Erdal Sağlam

2006 enflasyon hedefini sulandırma planı yapıyorlar

10 Ekim 2005
IMF’yle yeniden müzakerelerin başlamasının öncesinde, 2006 yılına ilişkin yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla (FDF) hedefinin düşürülmesi yönünde bazı girişimler olduğunu duymuştuk. Meğerse bu sadece FDF hedefinin düşürülmesine ilişkin bir çaba değilmiş, aynı zamanda yüzde 5 olarak belirlenen 2006 yılı enflasyon hedefinin de sulandırılması isteniyormuş. Yaklaşık 1-1.5 aydır yüzde 5 olarak belirlenen 2006 yılı TÜFE artışının yüzde 6-6.5 seviyesine çekilmesi, kapalı kapılar ardında konuşuluyormuş.

Geçtiğimiz cuma günü yapılan Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplantısında hedefler ele alınırken, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener konuyu açmış ve ‘Yüzde 8’den 5’e indirmek çok zor olacak. Enflasyon hedefini daha yüksek mi belirlesek’ diye sormuş. Bazı bürokratlar daha önceden anons edildiğini, hedefi büyütmenin piyasalar açısından sıkıntı yaratacağını, kendilerinin zor durumda kalacaklarını söylemişler.

Bunun üzerine toplantıda bu konu kapanmış. Ancak öğrendiğimiz kadarıyla Abdüllatif Şener’e de fazla bilgi verilmeden, bu tartışmalar bir süredir yapılıyormuş. Belki de gizli tutulmak istendiğinden, bu toplantıda konu fazla tartışılmadan kapatılmış.

Ancak gördüğümüz kadarıyla sorun ciddi. Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin kısa süre önce bir konuşmasında ‘Enflasyon hedeflemesine geçmekte sıkıntı olduğu’ yönünde bir demeci vardı. Belki de bu tartışmaların, Serdengeçti’nin demeciyle de ilgisi vardır...

Çünkü enflasyon hedefinin büyütülmesi yönündeki talebin Merkez Bankası’na iletildiğini ve konunun hala tartışıldığını biliyoruz.

Ekonomik Koordinasyon Kurulu’nda bugün Başbakan Tayyip Erdoğan’la toplantı yapılıp, 2006 ekonomik büyüklük hedeflerine ve bütçe büyüklüklerine son şeklinin verilmesi kararı alınmış. Başbakanın ajandası uygun olursa toplantı bugünkü Bakanlar Kurulu’ndan sonra yapılacakmış. Zaten bütçenin TBMM’ye verilmesi için son gün olan 17 Ekim’e de kısa bir zaman kaldı. Bu toplantı ya Yüksek Planlama Kurulu (YPK) toplantısı haline gelecek, ya da karar verilip sonra YPK toplanacak. Öyle ya da böyle enflasyon hedefinin de Pazartesi günü belirlenmesi bekleniyor.

FAİZ KARARINDA ETKİLİ

Enflasyon hedefinde değişiklik yapılıp yapılmayacağı, bundan sonraki ekonomik gidişat için hayati öneme sahip. Bugün toplanacak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nda ister istemez bu konu tartışılacak ve yarın açıklanacak faiz kararında enflasyon hedefinin belirleyici olması kaçınılmaz.

Yani yüzde 5’lik enflasyon hedefi korunursa, Merkez Bankası’nın yarın yeni bir faiz indirim kararı açıklaması epeyce zor. Çünkü bu yıl hedefe ulaşılır ama 2006 yılında yüzde 5’e inmek için bir süre daha mevcut faizlerin korunması gerekebilir.Ancak enflasyon hedefi yüzde 6-6.5’a çıkarsa Merkez’in eli rahatlar ve bundan sonra daha rahat faiz indirimine gidebilir.

Merkez Bankası’nı indirim için rahatlatmanın bir yolu da, yılbaşından itibaren enflasyon hedeflemesine geçilip, hedefi, örneğin yüzde 4-7 gibi geniş bir aralıkta belirlemek olur. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde enflasyon hedeflemesi de tartışılır hale gelecek. IMF’nin tek başına hedef büyütmeye karşı çıkacağı ama enflasyon hedeflemesine geçilip, geniş aralık belirlenmesine daha sıcak bakacağı tahmininde bulunuluyor. Aslında IMF’nin enflasyon hedeflemesine geçişi erteleme yönünde görüşü olduğu da biliniyor.

Hükümetin 2006 ya da 2007’de yapılacak seçimler öncesinde piyasaları rahatlatmaya, faiz indirimlerinin önünü açmaya niyetli olduğunu hep birlikte görüyoruz. Ancak Merkez Bankası’nın takınacağı tutum henüz belirginleşmiş değil.

Belki mart ayında Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin bu göreve tekrar atanıp atanmayacağı, ya da yerine kimin geleceği bile bu tartışmalarla ilişkili olabilir.

Önemli olan ekonomik programdan taviz verilmemesi, seçim ya da başka bir şey için mali disiplinin bozulmaması ve enflasyonla mücadeleden taviz verilmemesi...
Yazının Devamını Oku

6.5’lik faiz dışı fazlayı düşürmeye gerek yok

8 Ekim 2005
<B>BİR</B> süredir, özellikle bazı bürokratlardan kaynaklanan, <B>‘2006 için faiz dışı fazla hedefini düşürmemiz lazım’</B> edebiyatı devam ediyor.

 Sonradan söyleyeceğimizi baştan söyleyelim ki; eğer mali disiplinin sürmesi isteniyorsa yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla (FDF) hedefinin düşürülmemesi lazım. İndirim için gösterilen gerekçelerin hiçbir geçerliliği yok. FDF hedefini düşürmek isteyenler eğer bürokratlarsa, olsa olsa mali disiplinin gevşemesini isteyen, hükümete artı harcama imkanı yaratmaya çalışan partili bürokratlardır...

Bazı bürokratlar KİT’lerin satışıyla temettü gelirlerinin azalacağını, bütçedeki FDF’nin aynen korunup, KİT’lerin FDF’sinin düşürülmesi gerektiğini, dolayısıyla 6.5’lik FDF hedefinin de düşürülmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu gerekçelerin doğru olmadığını bile bile bunu yapıyorlar.

Telekom, Tüpraş gibi Hazine’ye katkı sağlayan büyük KİT’lerin özelleştirme şartları arasında, bu yıla ait temettü gelirlerinin önümüzdeki yıl Hazine’ye ödeneceğine dair şartlar var. Yani <B>bu gelir getiren KİT’ler 2006’da, yine Hazine bütçesine gelir sağlayacaklar...

</B>Ancak FDF’nin düşürülmesi gerektiğini söyleyen bürokratlar bu gerçeği saklıyorlar. Onun da dışında aslında Maliye, faiz dışı fazlayı otomatik olarak artıracak, kendilerini rahatlatacak bir uygulamanın eşiğinde. Maliye, şimdiye kadar vergi alınmayan tüm Hazine tahvil ve bonolarından yüzde 15 oranında stopaj kesecek, ikinci el işlem gelirlerden de yine stopaj alacak. Bunun karşılığında faizler aynı ölçüde artacak, yani faiz harcamaları da yükselecek. Ancak stopajla vergi geliri artıp, faiz harcaması FDF hesabının dışında tutulacağı için, otomatik olarak FDF rakamlarının gerçekleştirmek çok daha kolay hale gelecek.

Hazine kağıtlarından elde edilecek stopaj gelirini şimdilik bilemiyoruz. Uygulama 2006 yılında başlayacağı için yılbaşından sonra ihraç edilecek Hazine kağıtları yüzde 15’lik stopaja tabi tutulacak. Yani 2006 yılı vergi gelirlerine, 2006 yılında ihraç edilip, yine vadesi 2006 yılında dolacak kağıtların katkısı olacak. Ama ikinci el işlemlerinden elde edilecek gelir de stopaja tabi olacağı için, buradan da epey gelir gelecek. Sadece Hazine kağıtları değil hisse senedinin tümünde de stopaj uygulanacağı için buradan da epeyce artı gelir elde edilecek.

<B>STOPAJ FDF’Yİ YÜKSELTECEK

</B>Hazine’nin borçlanma programı, vadeyi nasıl planladığı, dolayısıyla 2006’de ihraç edilip 2006’de vadesi bitecek bonoların miktarı bilinemediği için, Maliye’nin stopaj gelirlerinden gelecek artışı ne kadar hesapladığını bilmiyoruz. İkinci eli de, tabi ki...

Ancak borsadaki hisse senedi işlemlerinden elde edilecek artı stopaj geliri için, 900 trilyon lira gibi bir tahmin yapılıyor. Bir de hazine kağıtlarının boyutunu düşünsenize...

Yazının Devamını Oku

AB müzakereleri turnusol kağıdı olacak

6 Ekim 2005
<B>AB</B> ile müzakerelerin başlamasının getireceği sakınca ve yararları, iki gündür yoğun biçimde duyuyor, okuyoruz. Herkes kendine göre bir fatura çıkarmaya çalışıyor. AB karşıtları AB ile müzakereler başlayınca egemenliğin gideceğinden, bunun ülkeyi satmak anlamına geldiğine kadar uzanan yelpazede, çeşitli olumsuz yorumlar yapıyorlar. Bu arada çerçeve belgesi hakkında da, sanki iki ayrı metinmişcesine farklı yorumlar dinliyoruz.

AB yandaşlarının bir bölümünün ise işi iyice abarttığı ve neredeyse müzakereler başladığı için ‘yarın, istisnasız bütün halk sokağa tükürmekten vazgeçecekmiş’ noktasına varacak kadar abartılı yorumlar yapabildiklerine şahit oluyoruz.

AB ile müzakereler başladığı için piyasalarda ise yine abartılı bir olumluluk göze çarpıyor. Kurlar tepetaklak aşağı giderken, borsa da almış başını gidiyor. Piyasanın geç de olsa ayakları yere basar, abartılı da olsa kendi düzeltmesini sonunda yapar tamam da, halkta oluşturulan bu iki uca kayma, AB bloklaşmasının önüne nasıl geçilecek, onu bilemiyoruz.

Her şeyden önce şunu öğrenmemiz gerekiyor ki; müzakere sürecinin de bize gösterdiği gibi, sakin ve sağduyulu davranmak, uluslararası politika sözkonusu olduğunda kesin yargılardan kaçınmak gerekiyor. Yani, halkı da bunun tam tersi bir duyguya kaptırmamak gerekiyor.

Ancak bu süreçte rüzgar nereden eserse o yöne eğilmekten de vazgeçip, ilkeli davranmaya da her zamankinden fazla ihtiyaç duyacağız, onu da bilmemiz gerekiyor

Aslında AB müzakere süreci, bir turnusol kağıdı işlevi görecek. Herkesin asıl yüzü, asıl niyetleri, sakladıkları ve bilerek çıkarları için takındıkları tavırları açığa çıkacak. Kısacası; AB müzakere sürecinde herkesin asıl yüzünü görme fırsatı yakalayacağız. Bizce AB müzakere süreci, maskelerin ardındaki yüzleri görmemiz açısından çok yararlı olacak.

Kimi kastediyorsun diye sorulabilir. Buna yanıt vermeden bence AB’den ne anladığımı söylemem, beklentimi ortaya koymam gerekiyor.

AB’nin kendi ülkeleri açısından değil ama Türkiye açısından bir çağdaşlaşma projesi olduğuna yürekten inanıyorum. AB’ye üye olmanın o kadar önemli olmadığını, Türkiye için önemli olanın halkın ekonomik ve özgürlükler açısından AB standartlarına ulaşması olarak görüyorum. Belki halka güvenmemek olarak yorumlanacak ama bu ülkenin kendi dinamizmini yaratmakta sıkıntılı olduğunu, belki de kültür yapısı nedeniyle, kendi kendine bırakıldığında gerekli dönüşüm ve değişimleri yapamadığını gözleyen bir kişiyim. Yani AB hedefinin bir havuç ya da sopa olarak önümüzde durması, buna ulaşmak için sürekli koşmamız gerektiği, özellikle de ülkeyi yöneten politikacıların doğruyu yapması açısından bu motivasyonun şart olduğunu düşünenlerdenim.

SAMİMİYET SINAVI

Yani AB hedefini korumanın gerekli değişimi yapma niyeti,yani ilericilik olarak görüyorum. İşte bu ilkeleri, işine geldiği için kabul edermiş gibi görünenlerin, müzakere sürecinde maskelerinin düşeceğini tahmin ediyorum.

Her şeyden önce AKP Hükümetinin çağdaş bu projeye, sadece kendi parti ve statülerini devletin başka unsurlarının baskısından korumak adına mı, yoksa değişim adına mı girdikleri yakında belli olmaya başlayacak. Din başta olmak üzere kültürel yapının demokratikleşmesi, muhafazakar unsurların değişimine sıra geldiğinde nasıl davranacaklarını göreceğiz. Buna bağlı olarak AKP Hükümetine ‘kayıtsız şartsız destek’ veren aydınların, ne kadar aydın olduklarını, ilerlemenin önüne Hükümet dikildiğinde nasıl davranacaklarını da göreceğiz.

Muhalefet partilerinin de gerçek yüzünü elbette bu süreçte görme imkanımız olacak. Şimdiye kadar ilericilik adına fazla bir şey görmediğimiz sol partiler başta olmak üzere daha ne kadar mufazakarlaşacaklarını, partilerin değişime ne tepki vereceklerini de iyice anlamış olacağız.

Şimdiye kadar AB’ye destek vermiş olsalar da, kendi çıkarlarına sıra geldiğinde ekonomik müzakere sürecinde takınacakları tutum, işadamlarının da gerçek yüzünü gösterecek.

Kısacası; AB müzakere süreci herkes için bir samimiyet sınavı olacak.
Yazının Devamını Oku

AB iç siyaset malzemesi olmaya devam edecek

4 Ekim 2005
<B>TÜRKİYE</B>’nin 42 yıldır devam eden AB macerası her zaman iç siyaset malzemesi oldu ama son dönemdeki kadar hiç olmamıştı. Şurası kesin ki; bundan sonra AB ile yapılacak müzakereler çok daha fazla iç siyaset malzemesi olarak kullanılacak, herkes bir tarafından çekiştirecek.

AB’nin iç siyasette başlıca tartışma konularından biri olacağı, son bir-kaç günde yaşananlarla iyice ispatlanmış oldu. AB ve bazı üye ülkeler, son günlerdeki sekter ve çifte standartlı tavırlarıyla, bu eğilimi iyice beslemiş oldu.

Başbakan Tayyip Erdoğan yine Kızılcahamam’da milletvekilleri ve parti yöneticileri ile toplandı. Kızılcahamam toplantıları her zaman milletvekillerinin tabandan gelen tepkileri yansıttıkları biraz ‘gaz alma’ toplantıları oluyor. Bu nedenle Erdoğan, AB konusunda ne kadar yumuşak bir üslup içinde olsa da, yine de tabana dönük mesajlar vermekten kendini alamadı. Erdoğan’ın verdiği mesaj, özetle ‘AB olmasa da Türkiye’nin aynı yola devam edeceği’ biçiminde özetlenebilir. AB tarafından alınacak hiçbir kararın ülke olarak yönümüzü rotamızı değiştirmeyeceğini, ülkenin geleceğinin 3 Ekim ya da herhangi bir tarihe endekslenemeyeceğini söyledi. Bizce bu mesajlar çok doğru ve yerinde verilmiş mesajlardı.

Ancak daha sonra Erdoğan, pazar günü MHP’nin Ankara’da yaptığı AB karşıtı mitinge çok sert yanıtlar verdi. Lüksemburg müzakerelerinin girdiği açmaz üzerine, Kızılcahamam toplantısı dün öğlen saatlerinde bitirip, Ankara’ya dönen Erdoğan, bitiş konuşmasında MHP’ye çok sert mesajlar gönderdi. Bizce bu sert çıkış, mitingin, yörelerinden dönen AKP milletvekillerini telaşa soktuğunu, bu görüşlerin parti yönetimine de aksettirildiğini gösteriyordu.

Erdoğan’ın çok sert sözleri arasında elbette ki çok yerinde olanları vardı. Örneğin MHP’ye iktidar olduğunda AB’nin istediği kararları kendisinin aldığını, bunun belgelerle ortada olduğunu söyledi. Hatta ileri gidip ‘bölücübaşını affettiklerine’ de yine vurgu yaptı.

GALATAPORT SIKINTISI

Erdoğan
’ın söylemek istediği, belki de daha çok tabanına söylemek istediği bizce şuydu ki; ‘muhalefette iken söylediğiniz şeylerin, iktidar olduğunuzda, Hükümet sorumluluğunu aldığınızda tam tersini yapabilirsiniz, bunlar normal, o nedenle bizim yaptığımız da normal’

Ancak bizce unuttuğu nokta şu ki; MHP’nin bu girişimi, her ne kadar kendisi geçmişte yapmış olsa da, ister istemez prim yapacak. Çünkü gerçekten toplumların hafızası çok zayıf. Muhalefette iken kendi lehine olan bu hafıza zayıflığının, iktidar olduğunda aleyhine döndüğünü, herhalde Erdoğan da, kendi deneyimlerinden biliyordur...

Erdoğan’ın demeçlerinde ‘telaşlı olduğunu’ yansıtan başka bir olay da Galataport ile ilgili söyledikleriydi. Erdoğan bu tartışmalara da, bizce yanlış bir üslup ve dozda sert yanıtlar vererek, bu tartışmanın ileride daha çok uzayabileceğini ve ileride kendilerine sıkıntı yaratacak boyutlara varabileceğini de, göstermiş oldu.

Aslında Kızılcahamam’dan gelen duyumlar, milletvekillerinde şimdiye kadarkilerden çok daha fazla rahatsızlık olduğunu, rahatsızlık konularının başında da AB ve Galataport konularının geldiğine işaret ediyordu. Yani Erdoğan bu konulara ağırlık vererek, bir anlamda tabandan gelen rahatsızlıkları gidermeye çalıştı. Toplantı biterken MHP’ye yüklenen konuşmasının bu kadar çok alkış alması da, aslında bu duyumların bir ispatı oldu.

Erdoğan ‘İstediğime istediğim gibi veririm’ tarzıyla ve ‘kuru kuruya yahudi düşmanlığı yapılıyor’ diyerek, olaya ilkesel yaklaşmadığını, sadece konjonktürel yaklaştığını, bizce göstermiş oldu. Bu arada önce ‘görüşmedim’ deyip, sonra ‘görüştüysem ne oldu’ demesinin verdiği sıkıntının kendisini hep takip edeceğinin farkında olduğunu da, bizce belli etti.

Bu satırlar yazılırken, müzakerelerin başlama ihtimali yeniden kuvvetlenmeye başlamıştı. Süreç başlasa da başlamasa da, AB’nin içsiyasette daha fazla ağırlık kazanacağı ise kesin.
Yazının Devamını Oku

3 Ekim’in arifesinde MESS’in AB toplantısı

3 Ekim 2005
<B>TÜRKİYE Metal Sanayicileri Sendikası (MESS)</B> 3 Ekim’in arefesinde Antalya’da AB konusunun ele alındığı ‘<B>Gelişim’05</B>’ toplantısı başlattı. Bugün devam edecek toplantıda ister istemez tartışma ‘Türkiye’nin müzakerelere başlayıp başlamayacağı’na daha doğrusu ‘Türkiye’nin kabul etmeyeceğini söylediği şartların çerçeve metinde yeralıp almayacağı’na odaklandı. Genel kanı Avusturya’nın seçimler sonrası bu ısrarından vazgeçeği yolunda idi.

Aynı zamanda TİSK Yönetim Kurulu Başkanı olan MESS Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, açış konuşmasında konferansa simge olarak seçtikleri ‘kardelen’ çiçeğinin yaşadığı zorluklarla Türkiye’nin serüveni arasında benzerlikler kurarak, Türkiye’nin büyüyüp gelişeceğini, AB perspektifiyle bu gelişimin daha da yukarılara çıkacağını söyledi. Çalışma yaşamı ve endüstri ilişkileri alanlarında ele alınacak önemli konular olduğunu kaydeden Kutadgobilik, toplumsal bir proje olan AB hedefini gerçekleştirirken, her kesimin ortak sorumluluk alacağını söyledi.

MESS’in ve AB konusunda büyük işlevler gören İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV)nin kurucusu olan Jak Kamhi ise çok daha iyimser bir tablo çizdi. Sürekli AB organları ve üye ülke yöneticileri ile temasta olduğunu kaydeden Kamhi, 3 Ekim’de müzakerelere başlanacağı konusunda hiçbir endişesi bulunmadığı kaydederken, gelişen koşullara göre müzakerelerin 10 yıldan önce bile bitirilebileceğini iddia etti. İspanya’nın tam üyelik sürecini çok yakından izlediğini kaydeden Kamhi, ‘Yeter ki bizim yapacağımız katkılar anlaşılsın, yapacağımız katkıyı anladıkları zaman süreç umulmadık ölçüde kısalacaktır’ şeklinde konuştu.

Türk Sanayici İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ömer Sabancı ise konuşmasında ‘kırmızı çizgi’ olan imtiyazlı üyeliğin kabul edilemeyeceğini tekrarlarken, bu sürecin her iki taraf için de tam üyelikle sonuçlanması gerektiğini belirtti ve Türkiye’nin AB’yi küresel anlamda ‘aktif’ bir oyuncu haline getirebilecek bir ülke olduğunun altını çizdi.

Müzakerelerin öncesinde Avrupa kamuoyunda yükselen olumsuz açıklamalarla ilgili olarak, günlük çıkarların ve politik kaygıların ‘modern tarihin büyük barış ve medeniyet projesine’ engel olmaması gerektiğini kaydeden Ömer Sabancı, bazı Avrupa ülkelerinde kısa vadeli seçim hesaplarının politikacılara, birbirini Türkiye üzerinden vurma fırsatı verdiğini belirterek, ‘Zamanla biz de milliyetçi önyargılara itibar etmeden bununla mücadele etme yöntemlerini öğreneceğiz’ dedi. Sabancı, mevcut ortamda rotadan sapmadan ilerleyebilmenin önemli olduğunu; bunun içinde izlenmesi gereken haritanın günden güne değişebilecek söylemler değil, ilişkide kat edilen ‘kurumsal ilerlemeler’ olacağını belirtti.

3 Ekim’in ‘Her şeyin sonu veya başlangıcı olmadığını’ kaydeden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu ise, asıl işin kendimize düştüğünü, 3 Ekim’de müzakerelerin başlamasıyla sorumlulukların, sorunların bitmeyeceğini, aksine artacağını’ ifade etti. Başeskioğlu, işsizlikle mücadelenin, istihdam sorunlarının çözümü için bundan sonra , tüm kesimlerle birlikte çok daha fazla çaba harcamaları gerektiğinin de altını çizdi.

Bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye adil ve eşit davranmadığını gördüklerini zaman zaman herkesin içinden ‘vazgeçmek’ duygusunun kabardığını hatırlatan Bakan, ‘Ancak Özal’ın da ifade ettiği gibi, bu yol uzun ve ince bir yol, sinirlerimize hakim olacağız’ dedi.

AB’nin kendi içinde ‘sosyal modeli mi uygulayalım, daha fazla liberal mi olalım’ tartışması yaptığını hatırlatan, AB ile mevcut problemlerin diplomasi ile üstesinden gelineceğine inandığını kaydeden Bakan Başeskioğlu, ‘Biz Avrupa’ya birçok değer katacak bir ülke olma iddiasındayız. Avrupa’ya yük olmaya gitmiyoruz.Türkiye girdiği uluslararası hiçbir kuruluşa yük olmamıştır. BM’ye üye olmuş, Nato’ya üye olmuş, kilometrelerce uzaktaki ülkelere asker bile göndermiş, kendine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirmiştir’ şeklinde konuştu.

Konferansa ait belki de en güzel tablo ise işverenlerle birlikte, bir zamanlar ‘DGM’yi ezdik sıra MESS’de’ diyen DİSK’in şimdiki Başkanı Süleyman Çelebi’nin, Türk-iş Başkanı Salih Kılıç’ın, Hakiş Başkanı Salim Uslu’nun hep birarada, bu AB toplantısında bulunmaları idi.
Yazının Devamını Oku

3 Ekim’in arifesinde MESS’in AB toplantısı

3 Ekim 2005
TÜRKİYE Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) 3 Ekim’in arefesinde Antalya’da AB konusunun ele alındığı ‘Gelişim’05’ toplantısı başlattı.

Yazının Devamını Oku

3 Ekim’in arifesinde MESS’in AB toplantısı

3 Ekim 2005
TÜRKİYE Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) 3 Ekim’in arefesinde Antalya’da AB konusunun ele alındığı ‘Gelişim’05’ toplantısı başlattı.Bugün devam edecek toplantıda ister istemez tartışma ‘Türkiye’nin müzakerelere başlayıp başlamayacağı’na daha doğrusu ‘Türkiye’nin kabul etmeyeceğini söylediği şartların çerçeve metinde yeralıp almayacağı’na odaklandı. Genel kanı Avusturya’nın seçimler sonrası bu ısrarından vazgeçeği yolunda idi.Aynı zamanda TİSK Yönetim Kurulu Başkanı olan MESS Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, açış konuşmasında konferansa simge olarak seçtikleri ‘kardelen’ çiçeğinin yaşadığı zorluklarla Türkiye’nin serüveni arasında benzerlikler kurarak, Türkiye’nin büyüyüp gelişeceğini, AB perspektifiyle bu gelişimin daha da yukarılara çıkacağını söyledi. Çalışma yaşamı ve endüstri ilişkileri alanlarında ele alınacak önemli konular olduğunu kaydeden Kutadgobilik, toplumsal bir proje olan AB hedefini gerçekleştirirken, her kesimin ortak sorumluluk alacağını söyledi.MESS’in ve AB konusunda büyük işlevler gören İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV)nin kurucusu olan Jak Kamhi ise çok daha iyimser bir tablo çizdi. Sürekli AB organları ve üye ülke yöneticileri ile temasta olduğunu kaydeden Kamhi, 3 Ekim’de müzakerelere başlanacağı konusunda hiçbir endişesi bulunmadığı kaydederken, gelişen koşullara göre müzakerelerin 10 yıldan önce bile bitirilebileceğini iddia etti. İspanya’nın tam üyelik sürecini çok yakından izlediğini kaydeden Kamhi, ‘Yeter ki bizim yapacağımız katkılar anlaşılsın, yapacağımız katkıyı anladıkları zaman süreç umulmadık ölçüde kısalacaktır’ şeklinde konuştu.Türk Sanayici İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ömer Sabancı ise konuşmasında ‘kırmızı çizgi’ olan imtiyazlı üyeliğin kabul edilemeyeceğini tekrarlarken, bu sürecin her iki taraf için de tam üyelikle sonuçlanması gerektiğini belirtti ve Türkiye’nin AB’yi küresel anlamda ‘aktif’ bir oyuncu haline getirebilecek bir ülke olduğunun altını çizdi. Müzakerelerin öncesinde Avrupa kamuoyunda yükselen olumsuz açıklamalarla ilgili olarak, günlük çıkarların ve politik kaygıların ‘modern tarihin büyük barış ve medeniyet projesine’ engel olmaması gerektiğini kaydeden Ömer Sabancı, bazı Avrupa ülkelerinde kısa vadeli seçim hesaplarının politikacılara, birbirini Türkiye üzerinden vurma fırsatı verdiğini belirterek, ‘Zamanla biz de milliyetçi önyargılara itibar etmeden bununla mücadele etme yöntemlerini öğreneceğiz’ dedi. Sabancı, mevcut ortamda rotadan sapmadan ilerleyebilmenin önemli olduğunu; bunun içinde izlenmesi gereken haritanın günden güne değişebilecek söylemler değil, ilişkide kat edilen ‘kurumsal ilerlemeler’ olacağını belirtti.3 Ekim’in ‘Her şeyin sonu veya başlangıcı olmadığını’ kaydeden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu ise, asıl işin kendimize düştüğünü, 3 Ekim’de müzakerelerin başlamasıyla sorumlulukların, sorunların bitmeyeceğini, aksine artacağını’ ifade etti. Başeskioğlu, işsizlikle mücadelenin, istihdam sorunlarının çözümü için bundan sonra , tüm kesimlerle birlikte çok daha fazla çaba harcamaları gerektiğinin de altını çizdi.Bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye adil ve eşit davranmadığını gördüklerini zaman zaman herkesin içinden ‘vazgeçmek’ duygusunun kabardığını hatırlatan Bakan, ‘Ancak Özal’ın da ifade ettiği gibi, bu yol uzun ve ince bir yol, sinirlerimize hakim olacağız’ dedi.AB’nin kendi içinde ‘sosyal modeli mi uygulayalım, daha fazla liberal mi olalım’ tartışması yaptığını hatırlatan, AB ile mevcut problemlerin diplomasi ile üstesinden gelineceğine inandığını kaydeden Bakan Başeskioğlu, ‘Biz Avrupa’ya birçok değer katacak bir ülke olma iddiasındayız. Avrupa’ya yük olmaya gitmiyoruz.Türkiye girdiği uluslararası hiçbir kuruluşa yük olmamıştır. BM’ye üye olmuş, Nato’ya üye olmuş, kilometrelerce uzaktaki ülkelere asker bile göndermiş, kendine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirmiştir’ şeklinde konuştu.Konferansa ait belki de en güzel tablo ise işverenlerle birlikte, bir zamanlar ‘DGM’yi ezdik sıra MESS’de’ diyen DİSK’in şimdiki Başkanı Süleyman Çelebi’nin, Türk-iş Başkanı Salih Kılıç’ın, Hakiş Başkanı Salim Uslu’nun hep birarada, bu AB toplantısında bulunmaları idi.
Yazının Devamını Oku

3 Ekim sonrası hataya yer yok

1 Ekim 2005
3 Ekim akşamı çok büyük ihtimalle, Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamasına ilişkin tören yapılacak.Belki son dakikaya kadar pazarlıklar sürecek ama görünen o ki; bu tören yapılacak. Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, pazarlık gücünü artırmak için ne kadar ikircikli demeç verip tedirgin sözler etse de, Başbakan Tayyip Erdoğan, verdiği demeçlerle ‘imtiyazlı üyelik’ olmadığı takdirde bu müzakerelerin başlayacağını ima eden, bu tehlikeyi de yok sayan demeçleriyle, Hükümetin niyetini de teyit etmiş oluyor.Bizce de bu süreç başlayacak ama bundan sonrası çok daha zor olacak.Türkiye’nin itiraz etmesine rağmen, çok fazla da üzerinde durmadığı maddelerin en ağırı bizce müzakerelere devam edebilmek için getirilecek, ‘2006 yılı sonuna kadar Kıbrıs Rum tarafının gemi ve uçaklarına, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını açması’ şartı. Yani önümüzdeki yıl bu şart yerine gelmezse, büyük ihtimalle Türkiye’nin 3 Ekim 2005’de başlayacak müzakere süreci dondurulacak. Bakanların Ekim-Kasım aylarında toplandığını gözönüne alırsanız, bu sefer de yeni hedef tarihimiz ‘Ekim 2006’ olacak gibi gözüküyor.İşte bu tarih, AB’ye tam üyelik sürecinin bundan sonrasını belirlemeye aday bir tarih.Parlamento başta olmak üzere, AB organlarının tavırları, içeride en fazla AB taraftarı olanları bile çileden çıkardı. Önce Fransa’nın sonra Avusturya’nın hasmane tutumları, hiç ilgisi yokken Avrupa Parlamentosunun Ermeni meselesini şart olarak sunması, zaten Yunanistan ve Rum tarafından gelmeye devam eden engellemeler üstüste gelince, gerçekten bıktırıcı oldu.İşte önümüzdeki dönemi zorlaştıran en önemli unsurlardan biri, son dönemde AB ülke ve organlarından gelen, bu dozunu aşmış, engellemeler olacak.Demek istediğimiz o ki; içeride AB’ye karşı, getirilen bu engelleyici maddeler bahane edilerek, çok önemli siyasi tartışmalar başlayabilir. Samimi olarak AB taraftarı olanların bile zaman zaman zeminlerini şaşıracakları bu tartışmalar, içeride siyasi oluşumları da etkileyebilir. Hükümetin tavrına bağlı olarak, parti içinde bile bölünmeler olabilir.AKP’nin şu anda takındığı AB taraftarı tutumunu ne kadar sürdüreceği de şüpheli. ‘Müzakerelere bir başlayalım, gereken ağır koşulları yerine getirmeden yeni bir seçime gidelim’ diyen AKP’liler olduğunu biliyoruz. Yani AB süreci bir erken seçim getirebilir.SÜREÇ DAHA İYİ YÖNETİLMELİBütün bu gelişmeler, 3 Ekim’le Türkiye’nin, ekonominin ve piyasaların rahatlayamayacağını, yeni tartışmaların yaşanacağı inişli çıkışlı bir sürece daha girildiğini gösteriyor.Bu arada AB’nin, daha doğrusu üye ülkelerin takınacağı tutum da bu süreçte çok önemli rol oynayacak. İngiltere Başbakanı Tony Blair’in, dün Ertuğrul Özkök’e verdiği demeçte de yeralan, genişlemeci ve yenilikçi tutumunu diğer ülkelere ne kadar kabul ettirebileceği, henüz anlaşılmış değil. Yani AB’nin ileriye dönük görüşlerini nasıl netleştireceği, bunu ne kadarlık bir sürede yapacağı, Türkiye’nin üyelik sürecini de yakından etkileyecek.Türkiye’nin, ne olursa olsun AB perspektifini sürdürmesi gerektiğine inananlardanız. Ancak bu hedef doğrultusunda giderken, çok fazla hataya artık tahammülümüz olmadığını da açıkca görüyoruz. Devletçi ve dolayısıyla aslen muhafazakar kesimlerin direnişini güçlendirmeyecek akıllı politikalara ihtiyaç olduğu kesin. AKP’nin AB hedefi doğrultusunda takındığı tutumun olumlu olduğunu düşünüyor ama bu süreci yönetmekte başarılı olduğunu söyleyemiyoruz. Yapılan hataların giderek içerdeki AB karşıtlarının ellerini güçlendirdiğini, herkes görüyor. Bundan sonraki süreçte eğer AB hedefini gerçekleştirmekte samimi ise, artık AKP’nin daha fazla hata yapmaması, tamamen teslimiyetçi bir tutum takınmaktan kaçınması gerekiyor. Bu arada bizce hata yapılmasını engelleyecek en önemli gelişmelerden biri de, AKP’nin samimi olarak sivil toplum kuruluşlarından görüş alması olmalı.AB sürecinde en önemli kozlardan birini ekonomideki olumlu gelişmelerin oluşturduğu unutulmamalı. Ekonomideki olumlu gidişatı AB tartışmalardan, burada yaşanması kaçınılmaz inişli çıkışlı trendlerden korumanın yolu ise, IMF’le biran önce anlaşmaktan geçiyor.
Yazının Devamını Oku