Ercan Saatçi

Aykut gelirse...

29 Mayıs 2010
BİR-Süper Ligi iyi tanıyor olması, F.Bahçeli oyuncularla ilişkileri ve onları bir sezondur gözlemlemesi avantajdır. İKİ-Fakat, Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nde oynayacağı iki ön eleme maçı Aykut’un başlamadan biten Fenerbahçe serüveni olarak tarihe geçebilir.
ÜÇ-Aykut, takım inişteyken herhangi bir “silin” operasyonuna “eyvallah” demez, gerginlik olur ki bu da Aykut’un gidişi demektir.
DÖRT-Aykut gittiği her takıma kimlik kazandırmış bir antrenör. Ahali sabredebilirse bu bütçeyle uzun vadede Aykut’tan bir Guardiola yaratılabilir.
BEŞ-Aykut teknik direktör olmaz da yine sportif direktörlüğe devam ederse, bu durum da gelecek hoca için baskı yaratır. Alınacak her kötü sonuçta Aykut ismi ortaya atılır ve bundan herkes zarar görür.

KRiZi YÖNETMEK

ŞAMPİYONLUĞUN kaybedilmesi, eğer bu kriz ortamı doğru yönetilirse, Fenerbahçe için çok daha hayırlı olabilir. “Salla başı al maaşı” zihniyetiyle “çalışan” Daum ve bu formanın ağırlığını taşıyamayan bazı oyuncular ayıklanırsa, “öldürmeyen şey güçlendirir” gerçeği bu camia için de geçerli olabilir. Evet, özellikle talihsiz anons olayı ve 2. son hafta travması yaşanmasa daha iyi olurdu. Fakat Fenerbahçe, bu tür sıkıntılarla yıkılmayacağı gibi Beşiktaş’ın galibiyeti halinde gelebilecek bir şampiyonluğa da sevinemezdi. Ve son bir söz de Fenerbahçe’ye karşı Aziz Yıldırım’ı bahane edip nefret tohumu ekenlere; Aziz Yıldırım, Kulüpler Birliği Başkanlığı süresince 1 gün hariç, çıkıp herhangi sert bir açıklama ya da rahatsız edici bir söz söyledi mi? Bu sorunun cevabı da vicdanlara kalsın.

İSTİKLAL MARŞI HADİSESİ...

BİLEN bilmeyen, anlayan anlamayan herkes konuştu, yazdı. Hakları var mıydı? Elbette vardı, çünkü milli marşımızdı söz konusu olan... Hadise’nin iyi niyetle ve en milliyetçi duygularla okyanusu geçip bu marşı seslendirmesini bir tarafa bırakalım... Hatta bu yolculuk için yapılan masraflara da takılmayalım. Fakat... Bu durumu masaya yatıralım; Hakan Aysev seslendirdiğinde de aynı şeyler olmuştu. Bedia Akartürk seslendirirse yine aynı şeyler konuşulur. Hatta Tarkan söylesin bir dakikada bitiririz starımızı... Peki neden?

1-Daha önce de yazmıştım, İstiklal Marşı solo seslendirilsin diye yazılmış bir eser değildir. Bir kişi seslendirdiğinde ne heybeti olur ne de anlamı.
2-İstiklal Marşı hızlı bir ritimde yazılmış ancak dönemin “sahibinin sesi” sütüdyosu plak kaydını, plağı tam doldursun diye yavaşlatarak yapmış. Bu nedenle Hadise de dahil kimse metronomunu (ritmini) tutturamıyor.
3-Marşın sonunda ritardando (yavaşlayarak) olmamasına rağmen Hadise’nin marşı böyle bitirmesi bir yorum olarak kabul edilemez.
4-Marşımızın bestecisi Zeki Üngör, Mehmet Akif’in şiirinden önce bu marşı bestelemiş ve bu sözleri marşa oturtturmuştur. İşte bu nedenle büyük bir müzikal hata yapmıştır. Çünkü marşımızın prozodisi (melodinin hecelerle uyumu) fena halde bozuktur.
5-ABD’li sanatçıların “O! say can you see by the dawn’s early light” diye başlayan marşlarını solo seslendirmesi ile bizim marşımızın solo seslendirilmesi arasında bu nedenle bir çok fark vardır.
SONUÇ; Hadise, hem şive bozukluğu hem de uslup açısından bu marşı seslendirmede sorun yaşamıştır. Ancak milli oyuncularımızın önünde böyle bir organizasyon düşüncesi gayet modern ve güzel bir olaydır. Bu nedenle önerim; Böyle bir organizasyon yapılacaksa marşımızı bir değil bir kaç ünlü sanatçımızın, a capella (enstruman eşliği olmadan şarkı söylemek) olarak değil, küçük bir bando eşliğinde birlikte söylemesidir.
Yazının Devamını Oku

Yirmi üçüncü dakika kutlu olsun!

17 Mayıs 2010
FENERBAHÇE maça çok iyi başlamış, golü de bulmuş önemli mi ? Diyorlar ya; “Türkiye Fenerbahçe’nin şampiyon olmasını istemiyor” diye... İşte onu diyenler 24. dakikada Burak’ın golüyle çooooook sevindiler... Bol sevinçlerrrr...
E kolay mı Fenerbahçe almış başını gidiyor. Hıncal Uluç, “Spor medyası Fenerbahçeli” diyor ama bunu kasten söylüyor. Çünkü o da biliyor ki spor medyasında Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe düşmaları hakim. Papazın çayırından Kurtuluş Savaşı’na cephane taşımış bir millet basındaki kulislerle “tu kaka” gösterilmeye çalışılıyor. Soruyorum onlara; siz Fenerbahçe’yi mi yoksa Aziz Yıldırım’ı bahane ederek mi Fenerbahçe’yi sevmiyorsunuz?...
Bu yazdıklarım taraftarlara değil...
Sadede gelelim beyler!
Bir Türk takımının gelişimini neden bu kadar alaşağı ertmeye çalışıyorsunuz? Neden örnek almak yerine düşmanlık tohumları ekiyorsunuz?... Galatasaray UEFA Kupası’na koştuğunda hiçbir Fenerbahçeli yazar ya da otoriteden böyle bir muammele gördü mü? Hayır!
Hatta Leeds maçına gidenlerin yarısı F.Bahçe ve diğer takımın taraftarlarıydı...
Bakın bir şey söyleyeyim; mesele Fener’in başarısızlığından başarı çıkartmaksa söyleyecek hiçbir şey yok... Ama Türkiye’nin en iyi yönetilen kulübüne karalar çalmaksa konu, haa o zaman işiniz zor.... Hem başarılı olmaya çalışacaksınız hem de Fenerbahçe’nin başarısız olması için dua edecek ve kulis yapacaksınız...

Allah’ından bul

TEKRAR geldiğinde acaba eski yazılarımı tekrar yayınlasam bir şey değişir mi diye düşündüğüm Daum beni utandırmadı... Sadece şampiyonluk kaybettirmedi bir de ruhumuza karalar çaldı... Türkiye Kupası, Süper Lig, AVRUPA hikaye... Hepsi hikaye... Dedim ya Dahi!... Gerçekten de dahi... Neyine güvenipte “Denizli faciası olmaz” dedi bilmem ama benim güvenimi boşa çıkarmadı...

Bakın neler yaptı Dahi Daum?...

Her türlü Fenerbahçe’yi bitirdi...
Bir daha Türkiye’ye gelmemesi gerektiğini anladı!
Büyük bir camiayı tarumar etti...
Giderayak Semih’i bitirdi...
Fenerbahçe’yi bilmem kaç milyon Euro’dan etti...
Milyonlarca taraftarın gözyaşına “mal” oldu!

Fakat bir şeyi başardı Dahi DAUM;

Beş haftadır “şike şike” diye bir tarafını yırtanlara karşı galip geldi!!!

GÜLE GÜLE...

YAZILACAK çok şey var... Nereden başlamak gerek çok zor... Ben şimdilik gitmesi gerekenleri yazayım, sonra analizi yaparım. İlk fırsatta gitmesi gerekenler; Daum, Güiza, Topuz, Vederson, Bilica, Ve diğerleri....

MAÇIN ÜÇ ADAMI

C. DAUM ? KOCH (daumun yardımcısı) ? TUMANİ (tercümanı ve yardımcısı)
Yazının Devamını Oku

Üste para veririz

12 Mayıs 2010
ŞAMPİYONLUK yaklaştıkça, gerilim arttıkça ve rekabet kızıştıkça (!) yöneticiler manevi motivasyon dışında bir de maddi motivasyon uygularlar...

“Şampiyon olursanız şu kadar Euro, şu kadar dolar!”
“Başkan kesenin ağzını açtı...”
Bunlar gazetelerde bu gibi durumlarda okumaya alışkın olduğumuz şeyler. Fenerbahçe de böyle bir yarışta ipi göğüslemeye çok yakınken haliyle yine buna benzer haberler okuyoruz gazetelerde...
İşin aslını merak ettim; birkaç yönetici ve futbolcuyla konuştum. Yöneticilerin tamamı, medyada yazılıp söylendiği gibi vaadedilen bir primin olmadığını ifade ettiler.
Görüştüğüm futbolcular da yöneticilerinin söylediklerini tasdik eden nitelikte şeyler anlattılar, fakaat... Hemen tüm futbolcuların söylediği çok önemli bir şey vardı;
“Biz bu şampiyonluk için üste para veririz”...
Yani motivasyon nasıl, siz düşünün...

Yazının Devamını Oku

Hatır teşviki (Ortam gericiler)

10 Mayıs 2010
HATIR şikesi diye bir kavram var, malumunuz... Bir yanda da Ankaragücü kanadından 2 haftadır gelen garip, adresi belirsiz çok garip iddialar var. Ve bu ortamda fişeklenen futbol ortamı, gerilen oyuncular, 90 dakikalık küfür seansına hazırlanan tribünler...
Bütün Fenerbahçe karşıtları, medya ve her alanda Ankaragücü’nü manevi biçimde galibiyete teşvik ederken, bunun adına da “hatır teşviki” desek yalan olmaz herhalde. Peki, spor kamuoyunun büyük bir bölümü işini gücünü bıraktı, “Ankaragücünü motive etmeye, ortamı germeye soyundu” dersek yalan olur mu?...
Ama bir durup sormak lazım, o “hep futbolun ahlakını savunuyoruz” deyip, temelsiz iddiaları seslendirenlere; maçtan önce F.Bahçe otobüsüne saldıran A.Gücü taraftarları yüzünden futbolcular otobüsten inemedi ve biber gazına maruz kaldı.

Komplo teorileri

Hatır teşviki denilen şey nedir ?.. Sporcu sağlığı ve motivasyon bozan dış etkenler midir, yoksa “Fenerbahçe herkesi satın aldı” mantığı mıdır ? Hangisi daha çok eleştirilip konuşulmaya değer?.. Eğer ikincisiyse, buyrun buradan yakın.
Alın size bir komplo teorisi o zaman; Ümit Özat kasten tribüne gitmek için küfür etti, Fenerbahçe Ankaragücü’nün ofsayt olan golünde Rajnoch’u satın alıp ofsaytta kalmasını sağladı; 1-0 öne geçtikten sonra şiddetlenen ve sahayı ağırlaştıran yağmur bile Fenerbahçe’nin eseri... Akıl hangisini kabul ederse; ya hatır teşviki vardı dün ya da hakikaten herkesi ve her şeyi satın alabilen güçte bir Fenerbahçe!
Ortam gericiler için önümüzde ki hafta da Trabzonspor maçı var. Artık bir hafta da ne komplo senaryoları yazılır ne gerginlikler yaratılırsa kardır onlar için. Şimdiden merakla bekliyoruz.

LAZER ANONSU!

DEVİR teknoloji devri ya... Şimdi bir de bu çıktı. Döner bıçaklı dönem yerini Star Wars’un lazer kılıcına bıraktı. Ama bu başka lazer... Kalecinin gözüne gözüne veriyorsun. Ha... Bir de anonsu çıkmış lazerin; “Sayın seyirciler lütfen kalecinin gözüne lazer tutmayın!”

GECENiN ÖZETi

DÜN Fenerbahçe istedi ve kazandı. Peki değdi mi bu kadar gerginliğe?... Ankaragücü taraftarları tuttukları takıma ne kadarlık bir küfür, çakmak, taş demir faturası çıkaracaklar hafta içi öğreneceğiz.
Gelelim maça. Dün özellikle Özer’in performansı alkışa değerdi. Daum’un sezon başından beri en iyi hamleleri yaptığı karşılaşmaydı. Gökhan Gönül’ün, acı çekmesine rağmen verdiği mücadele, Alex’in yerine giren Baroni’nin müthiş golü, Bilica’nın yerinde müdahaleleri, Lugano’nun gayreti, Mehmet Topuz’un ilk kez gol atması, takım halinde şampiyonluğa kenetlenmiş bir Fenerbahçe görüntüsü gecenin özetiydi.

MAÇIN ÜÇ ADAMI

Bilica - Özer - Selçuk
Yazının Devamını Oku

Türkiye Kupası'nı önemli kılan nedir?

6 Mayıs 2010
FENERBAHÇE’nin 27 yıldır Türkiye Kupası’nı kazanamaması durumu olmasa, Türkiye Kupası finali bu kadar gündem yaratır, bu kadar popüler bir organizasyon olur muydu? Bence hayır...

Bu kupayı kıymetli kılan F.Bahçe’nin kupayı alamamasıdır çünkü... İşte böyle bir finale iyi başlayan taraf çok iyi pozisyonlar bulan Trabzonspor’du. İlk 20 dakikada Umut skoru 2-0 yapabilirdi. Fenerbahçe defansının iki kez boş bıraktığı Umut şanslı gününde olsaydı, sanırım dünkü final çok daha farklı bir şekilde sonuçlanırdı. Fenerbahçe’nin defansının üstüste hatalar yaptığı bölümde verilen su molası, Fenerbahçe’yi de kendine getirir diye düşündüm ama o ara da Trabzon’un hızını kesemedi. İlk yarının tamamında iyi oynayan ve organize olan taraf Trabzon’du...
Fenerbahçe de ise Emre’nin istekliliğine karşın arkadaşlarının işi ağırdan alması ilk yarıda ki F.Bahçe’nin özetiydi...

27. yıl, 13. final...

İKİNCİ yarıda da F.Bahçe’nin pozisyon fakirliği devam etti... Pozisyon diyemeyeceğimiz bir anda Güiza’nın pasıyla Alex’in zeka dolu buluşması ve vuruşu o dakikaya kadar Trabzon kalesine gönderilen tek top olarak ağlara gitti. Ama Trabzon’un atakları devam etti ve o ana kadar “Geliyoruuum” diye bağıran gol Umut’un kafasından geldi. Lugano’nun arkasından, Bilica’nın önünden sıçrayıp gol atması dünkü maçta Fenerbahçe defansının göbeğindeki büyük probleme de resmiyet kazandırdı. Ardından da aynı defans hatası Trabzon’un ikinci golünü getirdi.
Maç, “Ben gidiyorum” diye bağırırken 87. dakikaya kadar dahi Daum hala kulübedeki santrforları oyuna almayı aklının ucundan bile geçirmiyordu... Fenerbahçe yarım saatte 3 gol yedi... Şartlar böyle olunca da Daum ve oyuncuları F.Bahçe’nin bu kupadaki başarısızlığının 27’ncisine de imza atmış oldu.

Bilica

GEÇTİĞİMİZ günlerde Bilica’nın eski hocası Bülent Uygun’la görüşmüştüm. Bilica için “O sadece kesici görevini yapmalı, ileriye çıkarsa dönerken hata yapar” demişti. Oysa Bilica sürekli ileri çıkıyor, bazen de uzun toplarla oyun kurmaya çalışıyor. Fakat her iki konuda da Bülent hocanın söylediği gibi yeterli bir oyuncu değil Bilica. Bunu dün de gördük.

İstiklal Marşı solo söylenmesin

Yazının Devamını Oku

Cumhurbaşkanımız da Cenevre’de

5 Mayıs 2010
BİLDİĞİNİZ gibi 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın ev sahibi 28 Mayıs’ta Cenevre’de açıklanacak. Türkiye, İtalya ve Fransa’nın sunumları tamamlandıktan sonra, UEFA yetkilileri kazanan ülkenin adını söyleyecek.

Umarım “Turkey” adını duyacağımız o saniye, ülkemiz açısından hem ekonomik hem de siyasi anlamda önemli katkılar getirir bize.
Ve bu uğurda, sayın Başbakanımızın da kolları sıvadığını biliyoruz. 22 Mayıs’ta Madrid’de oynanacak olan Avrupa Şampiyonlar Ligi Finali’ni izlemeye gidecek olan Başbakanımız, 2016 için oy kullanacak UEFA yetkilileriyle de görüşecek. Fakat bir başka güzel haber daha var; bir aksilik olmazsa, sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de 26 Mayıs tarihinde Cenevre’de bulunacak.
İstediğimizi alırız
Tarih boyunca, bir şeyi gerçekten istediğimizde hep elde etmesini bilmişizdir. Bu yüzden, Euro 2016 için oluşturulan mevcut durum beni hem umutlandırıyor hem de çok mutlu ediyor. Çünkü dediğim gibi, eğer 2016 Avrupa Şampiyonası bu coğrafyada oynanırsa, sadece futbolumuza getireceği artı değerleri bırakın, sokak aralarında teneke kutuyla futbol oynayan çocuklarımıza ve onların bir türlü yönlendirilemeyen spor aşklarına da gelecek adına büyük bir yatırım anlamına gelecek.
İstek ve çalışma
O çocuklarımız, aslında yıldız ve başarılı futbolcu olmanın, uzak galaksiler kadar ulaşılmaz olmadığını anlayacaklar. Gereken iki elementin farkına varacaklar; istek ve çalışma. Tıpkı bizim şu an 2016 Avrupa Şampiyonası’nı almak için yaptığımız gibi; istek ve çalışma... Şimdi “büyükler” ellerinden geleni yapıyorlar, sonra sıra bize ve küçüklerimize gelecek. Ben çok umutluyum yarından yana.

“Takım tutmuyorum ama...”

GEÇEN gün bir yerde otururken, servis yapan genç arkadaşımla sıcak bir sohbete daldık. Söz futbola gelip, hangi takımı desteklediğini sorduğumda çok ilginç bir cevap verdi; “Ağabey takım tutmuyorum valla ama en gıcık olduğum takım Fenerbahçe...”

Yazının Devamını Oku

Ders

2 Mayıs 2010
DÜNKÜ tablo her açıdan ders niteliğindeydi. Hem tribünlerin durmak bilmez desteği hem de takımın ilk dakikada başlayan kazanma arzusu, bir devin dik durduğu zaman ne kadar güçlü olabileceğini gösterdi bizlere.

Her zaman, her kulüp ve oluşumda olduğu gibi bu yıl da F.Bahçe’de bazı yanlışlar oldu elbette. Ama ders şurada; ayağa kalkmasını çabuk bildi bu takım ve doğrulduğu zaman da karşısında kimseyi tanımaz oldu.
Eskişehir’i de yenen Fenerbahçe, “ligdeki her takımı mağlup eden tek takım” unvanını da aldı. Bu da bir nevi “gerçeklerin şampiyonu” demek değil mi zaten? Kimse “bu takım kötü günde ıslıklandı” demesin. Çünkü en kötü dönemlerde o tribünler en az 30 bin kişiye oynadı. Dün ağzına kadar dolu olması bir nevi kutlama havasıydı, o kadar...

“Kolay” geldi...

DÜN maçın zor geçmesi bekleniyordu ama hiçte öyle olmadı. Neden mi?
Eskişehir çok kolay bir şekilde duran toplar verdi F.Bahçe’ye.
Eskişehir çok kolay pas hatalari yaptı ve toplar kaptırdı, atak yedi.
Eskişehir çok kolay boş alanlar verdi. Çok kolay kanat akınları yedi.

Yazının Devamını Oku

Ligin kırılma anları

30 Nisan 2010
DAHA 4-5 hafta öncesine kadar Fenerbahçe’ye ‘havlu attı’ diye bakılıyordu... ‘Galatasaray bu işi götürür’ deniliyordu... ‘Beşiktaş aradan çıkar ve Bursa’yla çekişirler’ yorumları yapılıyordu. Hatta ‘şampiyonluk için Trabzonspor’u yabana atmayın’ diyen bile vardı... Peki ne oldu? Ligin bugünkü sıralamasında hangi faktörler rol oynamış olabilirdi?
İşte ligin kırılma anları;
20 Mart... Gaziantep maçından önce Aziz Yıldırım takıma sarılmış ve 19 Mart’ta Samandıra’da onlara güç vermişti. Kazanılan G.Antep maçından sonra ise dış etkenlerin yaşadığı gelişmeler de Fenerbahçe adına olumlu kırılma anları oldu. Bu sürece denk gelen Galatasaray Kulübü başkanlık seçimleri. Dağılan dikkat ve kamuoyu karşısında tek güç kalan Fenerbahçe.
26 Mart’ta Bursa’nın İstanbul Büyükşehir Belediye’ye yenilmesi. Bursa için en kritik gün 26 Mart’tı.
28 Mart Ali Sami Yen’de Galatasaray galibiyeti. Fenerbahçe’ye hem puan hem de yeni bağlayan motivasyon-güç sürecinde büyük yarar sağladı.
Bu tarihlerden sonra Beşiktaş’ın üst üste puanlar kaybetmesi onların şansını da iyice yok etti. Ve final anı, Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yenmesi oldu.
Bu süreçte, Ziraat Türkiye Kupası yolunda alınabilecek ters bir sonuç Fenerbahçe’ye lig yolunda da sekte yaratabilirdi. Ama kupa maçlarında da işlerin iyi gitmesi, yine moral ve motivasyon olarak geri döndü takıma.
Şimdi NE OLUR?
Fenerbahçe, Ziraat Türkiye Kupası’nı kazanırsa, ligi de alacaktır. Fakat kupa finalinde olası bir mağlubiyet, duygusal etkilenme-dalgalanmaları kolay yaşayan F.Bahçe için lig yolunda da sıkıntı yarabilir.

İSTANBUL, KONSTANTINOPOLIS VE ANKARA

ANKARAGÜCÜ Asbaşkanı olduğunu ve ismini, yaptığı “husumete davet kokulu” konuşması sayesinde öğrendiğimiz Ayhan Atalay demiş ki;
“Burası Konstantinapolis değil, İstanbul.”
Konuşmayı nerede yapmış? Ankara’da...
Durum böyle olunca biraz işkillendim doğrusu. Ya kendisini İstanbul’da sanıyor ya da İstanbul’dan görüştüğü birileri sayın asbaşkana coşkuyu vermiş... Peki bu çok sert konuşmaların amacı neydi? ‘Aziz Yıldırım’a sataşalım isim yapalım’ gibi bir şey miydi? Belki o da vardır işin içinde ama görünen şu ki, o konuşmalar, daha maç oynanmadan hem oyuncuları hem de taraftarları gerdi. Ankaragücü ile Fenerbahçe tarihte hep dost kulüp olarak anılmışken, şimdi o konuşmalar maç günü olayların çıkma ihtimalini arttırmadı mı? Bunun cevabını sanırım bekleyip göreceğiz...

MOURINHO zevkimizi kaçırdı!

INTER maçından önce, 2 senedir hepimiz “Messi Maradona’dan büyük” diyorduk. ‘Barcelona’nın bu kadro ve futbol yapısı bu dünyaya ait değil, uzaydan gelmedir’ diyorduk. Büyük bir zevkle Barça’nın ayırt etmeden nasıl da rakiplerini parçaladığını izliyorduk. Özellikle Barcelona’nın Real Madrid’i ligde yendiği maçtan sonra herkesin kafasında bir soru vardı; “Bu takım nasıl yenilir?” İşte bunun cevabını Inter’in hocası Jose Mourinho verdi:
Sürekli set hücumu yapan Barcelona’ya karşı ders niteliğinde dirençli bir alan savunması yaparak;
Oyunu Messi-Xavi ikilisiyle rakip ceza sahası üzerinde kuran Barça’yı mümkün olduğunca 1. bölgeden uzak tutarak;
Hepsinden önemlisi, takımı içerde kenetleyip futbolculara “ispatlayacak bir şey” vermek için dış düşmanlar yaratarak... Chelsea’de de sıkça yapıyordu bunu ama bu kez çok ihtiyacı olmadı açıkçası. Çünkü Barça taraftarının en nefret ettiği isimlerden biriydi ve bir diğeri de yanında oturuyordu çarşamba günü; Luis Figo. Interli oyuncular, bu nefrete de cevap vermek için çıktı sahaya.
Ayak bileğinden vuruldu
Ve sonuç Inter’in lehine oldu. Barcelona, geçen sene bütün kupaları alırken elbet her yükselişin bir düşüşü olduğunu biliyordu. O düşüş şu an mı başlar, ne dersem yalan olur, bilinmez. Ama Barcelona’nın da zayıf yönleri olduğunu gördüğümüz bir gerçek. Mühim meziyetleri olan Pedro, Jeffren ve Bojan gibi oyuncuların kapalı savunmalara karşı yararlı koşular yapamadığını, geldiğinden beri Barça’yla kan uyuşmazlığı yaşayan İbrahimoviç’in “başkaldıran ve isyan edip skorla oynayabilen” bir oyuncu olmadığını gördük. Ya da Messi’nin, tıpkı Arjantin Milli Takımı’nda yaşadığı gibi, yalnız kaldığında durdurulabileceğine ve Xavi’nin pas alabilecek adam bulamadığında sihir yaratamadığına tanık olduk.
Kısacası, her devin bir zaafı varmış, ona emin olduk artık. Barça tam da ayak bileğinden vuruldu; Mourinho, zeka ortalaması çok yüksek olan Barça’nın bileklerini bağlayınca kendi adını daha yükseğe yazdırdı dehalar sıralamasında.
Ve Valdes’in maç sonu tribünlere koşan Jose’yi itip “gitme” deyişi, yerde yatan Sergio’nun hakeme yan gözle bakışı, maç sonu Inter sahayı terketsin diye fıskiyelerin açılması... Hepsi, ikinci bir gerçeği daha yazdı tarihe; kendini çaresiz hisseden herkes uygunsuz yollara başvurabilir! Bu sebeplerden ötürü de, Barcelona, yüzyılın “futbol” dersi olmaya devam ediyor, hala...
Yazının Devamını Oku