Ercan Kumcu

Büyüme oranları kafaları karıştırmasın

7 Eylül 2008
ÇEŞİTLİ ülkeler ekonomik büyüme oranlarını farklı yöntemlerle yayınlıyorlar. Farklılıklar çoğu kez kafaları karıştırıyor. Geçenlerde Euro Bölgesi ve tüm Avrupa Topluluğu’nun 2008 yılının ikinci çeyreğine yönelik toplulaştırılmış ekonomik büyüme verileri açıklandı. Yılın ikinci çeyreğinde gayri safi yurtiçi hasıla (milli gelir) Euro Bölgesi’nde yüzde 0.2, tüm Avrupa Topluluğu’nda yüzde 0.1 düşmüş görünüyor.

Amerika’da da, milli gelir büyümesinin yılın birinci çeyreğinde yüzde 0.9, ikinci çeyreğinde ise yüzde 3.3 arttığı açıklanmıştı.

Türkiye’de milli gelirin yılın ilk çeyreğinde yüzde 6.6 arttığı açıklandı. İkinci çeyrek verileri henüz açıklanmadı.

Bu rakamların hiçbiri dayandığı hesaplama yöntemleri nedeniyle birbirleriyle karşılaştırılabilir değil.

FARKLILIKLAR

Avrupa’da milli gelir büyümesi, herhangi bir çeyrekteki mevsimsel hareketlerden arındırılmış milli gelirin bir önceki çeyrekteki mevsimsel hareketlerden arındırılmış milli gelire göre büyümesinin yıllık hale getirilmiş halidir. Örneğin, yılın ikinci çeyreğinde mevsimsel hareketlerden arındırılmış milli gelir 101 birim, ilk çeyrekteki mevsimsel hareketlerden arındırılmış milli gelir 100 birim olsun. İki çeyrek arasındaki büyüme yüzde 1 olur. Bunun yıllık hale getirilmiş hali yüzde 4.06 olur.

Euro Bölgesi için açıklanan milli gelirin yüzde 0.2 azalışı bu şekilde hesaplanmış milli gelir değişmesidir.

Amerika ise başka türlü hesap yaparak milli gelir büyümesini açıklıyor. Amerika’da her çeyrekte, son dört çeyreğin (yani bir yılın) milli geliri hesaplanıyor. İki çeyrek arasında son bir yıllık milli gelirin yüzde değişimi yıllık hale getiriliyor. Örneğin, yılın ikinci çeyreği itibariyle son bir yıllık milli gelir 1010 birim, yılın ilk çeyreği itibariyle de son bir yıllık milli gelir 1000 birim oldun. İki çeyrek arasındaki milli gelir değişmesi yüzde 1, yıllık hale getirilmiş hali yüzde 4.06 olacaktır. Amerika’da açıklanan milli gelirin yüzde 3.3 artması bu şekilde hesaplanmaktadır.

Bizde milli gelir büyümesi konuşulurken ise farklı bir yöntem uygulanıyor. Bizler milli gelir büyümesini, herhangi bir çeyrekte üretilen milli gelirin bir önceki yılın aynı çeyreğinde üretilen milli gelire göre değişimi olarak kullanmaktayız.

Görüldüğü gibi, ne Amerika’da yayınlanan, ne Avrupa’da telaffuz edilen, ne de Türkiye’de kullanmaya alıştığımız ekonomik büyüme rakamları birbirleriyle karşılaştırılabilecek durumda değil. Bizim alıştığımız yöntemle açıklanan Avrupa’daki büyüme rakamları aslında çok farklı.

ÇOK KÖTÜ DEĞİL

Euro Bölgesi’nde yılın ikinci çeyreğinde milli gelir yüzde 0.2 düşmedi, bizim alıştığımız hesapla bu yılın ikinci yarısında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1.4 arttı. Aynı şekilde, tüm Avrupa Birliği’nde toplulaştırılmış milli gelir yüzde 0.1 düşmedi, yüzde 1.6 arttı. Amerika’da açıklanan büyüme rakamlarını bizim alıştığımız baza getirmek mümkün değil.

Aslında, Avrupa ekonomilerinde büyüme sorunu bizim anladığımız anlamda o denli kötü değil, ama giderek daha fazla kötüleşiyor. Örneğin, yılın ikinci çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine göre İtalya’da büyüme yok. Fransa’da yüzde 1 civarında, İspanya ve Almanya’da yüzde 1.7’ye yaklaşıyor.

Çeşitli ülkelerde büyüme rakamlarını karşılaştırırken, rakamların neyi ifade ettiği iyi irdelenmeli. Aksi takdirde, yanıltıcı sonuçlara ulaşmak mümkün.
Yazının Devamını Oku

Enflasyon eğilimlerinde değişiklik yok

5 Eylül 2008
AĞUSTOS ayında hem tüketici hem de üretici fiyatları ortalama olarak düştü. Ortalama fiyatların, bir için ay dahi olsa, düşmesi sevindirici. Ama, ana eğilimlere bakıldığında, enflasyon görünümünde bir değişiklik şimdilik söz konusu değil. Petrol fiyatlarına paralel benzin fiyatlarının ağustos ayı içinde düşmesiyle beraber nakliyeni ucuzlaması söz konusu. Mevsimsel nedenlerle düşen tarım ürünleri fiyatları da ortalama endeksin düşüşüne yardım etti. Ortalama fiyatları düşüren unsurlar çoğunlukla kalıcılığı şüpheli dışsal etkenlerdi denebilir.

PARA POLİTİKASI

Geçen yılın ağustos ayı ile karşılaştırıldığında, mevsimsel ürünleri dışarıda bırakan tüketici fiyatları endeksinin bu yılın ağustos ayında, az da olsa, daha yüksek bir artış gösterdiğini görüyoruz. Para politikasının doğrudan etkilediği düşünülen H ve I endekslerindeki bu yılın ağustos ayındaki düşüşler geçen yılın aynı ayındaki düşüşlerin oldukça altında. Son on iki ayda H endeksindeki artış yüzde 10.9’a gelirken (bir yıl önce yüzde 6.7 idi), I endeksindeki artış yüzde 7’yi (bir yıl önce yüzde 6 idi) geçti. Yıllık bazda bu endekslerdeki artış eğilimi devam ediyor.

Üretici fiyatları endeksi döviz kurlarına çok daha hassas bir endeks. Ağustos ayında ortalama döviz kurlarının düşmesi, petrol ve tarım ürünleri fiyatlarındaki düşüşlerle birleşince, üretici fiyat endeksi bir önceki aya göre yüzde 2.3 düştü. Buna karşılık enerji fiyatlarındaki artış yüzde 5.7 oldu. Yani, su, elektrik ve doğal gaz zamları olmasaydı, üretici fiyatlarındaki düşüş daha sert olabilecekti.

Ağustos ayı verileri enflasyonda bir eğilim değişikliğe işaret etmiyor. Bu şartlarda para politikasının duruşunda herhangi bir yönde bir değişiklik bu aşamada "dereyi görmeden paçaları sıvamak" olur. Yıl sonu enflasyonunun yüzde 12 civarında olması olasılığının yüksekliği de geçen aylarda olduğu gibi aynen devam ediyor.

Merkez Bankası’nın faiz artırımlarını durdurmasıyla beraber faizlerin ne zaman tekrar inişe geçeceği tartışılmaya başlandı. Faizlerin yeniden indirilmesi yönünde mali piyasalar kadar, reel sektörden ve siyasi çevrelerden de baskılar var. Halbuki, içinde bulunduğumuz küresel konjonktürde riskler o denli fazla ki, önümüzdeki dönemde para politikasının daha da sıkılaştırılması olasılığı gevşetilmesi olasılığından daha fazla görünüyor.

Yalnızca petrol fiyatlarındaki bir aylık düşüşe bakarak Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri düşürmesi geçen yıl eylül ayında yapılan hatanın tekrarlanması anlamına gelebilir. Geçen yıl eylül ayında olduğu gibi, aceleci davranılmamalı. Merkez Bankası’nın yeniden ters köşeye yatma lüksü artık kalmadı.

RİSKLER

Önümüzdeki dönemde elektrik fiyatlarındaki yeni ayarlamalar fiyat endekslerini doğrudan ve dolaylı olarak olumsuz etkileyecekler
. Elektrik fiyatlarındaki geciktirilmiş yüklü ayarlamalar ortalama fiyatları doğrudan etkilemenin yanında, petrol fiyatlarından sonra ikinci bir arz yönlü şok yaratıyor.

Döviz kurlarındaki gelişmeler de önümüzdeki dönemde ağustos ayı gibi fiyat endekslerinin düşük çıkmasına olumlu katkı yapmayabilir. Sonuçta, eylül ayı ile beraber yıllık enflasyonda biraz düşüş beklerken, bu düşüşün gecikmesi, hatta hiç olmaması söz konusu olabilir.

Ortalama döviz kurlarının düşmemesi, hatta artmasıyla, Türkiye ekonomisi yurtdışından da enflasyon ithal edebilecektir. Kaldı ki, petrol fiyatlarının yeniden artış eğilimine girme olasılığı küçük sayılmaz.
Yazının Devamını Oku

Kamu dengesinde kurallar

4 Eylül 2008
ULUSLARARASI Para Fonu(IMF) ile yapılan istikrar programı sona erdiğinden bu yana "kamu dengesinde kurallar" oluşturulması konuşuluyor. Önceleri, IMF ile yeni bir program yapılmayacaksa kamu dengesinde kurallara dayalı uygulamaya geçilmesi konuşuluyordu. Şimdi, IMF ile program olsa da, böyle bir uygulamanın başlatılmasından söz ediliyor. Kurallardan amaçlanan uygulamadaki maliye politikalarına ekonomik birimler gözünde itibar kazandırmak. Ekonomik birimler uygulamanın açıklanan kurallar çerçevesinde olup olmadığını takip edebilecek. Sapmalar, eğer varsa, çok kısa sürede tespit edilebilecek. Piyasalar kendilerini gelişmelere göre daha çok bilgiyle konumlandırabilecek.

Aslında, demokrasilerde, kamu dengesinin kuralları Meclis’te onaylanan devlet bütçelerinin içindedir. Türkiye son dönemde devlet bütçesini tüm kamuyu kapsayacak bir biçimde hazırlamaya başladı. Üstelik, üçer yıllık bütçeler yaparak da orta dönemde kamu maliyesinin nasıl şekilleneceği konusunda ekonomik birimlere bilgi vermeye başladı. Bütçelerin içerdiği kurallar varken, neden ayrıca kurallar icat etme ihtiyacı var?

MECLİS’İN İTİBARI

İngiltere 1970’lerin başında ciddi bir ekonomik kriz yaşadı. Uygulamaya konan "krizden çıkış" programına hem yurtiçinde hem de yurtdışında itibar sağlayabilmek için İngiltere IMF ile bir standby düzenlemesine gitti. IMF, standby düzenlemesine yönelik olarak İngiltere hükümetinden bir niyet mektubu talep etti. Zamanın İngiltere Maliye Bakanı "hükümetin niyet mektubu Meclis’e sunulup kabul edilen devletin bütçesidir. Ben Meclis’in kabul ettiği bir dokümanın yerine bir başka doküman yazıp imzalayamam" diyerek niyet mektubu vermeyi reddetti. IMF niyet mektubu olarak bütçeyle yetinmek zorunda kaldı.

Bu olaydan çıkarılacak önemli dersler vardır. Hükümetlerin uygulayacakları politikaların kuralları Meclis’ten geçen bütçelerde yazılıdır. O halde, bizim gibi ülkelerde neden ayrıca kamu finansmanına yönelik bir program ihtiyacı duyulmaktadır?

Sorunun aslı Türkiye’de Meclis’ten geçen bütçelerin ekonomik birimler gözünde hiçbir itibarının olmamasıdır. Bütçeler, aynı çok yıllık planlarda olduğu gibi, Anayasa’nın gereklerini yerine getirmek için yapılmakta, ama uygulamada hiçbir biçimde bir kılavuz görevi görmemektedir. Son yıllarda bütçeler ile uygulamalar arasında daha yakın ilişki olsa da, ekonomik birimlerin algılaması böyledir.

KURALLARIN İTİBARI

Meclis’ten geçen bütçeleri ciddiye almayan ekonomik birimler hükümetin bir üyesinin açıklayacağı kamu dengesi kurallarını ne derece ciddiye alacaktır? Kurallara uyulduğunu uzun süre takip etmeden, elbette ciddiye almayacaktır. Alsaydı, bütçeleri ciddiye alırdı. Bütçeler ciddiye alınsaydı, zaten ayrıca kurallar oluşturmak gerekmezdi.

Kamu dengesinde kurallara dayanan uygulamaya geçmek kendi başına yararlı olabilir. Ama, kuralların ekonomik birimler gözünde itibarlı olabilmesi için en azından kısa dönemde "itibar sağlayıcı bir gözetim otoritesine" ihtiyaç vardır. O da, IMF’dir.

IMF nasıl bir rol oynayacaktır? Hatırlayalım. İktidara geldikten az sonra hükümet faiz dışı fazlayı (bir kamu finansman kuralı) düşürmeye hevesleniyordu. Başbakan’ın bu yönde yaptığı bir konuşmanın dinleyicilerinden IMF Birinci Başkan Yardımcısı kürsüye gelip Türkiye’nin faiz dışı fazlayı indiremeyeceğini söyledi. Faiz dışı fazla inmedi. Kural, kağıtta kalmaktan kurtuldu. IMF, kuralların kağıtta kalmayıp uygulamanın bir parçası olması açısından ekonomik birimler gözünde önem taşıyor.
Yazının Devamını Oku

Dünya ve Türkiye

3 Eylül 2008
TÜRKİYE ekonomisindeki temel eğilimlerin birçoğu küresel ekonomideki eğilimlere paralel bir seyir izliyor. Tüm ekonomiler için aşağı yukarı şartlar eşit. Eşit şartlar altında ülkeler arasında bazı farklılıklar gözlenebiliyor. Son dönemde yurt içinde uygulanan ekonomi politikaları daha çok, iyiler arasında daha iyiyi ya da kötüler arasında daha kötüyü belirliyor. Türkiye’yi diğer gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırmak daha anlamlı. Gelişmekte olan ülkeleri de doğal kaynaklar ihracatçısı ve ithalatçısı olarak ayırmakta yarar var. Doğal kaynakların fiyatlarındaki son yıllardaki hızlı çıkış doğal olarak ihracatçı ülkelerin lehine, ithalatçı ülkelerin aleyhine oldu.

YABANCI SERMAYE AKIMI

Gelişmekte olan ülkelerin çoğunun parası reel olarak değerleniyor. Türk Lirası da değerleniyor. Çünkü, bizim gibi ülkelere rekor düzeyde yabancı sermaye girişi var. Geçen yıl gelişmekte olan ülkelere giden yabancı sermayenin 800 milyar dolara yaklaştığı, bu yıl ise 700 milyar doların üzerinde olacağı tahmin ediliyor.

Yabancı sermaye girişi son yıllarda cari işlemler dengesinden bağımsız bir seyir izledi. Asya’nın gelişmekte olan ülkelerinde, cari işlemler dengesinin fazla vermesiyle, yabancı sermaye girişi döviz rezervi birikimlerini hızlandırdı. Türkiye gibi cari işlemler açığı veren ülkeler açıklarını yabancı sermaye girişi sayesinde kolaylıkla finanse edebildiler. Beklentilerin aksine, son yıllarda cari işlemler açığı olan ülkelere yabancı sermaye girişi hızlandı. Dünyada en fazla cari işlemler açığı veren Avrupa’daki gelişmekte olan ülkeler en fazla yabancı sermayeyi çekiyor ve ileride de çekmesi bekleniyor.

Cari işlemler dengesinde fazla veren ülkelerin paraları, eğer dalgalı kur uygulaması söz konusuysa, diğer ülke paralarına göre çok daha fazla değer kazandı. Türkiye’nin cari işlemler açığı aslında TL’nin reel değer kazanmasını bir ölçüde azaltan bir unsur oldu.

Ekonomik büyüme tüm gelişmekte olan ülkelerde uzun dönemli eğilimlerin üzerinde. Özellikle Asya ekonomilerinde yüzde 8’inin üzerinde yıllık büyüme gerçekleşirken (2008 yılı tahmini 8.1), bizim de içinde olduğumuz Avrupa’nın gelişmekte olan ülkelerinde büyüme yıllık yüzde 6 civarında kaldı. Latin Amerika ülkelerindeki ekonomik büyüme daha düşüktü (yüzde 4.4), ama tarihsel ortalama büyümenin üzerinde bir performans söz konusuydu.

ENFLASYON

Enflasyon, cari işlemler dengesinden bağımsız tüm gelişmekte olan ülkelerde artıyor. Ama, cari işlemler açığı olan ülkelerde şaşırtıcı bir biçimde genelde daha hızlı artıyor. Örneğin, tüketici fiyatları enflasyonu cari işlemler fazlası olan Çin’de yüzde 7, Brezilya’da yüzde 6 civarında. Cari işlemler fazlası hızla eriyen Rusya’da ise enflasyon yeniden çift haneli oldu.

Cari işlemler açığı veren gelişmekte olan ülkelerin çoğu Avrupa’da. Tüketici enflasyonu Türkiye’de yüzde 12, Bulgaristan’da yüzde 14, Baltık ülkelerinde yüzde 11-16 arasında ve Romanya’da yüzde 9, Macaristan’da yüzde 7 civarında. Bazı dönemlerde bizim gibi benzer dış şoklar yaşayan Güney Afrika’da da enflasyon yüzde 9’un üzerinde.

Enflasyonla mücadelede tüm ülkeler zorlanıyor. Brezilya hariç, enflasyon hedeflemesi uygulayan ülkelerin hepsinde başarısızlık söz konusu. Başarısızlığın derecesi ülkeye göre değişiyor.

Kısacası, birçok alanda Türkiye’deki ekonomik gelişmeler tamamen bize özgü değil.
Yazının Devamını Oku

Avrupa ekonomileri zorda

2 Eylül 2008
AMERİKA’da başlayan konut kredileri krizi birinci yılını tamamladı. Kriz Amerika’da başladı, ama faturanın önemli bir bölümünü şimdilik Avrupa ekonomileri ödüyor gibi görünüyor. Birçok Avrupa ülkesinde enflasyon artıyor, ekonomik büyüme düşüyor. Euro Bölgesi özellikle sıkıntıda. Bu bölgede tüm ülkelerin aynı parayı kullanması döviz kurları yoluyla uyumu devre dışı bıraktığından, sıkıntılar daha da fazla.

BÜYÜME VE ENFLASYON

Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya’da tüketici fiyatları enflasyonu geçen yılın ortasında yıllık yüzde 2.7 iken şimdi yüzde 3.5’e geldi. İnşaat sektörünü dışarıda bırakan sanayi üretimindeki fiyat (sanayide üretici fiyatları) artışları ise aynı dönemde yüzde 1.7’den yüzde 6.7’ye fırladı. Almanya ekonomik büyüme açısından şimdilik sıkıntıda görünmüyor.

Ekonomik büyümede sıkıntı yaşayan ülkeler de var. İspanya’da büyüme yüzde 3.7’den yüzde 1’lere düştü. Aynı şekilde, İtalyan ekonomisi geçen yılın ortasında yüzde 1.8 büyürken, şimdi büyüme durmuş görünüyor.

Ekonomik büyümede en çok sıkıntı yaşayan ülkeler ise Avrupa’nın küçük ülkeleri. İrlanda geçen yılın ortasında yıllık yüzde 5.9 büyürken, bu yılın ortasında İrlanda ekonomisi yüzde 1.5 küçüldü. Danimarka’da da ekonomik büyüme aynı dönemde yüzde 3’den yüzde -0.7’ye düştü. Bu ülkeler teknik anlamda resesyona girdiler.

Tüm Euro Bölgesi’nde de ekonomik büyüme yüzde 3’e yakınken yüzde 2’nin altına geldi. Öncü göstergeler 2000’li yıllarda ekonomik büyümede zorlanan Avrupa’nın sorunlarının artarak devam ettiğini gösteriyor.

Büyümede sorunlar yaşanırken, tüm Avrupa’da enflasyon hızlı bir artış eğilimine girdi. Aslında, Almanya enflasyon konusunda göreli olarak en iyi ülkelerden biri. İspanya’da tüketici enflasyonu yüzde 2.7’den yüzde 5.3’e fırladı. Sanayi üretimindeki fiyatlardaki artış ise yüzde 2.6’dan yüzde 9’a geldi. Fransa’da tüketici enflasyonu yüzde 1.6’dan yüzde 4’e yükselirken, sanayi üretimindeki fiyatlar yüzde 1.9’dan yüzde 7.3’e geldi.

Enflasyon hedefinin yüzde 2 olduğu İngiltere’de tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 1.8’den yüzde 4.4’e tırmanırken, üretici fiyatları yüzde 1.2’den yüzde 20.5’e fırladı. Üretici fiyatlarındaki artışta rekorlardan biri yüzde 21.7 ile Danimarka’da.

HASTALIK BULAŞICI

Amerika hapşırdı. Avrupa çok çabuk hastalandı gibi görünüyor. Krizin tetiklenmesi Amerika’da başladığı halde, Amerikan ekonomisinin yıllık bazda bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 0.9, ikinci çeyreğinde yüzde 3.3 büyüdüğünü gözlüyoruz. Tüketici enflasyonu Amerika’da geçen yılın ortasında yüzde 2.7 iken, şimdi yüzde 5.8 oldu. Üretici fiyatları ise aynı dönemde yüzde 3.3’den yüzde 9.8’e fırladı.

Veriler sorunların ülkeler arasında bulaşıcı olduğunu gösteriyor. Bir ülkenin kendini diğerlerinden ayrıştırması söz konusu olamıyor. Belki, Amerikan ekonomisi Avrupa ekonomileri kadar hastalanmadı, ama bundan sonrası çok aydınlık değil. Amerika’daki büyümenin önemli bir bölümünün ihracat artışından kaynaklandığı hesaba katılırsa, Avrupa’daki büyüme sorunları Amerikan ekonomisini de etkileyecektir.

Dünyanın belli başlı ülkelerindeki sorunlardan gelişmekte olan ülkelerin kendilerini soyutlaması çok zor görünüyor. Başta, Doğu Asya ekonomileri olmak üzere, Latin Amerika ve bizimde içinde bulunduğumuz Avrupa’nın gelişmekte olan ülkeleri de hammadde fiyatlarının düşmesi durumunda dahi küresel büyüme ve enflasyon sorunlarından etkilenecektir.
Yazının Devamını Oku

Dünyada popülizm artıyor

1 Eylül 2008
DÜNYANIN büyük ekonomilerinde büyümede bir yavaşlama söz konusu. Ekonomik büyümenin yavaşlaması "arz endişeleri" yerine "talep endişeleri" yaratıyor. Dolayısıyla, başta petrol olmak üzere birçok hammaddenin fiyatı küçümsenmeyecek ölçüde düştü. Belki, daha da düşecek. Hammadde fiyatlarındaki düşüşlerin kalıcı olup olmayacağını şimdiden kestirmek zor. Ama, "talep endişeleri" hammadde fiyatları üzerinde aşağı yönde bir baskı yarattı. Bu baskı değişen boyutlarda devam edecek gibi görünüyor.

GEÇMİŞ TEKRARLANIR MI?

Hammadde fiyatlarının düşmesi dünyanın büyük ekonomilerinde gözlenen enflasyon baskısını da hafifletecek. Ama, enflasyon geçmişe göre daha yüksek olacak. Ortalama enflasyonun yükselmesi bazı temel maddelerin fiyatlarındaki artışı daha da hızlandırıyor. Örneğin, tüm dünyada sağlık ve eğitim maliyetleri ortalama enflasyonun çok üzerinde artıyor. Yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada hissedilen enflasyon, ortalama enflasyonun oldukça üzerinde görünüyor. Bu gelişmeler siyasi açıdan popülist eğilimleri artırıyor.

Son iki yıldır küresel düzeyde yaşananların elbette siyasi sonuçları da olacak. Siyasette popülist yaklaşımlar daha fazla ilgi çekmeye başladı. Bunun en iyi örneklerini Amerikan seçimlerinde görebiliyoruz.

Amerika’da enflasyon yükselme eğiliminde. Ekonomik büyümenin yılın ikinci yarısında düşmesi bekleniyor. Bütçe açığı rekor düzeylerde. Askeri harcamalardaki artışı durdurabilmek olanaksız gibi görünüyor. Buna rağmen, kaynağı bilinmeyen harcama vaatleri toplumda çok büyük taraftar bulabiliyor. Örneğin, "tüm bireylere sağlık sigortası projesi" şimdilik Demokratların bir projesi gibi görünse de, Cumhuriyetçiler de bir aşamada bu projenin arkasından koşmak zorunda kalacaklar. Siyasetçiler üzerinde bu konudaki baskılar giderek artıyor.

Makro ekonomik açıdan dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaşananlar 1970’li yıllarda yaşananlara çok benziyor. Siyasi açıdan da bazı benzerlikler var. İçinde yaşanan ortam durgunluk içinde artan enflasyon yaşandıktan sonra makro ekonomik istikrarın gelebileceği yönünde işaretler veriyor.

İŞLER ZORLAŞIYOR

Gelişmiş ülkelerde yaşananların bizim gibi ülkelere yönelik sonuçları olacak. Hammadde üreticisi olmayan Türkiye ilk kötü dalgayı başarıyla atlatmış gibi görünüyor. İlk kötü dalga Türkiye’deki siyasi belirsizliklerle de çakıştı. Gelişmiş ülkelerde piyasaların karıştığı, petrol fiyatlarının tarihi rekorlar kırdığı bir dönemi çok büyük bir yara almadan atlattık. Bazı dengeler belki biraz bozuldu. Özellikle para politikasında belli bir itibar kaybı yaşandı. Ama, ipler elden kaçmadı. Ekonomik dengeler alt-üst olmadı.

İlk dalgayı göreli bir başarıyla atlatmamız bundan sonra işlerin kolaylaştığı anlamına gelmiyor. Aksine, şimdi işimiz daha da zor. Çünkü, dünya ekonomilerinde büyümenin yavaşladığı bir dönemde cari işlemler açığı ile mücadele etmek daha da zorlaşacak. Gelişmiş ülkelerde enflasyonun arttığı bir dönemde enflasyonla mücadele daha da zor bir döneme girecek. Göreli istikrarın devamı döviz kurlarının istikrarına, hatta düşüşüne daha da bağımlı hale gelecek.

Kısacası, petrol fiyatları düşüyor diye rahatlamanın çok anlamı yok.
Yazının Devamını Oku

İstanbul’un finans merkezi olması

10 Ağustos 2008
İSTANBUL Türkiye’nin finans merkezi. Türkiye’nin finans merkezi olması finans şirketlerinin neredeyse tümünün genel merkezlerinin İstanbul’da olmasından kaynaklanmıyor. Ekonomik faaliyetlerin neredeyse yarısının İstanbul’da gerçekleşmesi İstanbul’u finansal merkez yapıyor. Finansal işlemlerin çoğunun İstanbul’da olması İstanbul’u özel kılıyor. Finansal şirketlerin neredeyse tümünün merkezlerinin İstanbul’da olması yoğun faaliyete yakın olma kaygısından kaynaklanıyor.

Şimdi, İstanbul’un bölgesel ya da küresel finans merkezi olması isteniyor. O halde, küresel ya da bölgesel finansal işlemlerin İstanbul’a çekilmesi hedefleniyor. Bunu gerçekleştirmek için Türkiye’de kurulmuş hiçbir finansal şirketin merkezinin İstanbul’a taşınması gerekmez. Önemli olan finansal işlemlerin İstanbul’da gerçekleştirilmesidir. Küresel ve bölgesel finansla işlemlerde ağırlığı olan finansal kurumların İstanbul’a gelip başka ülkelerdeki işlemlerini İstanbul’da kayda geçirmeleridir.

DEĞİŞMELİYİZ

İstanbul küresel ve bölgesel finansal işlemleri gerçekleştirmek için çekici bir şehir midir? Bu sorunun yanıtının arkasında ne İstanbul’daki gayrimenkul fiyatlarıdır ne de İstanbul’un trafik sorunları vardır. Bu sorunun yanıtı Türkiye’nin finansla işlemlerde ne denli ucuz bir ülke olduğunda yatar.

Ucuzluk geniş bir kavramdır. Finansal işlemlerin vergiler dahil maliyeti önemlidir. Ama, aynı şekilde, hukuk sisteminin asgari maliyetle çabuk ve adil karar alması da önemlidir. Konunun bu yanlarını görmezden gelerek finans kurumlarını İstanbul’a taşımak İstanbul’u gereksiz kalabalıklaştırmaktan öteye gitmez.

Önce kafaları değiştireceğiz. Ardından, kamu finansmanını sağlam temellere oturtarak finansal aracılık faaliyetlerini bütçeye gelir sağlayan altın yumurtlayan tavuk olarak görmekten vazgeçeceğiz.

Kafaları değiştireceğiz ki; kredi kartından bankaların aldığı yıllık ücret, bir müşteriden haksız alınmış gibi olduğu için tüm bankalarca alınması yasaklanabilecek bir ortam oluşturulmasın; Faizler yüksek bulunduğu için kredi kartı borçlarına uygulanan faizlere devletin karışması söz konusu olmasın; Faizlerin yükselmesinden mağdur olduğu düşünen kesimler kısa vadeli faizleri artırdığı için para otoritesini mahkemeye vermesin.

Kamu finansmanını sağlam temellere oturtalım ki; her finansal kazançtan devlet yüzde 5 kadar banka ve sigorta muamele vergisi almasın; harcamalar yoluyla ödenen dolaylı vergiler gelirler yoluyla tahsil edilen başka dolaylı vergilere mahsup edilebilsin; bankaların sağlığına yönelik düzenlemeler aynı zamanda Hazine’nin finansmanına kolaylık sağlamayı amaçlamasın; finansal kurumların noterlerle iç içe çalışması durdurulabilsin.

BİZ NEDEN GİDİYORUZ?

Bütün bunları şöyle özetleyebiliriz. Türkiye’de kurulu finansal kurumlar Türkiye’de gerçekleştirdikleri finansal işlemleri neden yurtdışındaki şube ya da iştiraklerinde kayda getirmeye çalışıyorlar? Bu nedenleri ortadan kaldırabildiğimiz zaman İstanbul’un coğrafi özelliklerini kullanarak küresel ya da bölgesel bir finans merkezi olma şansını artırabiliriz. Aksi takdirde, kendi kurumlarımızın kaçmaya çalıştığı yere başkaları neden gelsin ki?

Trafiğinin yoğun olması, ofis kiralarının yüksek olması gibi nedenlerin hiçbiri önemli değil. Dünyanın belli başlı finansal merkezlerinde trafik keşmekeş. Ofis kiraları dünya rekorları kırıyor. Yanıltıcı göstergelere takılmayalım.

Bir seyahatim nedeniyle yazılarıma eylül ayı başına kadar ara veriyorum.
Yazının Devamını Oku

Büyüme hızlandı mı

8 Ağustos 2008
YILIN ilk yarısına yönelik dış ticaret verileri ekonomik büyümenin yılın ikinci üç ayında hızlandığına işaret ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı verilere göre, haziran ayı itibariyle on iki aylık ihracat 126 milyar doları geçerken, ithalat 199 milyar dolar oldu. Dış ticaret açığı 72 milyar doların biraz üzerinde gerçekleşti.

Yılın ilk yarısında hem ihracat hem de ithalat artışı hızlandı. Geçen yılın sonunda on iki aylık yıllık ihracat artışı yüzde 25 düzeyindeyken, aynı bazda bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 30, ikinci çeyreğinde yüzde 32.8 oldu. Aynı şekilde, geçen yıl sonunda yüzde 21,8 olan ithalat artışı bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 26.7’ye, ikinci çeyreğinde ise yüzde 31.8’e fırladı.

DIŞ TİCARET HIZLANDI

İthalat ile ekonomik büyüme arasında çok yakın bir ilişki olduğunu biliyoruz. Özellikle ara mallar ithalatı Türkiye ekonomisindeki ekonomik faaliyetlerin geldiği boyut konusunda oldukça iyi bir fikir veriyor.

2006 yılı ortasında yüzde 20’ler düzeyinde artan yatırım malları ithalatı daha sonra yüzde 10’a kadar geriledi. 2007 yılı ortasından bu yana yatırım malları ithalatı hızlandı. Son iki-üç aydır yatırım malları ithalatındaki artış yüzde 23 düzeyinde istikrara kavuşmuş görünüyor. Yatırım malları ithalatındaki eğilimler yatırımcı iştahının yılın ilk yarısında da devam ettiğine işaret ediyor.

Ara mallar ithalatındaki artışlar da 2006 yılı ortasında hız kesip yüzde 16 civarına düşmüştü. Daha sonra yeniden hızlanma eğilimine girdi. Geçen yıl sonunda yatırım malları ithalatındaki yıllık artış 26’ya gelirken, bu yılın ilk yarısı itibariyle yıllık artış yüzde 30’u geçti. Petrol hariç ara mallar ithalatı da benzer bir seyir izliyor.

Tüketim malları ithalatı toplam ithalatın yüzde 10’u civarında seyrediyor. Toplam ithalat içindeki payı küçük de olsa, tüketim malları ithalatı iç talepteki eğilimler konusunda biraz fikir veriyor. 2006 yılı ortasından sonra Tüketim malları ithalatındaki artış hızla yavaşladı. 2007 yılının ortasında tüketim malları ithalatındaki artış durdu. Ama, o tarihten sonra tüketim malları ithalatı da çok hızlı bir artış eğilimine girdi. Geçen yıl sonunda tüketim malları ithalatındaki yıllık artış yüzde 18’e gelmişti. Bu yılın haziran ayı itibariyle tüketim malları ithalatındaki on iki aylık yıllık artış yüzde 36’yı geçmiş görünüyor.

Dış ticaret verileri ekonomik faaliyetlerin yılın ilk yarısında hızlandığına işaret ediyor. İlk üç ayda ekonomik büyüme yüzde 6.6 olmuştu. Giderek aynı düzeydeki milli gelir daha fazla ara malları ithalatı ile gerçekleştirilse de (katma değeri düşen üretim artışı söz konusu olsa da), yılın ikinci çeyreğinde milli gelir büyümesinin yüzde 7’yi aşması hiç de şaşırtıcı olmayacak. Yılın ikinci çeyreğinde de ekonomik büyüme yine büyük ölçüde iç talep büyümesinden kaynaklanmış görünüyor.

BORÇLANABİLDİKÇE BÜYÜYORUZ

Türkiye ekonomisi yurtdışından borçlanabildikçe ithalatını artırabiliyor
. İthalatı artırabildikçe, ekonomik büyümeyi hızlandırabiliyor. Son veriler cari işlemler açığının finansman yapısının değiştiğine işaret etse de, yurt dışı finansmanda şimdilik önemli bir sorun görünmüyor. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları yoluyla gelmeyen mali kaynaklar özel sektör ve bankaların yurtdışı borçlanmalarını artırmasıyla telafi edilebiliyor.

Bu yılın ilk yarısında bu sayede ekonomik büyüme hızlanmış görünüyor. Yılın ikinci yarısı da birinci yarısına benzeyecek mi? Petrol fiyatlarındaki düşüler devam eder ve gelişmiş ülkelerde moraller düzelirse, neden benzemesin? Benzerse, şaşırtıcı olmaz.
Yazının Devamını Oku