Erdal Sağlam

Tekel eylemine Maliye denetimi

28 Ocak 2010
TEKEL işçilerinin eyleminde bugün dönüm noktalarından biri yaşanacak. Bugün Başbakan Erdoğan, işçi taleplerini görüşmek için Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’yla görüşecek.

Eğer sonuç çıkmazsa, yarın Tekel işçileri yeniden açlık grevine başlıyor, 3 Şubat’ta da, işçi ve memur sendikalarının da destekleyeceği genel bir iş bırakma eylemi yapılacak.

Bugün ne olacak bilmiyoruz ama ne olursa olsun bence Tekel işçilerinin eylemi şimdiye kadar başarılı oldu ve sonuca da ulaşacak gibi gözüküyor.

Geçen gün birkaç gazeteci Tekel eyleminin lideri Tekgıda-İş Sendikası Başkanı Mustafa Türkel ile bir araya geldik ve gece yarısına kadar, Sakarya Caddesi’nde kurulu çadırlarda Türkel’le birlikte işçilerle sohbet ettik. Zaten Başkan ve işçilerle yaptığımız sohbetlere dayanarak başarılı olunacağını tahmin ediyorum.

Her şeyden önce sert olmayan, ideolojik tavırdan uzak, “makul” bir sendika lideri ile karşı karşıya olduğumuzu gördüm. Kendisiyle barışık bir kişi olmasının da getirdiği, “lider odaklı” bir hareket yerine taban odaklı bir hareketi seçmiş. Bu nedenle sık sık “genel grev olmaz” diyerek, kendi işçilerini sakinleştirmeye, gerçekçi sınırlara çekmeye çalışıyor. Zonguldak maden işçilerinin grevi üzerine konuştuk ve kendisini orada sendika liderlerinin çok öne çıkmasının, orta ve uzun vadede sendikaya ne kadar zarar verdiğinin bilincinde gördük.

Yazının Devamını Oku

Obama yeniden şişmeye başlayan finans balonuna dur dedi

26 Ocak 2010
ABD Başkanı Barack Obama’nın finans kesimine ilişkin son girişimi, finans piyasalarında şaşkınlıkla karşılandı.

Halbuki kriz çıktığında konuşulan konuların başında riskli işlemler nedeniyle finans kesimindeki balonun şişirilmesinin artık durdurulması gerektiği geliyordu.

Finans kesimi krizden çıkıp toparlanmaya başladığında, yeniden balonun şişmeye başladığını hisseden ABD yönetimi, bence buna bir dur deme gereği duydu.

Özetle; hem ABD için hem dünya ekonomisi için Obama’nın girişiminin yararlı olduğu kesin. Orta vade için herkes böyle düşünüyor ama kısa vadede finans piyasalarında dalgalanmanın yaşanması da kaçınılmaz görülüyor. Bu da finans kesimine ilişkin karların azalacağı beklentisinden kaynaklanıyor.

Bizim bankacılarla konuyu görüştüğümüzde Obama’nın girişiminin aslında normal olduğunu ama ABD finans kesiminin, hep konuşulan önlem hayata geçirilince, disipline girmekten hoşlanmadığını söylediler. Obama’nın girişimiyle bankaların kendi paralarıyla hedge fonlara yatırım yapmasının, daha genel bir deyimle riskli işlemlere para yatırmasının kısıtlanması amaçlanıyor. Bankalar müşterilerin isteği doğrultusunda bu tür riskli işlemleri yapabilecekler ama kendileri bunu yapamayacaklar. Amaç belli; bankaların riskli işlemlere tekrar girmesini engelleyip, sonradan devletin parasının buralara aktarılmasının önüne geçmek.

Yazının Devamını Oku

Sadece işçi kesiminin değil, iş aleminin de rahatsızlığı büyüyor

25 Ocak 2010
HÜKÜMET sadece işçi kesimiyle, çalışan kesimle değil iş alemiyle de gergin bir ilişki sürdürüyor. İşçi kesimine ilişkin tepeden bakan tavırlar, “özlük haklarına ilişkin doğal hak arama”ya bile karşı takınılan tahammülsüz tutumlar, Tekel eylemi nde yaşadığımız gibi, çatışma havasını besle yen bir seyir izliyor. İş alemindeki gerginliğe gelince... Klasik “sermaye yapısı değişiyor, statükocu sermaye şikayet ediyor” tanımını içine girecek bir gerginlik kesinlikle değil. Böyle olmadığına ilişkin en önemli kanıt ise mevcut hükümetle birlikte palazlanan, siyasi yakınlığı olan işadamlarının bile, bir süredir ciddi biçimde yakınmaları. Her şeyden önce ekonomik olarak gerekenlerin yapılmadığı, krizin küçümsendiği, bu nedenle krizden çıkış için gerekli tedbirlerin alınmadığı konusunda önemli bir şikayet var. Bununla birlikte yine IMF ile anlaşma sürecinin uzatılması, ekonomide gerekenlerin yapılacağı konusunda büyük bir güvensizlik oluşturmuş durumda. Yakın işadamları bile hükümetin siyasi-ekonomik süreci yönetemediği görüşünde.
Hükümetin Maliye Bakanlığı’nı bir silah olarak kullanması, en küçük eleştiriye bile takındığı tahammülsüz ve baskıcı tutumu, sadece büyük işadamlarını değil Anadolu’daki hükümete yakın olarak bilinen orta ve küçük boy sermayeyi de son birkaç yıldır rahatsız ediyor. Son dönemde bu eleştirilere “Devletten iş almada bölgesel ayrımcılığın başladığı” yakınmaları da eklendi ve bu yakınmalar hükümete yakın önemli işadamlarının sohbetlerinden çıkıyor.
TÜSİAD’ın yeni Başkanı Ümit Boyner’in ilk konuşmasında “Demokratik açılım bir bütündür, bir süreçtir. Aşamaları planlanmamış, stratejik bütünlüğe sahip olmayan ve sosyal paydaşlarla olgunlaştırılmamış bir yaklaşım toplumsal dalgalanma ve kutuplaşmayı daha da arttırabilir, bedeli çok ağır hale gelebilir” demesi, yaşanan siyasi süreçten rahatsızlığı açıkca gösteriyor.
Boyner’in “Hani biz bir köprü idik? Medeniyetler ittifakı için örnek ülkeydik. Hoşgörünün, binlerce kültürün beşiği idik. Ne oldu bize? Bizi ne tutuyor? Niçin 1. lige bir türlü çıkamıyoruz? Sorunlarımızı birlikte çözmek yerine taraflara bölünüyoruz. Herkesten, herşeyden şüphe duyuyoruz, konuşmuyoruz, bağırıyoruz, dinlemiyoruz, dinleniyoruz. Gerçeklerle yüzleşmek yerine komplo teorileri üretiyoruz. Ne oldu bize?” sözleri ise özellikle yaşanan baskılardan, artırılan kutuplaşma havasından duyulan rahatsızlığı gösteriyordu.
‘ZULÜM İLE ABAD OLUNMAZ’
Ümit Boyner, hepimizin huzura ihtiyacı olduğunu, gergin bir toplum olarak yaşamaktan yorulduğumuzu belirtip, “korkularından şüphelerinden sıyrılmış bir Türkiye” istiyor.
Bu konuşmadan birkaç gün sonra bu kez iş aleminin çatı örgütü olan, sadece büyük sermayeyi değil küçük ve ortaboy sermayeyi de temsil eden TOBB’un Başkanı Rifat Hisarcıkloğlu’nu “darbeci” olarak tanımlama amacı taşıdığı belli olan bir haber yayımlandı. Tabanda çok sevildiği için, sürekli Anadolu’nun nabzını tuttuğu için hükümetin rahatsız olduğunu bildiğimiz Hisarcıklıoğlu, kendisine dönük bu girişimi anında sert bir dille yalanladı.
“Darbe yapmayı vatana ihanet sayarım” diyerek sözlerine başlayan Hisarcıklıoğlu’nun konuşması “tüm kesimler”e demokrasi dersi verir nitelikteydi.
“Taraf olmaya zorlanan”ların, başka bir deyişle “makul” çoğunluğun sesi gibiydi.
Hisarcıklıoğlu’nun “Darbe tezgâhları ne kadar namussuzluk ise, haysiyet cellatlığı da, o kadar namussuzluktur. İkisi de zulümdür. Zulüm ile de abad olunmaz” sözleri bence konuşmasının en çarpıcı bölümlerinden biriydi.
“Haysiyet cellatlığı” tanımının dini literatürdeki önemini, bununla en çok kimin kastedildiğini, herhalde en çok da bu sözün muhatapları bilecektir.
Aynen “Zulüm ile abad olunmaz” sözünün muhatapları gibi...
Son bir saptama: Herhalde Nuray Mert’in açtığı son tartışmada ne kadar haklı olduğunu, en çok da, bunu derinden yaşadığı için, iş alemi biliyordur...
Yazının Devamını Oku

Ocak bitti, yatırımcı hâlâ hesap yapamıyor

21 Ocak 2010
BİR yatırım planladığınızı düşünün... Bir projeniz var bunu hayata geçirmek için ithalat yapmanız, bankadan kredi kullanmanız ve üretime geçip içeriye ve dışarıya, belirlediğiniz hedef kitleye ürününüzü satmanız gerekiyor.

Tüm bunlar için hesaplar yapmanız, ona göre de yatırımı yapıp yapmayacağınıza karar vermeniz gerek. Hesaplamak için ise faiz oranlarının ne olacağını, kurların nasıl seyredeceğini, büyüme oranlarını ve tüketim eğilimini bilmeniz gerekiyor. Bunları sağlıklı biçimde hesaplayabilmek için kamunun ekonomi politikalarının, hatta siyasi ortamın ne olacağını bile, üç aşağı beş yukarı kestirebilmelisiniz.

Şimdi bir düşünün; kurların, faizlerin, büyümenin ne olacağını, hadi bırakın önümüzdeki 3-4 yılı, bu yılda ne olacağını kestirebilir misiniz?

Sağlıklı hesap yapamıyorsanız, yatırım da yapamazsınız. Siz ve benzeri planları olanlar yatırım yapmayınca da ne ekonomi büyüyebilir, ne de işsizlik azalır.

Ekonomik gidişatın istikrarlı olduğu dönemlerde tüm bunları rahatlıkla hesaplayabilir, gidişatı üç aşağı-beş yukarı kestirebilirsiniz. Ancak kriz dönemlerinde, hele ki küresel krizden çıkışın ne olacağı belli değilken, içeride siyasi sert tartışmalar yaşanırken, referandum ya da seçim olarak önünüzde bir sandık gözükürken, bu hesapları yapmak için elinizdeki verilerin, ekonominin istikrarlı seyrettiği döneme kıyasla hem çok, hem daha sağlıklı olması gerekir.

Yazının Devamını Oku

Sağlık Bakanı ‘Tam Gün’ için kararlı

19 Ocak 2010
SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ, büyük tartışmalara neden olan, bugün doktorların tepki eylemi yapacağı “tam gün yasası”nı çıkarmakta kararlı görünüyor.

Dün NTV’de katıldığı Yazı İşleri programından sonra sohbet imkanı bulduğumuz Bakan Akdağ ile, dünkü yazımız üzerine de konuştuk. Sistem konusundaki, liberal sistem mi, devletçi sistem mi belli olmadığı yolundaki eleştirilerime, “Avrupa’daki sistemi getiriyoruz” yanıtı verdi. “Sanki daha önce ABD’deki liberal sistemi gündeme getirmek isteyip sonradan Kıta Avrupası’na dönüldüğü izlenimini edindiğimi, dolayısıyla sürekli gel-git’ler yaşanıp, bir karma yapıldığı” yolundaki görüşümü söylediğimde ise Bakan Akdağ buna da itiraz ederek, “baştan beri bu sisteme uygun hareket ettikleri” yanıtını verdi.

Bakan Akdağ doktorlarla yeterince uzlaşma yolunun aranmadığı yolundaki eleştirilerimize de katılmıyor. Yeterince görüşmeler yapıldığını, doktorların büyük bölümünün dinlendiğini belirterek, “bu yasaya sadece muayenehanesi olan doktorların karşı çıktığı” yolundaki tezini savunmaya devam ediyor.
İŞ BIRAKMA GÖSTERİSİ

Bugün doktorların yapacağı iş bırakma eylemi ile ilgili olarak da yine, bu eyleme katılacak doktor sayısının çok az olacağını belirterek, ”Bunun bir iş bırakma eylemi değil, iş bırakma gösterisi olacağını” söylüyor.

Yazının Devamını Oku

Sağlıkta ‘tam gün’ün diğer adı kamulaştırma

18 Ocak 2010
BÜYÜK patırtı kopartan sağlıktaki “tam gün yasası”na özel sektör açısından baktığınızda, rahatlıkla “sağlıkta devletçi politikalara geri dönüş”, “en kapsamlı kamulaştırma hareketi” ya da “Türkiye’nin en büyük KİT’i yaratılıyor” diyebilirsiniz. Çünkü yasanın sonucu bu olacak.

Tabii ki kamunun yanında sağlıkta özel sektör kuruluşları da olacak ama sektördeki payları giderek azalacak. Çünkü tam gün yasası ile amaçlanan en önemli değişikliklerden birisi kamu hastanelerini yeniden güçlendirmek, tek elde toplanan bir güce kavuşmak.

Sağlıktaki yol, tümüyle bir siyasi tercihtir. “Sağlık alanında devletçi bir politika uygulanacak” tercihinde bulunup bunun gereğini yapar, faturasını bütçe kanalıyla zaten halkın ödeyeceğini söylersiniz . Bunun gereklerini yapar buna göre vatandaştan gider oy istersiniz, çok doğaldır.

Ancak siz “sağlıkta özel sektör hakim olacak” diye önceden politika açıklar, buna göre özel sektörü yatırıma yönlendirir, devasa hastahaneler kurdurur gidip kurdelelerini kendiniz keserseniz, daha sonra da dönüp, yeniden “kamu ağırlıklı politikaya geçiyorum” derseniz, bunun adı özel sektörü yanlış yönlendirmektir, kandırmaktır.

Yok, eğer böyle bir temel tercihi vatandaşa söylemeden, günlük politikalarla uygulamaya devam ederim derseniz, bu uygulama da sonunda tıkanır. Hem tıkanır hem de yaptığınız köklü çark etmelerin sonucu fatura da büyür. Zaten son 3-4 yıldır bunu yaşıyoruz.

Yazının Devamını Oku

Sağlıkta işler iyice karıştı

14 Ocak 2010
ÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Eczacılar Birliği arasındaki çatışma tam sona eriyor gibi görünürken, işler yeniden alevlendi.

Bakanlığın talimatına uyan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) nun, Birliğin en hassas olduğu nokta olan “eczanelerle tek tek sözleşme” konusunda diretmesi üzerine, ipler dün yeniden koptu. Tam bu gelişmeler yaşanırken bu kez Danıştay, SGK’nın tek tek sözleşme yapmasını öngören düzenleme hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldı. Yani çatışmaya yargı da bu kararıyla taraf oldu.

Dün bu satırlar yazılırken, SGK’nın Danıştay’ın bu kararı üzerine yine çark ettiğini ve dün gece itibariyle yeniden Eczacılar Birliği ile masaya oturma kararı alındığını öğrendik.

Bunlar yaşanırken, Başbakanın “tam gün yasası” ile ilgili önceki gün TBMM Parti Grup toplantısında yaptığı konuşma, doktorları da ayağa kaldırdı. Epeydir Sağlık Bakanlığı bu taslak üzerinde çalışıyordu ve Hükümet bu düzenlemeyi TBMM’nin gündemine acil olarak getirip yasalaştıracağını söyledi.

Bunun üzerine bu kez doktorların eylem hazırlıkları başladı. Doktorlar bu yasaya evvelden beri karşı olduklarını belirtiyorlar ve zaten gündeme geldiğinde çok sert tepki göstereceklerini söylemişlerdi.

Yazının Devamını Oku

Maliye’nin yaptırım gücü ve sigara zammı

12 Ocak 2010
VERGİ kaba olarak baktığınızda “zor alım” kapsamına girer. Zaten kimse isteyerek vergi vermeyeceği için de, Maliye’ye yaptırım gücü verilmiştir.

Ancak verginin adil olması, kimseye ayrıcalık tanınmadan herkes için aynı usul ve esaslar içinde uygulanması ve ekonomik gerekçelere dayanması gerekir. Aksi takdirde vergi zor alımdan çıkar, zor kullanma aracına döner...

Doğan Grubu’na verginin zor kullanma aracı, hem siyasi araç haline getirilerek uygulandığını, adalet duygusunu büyük ölçüde zedelediğini artık herkes kabul ediyor. Maliye Bakanlığı, elemanlarının büyük bölümü bu uygulamayı adaletsiz bulsa bile, maalesef bu oyunun içinde yeraldı ve büyük yara aldı.
DOZU KAÇINCA

Maliye’nin “Kod” uygulaması, sonunda AKP’ye yakın işadamlarını bile çileden çıkardı ve “salma yöntemi” eleştirilerimize onlar da hak vermeye başladılar.
Maliye’nin yanlış anlayışının, “ben istediğimi yaparım” tavrının devam ettiğini görüyoruz. Son olarak sigara zamlarıyla ilgili tavır bunun en somut örneği.

Yazının Devamını Oku