, gerekli şeylerin yapıldığını söylemekle yetindi. Özenbaş, Ülker Grubu’na ait bu tesisin üretim yapmadığını, diğer nişasta sütü üretenlerin buraya mal vermediğini kaydederken, diğer Kola üreticilerinin tersini savunduğunu hatırlatmamız üzerine, ‘konuya tekrar bakacağını’ söyledi.

YASANIN AKIBETİ

Ülker Grubu’nun rakibi olan Kola şirketleri, bu yolla Ülker Grubu’nun yıllık 15 milyon dolarlık bir haksız rekabet imkanına kavuştuğunu belirterek, bu konunun artık acil olarak çözümlenmesi gerektiğini söylüyorlar.

Bu arada Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun’un daha önce konu hakkında hassas bir tavır sergilemesine rağmen, sonradan sesinin çıkarmamasının da ilginç olduğunu söylediler. Geçtiğimiz Şubat ayında Bakan Coşkun’un ‘gerekenin yapılacağını’ söylediğini hatırlatan şirket yetkilileri, Ekim ayının sonuna gelindiğini ama ortada bir şey olmadığını kaydettiler.

Bu arada TBMM tatile girmeden komisyonlara getirilen yeni Şeker Kanunu’nun akibeti de bilinmiyor. Kurulun yasa dışı üretim saptamasının hemen ardından, Başbakan Tayyip Erdoğan, Ülker Grubu’nun distribütörlüğünü yapan şirketindeki hisseleri başkasına devretmiş bu arada Bakanlar Kurulu, Kurumu lağveden karar almıştı. O dönemde yeni Şeker Kanunu taslağı hazırlanıp, bu tür yasa dışı üretim yapan kuruluşlara sonradan kota hakkı verilmesi gündeme gelmiş, tepkiler üzerine bu madde Başbakanlıkta, tasarıdan çıkarılmıştı.

Koladaki nişasta bazlı şeker üretimi nedeniyle çıkan tartışmalar uzadıkça ve somut bir şey yapılmadıkça, bu belirsizlikten kazanan taraf belli. Durum böyle olunca da insanın aklına ‘bu belirsizlik acaba bilerek mi uzatılıyor’ sorusu geliyor.

Bizce bu konu için ‘AB yolunda nasıl vahşi kapitalizm geçerli olur’ dersi oluşturulmalı.
Yazının Devamını Oku

Mali disipline bir büyük darbe daha

17 Ekim 2005
AKP Hükümeti, uygulanan ekonomik istikrar programının temelini oluşturan mali disiplin yasalarını, teker teker deliyor.  Son olarak Maliye’nin hazırladığı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile bazı kanun hükmündeki Kararnamelerde değişiklik yapılması hakkındaki kanun tasarısı’ da Maliye’ye ödenek üstü harcama yetkisi verilmesini, bazı yatırımcı kamu kurumlarının denetim ve kısıtlamaların dışına çıkarılmasını öngörüyor.

Ekonomik program uygulamaya girerken ve daha sonra görülen eksiklikler doğrultusunda, ekonominin istikrara kavuşturulması ve mali disiplinin korunması için 4 temel düzenleme yapılmıştı. Bunlardan biri 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasasının çıkarılması idi. Bu yasa ile bütçenin kapsadığı alan genişletiliyor yani bütçenin tüm ekonomiyi kavrayan metin haline gelmesi sağlanıyor, harcamalara disiplin getiriliyor ve aynı zamanda şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesi getiriliyordu.

Önemli düzenlemelerden biri borçlanma yasası idi ve hükümetlerin sıkıştıklarında harcamaları artırmak için istedikleri gibi borçlanmalarının önünü kesiyordu.

Üçüncü temel düzenleme ise Merkez Bankası bağımsızlığı ve bunu sağlayacak olan Merkez Bankasının kamuya borç vermesinin önüne geçilmesi idi.

Dördüncü temel düzenleme ise Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) oluşturulması, bağımsız kılınması ve bu yolla bankacılık sisteminin disipline alınıp, kamu bankaları sorununun çözülmesi idi.

BDDK’nın durumu ortada..Bir türlü bağımsız olamadığı gibi, tüm idarecileri bir denetim kurumunun elemanı yapılıp, çağdaş denetim ve gözetim sistemine geçilmesine, çıkarılan yasalara rağmen karşı duruluyor. Kamu bankalarında da ayak sürüme ortada...

Bu 4 temel düzenlemeden şu ana kadar delinmeden korunan yegane düzenleme Merkez Bankasının bağımsızlığı. Bu gidişe göre onun da akibeti belli değil ya...

Diğer iki temel yasaya gelince; AKP Hükümeti teker teker bu yasaları delerek, istediği gibi harcama, denetimsiz harcama ve dolayısıyla borçlanmanın yolunu açmak için elinden geleni yapıyor. İşin kötüsü gün geçtikçe delik üstüne delik açılıyor.

IMF UYUYOR, KENDİ İTİBARINDAN YİYOR

Peki IMF ne yapıyor derseniz, gördüğümüz kadarıyla uyuyor...

Hükümet ‘torba yasa’ geçirip hem Borçlanma hem Mali Kontrol yasasını deldi, istediği harcamaların önünü açtı, IMF bir şey demedi. Hükümet programın ruhuna tümüyle ters TMO’ya alımlar için, ‘görev zararı ‘yazacağını itiraf ede ede, borç verdi, IMF bir şey demedi. Bir tek BDDK’nın durumunda işe el koydu, Kuruma hakim olanlar onu da sulandırdı.

Şimdi de Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasasını göz göre göre değiştirip, bütçe birliğine ters biçimde 2006 başında döner sermayelerin bütçe içine alınmasını engelliyorlar, TMSF ve TOKİ’yi bu yasa dışına çıkarıp aşırı harcamaya girişiyorlar, hepsinin ötesinde ‘ödenek üstü harcama’ yetkisi alıp, istedikleri gibi harcama yapacaklar... Bakalım IMF ne diyecek?

Bütün bunlar IMF’in ‘Alacağı çok olduğu için Türkiye’ye bir şey diyemiyor’ ya da ‘ABD Yönetimi AKP’yi desteklemeye devam ettiği için bir şey diyemiyor’ tezlerini güçlendiriyor. Yani IMF artık Türkiye’de de, bu kez sesini çıkarmayarak, itibar kaybediyor...

Peki ‘ödenek üstü harcama’ yolu açılınca ne olacak?

Herşeyden önce AKP’nin, işin kötüsü ekonomiyi yöneten bakan ve bürokratların bile, hiç kaale almadıkları şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesi tümüyle yok olacak. (Bu ilkelerin aslında demokrasinin temel ilkelerinden olduğu da unutulmamalı...)

Hükümet, ödeneğine bakmadan istediği gibi harcama yapma imkanına kavuşacak. Bu yolla ‘ek bütçe’yi engelleyeceği için, fazla göze görünmeyecek. Yani harcamayı yapıp, ertesi yıl ödenekle işi halledecek, asıl harcama rakamı gözükmeyecek. Bu yolla faiz dışı fazla (FDF) hesabını da delmiş olacak, gereken rakamın içinde kalınmış gibi kendini gösterebilecek.

Mali disiplindeki bozulmanın, krizleri hazırlayan sisteme dönülmesi olduğunu hatırlayalım...
Yazının Devamını Oku

TCDD’nin hızlı tren açıklaması

15 Ekim 2005
GEÇEN salı günkü ‘Telekom gelirleri hızlı trene binecek’ başlıklı yazımızla ilgili epeyce tepki aldık. Diğer tepkileri sona saklayıp, TCDD’nin ‘Kamuoyunu yanlış bilgilendirdiğim’ gerekçesiyle bana gönderdiği açıklamayı veriyorum: ‘1- Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesi’nin birinci etabının (Ankara-İnönü) yapımı devam etmektedir. Projenin ikinci etabı ise yüzde 100 dış kredili olarak ihale edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla Telekom’un özelleştirilme işleminin tamamlanmasıyla Kuruluşumuza aktarılacak olan kaynağın Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesi’nin ikinci etap yapımında kullanılması söz konusu değildir.

2- Demiryollarında normal trenlerin hızlandırılması gibi bir proje bulunmamaktadır. Kuruluşumuz bir yandan ülkemizi Hızlı Trenlerle tanıştırmak için Hızlı Tren hatları (Ankara-İstanbul, Ankara-Konya) yapımına öncelik verirken, diğer taraftan mevcut hatları standart hale getirerek hız kayıplarının önlenmesi için her türlü tamir bakım iyileştirmenin yapılmasını zorunlu görmektedir. Bu iki proje tamamen birbirinden farklı olup, yazınızda iddia edildiği gibi biri yürümediği için diğerine başlanmamıştır.

3- Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesi birinci etabının yapımı işini üstlenen İspanyol Konsorsiyumun, sizin tabirinizle ‘kredi bulalım ikinci etabı da yapalım’ dediğini, Ulaştırma Bakanlığı’nın ‘farklı hesapla’ (!) buna yanaşmadığı iddiaları mesnetsiz ve tutarsız iddialardır. Böyle bir şeyin bırakın teknik olarak mümkün olup olmayacağını, böyle bir teklifte bulunulması bile saçmadır. Kaldı ki, ikinci etap ihalesine birinci etabın yapım işlerini yürüten konsorsiyum da teklif vermiş bulunmaktadır.

4- İkinci etap ihalesi, yeterlilik alan firmalar arasından, gerek bizzat yapım işi, gerekse temin edilen kredi koşulları dikkate alınmak suretiyle, demiryollarımız ve ülkemiz için en uygun teklifi veren konsorsiyumda kalacaktır. İhale komisyonunun değerlendirmesi tamamen şartnameye uygunluk çerçevesinde olup, katılanların siyasi mensubiyetlerinin dikkate alınması mümkün değildir. Doğrusu, böyle bir iddiayla demiryolları zan altında bırakıldığı gibi, aylarca gece gündüz ihale komisyonunda çalışmaları yürüten uzman personelimize de haksızlık edilmektedir.’

DİĞER TEPKİLER

TCDD Şube Müdürü Füsun Aygün ve Müşavir Mehmet Aycı imzasıyla gönderilen açıklamayı aynen verdim. Aslında bu yazıya gelen tepkiler bununla sınırlı değil. Epeyce tepki aldığım yazılardan biri olduğunu da söylemeden edemeyeceğim.

Yazının yayımlandığı gün bir grup müteahhitle birlikteydim ve bu olayla ilgili o kadar çok iddia vardı ki, özet olarak bana ‘çok azını yazmışsınız, daha neler oluyor’ dediler.

Ulaştırma Bakanlığı’nın rahatsızlığı, dolaylı olarak iletildi ve salı günü akşam saatlerinde Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz’in beni aradığı söylendi. Telefona çıktığımda karşımda olan kişinin üslubu çok rahatsız ediciydi. Yazıda Cengiz İnşaat ya da Mehmet Cengiz adının geçmediğini hatırlattığımda ise karşımdaki üslup iyice ‘medeni ölçülerin dışına taşan’ bir hal aldı ve telefonu kapatmak zorunda kaldım.

Bu arada 20 yılı aşkın süredir bu tür haberler ve köşe yazıları da yazmış biri olarak gözlemimi aktarmak isterim. Tabii ki bu tür haber ve yazılarda tepkiler gelir ama hiçbir zaman bu tepkiler ‘yazamazsın’ noktasına gidecek kadar buyurgan bir tonda olmamıştı. Doğal olarak hiçbir zaman da hoşçakalın veya o anlama gelecek kelimeler etmeden, telefonu kapatmamıştım.

Ramazanda ve ‘aynı tezcanlı bölge’den medeni kişilerle de, böyle bir diyalog yaşamamıştım.

Bu tavır bu dönemin tipik bir özelliği gibi geliyor bana. (Bu dönemi demokratik bir dönem olarak hayata geçirme çabasındaki aydınlarımız, bu tavırların nedenlerini belki incelerler.)

Önemli gördüğüm bir not daha: Bu açıklama bana faksla perşembe günü 16.51’de ulaştı. Gördüğünüz gibi devam eden bir ihaleden sözediliyor. Ancak aynı gün 14.30’da TCDD’de bir basın toplantısı yapılıp, hızlı treni Cengiz İnşaat’ın, Çinlilerle birlikte kazandığı açıklanmıştı.
Yazının Devamını Oku

Bu AB örgütlenme modeli işlemez

14 Ekim 2005
DEVLET Bakanı Ali Babacan, AB ile müzakere süreci için hazırlanan örgütlenme modelini açıkladı. Baştan söyleyelim ki; bu örgütlenme modelinin işlemesi bizce mümkün değil. O nedenle 6 ay, en geç 1 yıl içinde bu modelin değiştirilmek, en azından takviye edilmek zorunda kalacağını söyleyebiliriz. Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘bürokratik oligarşi’den sıkça söz ediyor ya, işte bu örgütlenme modeli Başbakan’ın yakınmasının aksine, baştan sonra bürokrat etkinliği getiren bir örgütlenme modeli. Yani AB ile müzakerelerde bürokrasinin ağırlığı çok bariz.

Başbakanın bürokratik oligarşi tanımına katılmadığımızı zaten herkes biliyor. Ancak bu örgütlenme modelinin, yapılacak uyumu, gerekli reformları ilgili kamu kuruluşunun inisiyatifine bırakan mantığını, anlamak mümkün değil. AB sürecinde çok köklü reformların yapılması gerekecek, en başta da kamu kurumlarının yapılarının, işleyişlerinin çok köklü değişikliklere uğraması söz konusu olacak. Bu değişimleri, reformları, su başında olan, yapısı gereği statükocu olan kamu kurumlarının ve yöneticilerinin yapması mümkün değil. Bizce bu modelin en sakıncalı yönlerinden biri bu.

Hatırlayın; 1999-2000’de yapılan sosyal güvenlik reformu, uygulanan ekonomik programın temeli olmuştu. Sosyal güvenlik reformunu ilgili bakanlığın inisiyatifine bırakıldığı için yapılamamış, bunun üzerine reformu Hazine bürokratları yapmak zorunda kalmıştı.

Aynı şekilde kendilerini özelleştirmeleri için yetki verilen kamu kurumlarının, özelleştirmenin önünü nasıl tıkadığını, işi nasıl çürüttüğünü hep birlikte yaşamadık mı?

Sadece bürokratlar değil, ilgili bakanlar da değişime, ellerindeki güçleri kaybetmeye, bu yetkileri ortak kullanmaya hiçbir zaman izin vermeyeceklerdir. Yani reformu ve uyumu bıraktığınız kamu kurumları, kendisini değiştirmez, AB müktesebatı ile uyumlaştırmaz.

Bunun da ötesinde kurulan modelde belki Ali Babacan başmüzakereci olarak örgütlenmenin başında gibi bulunuyor ama müzakerelere ve uyum çabalarına önderlik edecek bir kurum ortada yok. Bir düşünün, Hazine’nin etkinliği kalmadıktan sonra ekonomide köklü reform yapılabildi mi? Yakın tarihte yapılan hemen her reformda Hazine’nin imzası vardır ve Hazine yeni yönetimiyle pasif kaldığından bu yana, doğru dürüst köklü reform da yapılamamıştır.

Güven Sak’ın deyimiyle ‘Hazine eşitler arasında daha eşit bir kurum’du ve liderlik yapıyordu. Şimdi yeni örgütlenme modelinde hem de çok önemli reformların yapılacağı bir süreçte liderlik yapacak kurumun olmaması, reformları ciddi biçimde engelleyecektir.

İKV, AB ENSTİTÜSÜ OLMALI

Bu örgütlenme modelinin en çarpıcı özelliklerinden biri de tümüyle kamu ağırlıklı olması, sivil toplum kuruluşları (STK) ve işalemine yer vermemesi. Babacan, ‘3 ayda bir sivil toplum zirvesi toplayacağız’ diyor ama bu zirvelerin, herkesin 5’er dakika konuştuğu, havanda su dövülen, hiçbir etkinliği olmayan toplantılar olduğunu, hep birlikte yaşadık.

Bir de sivil toplumla ilişkilerin AB İletişim Grubu kanalıyla yürütüleceği söyleniyor. Yani hakim olan görüş belli ki ‘Özel sektör kuruluşlarından para alalım, Avrupa ülkelerinde bunlardan aldığımız parayla tanıtım yapalım’ yönünde...

Değişim sürecinin sağlıklı yürümesi, geniş kesimlere benimsetilmesi için STK’ların ve işaleminin sürece aktif olarak katılması şart ama bu modelde böyle bir şey yok.

Aslında, Başkanları böyle olmadığını söylese de, özel sektör kuruluşlarının birbirleriyle AB sürecinde etkinlik çatışması görüntüsü vermesi AKP Hükümetinin işine yaradı ve hiçbirine yer verilmedi. Bunu aşmak için, belki de İktisadi Kalkınma Vakfı’nın bir ‘AB Araştırmaları Enstitüsü’ olarak yeniden örgütlenmesi, temsil kuruluşu işlevini aşıp akademik, özel sektörün bu konuda güçlerini birleştireceği bir kurum haline getirilip devreye sokulması gerekiyor.

Bizce bu öneri ciddiye alınıp, özel sektörün sürece aktif katılımının yolu mutlaka bulunmalı.

Açıklanan haliyle tekrarlıyoruz ki, bu model bu süreci taşımaz, değiştirilmek zorunda.
Yazının Devamını Oku

Telekom gelirleri hızlı trene binecek

11 Ekim 2005
AKP Hükümeti’nin, mali disiplinin bozulması adına yaptığı en kötü işlerden biri, ‘torba yasa’ dediğimiz, çeşitli yasalarda değişiklik yapan yasayı, tartışılmadan TBMM’den geçirmesiydi.  O zaman da bu yasanın altından çok şeyler çıkacağını, bunu engellemeyen bürokratların vebalinin büyük olacağını söylemiştik. Şimdi teker teker sıkıntılar ortaya çıkıyor.

Geçen hafta sonunda Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) Mali İzleme Raporu’nda, bu yasadan yararlanılarak Telekom özelleştirmelerinden gelecek paranın demiryolları yatırımlarında ve köy içme suyu projelerinde kullanılacağına dikkat çekilmişti.

Gerçekten de incelediğimiz zaman Telekom’un özelleştirmelerinden gelecek paraların demiryollarında, örneğin Ankara-İstanbul hızlı tren yatırımında kullanılacağı ortaya çıkıyor. Yani ‘özelleştirme gelirlerinin iç ve dış borçların azaltılmasında kullanılması’ ilkesi torba yasanın verdiği imkanla delinecek. Başka bir deyişle özelleştirme gelirleri harcamaya dönüşecek. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a daha geçen hafta sorulmuş, Bakan da ‘özelleştirme gelirlerinin borç azaltılmasında kullanılacağını’ tekrarlama gereği duymuştu.

Şimdi Bakan, daha iki hafta üzerinden geçmeden ortaya çıkan bu gerçek karşısında bakalım ne söyleyecek. Herhalde yine bir espri bulup işi geçiştirir, kimse de bir şey demez...

Torba yasa, aslında sadece Telekom özelleştirmesi gelirlerini değil, elektrik dağıtım özelleştirmelerinden gelecek paraların da Enerji Bakanlığı tarafından kullanılmasına imkan veriyor. Yani yakında dağıtım özelleştirmelerinin bakanlığın yeni yatırımlarına gittiğini görürseniz, ya da zam yapmamak için elektrik sübvansiyonu haline gelirse, şaşırmayın.

Uygulamada Özelleştirme İdaresi’nin masraflarının üzerindeki kısım Hazine tarafından bütçeye gelir kaydedilmemekte ancak bir finansman kalemi olarak Hazine nakit dengesinde yani bütçe dışında izlenmekte. Torba yasa, Telekom ve elektrik dağıtım özelleştirmelerinden gelecek paranın, bütçeye gelir olarak kaydedilmesini öngörüyor. Yani bütçe sistemi değişiyor.

Yasaya göre, Telekom’un özelleştirilmesi 16 Ocak 2006 tarihinden sonraya kalırsa Hazine’ye gelir kaydedilecek ama yatırımlarda kullanılamayacak, yani harcamaya dönüşemeyecek.

HIZLI TRENİ KİM YAPACAK

Peki IMF buna ne diyecek derseniz, şimdilik bilmiyoruz. Ancak IMF anlaşmasına göre, faiz dışı fazla hesaplarına özelleştirme gelirleri alınmıyor. Buradan yola çıkarak, bu yöntemle faiz dışı harcamaların artması sonucu doğacağı için, bizce IMF’nin onayının alınması gerekir. Ya da IMF’nin bu harcamanın yerine başka yerden tasarruf istemesi gerekir. Ama bakalım ne yapacak?

Şimdi de Telekom gelirlerinin aktarılması beklenen hızlı tren projesine bir göz atalım...

Biliyorsunuz hızlı yapacağız diye normal trenler hızlandırılınca onca kişi öldü. Bunun üzerine hızlı tren projesi devreye girdi. Bu projenin birinci etabını İspanyollar yapıyor.

İspanyollar’ın ‘kredi bulalım ikinci etabı da yapalım’ dediğini ama Ulaştırma Bakanlığı’nın bunu kabul etmediğini biliyoruz. Demek ki hesap başkaymış.

Peki bu ikinci etabı kim yapacak derseniz, son günlerde Ankara’da dolaşan dedikodulara göre, Karadenizli, zamanında ANAP’a yakınlığı ile bilinen, şimdi AKP Hükümeti döneminde sürekli iş alan bir müteahhit, Çinlilerle ihaleye giriyormuş, kredi sağlamış, kazanacakmış...

Bu müteahhidin Karadeniz’in bir ilinde mobil santrali olduğunu, çalıştırmadan devletten para aldığını, hem de önemli rakamlar aldığını, otoyol projesi dahil önemli baraj ve müteahhitlik işlerine girdiğini ve son dönemde yıldızı parlayan müteahhitlerin başında geldiğini biliyoruz.

Belki de bu nedenle, ikinci etap için bazı büyük müteahhitlik firmalarının güçlü ortaklarla yeterlilik için başvurdukları ama alamadıkları bile söyleniyor.

Bu müteahhidin daha yeni büyük bir özelleştirme ihalesini kazandığını biliyorduk. Şimdi de bedelin tümünü, ortak iş yaptığı bir büyük grubun bankasından ve yeni satılan TMSF bankalarından birinden, ortak aldığını duyuyoruz. Yani garip, eski ‘meşhur müteahhitlik dönemi’ni andıran işler hızlanıyor ve yeni dönemin öne çıkan firmalarından biri de bu.

Telekom parası borç azaltmada kullanılmazsa, nerede kullanılacağını görüyor musunuz.
Yazının Devamını Oku