Eğer sonuç çıkmazsa, yarın Tekel işçileri yeniden açlık grevine başlıyor, 3 Şubat’ta da, işçi ve memur sendikalarının da destekleyeceği genel bir iş bırakma eylemi yapılacak.
Bugün ne olacak bilmiyoruz ama ne olursa olsun bence Tekel işçilerinin eylemi şimdiye kadar başarılı oldu ve sonuca da ulaşacak gibi gözüküyor.
Geçen gün birkaç gazeteci Tekel eyleminin lideri Tekgıda-İş Sendikası Başkanı Mustafa Türkel ile bir araya geldik ve gece yarısına kadar, Sakarya Caddesi’nde kurulu çadırlarda Türkel’le birlikte işçilerle sohbet ettik. Zaten Başkan ve işçilerle yaptığımız sohbetlere dayanarak başarılı olunacağını tahmin ediyorum.
Her şeyden önce sert olmayan, ideolojik tavırdan uzak, “makul” bir sendika lideri ile karşı karşıya olduğumuzu gördüm. Kendisiyle barışık bir kişi olmasının da getirdiği, “lider odaklı” bir hareket yerine taban odaklı bir hareketi seçmiş. Bu nedenle sık sık “genel grev olmaz” diyerek, kendi işçilerini sakinleştirmeye, gerçekçi sınırlara çekmeye çalışıyor. Zonguldak maden işçilerinin grevi üzerine konuştuk ve kendisini orada sendika liderlerinin çok öne çıkmasının, orta ve uzun vadede sendikaya ne kadar zarar verdiğinin bilincinde gördük.
Halbuki kriz çıktığında konuşulan konuların başında riskli işlemler nedeniyle finans kesimindeki balonun şişirilmesinin artık durdurulması gerektiği geliyordu.
Finans kesimi krizden çıkıp toparlanmaya başladığında, yeniden balonun şişmeye başladığını hisseden ABD yönetimi, bence buna bir dur deme gereği duydu.
Özetle; hem ABD için hem dünya ekonomisi için Obama’nın girişiminin yararlı olduğu kesin. Orta vade için herkes böyle düşünüyor ama kısa vadede finans piyasalarında dalgalanmanın yaşanması da kaçınılmaz görülüyor. Bu da finans kesimine ilişkin karların azalacağı beklentisinden kaynaklanıyor.
Bizim bankacılarla konuyu görüştüğümüzde Obama’nın girişiminin aslında normal olduğunu ama ABD finans kesiminin, hep konuşulan önlem hayata geçirilince, disipline girmekten hoşlanmadığını söylediler. Obama’nın girişimiyle bankaların kendi paralarıyla hedge fonlara yatırım yapmasının, daha genel bir deyimle riskli işlemlere para yatırmasının kısıtlanması amaçlanıyor. Bankalar müşterilerin isteği doğrultusunda bu tür riskli işlemleri yapabilecekler ama kendileri bunu yapamayacaklar. Amaç belli; bankaların riskli işlemlere tekrar girmesini engelleyip, sonradan devletin parasının buralara aktarılmasının önüne geçmek.
Tüm bunlar için hesaplar yapmanız, ona göre de yatırımı yapıp yapmayacağınıza karar vermeniz gerek. Hesaplamak için ise faiz oranlarının ne olacağını, kurların nasıl seyredeceğini, büyüme oranlarını ve tüketim eğilimini bilmeniz gerekiyor. Bunları sağlıklı biçimde hesaplayabilmek için kamunun ekonomi politikalarının, hatta siyasi ortamın ne olacağını bile, üç aşağı beş yukarı kestirebilmelisiniz.
Şimdi bir düşünün; kurların, faizlerin, büyümenin ne olacağını, hadi bırakın önümüzdeki 3-4 yılı, bu yılda ne olacağını kestirebilir misiniz?
Sağlıklı hesap yapamıyorsanız, yatırım da yapamazsınız. Siz ve benzeri planları olanlar yatırım yapmayınca da ne ekonomi büyüyebilir, ne de işsizlik azalır.
Ekonomik gidişatın istikrarlı olduğu dönemlerde tüm bunları rahatlıkla hesaplayabilir, gidişatı üç aşağı-beş yukarı kestirebilirsiniz. Ancak kriz dönemlerinde, hele ki küresel krizden çıkışın ne olacağı belli değilken, içeride siyasi sert tartışmalar yaşanırken, referandum ya da seçim olarak önünüzde bir sandık gözükürken, bu hesapları yapmak için elinizdeki verilerin, ekonominin istikrarlı seyrettiği döneme kıyasla hem çok, hem daha sağlıklı olması gerekir.
Dün NTV’de katıldığı Yazı İşleri programından sonra sohbet imkanı bulduğumuz Bakan Akdağ ile, dünkü yazımız üzerine de konuştuk. Sistem konusundaki, liberal sistem mi, devletçi sistem mi belli olmadığı yolundaki eleştirilerime, “Avrupa’daki sistemi getiriyoruz” yanıtı verdi. “Sanki daha önce ABD’deki liberal sistemi gündeme getirmek isteyip sonradan Kıta Avrupası’na dönüldüğü izlenimini edindiğimi, dolayısıyla sürekli gel-git’ler yaşanıp, bir karma yapıldığı” yolundaki görüşümü söylediğimde ise Bakan Akdağ buna da itiraz ederek, “baştan beri bu sisteme uygun hareket ettikleri” yanıtını verdi.
Bakan Akdağ doktorlarla yeterince uzlaşma yolunun aranmadığı yolundaki eleştirilerimize de katılmıyor. Yeterince görüşmeler yapıldığını, doktorların büyük bölümünün dinlendiğini belirterek, “bu yasaya sadece muayenehanesi olan doktorların karşı çıktığı” yolundaki tezini savunmaya devam ediyor.
İŞ BIRAKMA GÖSTERİSİ
Bugün doktorların yapacağı iş bırakma eylemi ile ilgili olarak da yine, bu eyleme katılacak doktor sayısının çok az olacağını belirterek, ”Bunun bir iş bırakma eylemi değil, iş bırakma gösterisi olacağını” söylüyor.
Tabii ki kamunun yanında sağlıkta özel sektör kuruluşları da olacak ama sektördeki payları giderek azalacak. Çünkü tam gün yasası ile amaçlanan en önemli değişikliklerden birisi kamu hastanelerini yeniden güçlendirmek, tek elde toplanan bir güce kavuşmak.
Sağlıktaki yol, tümüyle bir siyasi tercihtir. “Sağlık alanında devletçi bir politika uygulanacak” tercihinde bulunup bunun gereğini yapar, faturasını bütçe kanalıyla zaten halkın ödeyeceğini söylersiniz . Bunun gereklerini yapar buna göre vatandaştan gider oy istersiniz, çok doğaldır.
Ancak siz “sağlıkta özel sektör hakim olacak” diye önceden politika açıklar, buna göre özel sektörü yatırıma yönlendirir, devasa hastahaneler kurdurur gidip kurdelelerini kendiniz keserseniz, daha sonra da dönüp, yeniden “kamu ağırlıklı politikaya geçiyorum” derseniz, bunun adı özel sektörü yanlış yönlendirmektir, kandırmaktır.
Yok, eğer böyle bir temel tercihi vatandaşa söylemeden, günlük politikalarla uygulamaya devam ederim derseniz, bu uygulama da sonunda tıkanır. Hem tıkanır hem de yaptığınız köklü çark etmelerin sonucu fatura da büyür. Zaten son 3-4 yıldır bunu yaşıyoruz.
Bakanlığın talimatına uyan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) nun, Birliğin en hassas olduğu nokta olan “eczanelerle tek tek sözleşme” konusunda diretmesi üzerine, ipler dün yeniden koptu. Tam bu gelişmeler yaşanırken bu kez Danıştay, SGK’nın tek tek sözleşme yapmasını öngören düzenleme hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldı. Yani çatışmaya yargı da bu kararıyla taraf oldu.
Dün bu satırlar yazılırken, SGK’nın Danıştay’ın bu kararı üzerine yine çark ettiğini ve dün gece itibariyle yeniden Eczacılar Birliği ile masaya oturma kararı alındığını öğrendik.
Bunlar yaşanırken, Başbakanın “tam gün yasası” ile ilgili önceki gün TBMM Parti Grup toplantısında yaptığı konuşma, doktorları da ayağa kaldırdı. Epeydir Sağlık Bakanlığı bu taslak üzerinde çalışıyordu ve Hükümet bu düzenlemeyi TBMM’nin gündemine acil olarak getirip yasalaştıracağını söyledi.
Bunun üzerine bu kez doktorların eylem hazırlıkları başladı. Doktorlar bu yasaya evvelden beri karşı olduklarını belirtiyorlar ve zaten gündeme geldiğinde çok sert tepki göstereceklerini söylemişlerdi.
Ancak verginin adil olması, kimseye ayrıcalık tanınmadan herkes için aynı usul ve esaslar içinde uygulanması ve ekonomik gerekçelere dayanması gerekir. Aksi takdirde vergi zor alımdan çıkar, zor kullanma aracına döner...
Doğan Grubu’na verginin zor kullanma aracı, hem siyasi araç haline getirilerek uygulandığını, adalet duygusunu büyük ölçüde zedelediğini artık herkes kabul ediyor. Maliye Bakanlığı, elemanlarının büyük bölümü bu uygulamayı adaletsiz bulsa bile, maalesef bu oyunun içinde yeraldı ve büyük yara aldı.
DOZU KAÇINCA
Maliye’nin “Kod” uygulaması, sonunda AKP’ye yakın işadamlarını bile çileden çıkardı ve “salma yöntemi” eleştirilerimize onlar da hak vermeye başladılar.
Maliye’nin yanlış anlayışının, “ben istediğimi yaparım” tavrının devam ettiğini görüyoruz. Son olarak sigara zamlarıyla ilgili tavır bunun en somut örneği.