Tahminlerde sapma gösteren en önemli parametreyi ise enflasyon rakamları olarak saymak mümkün. Ekonomide yaşanacak ağır tempolu toparlanma tahmini tutarken, enflasyon verilerinin genel trenden daha hızlı biçimde yukarı gittiği görülüyor. Yani enflasyon oranları ekonomide toparlanmanın önünde yürüyor.
Piyasalar için enflasyondaki bu aykırı gidişatın önemini, faize ilişkin beklentileri değiştirmesi olarak görebiliriz. Enflasyon oranları beklenenden daha çabuk yükselirse, politika faizlerinin beklenenden daha erken artırımına başlanabilir, bu da ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyeceği için planlar tutmaz, genel küresel ekonomideki toparlanmayı tekrar vurabilir.
Küresel anlamda, özellikle gelişmiş ülkeler bazında, “Küresel krizin zayiatının bir bölümünün ekonomide yaşanacak büyümenin içine yedirilme” planını hesaba kattığımızda ise enflasyondaki bu trendin kritik öneminin daha da arttığını görebiliriz.
İşte bu nedenle, henüz içeride değil ama, küresel anlamda son enflasyon rakamları artık çok daha dikkatli izlenmeye başladı. Piyasalar bu trendin faiz artır ım sürecini ne kadar öne çekebileceğini kestirmeye çalışıyorlar.
Bunun en büyük nedeni, emekli maaş zamları için bütçeye çıkan ek yük...
Hükümet emekli maaşlarına yaptığı zamla emeklileri memnun etti mi derseniz, alınan tepkiler yüksek oranlı zamlara rağmen olumlu bir reaksiyon gösterilmediği yönünde. Çünkü özellikle emekli maaşları gerçekten çok düşük ve yüksek oranlı zam yapsanız da nominal olarak emeklilerin gelirlerini fazla büyütemiyorsunuz. Bence mevcut tablo üzerinden ne kadar zam yaparsanız yapın, tüm emeklileri memnun etmek de mümkün değil.
Buna karşılık, emeklilere yapılan bu zammın bütçeye getireceği faturayı ise Başbakan Tayyip Erdoğan 3 milyar TL olarak açıkladı.
ZAMLARIN KARŞILIĞI YOK
Bu yüksek oranlı emekli zammının ardından, zaten yılbaşında artan vergiler nedeniyle sağlanacak gelirlerin de 3 milyar TL olacağı, dolayısıyla emekli zamlarının buradan finanse edileceği biçiminde yorumlara rastladık. Bence yüksek oranlı emekli zamlarının kaynağının sanki bulunduğu izlenimi veren bu yorumlar doğru değil.
Çünkü vergilere yapılan zamlar zaten 2010 yılı bütçe dengeleri içinde, gelir kalemi içinde yer alan zamlardı. Hatta bu zamların yeterli olmayacağını, belirlenen 2010 bütçe gelirlerini sağlamak için en azından bir bu kadar daha vergi ve KİT ürünü zammı olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Buna karşılık emekli maaşlarına yapılan artı zamlar nedeniyle gelecek yeni 3 milyar TL’lik yükün bütçede kesinlikle karşılığı yok. Yani bu emekli zamlarının bütçe dengelerini doğrudan bozması, bütçe açığını bu kadar artırması söz konusu.
O nedenle rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Bütçe dengeleri için yapılan vergi zamları bile yeterli değildi, ek zamlar yapılması gerekiyordu. Şimdi emekli maaş zammı nedeniyle gelen 3 milyar TL’lik yük için ise bunun da üzerinde ek vergi ve KİT zamları yapılması gerekecek...
Belli ki; Merkez Bankası’nın daha önce yaptığı, “baz etkisi ve gıda fiyatları nedeniyle aralık ayı enflasyonu yüksek çıkacak ama genel eğilimde bir değişiklik olmayacak” açıklamasıyla piyasaları önceden bu duruma hazırlaması etkili oldu.
Aralık ayı tüketici fiyatları artışını gösteren TÜFE enflasyonu için piyasada yüzde 0.25’lik bir beklenti vardı ama gerçekleşme yüzde 0.53 oldu. Bu oranla birlikte 2009 yılı TÜFE bazında yıllık enflasyon oranı da yüzde 5.53’den yüzde 6.53’e yükseldi...
Gıda fiyatlarının aralık ayında yüzde 2.22 gibi yüksek bir oranda artması TÜFE’nin yüksek çıkmasında en önemli etkiyi yaptı.
Enflasyonun bundan sonraki aylarda da yükselişini devam ettirmesi bekleniyor. Geçtiğimiz hafta açıklanan sigara, içki ve akaryakıt ürünleri üzerinden alınan maktu vergilerin artırılması kararı, ardından köprü ve otoyol ücretlerine yapılan yüzde 14’lük zammın, ocak ayı enflasyonunu artıracağı kesin. Yapılan hesaplamalara göre bu zamların ocak ayı enflasyonuna katkısı yüzde 1-1.5 arasında olacak.
ÇİFT HANE İHTİMALİ
Ocak ayı içinde yapılmayan doğalgaz zammının şubat ayında yüklü bir oranda geleceğini de düşünürsek, aslında önümüzdeki birkaç ay enflasyonun arttığı bir dönem olacağı kesin. Birkaç ay sonunda yıllık enflasyonun geriye doğru yüzde 8’in üzerine çıkacağı da şimdiden konuşulur oldu.
Aralık ayında üretici fiyatları bazında fiyat artışlarını gösteren ÜFE’deki artış piyasa tarafından yüzde 0.1 civarında beklenirken, gerçekleşme yüzde 0.66 oldu. Yıllık ÜFE artışı da büyük bir yükselişle yüzde 5.9’a çıktı.
Tüm bu rakamların iç talepte önemli bir canlanma olmamasına rağmen gerçekleştiği gerçeğini göz önünde tutmak gerekiyor. Yani iç talebin ciddi canlanması halinde enflasyon oranlarının bence yeniden çift haneye çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bunun nedeni de enflasyonla ilgili yapısal bir önlemin alınmamış olması, yani dünya konjonktürü ve iç talepteki durum değiştiğinde yine eski oranlara dönülecek olması gerçeği ...
Geçen yıl Mart ayında BDDK’nın karşılık düzenlemesinde yaptığı yumuşama, kredi kullanıp kriz nedeniyle sıkıntıya düşmüş şirketler için yarar sağlamıştı.
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin ile yılın son günlerinde, bir durum değerlendirmesi yaparken, bu karşılık düzenlemesindeki esnekliği sürdürme niyetinde olduğunu anladık. Bankaların, odalar kanalıyla reel sektörün görüşlerini alacaklarını kaydeden Bilgin, gerek görülürse bu esnekliğin uzatılacağını söyledi. Şu ana kadar yönetmelikteki yapılandırmayla tanınan haktan 9 milyar TL’lik kredinin yararlandığını söyleyen Başkan “kesin değil” dese de, şahsen en azından bir yıl daha uzatma kararı çıkmasını bekliyorum.
BDDK’nın reel sektör için düşündükleri bununla da sınırlı değil. BDDK Başkanı Bilgin, yakında krediler konusunda sürprizleri olabileceğini söylüyor. Bankalarla firmaların ilişkilerini daha kuvvetlendirecek, kredi verme sürecini kolaylaştırıp, maliyetleri düşürecek çalışmalar yaptıklarını kaydeden Bilgin, “Kredi maliyetlerini düşüreceğiz” şeklinde, kesin konuşuyor. Kendi insiyitafleri içinde, bankacılık sektörünün mali dengelerini bozmadan reel sektör için ellerinden gelen desteği verdiklerini kaydeden Bilgin, ancak kendileri dışındaki koşullara müdahil olamayacaklarını söylüyor.
Bilgin, bankaların uzun zamandır dile getirdikleri, vergi nedeniyle dışarıdaki bankaların haksız rekabetiyle karşı karşıya bulundukları yolundaki şikayetlere de hak veriyor. Şu anda bankacılık sektörünün büyüklüğünün 520 milyar dolar gibi gözüktüğünü ama asıl büyüklüğün 600 milyar doların üzerinde olması gerektiğini, vergideki sıkıntının bunu önlediğini söylüyor.
Öğrendiğimiz kadarıyla hükümetin talebi yüzde 12-13 gibi bir zam oranı içeriyormuş ama yapılan itirazlarla zam oranı yüzde 10’un altına çekilebilmiş.
Asgari ücret toplantısına katılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Birol Aydemir, duyduğumuz kadarıyla, işverenlerin asgari ücrete yüzde 10’un üzerindeki zam talebine karşı çıkmaları üzerine, “Bu hükümetin tercihi, siz daha Ocak ayında emeklilere yapılacak zammı görün. Yüzde 10 hatta 15’i bile bulabilir” demiş.
Bunu duyan işveren sendikalarının temsilcileri şaşırmışlar. Şimdiye kadar hükümet hep ücret zammını düşük tutmak isterken, ne oluyor da şimdi yüksek zam oranları teklif ediyor diye kendi aralarında sorgulamışlar, doğal olarak...
SENARYONUN HADDİ HESABI YOK
Ankara Kulislerinde konuşulan senaryoların haddi hesabı yok. Bir süredir bu senaryoların arasına 2010’da erken seçim yapılacağı yönündeki senaryolar da eklenmiş durumda. İşte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı’nın toplantıda söyledikleri, bu erken seçim senaryolarını besler nitelikte..
Erken seçimin de içinde olduğu siyasi senaryolarda, hükümetin önümüzdeki dönemde kurumlar arasındaki ayrışmayı besleyip, çatışma havasını artıracak yeni adımlar atacağını öngören spekülasyonlar bile bulunuyor.
Yaşanan ekonomik krizin sosyal etkilerinin, yani ekonomik daralma ve artan işsizliğin çeşitli kesimler üzerinde yaratacağı tahribatın daha sonra ortaya çıkacağı hep konuşulmuştu, herhalde artık bu işaretleri görmeye başlıyoruz.
Ekonominin toparlanması, mali disiplinin yeniden sağlanıp, yeniden büyümeye hazırlık için bir şeylerin yapılması gerekiyordu, Hükümet tercihini işçi-memur gibi kesimlere aktarılan kaynak ile sağlık harcamalarını eczaneler üzerinden kısmak yönünde yaptı. Öyle oyunca da zarar gören kesimler doğal olarak tepkilerini göstermeye başladılar.
Yapılanlar ekonominin gereği mi derseniz, bence değil... Harcamalarda disiplin sağlanması gerekiyordu ama hükümet bu faturayı çalışan kesimlere ve sağlık kurumlarına yıkmayı tercih etti. Aslında çok daha büyük boyutta tasarrufların, yüklü kaynak aktarılan başka kesimlerden kısıntı yapılarak, yapısal sorunları çözerek sağlamak mümkündü ama Hükümetin tercihi bu yönde oldu.
Hükümet bunu yaparken, bence kötü yönetimin bir örneğini daha vererek, zarar gören kesimlerle diyalog kurmak yerine onlara karşı uzlaşmaz tutum sergiledi. Zarar gördüğü için karşı çıkanlara aba altından sopa gösterilmesi yetmiyormuş gibi “Tekel işçilerine tüyü bitmemiş yetim hakkını yedirmem” gibi demeçler verilmesi doğal olarak çatışmayı sertleştiriyor. Halbuki böylesine dönemlerde hiç olmazsa üslup yumuşak olunca, çatışmanın bu kadar sertleşmediğini daha önce görmüştük...
Örneğin Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) Genel Müdürü Halil Eroğlu, 2010 yılının yatırım bankacılığı açısından fırsatlarla dolu olacağını söylüyor.
Uzun zamandır yaşanmayan halk arzların 2010’da gerçekleşmesini bekleyen Eroğlu, yanı sıra elektrik üretim ve dağıtım özelleştirmeleri başta olmak üzere, satın alma danışmanlığı işlemlerinin yoğun olacağı bir yıla girdiklerini kaydetti.
Halil Eroğlu’nun umutlu olduğu bir başka alan ise; bir türlü gerçekleşemeyen, çağdaş ülkelerde reel sektör finansmanında önemli payı olan özel sektör tahvillerine ilişkin. Düşen TL faizlerinin özel sektör tahvil ihraçlarının (ÖST) artmasını teşvik edebileceğinin altını çizen Eroğlu, ÖST’lerin, firmalara düşük ihraç maliyeti yani finansman imkanı sunarken, yatırımcılara devlet tahvilinin üzerinde getiri fırsatı sağlayabileceğini, bu nedenle talep bulabileceğini söylüyor. Eroğlu, ÖST ihracının önünde engel olan bazı mevzuatların son dönemde kaldırılmış olmasını da olumlu bir gelişme olarak sayıyor.
Türkiye’nin not artışları ve yurt dışında düzelen morallerle ülkeye doğrudan sermaye girişi olabileceğinin altını çizen Eroğlu, gerek birincil gerek ikincil sermaye piyasalarının yeni yılda aktif olmasını beklediklerini kaydediyor.
Ancak bu sözleri kimin söylediğine bakmadan okuduğunuzda, herhalde sizin de aklınıza, acaba bu sözler ne için edildi; siyasi atmosfer için mi, asker-sivil ilişkileri için mi, güvenlik kuruluşlarının hem kendi içlerinde hem birbirleriyle giriştikleri kavgalara ilişkin mi, uluslar arası konjonktür için mi, Türkiye’nin örneğin İsrail’le ya da ABD veya AB ile ilişkileri için mi, Ermenistan ya da Kıbrıs meselesi için mi, yoksa küresel ekonomik gidişat ya da içerideki işçi olayları ya da üretimdeki zorluklar için mi söylendi diye düşünebilirsiniz...
Şahsen kimin söylediğini bilerek okumama rağmen, acaba bu sözleri ne için söyledi diye, aklımdan bir sürü alan ve konu geçti...
Son dönemde genel ortamı izleyen her insanın aklına, bu soruların gelmesi çok doğal. Son dönemde içinde yaşadığımız atmosfer, en büyük işadamından sokaktaki bireye kadar herkesi karamsarlığa itecek kadar karamsar.
Bence asıl sorun ülkenin yönetilememesi. Ülkenin yönetilememesinden kastım; devleti oluşturan birimlerin hem kendi içlerinde hem de diğer birimlerle eşgüdümlerinin hiç kalmamasını, kimsenin altına artık sahip olamamasını ve dolayısıyla tümüyle ülke yönetimine bu havanın hakim olmasını kastediyorum.
Bence önümüzdeki dönem için asıl korkulması gereken unsur; kontrolsüzlük...