Beldede gezinirken duvarlarında parçalanmış ikonlar bulunan, yıkık dökük bir yapıya rastlamıştık. Bu yapının, tarihte duvarına resim işlenen ilk kilise olduğu için Resimli Kilise adıyla da bilinen Panagia Pantobasillissa olduğunu öğrenince hayretler içinde kalmıştım.
* * *
Hristiyanlık açısından kutsal olmasının yanısıra tüm insanlık tarihi için ortak bir değer taşıyan bu kilise, kapısı kilitlenmiş harabe bir halde öylece duruyordu. Daha sonra deniz kıyısına indiğimizde, Belçika bayraklı bir gemi limana yanaşmıştı. Altı kişilik kafile, yanımızdan geçerken selam verince sohbete başladık. Bu küçük beldeye niye geldiklerini sorunca, aynen şöyle dediler:
* * *
“Uzun zamandır Panagia Pantobasillissa’yı görmek istiyorduk. İstanbul’da kalıyoruz ve bugünümüzü burası için ayırdık.” Birazdan karşılaşacakları manzarayı düşününce yaşadığımız utancı anlatamam.
Ve bugün, sayfalarımıza taşıdığımız Ankara’daki manzaraya bakın. Avrupalı, kilometrelerce öteden sahip olduğu değeri görmek için gelirken, biz bırakın uzakları, burnumuzun dibindeki değerlere sahip çıkamıyoruz.
* * *
Ankara’nın bilinen ilk mezarlığı olan Kadılar’ın halini görüyorsunuz.
Çankaya Belediyesi’nin kaldırım çalışmasını “Yetki bizde” gerekçesiyle durdurduktan sonra altı aydır bölgeye uğramadığınızı ve Ankara Hürriyet’in “Bitmeyen Çile” manşetinin ardından verdiğiniz “10 güne çözeriz” sözünüzü hatırlatmak isterim.
* * *
Bugün 10. gün ve caddeye hâlâ gelen giden yok. Eskisiyle idare ederken, “Büyükşehir yapmıyor, bari biz yapalım” diyen Çankaya Belediyesi’nin girişimi sonucu eldekinden de olan esnaf ve vatandaş, yağmurun dinmesiyle çamur derdinden kurtulsa da, bu kez Kızılay’ın göbeğinde toz toprakla mücadele ediyor.
* * *
Topu topu 300 metrelik bir caddenin kaldırımı, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ne bütçesini zorlar ne de imkanlarını...
Diğer yandan, 35 günde alt geçitler yapan, bir gecede Malazgirt Bulvarı’nı açan bir belediyenin alt tarafı bir kaldırımla ilgili söz verdiği halde, bırakın bitirmeyi, işe başlayamamış olması da bugüne kadar hep ortaya atılan “Çankaya cezalandırılıyor” savına da güçlü bir dayanak oluyor.
* * *
Büyükşehir Belediyesi, Çankayalıyı cezalandırdığını baştan kabul ediyorsa, Selanik Caddesi daha çok bekler ama bu iddiayı reddediyorsa bugünden itibaren çalışmaya başlamalı.
Ancak, güneşi gördüğümüz şu günler, altyapının rezil hallerini unutma zamanı değil, aksine sorunları daha sağlıklı bir şekilde ortaya koyma zamanıdır.
Son bir aylık tabloya baktığımızda, ortaya çıkan manzara, balık adamların mesai yaptığı dönemleri aratmazken, ‘Keçiören şelaleri’nden ‘Batı sahili’ne, giriş kat penceresine ‘yazlık havuz misali’ merdiven dayayan vatandaştan ‘krater’e kadar çok sayıda absürtlüğü de bu yaza sığdırmış olduk.
Mizah gibi gelse de tüm bunları yaşamışken, işi traji-komik hale vardıran bir vatandaş da, son noktayı koyup elinde oltasıyla kaldırıma çıktı, tam oldu.
‘Sulu’ hallerimizi bir kenara koyalım ve sel gibi akan sulara bir kurban vermeden bu yağmurlu günleri atlatmışken, artık altyapı meselesine enine boyuna girelim.
Öncelikle şehirle ilgili meslek odalarının da, Başkan Gökçek’in de önyargılarını bir kenara bırakıp, ‘siyasi’ değerlendirmelerden uzak bir şekilde soruna yaklaşmaları gerekiyor.
Hepimiz çok net gördük ki, bu yağmurlar artık 50 yılda bir yağmıyor, ya da kentlerimiz öyle bir hale geldi ki her yağmur ardında 50 yıllık bir iz bırakıyor. Dolayısıyla, altyapı ve üstyapıya ilişkin ortaya konan bilimsel rakamlar ışığında kentin yapılaşması ve planlanmasının sil baştan elden geçirilmesi Ankara için hayati önem taşıyor.
Tabi taraflar, ‘önyargı’ ve ‘siyasi’ yaklaşımlardan uzaklaşıp da biraraya gelir mi bekleyip göreceğiz.
Şimdi de, ‘gemisi mi karada, yanıbaşındaki minibüs mü denizde’ belli olmayan, sürreal çalışan ressamların bile hayal edemeyeceği manzarasıyla ‘dünya şehri’ İstanbul...
* * *
Meteoroloji’nin rakamlarla ‘anormal’ görmediği yağmurlar sonrası üç büyük kentimizin hali ortadayken, üstüne ‘Sana balıkadam yollayayım mı? Yok efendim, asıl sen şimdi gördün mü balıkadamı?’ tarzında ‘sulu’ yaklaşımlarla, başka kentlerin mağduriyeti üzerinden kendi sorumluluğunu görmezden gelmeye çalışan başkanlar da cabası...
* * *
Kaldı ki, ‘Afet bu afet. Siz bir de Londra’yı görün’ türünden tüm kıyasları anlamsız kılan bir fotoğraf yayınlamıştık, daha bir ay önce manşetten.
Ortada, sel, baskın, doğal afet yokken, -lafın gelişi değil- gerçekten de ‘iki damla yağmur’ sonrası yaşlı bir vatandaş ellerinde ayakkabı ve çoraplarıyla bileklerine kadar akan suyun içinden Ziya Gökalp Caddesi’nde karşıdan karşıya geçiyordu.
* * *
Bırakın Keçiören’de su basan evleri, göletlerin derya olduğu altgeçitleri, bu fotoğraf bile, bağıra bağıra
Bakın ne demişiz günün birinde:
“Önceki akşam saatlerinde başlayan ve aralıklarla devam eden yağış, Ankara’nın büyük bir bölümünde etkili olurken, su baskınları yaşandı. Zemin katlardaki bazı ev ve işyerleri su altında kaldı.”
Ne zaman demişiz; sekiz yıl önce...
İki gün önce ne demişiz?
“Keçiören’de önceki gün aniden bastıran yağmurda 7 apartman sular altında kaldı. Su seviyesinin tavana kadar çıktığı birçok ev kullanılamaz hale geldi.”
Önce 2006 yılının Ekim ayında birinci sayfaya taşıdığımız vatandaşın mağduriyetine bir bakın. Hiç beklemediği bir anda evini su basmış, ne yapacağını bilmiyor. Çaresizce bekliyor.
Uygulamayı bir hafta boyunca takip eden Ankara Hürriyet muhabirleri Ender Baykuş ve Mert Gökhan Koç özellikle Etlik, Batıkent ve Eryaman otobüslerinin doluluğunu fotoğraflarıyla ortaya koydu.
Buna rağmen, Başkent’in solgun gecelerine renk getirecek, kent yaşamına, sosyal hayata yepyeni bir nefes olacak bu yenilik maalesef beklediğimiz heyecanla kentliye duyurulmadı.
Geceleri EGO otobüslerini kullanmaya başlayanların neredeyse tamamı, bu yeni uygulamadan Ankara Hürriyet sayesinde haberdar olsa da, bundan daha basit çalışmaları caddelerdeki panolardan ilan eden Büyükşehir Belediyesi’nin böylesine önemli bir hizmeti anlatmak için çaba sarfetmemesini de anlamış değiliz doğrusu.
Panoları geçtik, en başta Başkan Gökçek’in bu hizmeti övüne övüne, göğsünü kabarta kabarta her yerde anlatması gerekmez miydi?
Mesela, bir buçuk milyonu aşkın takipçisiyle Twitter’ı en etkili kullanan belediye başkanı olan Gökçek, niçin bunu twitter’dan duyurmadı? “Olmamalıydı” broşürleri için yüzbinlerce lira harcanırken, en azından otobüslerin içine yeni uygulamayı anlatan birer A4 çıktısı asılamaz mıydı?
Özetle, son yılların en önemli hizmetlerinden birini sunmuş olan Büyükşehir Belediyesi, gece seferlerini herkesten daha çok sahiplenmeliydi...
YANIT BEKLEYEN SORULAR
Seçimden önce ‘gece ulaşımı’ sözü verilirken, ‘ortalama 20 yolcu’ şartı getirilmişti. Henüz Belediye, net bir açıklama yapmadığı için bu ortalamanın yakalanıp yakalanmadığını bilmiyoruz ama, bu kentin artık gece ulaşımını istediğini ve hak ettiğini biliyoruz.
Önümüze konan korkunç tablonun ardından geç de olsa tüm kamuoyu, taşeronlaşma sorununu enine boyuna gündemine almış gözüküyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de, “Gündemimizde tam iki yıldır herşeyiyle çalıştığımız Taşeron Yasası var. Taşeronluğun sömürüye dönüştüğünü söyleyen bir bakanım ben” diyor ama hala Meclis’e gelen giden birşey yok.
* * *
Zaman zaman ortaya çıkan ölümcül hadiseleriyle ‘sürünmeye’ razı eden taşeron sistemindeki sakatlıkları yine Bakan Çelik, “Kamuda taşeron çalıştırmada bir keyfiyet var” sözleriyle onaylamıştı. Şimdi size bu tabloya dair Ankara’da yaşanan ve ‘keyifli’ olmayan bir uygulamayı anlatacağım. Belgeli, detaylı bu hadise Onkoloji Hastanesi’nden...
* * *
Hastanenin bilgi işlem hizmetlerini üstlenen taşeron bir firma, acil serviste hasta kaydı yapan personeli 24 saatlik aralıksız vardiyalarla çalıştırıyor.
Pazarcıların bile taşıdıkları karpuza, otobüslerde yolcuya gösterilen özenden daha fazlasını gösterdiği bir ortamda ardı arkası kesilmeyen kaza haberlerine de şaşırmamak gerekir.
*
Şaşmaz’da üç kişiyi kaybettiğimiz kazanın üzerinden daha bir ay geçmeden, dünkü manşetimizde, yolcu sayısına ayar çekmek için mavi halk otobüsünde GPS’ine ayar çeken muavin ve şoförü okudunuz.
Bugün tam da “Bu hareketin yaptırımı ne olmalı?” diye tartıştığımız dakikalarda, bir toplu taşıma kazası haberi de Akyurt’tan geldi.
Hatırlatalım, bu kent ‘yeşil otobüs vakası’ da yaşamıştı bir zamanlar. Bundan sekiz yıl önce Dışişleri Bakanlığı personeli dokuz kişinin ölümüne sebep olan kazanın ardından Başkan Melih Gökçek’in “Özelleştirmeden yana biriyim. Ama yeşil otobüsler konusunda çok pişman oldum” dediği yeşil otobüslerdi bunlar.
*
Kazanın ertesi günü de, bu otobüslerin birçoğu evrak eksiklikleri nedeniyle parklara çekilmiş, bir süre trafikten alıkonulmuştu.