2 Haziran 2003
Kalitesiz tıbbi malzemenin can aldığı herkesin bildiği bir gerçek. Ama tıbbi malzemelerde çağdaş bilimsel ölçütlere uygun standartlar belirlenmedikçe tartışmaların ve suçlamaların sonu gelmeyecek. Gerçi kimsenin anlayabildiğini iddia etmek pek mümkün değilse de, ben de bu Türkiye'yi, bu yaşıma ulaşmış olmama rağmen, anlayamıyorum. Anlayamadığım son olay ‘‘Neşter’’ operasyonu ile ilgili olarak basına yansıyan haberler. Tıbbi malzemelerin kullanılışı ve başta SSK olmak üzere sosyal güvenlik kuruluşlarına satışı ile ilgili olan bu operasyon, çok geniş kapsamlı olarak adalete yansıdı. Hiç şüphem yok ki Türk adaleti gerçekleri ortaya çıkaracak ve yolsuzluk yapanları cezalandıracak, ama bu sonuca ulaşıncaya kadar ortalık iyice karıştığı için birçok hasta zarar görecek.
KALİTESİZ KALP PİLİ
Bu sözlerimin nedenini biraz açıklayayım. Başta eski bakan olmak üzere bazı yetkililer stent örneğinden yola çıkarak bu gibi ürünlerde kalite farkı diye bir şeyin olmadığını, hepsinin aynı işe yaradığını, bu nedenle en ucuzunun kullanılması gerektiğini, bunu yapmayanların yolsuzluğa karıştığını, kaliteli olduğu gerekçesiyle bazı ürünleri daha yüksek fiyattan satanların da devleti kazıkladığını, aradaki fiyat farkını devlete iade etmeleri gerektiğini ileri sürüyor.
Öte yandan aynı operasyon içinde, ‘‘kalitesiz kalp pillerini hastalarına taktığı ve ölümlerine sebep olduğu için’’ de suçlanan doktorlar var.
İddianameyi incelemediğim ve hukukçu olmadığım için ‘‘bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’’ diyemeyeceğim, çünkü muhtemelen bu konuda açıklamalar vardır.
ARADA KALAN DOKTOR
Ancak ben doktorlar açısından bakıyorum. Şimdi bir hasta geldiğinde kalitesi onaylanmamış, yeterince denenmemiş ürünü kullansanız ve hastanın başına bir şey gelse siz suçlanıyorsunuz. Hastanın sağlığı ve biraz da kendi güvenliğiniz için, denenmiş, kalitesi uluslararası kuruluşlarca onaylanmış, bildiğiniz ve şahsen denediğiniz bir ürünü seçerek kullansanız, yolsuzlukta işbirlikçi olarak suçlanıyorsunuz.
Tüm okurlara soruyorum, siz doktor olsanız ne yaparsınız?
Siz ne yapardınız bilmiyorum, ama stent takılarak tedavi edilebilecek hastalar olduğunda doktorlar, hele bir kaç önemli bile olmayan tıkanıklık varsa, hastayı by-pass ameliyatına yolluyorlar.
Doktorlar bu kez de suçlanmaktan kurtulamıyorlar, ülke çapında stent kullanımı düştüğü için, ‘‘Gördünüz mü, eskiden sadece çıkar amaçlı olarak stent takıyorlardı, takip edilmeye başlayınca bunun önüne geçildi’’ diye yorum geliyor.
Ortada çok büyük bir kaos var. Bu fırtınadan herkes şu veya bu şekilde çıkacak ama mutlak olarak zarar görecek tek bir grup var, o da hastalar...
Acilen önlem alınması, tarafsız bilim kuruluşlarının katkılarıyla, uluslarası bilim çevrelerinin görüşleri de alınarak, hasta tedavisinde kullanılacak tıbbi malzemelerin asgari standartlarının belirlenmesi gerekiyor. Bu geciktikçe birçok vatandaşımız malul kalıyor ya da hayatını kaybediyorsa, sizin yapacağınız tasarrufun da canı cehenneme...
Yazının Devamını Oku 28 Mayıs 2003
LÖSEV (Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı) nın düzenlediği II. Uluslararası Lösemili Çocuklar Haftası 26 Mayıs-2 Haziran tarihleri arasında gerçekleşiyor. Tüm dünyada bilhassa çocuklar üzerinde etkili olan bu hastalığın tedavisi artık mümkün. TIP dünyasındaki adı lösemi ama halk arasında kan kanseri olarak biliniyor. Aslında lösemiyi kan hastalıkları arasında saymak bir bakıma yanlış. Gerçekte hastalık, kan yapan kemik ilikleriyle ilgilidir. Ancak hastalığın belirtileri, kanın akyuvarlarında yani lökositlerde kendini belli eder. Lökositlerin sayıca artmalarına karşın olgunlaşamamaları, lösemi dediğimiz hastalığı ortaya çıkarır. Kanda akyuvarların sayısı giderek artarken, alyuvarlar ve kanın pıhtılaşmasına yardım eden trombositlerin miktarı azalır. Kansızlık başlar ve enfeksiyonlara, kanamalara yatkınlık artar.
Löseminin bir kaç türü var. Genelde, akyuvarların durumuna göre akut ve kronik olmak üzere belli başlı iki tür lösemiden söz edilebilir. Kronik lösemide akyuvarlar daha olgundur ve olgun hücreler gibi faaliyetlerini bir süre devam ettirirler. Akut lösemide ise akyuvarlar olgunlaşamazlar ve enfeksiyonlara karşı etkisiz kalırlar.
Lösemi türleri bu kadarla da sınırlı değil. Bir de hastalığa yakalanan akyuvar hücrelerinin türlerine göre bir sınıflandırma yapmak mümkün. Örneğin lenfositler, monositler ve de miyelositler. Löseminin değişik türleri, farklı yaş gruplarında görülür. Akut lenfosit lösemi, genellikle küçük çocuklarda görülen bir hastalıktır. Lenfoid löseminin kronik türü, orta yaşı geçmiş olan kişiler için tehlike oluşturur. Akut miyolositik lösemi genelde gençleri etkiler ve bu hastalığın kronik türü 30-50 yaş gruplarını etkiler.
Özellikle çocuklar için tehlike oluşturan löseminin kesin nedenleri bilinmiyor. Fakat radyasyon almak, benzinin benzen maddesi, virüsler, kalıtım gibi faktörlerin etkili olduğu düşünülüyor. Tek yumurta ikizlerinden biri hastalığa yakalanırsa, diğer kardeşin de hastalanması olasılığı çok fazla. Bu da kalıtsal yatkınlığı düşündüren bir bulgu.
Lösemi türlerinin habercileri olan başlıca belirtiler yüksek ateş, eklemlerde ağrılar ve lenf bezlerinin şişmesi, çabuk yorulmak, kanamanın durmaması ve deri altına kanamalar olmasıdır. Hastalığın tedavisi, türüne göre değişir, fakat genelde kan nakli, ilik nakli, kemoterapi ve radyasyon tedavisi uygulanır. İlik nakilleri bazı akut lösemi hastaları için gerekli oluyor. Hastalar çok çabuk yoruldukları için bol bol dinlenmek zorundalar. Ayrıca, kanamaya neden olacak kazalardan da sakınmalılar. Lösemi hastaları ısıya karşı aşırı derecede duyarlı oldukları için vücutlarını sıcak tutacak giyecekleri kullanmalılar. Lösemi, bir zamanlar ölüm emriyle eş anlam taşıyordu. Fakat bugün geliştirilen tedavi yöntemleri lösemiyi ölümcül bir hastalık olmaktan büyük ölçüde kurtarıyor. Her hastalıkta olduğu gibi lösemide de erken teşhisin önem taşıdığını bir kez daha hatırlatalım.
HAFTANIN KİTABI
Beslenme, doğru olduğu takdirde insanın sadece sağlıklı kalmasını sağlamıyor, aynı zamanda yılların ilerlemesinin insan bünyesinde yaratacağı yıpranmaları da önlüyor.Montignac'ın Dengeli Beslenme ile İkinci Gençlik isimli bu kitabında sağlıklı ve zinde yaşlılar olabilmenin ipuçları veriliyor.
Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2003
Kalp damar hastalıklarının tedavisinde kullanılan stentlerdeki yeniden tıkanma riskini ileri derecede azaltan ve bu özelliği ile yeni bir çığır açacağa benzeyen ilaç kaplı stentler ve damar sertliğinden korunma konusunu Cleveland Kliniği'nden Prof. Dr. Murat Tuzcu anlatıyor. İLAÇ kaplı stentlerin hastaların hizmetine sunulması sonrası yapılan çalışmalarda, yeniden daralmanın eski stentlere göre çok daha düşük olduğu görüldü. Ayrıca bu stentlerde kullanılan ilaçların ciddi yan etkilerinin sık olmadığı da gözlendi. Ancak umutlu olmalarına rağmen birçok uzman, nisbeten az sayıda ve sadece bir kaç yıllık izlemeyle, ilaç kaplı stentlerin her yönünün anlaşılmasının mümkün olamayacağına dikkat çekiyorlar.
İlk çıkan stentlerde olduğu gibi ilaç kaplı stentler konusunda da birçok firma hummalı çalışmalar sürdürmektedir. Başka firmalarca yapılan değişik ilaçlarla kaplı stentlerin bir kısmı piyasaya çıkmaya hazırlanırken bazıları harcanan milyonlara rağmen başarılı olamamıştır. En aşağı iki ilaç kaplı stentin piyasa öncesi çalışmalarında, yarardan çok zarar getirdiği görülünce çalışmaların derhal durdurulup araştırma planlarının incelemeye alındığı bildirilmiştir. Bu örnekler de gösteriyor ki yeni stentlerle kalp damar darlıklarını tedavi etmeye başlamadan önce kullanılacak stentlerin güvenli ve oluşturulmuş standartlar düzeyinde eşdeğerliliği ispat edilmiş olması gerekmektedir. Bu sonuca ulaşmak için tüm ülkelerde kamu ve özel sektörde çalışan doktor ve diğer sağlık hizmetlileriyle, endüstri çalışanları ve devletin sağlık sorumlularının işbirliği gerekmektedir.
HASTALIĞI DURDURMAK
Yapılacak titiz çalışmalar insan sağlığının korunması açısından şart olmasının yanısıra, yüz milyarlarca lira harcamayı gerektiren ürünlerin gerçek değerlerinin bilinmesi açısından da önemlidir.
Kalp damar hastalıklarının tedavisiyle ilgili yazı serimizi bitirmeden önce, en önemli sorun olan damar sertliğinin oluşmasını ve ilerlemesini önleyen tedavilerden söz etmek gerekir. Ulaşılan büyük başarılara rağmen kalp hastalıklarının dünyada ve ülkemizde birinci ölüm nedeni olduğu göz önüne alınırsa bypass ameliyatlarının ve stentlerin sorunun köküne inmediği anlaşılır. Mekanik tedavi yöntemleri bölgesel kan akımını düzeltse de darlıkların oluşmasının altında yatan esas hastalığı hiç etkilemezler. Oysa, altta yatan damar sertliği hastalığının oluşumu ve ilerlemesi konusundaki bilgimiz arttıkca darlıkların ortaya çıkmasını önleyebilecek tedavileri geliştiriyoruz. Anormal düzeydeki kan yağları özellikle kolesterol, sigara, şişmanlık, şeker hastalığı ve yüksek tansiyonun tek tek ve bir arada bulunmalarının önemini çok daha iyi biliyoruz. Eskiye göre bu problemlerle daha etkin mücadele edebiliyoruz. Son yıllarda bildiğimiz risk faktorlerinin yanı sıra kalp damar hastalıklarının kökünde düşük düzeyde iltihabın (enflamasyon) rol oynadığını biliyoruz ve bunu kan testleriyle ölçebiliyoruz. Bu yeni anlayış, damar sertliğine karşı başlattığımız savaşta yeni buluşların yolunu açmıştır.
BEYNİ DE ETKİLİYOR
İnsan sağlığının bir numaralı düşmanı olan damar sertliği yalnız kalp damarlarını değil beyne giden, böbreği besleyen, bacaklara giden damarları da etkiliyor. Bu ortak düşmana karşı elbirliğiyle çok yönden çeşitli silahlarla mücadele etmemiz lazım. Bu mücadelede başarı kazanabilmemiz ve hastalara en güvenilir ve kaliteli hizmeti verebilmemiz için silahlarımızın güven ve kalitesinden emin olmalıyız.
SORULAR SORUNLAR
EKLEMDEKİ SIVI KAYBININ ÇARESİ VAR MI?
Artrit romatizmada eklemlerdeki sıvı kaybının tedavisi var mıdır? Bir de artrit romatizma tedavisi hakkındaki son gelişmeleri yazarsanız memnun olurum.
A.Özbek
Artrit, eklem iltihabı anlamına gelen bir terimdir. Eklemi etkileyen bir çok tabloda kullanılır. Romatoid artrit olarak adlandırılan hastalık ise bağışıklık sisteminin yanlış işlemesi sonucu kendi eklem dokusuna zarar vermesi halidir. Bu hastalık konusunda romatizma uzmanlarının yoğun çalışmaları var. Ancak herkese uyan ve kesin sonuç veren bir tedavi yöntemi henüz yok.
Eklemlerdeki sıvının kaybı hallerinde bu sıvın görevini, en azından bir süre için yapabilecek bazı maddeler eklem içine zerk edilebilir.
Bütün bu tedavileri hastayı takip eden hekimin kararlaştırması uygun olacaktır.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2003
Multipl Skleroz ya da kısaca MS bağışıklık sisteminin bir hastalığı olarak biliniyor. Bu hastalığa yakalanan insanların bağışıklık sistemleri yanlışlıkla kendi merkezi sinir sistemi hücrelerine saldırıyor. Beynin görme, yürüme konuşma gibi fonksiyonlar üzerindeki kontrol kabiliyeti zarar görüyor. Hastalığa Multiple (Çoklu) Sklerosis denmesinin nedeni beynin ve omuriliğin bir çok farklı alanını etkilemesi. Belirtiler, basit bir görme bulanıklığından tam bir felce kadar gidebiliyor.
Nedeni neDİR
MS'e kesin olarak neyin neden olduğu bilinmiyor. Bugüne kadar bu hastalık için daha önce geçirilmiş virütik enfeksiyonlar, çevreden gelen zehirli maddeler, kalıtım, beslenme alışkanlıkları, coğrafi faktörler, vücudun savunma sistemi problemleri gibi pek çok neden ortaya atılsa da bunlardan hiçbiri kanıtlanamadı. Kalıtım üzerinde çok durulan faktörler arasında. MS hastası olmuş bir akrabanızın olması MS'e yakalanma riskinizi yüzde 10-15 oranında arttırıyor. MS bulaşıcı bir hastalık değil.
Nasıl oluşuyor
Vücuttaki tüm sinir lifleri miyelin olarak adlandırılan koruyucu bir kılıfla sarılı. MS hastalarında bu kılıf zarar görüyor ve bu yerlerde parçalanan miyelin kılıfı yerine sert bir doku (skleroz) oluşuyor. Bu durumda beyinden çıkan ya da beyne giden elektrik akımları yavaşlıyor ve ilgili yerlere gidemiyor ya da yanlış yerlere gidiyor. Böylece MS belirtileri ortaya çıkıyor.
Kimler yakalanıyor
Dünyada 1.5-2 milyon, Türkiye'de ise 35 bin kişinin MS hastası olduğu düşünülüyor. Hastalığın belirtileri genelde 20-40 yaşları arasında ortaya çıkıyor. Kadınlarda daha çok görülüyor. Hastaların üçte ikisini kadınlar oluşturuyor. Hastalığın sıklığı ülkeden ülkeye değişiyor.
Belirtileri neler
MS farklı şekillerde ortaya çıkabiliyor. Bu belirtiler etkilenen bölgeye göre değişiyor. Genelde vücutta uyuşmalar, kas güçsüzlüğü, denge bozukluğu, güçsüzlük, aralıklı bitkinlik, konuşma bozukluğu, hareketlerde dengesizlik, bulanık-çift görme, başdönmesi, idrar kaçırma şeklinde görülebiliyor.
Nasıl ilerliyor
Hastalığın seyri kişiden kişiye değişiyor. Bu nedenle doktorlar hastalarına kesin bir tanı koymaktan kaçındıkları durumlarda onlara 'büyük ihtimalle' ya da 'muhtemelen' MS'e yakalandıklarını söylüyorlar. Çünkü hastalığın teşhisi problemlerin şekline, tekrar durumuna, hangi sistemlerin zarar gördüğüne ve laboratuvar sonuçlarına göre yapılabiliyor. Hastalığın seyri ile ilgili kesin bir şey söylemek ise olanaksız.
Başlangıçta ortaya çıkan belirtiler ani olarak dakikalar ya da saatler içinde gelişiyor ve genelde saatler, günler ve haftalar içinde yok oluyor. Yani hastalık ataklar halinde seyrediyor. Atağın bitmesinin ardından hastalık ikinci bir atağa kadar gizli seyrini sürdürüyor.
Tedavisi var mı
Son zamanlarda tedaviler konusunda çeşitli ilerlemeler sağlanmış olsa da MS'in henüz kesin bir tedavisi yok. Avonex, Betaferon, Copaxone, Rebif gibi interferon ve polimer içeren ilaçlar MS ataklarının sayısını ve şiddetini azaltabiliyor. Son zamanlardaki çalışmalar erken dönemde başlanan interferon tedavileri ile hastalarda oluşabilen beyin dokusu kayıplarının önemli ölçekte azaltıldığını belirledi. Bu tedavilerin yan etkileri olsa da çoğu hasta bunlarla baş edebiliyor. Yine de hasta için en önemli olan vücudunda olacak değişiklikleri bilerek MS ile barışık bir şekilde yaşamasını öğrenmek.
Safinaz ona güç veriyor
Özlem Yaylı da bir MS hastası. 11 yıl önce yakalandığı hastalığı günde 16 hap alarak önlemeye çalışan Yaylı, kedi sevgisi sayesinde son dört yıldır hiç ilaç kullanmadan yaşamını sürdürüyor. MS atakları yüzünden ayaklarında dayanılmaz kramplar oluşan Özlem Yaylı’nın hayatı, 1999 Ekim ayında değişti: ‘‘İdealtepe’deki evimizin terasında eşimi beklerken yol kenarında beyaz bir tavşan görür gibi oldum. Ağrılarıma rağmen beş kat aşağı indim. Kapının kenarında bir poşetle oynayan yavru Van kedisini görünce çok sevindim. Öyle zayıftı ki adını Temel Reis'in zayıf sevgilisinden esinlenip Safinaz koydum. MS ataklarım Safinaz’ı bulduğum günden itibaren kesilmişti. Filmlerdeki gibi sevgi bir hastalığı yenmişti.’’
Süleyman ARAT/İSTANBUL
Çeşitli balık yiyin
Amerikan İlaç ve Gıda İdaresi (FDA) balığın nimetlerinden yeterince yararlanmak için mümkün olduğunca farklı balıklar yenilmesini önerdi. Balıkla ilgili öneride balıkların farklı miktarlarda sağlıklı yağlar içerdiği hatırlatıldı. Omega-3 yağ asitleri somon balığı, alabalık, uskumru ve sardalyada daha çok bulunuyor.
Haftanın Kitabı
Beslenme ve sağlıklı yaşam ilişkileri alanında yazdığı kitaplarla bu kavramlara yeni bakışlar getiren Montignac, ‘‘Yedikçe Zayıfla ve İnce Kal’’ isimli bu kitapta aç kalmadan zayıflamanın ve elde edilen kiloyu korumanın yöntemlerini anlatıyor.
Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında %15 indirimli
Yazının Devamını Oku 19 Mayıs 2003
Cleveland Kliniği'nde görme bozukluklarını gidermek için kurulan Cole Göz Enstitüsü'nün düzeltici ameliyat merkezi başhekimi Dr. Ronald R. Krueger, bu tür ameliyatlarda uygulanan yeni yöntemleri açıkladı. Dr. Krueger, miyop, hipermetrop ve astigmat gibi bozukluklardan yakınanların bilmeleri gereken noktalara da değindi. ARTIK ister, gözlük ve lens takmaktan kurtulmak uğruna, ister daha iyi görebilmek için deyin, son yıllarda gözlük ve lens derdinden kurtulmak isteyenler, ameliyatla görme bozukluklarını düzelten cerrahlara başvurmak için yarış ediyorlar. Öncelikle şunu belirtelim, bu tür ameliyatlar isteğe bağlı. Gözlük ve lens kullanmaktan bir şikayeti olmayanların göz ameliyatı geçirme gibi bir gereksinimleri tabii ki yok.
Gözlük takmaktan nasıl kurtuluyoruz?
Bu tür ameliyatların nasıl gerçekleştirildiğini kısaca özetleyelim:
Bu, aslında basit bir cerrahi işlemden ibaret. Amaç kişinin doğru ve tam görebilmesi için gözlük ve lens kullanma zorunluluğunu ortadan kaldırmak. Uzağı göremeyenler (miyoplar), yakını göremeyenler (hipermetroplar) ve astigmatlar bu ameliyatlarla sorunlarında kurtuluyorlar. Ameliyat, gözün kornea tabakasının, yani gözün en dıştaki tabakasının gözü iyi görecek şekle sokulmasını sağlıyor.
1980'li yıllarda tüm dünyada yaygınlaşmaya başlayan düzeltici ameliyatta değişik yöntemler uygulanıyor. Tıptaki gelişmelere paralel olarak bu tür ameliyatlarda da bazı yenilikler dikkat çekiyor. Kornea tabakasında küçük bir parçanın kesilmesi için bugün lazer ışınlarından yaralanılıyor. Lazer kullanımı ‘‘photorefractive keratectomy’’ (PRK) olarak bilinen yöntemin gelişmesiyle sonuçlandı. Lazer kullanımının gelişmesiyle LASEK ve LASIK adlarıyla bilinen diğer teknikler geliştirildi. Hangi yöntemin kullanılacağı hastanın gözünün durumuna göre değişiyor. Yöntemi belirlemede korneanın kalınlığı ya da göz lensinin durumu gibi faktörler göz önüne alınıyor. PRK ve LASEK tekniklerindeki son gelişmeler iltihaplanma riskini azalttığı gibi iyileşme süresini de kısalttı. Bugünlerde PRK ve LASEK, LASIK tekniğine göre daha çok kullanılıyor.
Bu ameliyatların riski var mı?
Her cerrahi müdahalenin mutlaka bir riski vardır. Ne var ki, göz düzeltme ameliyatlarda risk düşüktür ve yüzde iki ile beşi geçmez. Risk olarak, geceleri
lambalar etrafında ışık halkaları görmek ve yine geceleri görsel kontrastı yitirmek gibi bazı yan etkilerden söz edilebilir. Bazı hastalarda gözlerde aşırı kuruluk da olabilir. LASIK ve LASEK tekniklerinde az da olsa iltihaplanma riski vardır.
Bu ameliyatların uzun dönemdeki etkileri biliniyor mu?
LASIK yöntemini yaklaşık 12 yıldır uyguluyoruz. Hastaların durumlarını gözlemlemek için 10 yılı aşkın bir süre beklemek gerekiyor. Ayrıca Güney Amerika'da bu tip ameliyatları lazer kullanmadan da olsa 50 yıl önce yapmaya başlamış ve bu uygulamanın öncüsü olarak kabul edilen doktorun verileri var elimizde. Buradan öğrendiğimiz en önemli şey gözün yapısal stabilitesini uzun süre korumak için ameliyat sırasında korneanın içini çok derin çizmemiz gerektiği.
Düzeltici ameliyatlar için yaş sınırlaması var mı?
Genelde, 18 yaşını tamamlayan herkeste bu ameliyatlar yapılabilir. Ancak 60 yaşlarına gelen kişilerde katarakt tehlikesi vardır. Bu kişilerin öncelikle katarakttan kurtulduktan sonra düzeltici ameliyatı yaptırmalarını öneriyorum.
İki gözün aynı zamanda ameliyat edilmesi doğru mudur?
Bu sorunun cevabı, uygulanan ameliyat türüne göre değişir. LASIK tekniği ile her iki gözü de aynı anda ameliyat edebiliyoruz. PRK ve LASEK yöntemlerinde ise bir ameliyatta bir göze müdahale ediliyor.
SORULAR-SORUNLAR
TOKLUK ŞEKERİ NE OLMALI?
Aç karnına ve genellikle sabahları yapılan kan şekeri tahlillerinde normal kan şekeri düzeyinin 70 ile 110 mg. olması gerektiği söylenir. Bu oran, tok karınla normal yani diyabetik olmayan bir kişide ne olmalıdır?
Tip2 diyabetik ve ilaç tedavisi gören (ilaçlara rağmen açlık tahlillerinde 110 ile 135 mg/l olan) kişilerde (bende), ne olmalıdır? Tip 2 diyabetik biri olarak tokluk kan sekeri tahlillerini her gün veya ara sıra yapmak gerekir mi ?
M MIZAN /FRANSA
Tokluk kan şekeri düzeyi, özellikle teşhis edilmiş şeker hastalığı olmayan kişilerde daha önemlidir. Glikoz tolerans bozukluğu denilen tablodaki kişilerde, açlıkta yapılan tahliller normal düzeyde bulunurken, toklukta yapılan kan şekerlerinin yüksek olduğu görülür. Tokluk kan şekeri yenilen yemeklerdeki karbonhidrat miktarına göre değişirse de genellikle yemekten 2 saat sonra yapılan ölçümdeki sonucun 140 mg'ın altında olması istenir.
Şeker hastalığı tanısı konulmuş ve tedavi altında tutulan hastada hedeflenen sınırları doktorun belirlemesi uygun olacaktır. Tedavi altında tutulan hastalarda zaman zaman HbA1C denilen tahlilin yapılmasında yarar var. Bu tahlil geriye doğru 4 aylık kan şekeri ortalamasını gösterir. Zaman zaman yapılan açlık kan şekeri kontrolları dışında doktorun uygun gördüğü zamanlarda HbA1C kontrolu yapılması, tokluk kan şekeri takibine oranla daha da yararlı olacaktır.
GÖĞÜS UCUM YOK
Ben üniversite öğrenimine devam eden 20 yaşında bir kızım. Benim göğüs uçlarımla ilgili bir problemim var ve bunu kimseye soramıyorum. Göğüslerim uçsuz. Kahverengi kısmın ortasında göbek deliği gibi içe doğru bir boşluk var. Bunun çevresindeki kısım büzüşmüş vaziyette. Göğüs ile ilgili problemlerin göğüs kanseri ile de ilişkili olabileceğini duymuştum. Bu da beni endişelendiriyor gerçekten. Anneme bu konuyu sordum. Genetik olabilir diye düşündüğüm için öğrenmek istedim. O da bazen öyle olabileceğini ama ailede böyle bir durum olmadığını söyledi.
Bazı kişilerde meme başı içe dönük olabilir. Doğuştan gelen bir özellik olan bu yapı sağlık açısından herhangi bir sakınca yaratmazsa da doğum sonrası emzirme zorluğuna yol açabilir. Bu gibi hallerde yapılan estetik ameliyatla bu durum düzeltilebilmektedir. Bu durumun kanserle ilişkisi yok. Ancak, daha önce düzgün olan meme başında sonradan şekil bozukluğu oluşursa o zaman kanser riski açısından tetkik gerekmektedir.
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2003
Kentleşmeyle birlikte artan astım, günümüzde en azından kontrol altında tutulan hastalıklar grubunda. İlaçlar, yaşam kalitesini artırdığı gibi, yaşam süresinin de uzamasına olanak sağlıyor. Ancak bazı hastalar hálá alternatif tedavi yöntemlerine yönelip sağlığını riske sokuyor. Tıp fakülteleri, hekim adaylarına eğitim verirken ağır astım krizleri geçiren veya tedaviye direnen hasta bulmakta bile zorlanıyorlar. Ancak modern tıp yöntemlerindeki gelişmelere rağmen bazen hastalar alternatif yöntemlere yöneliyorlar. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurhayat Yıldırım'ın verdiği bilgilere göre astım tedavisinde sık yapılan hatalar şunlar:
Astım tedavisinde ilaçların yaşam boyu alınması gerekiyor. Uzun süreli kullanıldığında bağımlılık yapabileceği yolunda kaygılar var. Ancak bu doğru değil. İlaç kesilince nefes yolları daralıyor. Doğal olarak havayollarını açması için bu ilaçları devamlı almak gerekiyor. Hastanın bunu ilaca bağımlılık olarak yorumlaması hata.
Astım hastalarının başvurduğu alternatif yöntemler arasında tedavi amaçlı bitki çayları var. Ancak bitki çaylarında polenler de bulunabilir. Yani yarar yerine zarar görebilir.
Balgamı atmak, sökmek için bıldırcın yumurtaları, bazı kök bitkiler, bal ve yumurtalı benzeri karışımlar deneniyor. Bronş astımında krizler sırasında balgam artar. Kriz dışında ise eğer koruyucu tedavi uygun yapılıyorsa zaten balgam kendiliğinden azalacaktır. Yani bunlar tedavi değildir.
Tedavi olmak için mağaralara gidenler var. Astım hastalarının zaten hastalığını tetikleyici alerjenler, kimyasallar ve hava kirliliğinden uzak durması gerekiyor. Mağaralarda bu tür etkenler bulunmuyor. Mağaradan çıkıldığında yine aynı şeylerle karşı karşıya kalınıyor. Yani yöntem geçici rahatlık sağlıyor, kalıcı tedavi getirmiyor. Mesude ERŞAN
SORULAR-SORUNLAR
İşitme cihazı kullanayım mı
Benim sol kulağım hiç duymuyor. Doktorlar, çekiç-örs-üzengi kemiklerinin bağlantı kuramadığını söylediler. Yalnız kulak zarım sağlam. Bana uygun, dışardan görünmeyecek türde işitme cihazları var mı?
Mustafa Erol ŞAHİN
İşitme olabilmesi için, gelen seslerin orta kulağın başlangıcında olan kulak zarını titreştirmesi, orta kulakta yer alan çekiç, örs ve üzengi kemikleri aracılığıyla iç kulağa iletilmesi, iç kulağın da bu titreşimleri sinirlerde elektriksel uyarı haline çevirerek beyindeki işitme merkezine yollaması gerekir.
Orta kulakta yer alan kemikçiklerle ilgili sorun varsa, muayene ve tetkiklerde gerek kulak zarının ve gerekse iç kulağın sağlam olduğu belirlenirse, ameliyatla bu kemiklere müdahale etmek mümkün olabiliyor. Bir KBB uzmanı ile bu konuyu görüşün. Eğer herhangi bir nedenle ameliyat olamayacaksanız, kulak kanalına giren ve dışarıdan belli olmayan işitme cihazlarından birini kullanabilirsiniz.
Hangi türde işitme cihazı kullanılacağı, işitme testleri uygulandıktan sonra seçilir ve daha sonrasında kulak kanalının kalıbı alınarak hastaya uygun hale getirilir.
HAFTANIN KİTABI
Sigaranın sağlığa zararlarını herkes biliyor ama bıraktıktan sonra kilo almaktan korkuyor. Aslında en azından geçici bir süre için kilo alma sık rastlanan bir durum. Nil Gün hazırladığı bu kitapta kilo almadan sigarayı bırakma yollarını anlatıyor.
Bu kitap bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku 7 Mayıs 2003
Balon anjiyoplastisi sonrası tıkanmayı önlemek amacıyla geliştirilen ve kullanım izni alan Palmaz Shatz stentlerinin yaygınlaşmasından sonra, diğer tıbbi cihaz firmaları da yeni stentler yaratabilmek ve bu pazara ortak olabilmek için araştırmalarına hız verdiler. Kavram olarak aynı olsa da tasarımı, biçimi, metali, tel kalınlığı ve şekli, gerilme ve direnç özellikleri, tel arası açıklıkları farklı olan bir dizi yeni stent yapıldı. Cleveland Kliniği'nden Prof Dr Murat Tuzcu, bu stentlerin öneminden söz ediyor.
Üretilen stentlerin tümü ABD Gıda ve İlaç Dairesi FDA'nın sıkı denetimi altında bulunuyor ve onaylı stentlerle karşılaştırılıyor. Bir çok yeni stent bu aşamaları geçerek onaylandı. Bazıları ise onaylandığı halde piyasaya sürülemedi. Günümüzde ABD'de piyasada olan stentlerin tümü, bu denetimden geçmiş bulunuyor.
Tıbbi cihaz ve ilaç alanında yaygın olarak uygulanan bu eşdeğerlilik çalışmaları, belli bir standartı yakalamayı amaçlıyor. Milyonlarca dolara ulaşan araştırma masrafları, doğal olarak piyasaya çıkmayı başaran stentlerin fiyatına da yansıyor. 1996'da çok yüksek olan stent fiyatları, yeni stentler onaylandıkça, artan rekabet yüzünden önemli ölçüde düşmüştür. Piyasa öncesi araştırmaları titiz ve tam olarak yapılmazsa, baslangıçta öngörülemeyecek olumsuz sonuçların doğmasını önlemek mümkün değildir. Piyasaya çıktıktan sonra da ilaç ve cihazların yan etkileri takip edilmekte ve daha önce öngörülemeyen olumsuz etkiler saptanırsa ilgili ürün piyasadan çekilmektedir.
Mükemmelleştirilen stentler ve hastaların işlemden sonra en az bir ay süreyle kullandığı kan pıhtılaşmasını zorlaştıran aspirin ve benzeri ilaçlar, stentin pıhtıyla ani tıkanma riskini yüzde birin altına indirmiştir. Stent sonrası yeniden tıkanma riski, balon anjiyoplastiye göre çok düşüktür ve yüzde 5 ile yüzde 25 arasında değişmektedir. Bunun sebebi, damarın içine yerleştirilen stentin, vücut tarafından her yabancı cisme yapıldığı gibi nedbe dokusuyla kaplanmasıdır. Bir tünelin iç duvarlarının sıvayla kaplanmasına benzetilebilecek bu durum, bazı hastalarda nedbe dokusunun çok olması (sıvanın çok kalın olması) sebebiyle stentin yarattığı açıklığın daralması sonucu oluşmaktadir. Bu nedbe dokusunun incelmesini sağlayacak bir çok ilaç denenmişse de, ağızdan ve damardan verilen ilaçların hiç birinden yarar sağlanamamıştır. Ancak bu ilaçlardan bazılarını tüm vücuda değil, sadece stentin yerleştirildiği bölgeye bir kaç hafta boyunca yüksek dozda verilmesi sevindirici sonuçlar doğurmuştur. Nedbe dokusunun oluşmasını önleyici ilaçla kaplanmış stentler damara yerleştirildikten sonra, kaplandıkları ilacı devamlı olarak yaslandıkları damar duvarına vermektedirler. Son iki-üç yılda, bir kaç bin hastada kullanılan bu tip stentlerle yapılan ilk çalışmalar yeniden daralmanın hemen hemen ortadan kalktığını, hiç değilse yüzde 5'in altına indiğini göstermektedir.
SORULAR-SORUNLAR
Bu gidişle saç kalmayacak
Ben 19 yaşındayım. Son 1-2 senedir şiddetli saç dökülmesi sorunum var, saçlarım çok seyrekleşti ve bu gidişle 2-3 sene içinde saç kalmayacak. Bununla ilgili tıbbi bir çözüm,bir ilaç adı var mı acaba? Ve bu tür çözümler sadece saç dökülmesini bir nebze engellemek için midir, yoksa tekrar çıkmasını sağlayan yöntemler de var mıdır? ÖSS, lise derken stresten oldu sanırım ama devam ediyor ve çok şiddetli.Ayrıca küçükken de sanırım çok jöle kullandım.
And Mehmet ÇETİN
Erkek tipi kellik olarak adlandırılan saç dökülmeleri kalıtıma bağlı olarak bazı ailelerde çok erken yaşlarda görülebilmektedir. Bunu hızlandıran bazı etkenler olmakla beraber temel sorun kalıtımdır. Bu gibi hallerde kullanılan bazı ilaçlarla dökülmeyi engellemek hatta dökülmüş ama kökü tümüyle tahrip olmamış saçları yeniden kazanmak mümkün olmakla beraber, bu tedaviler bırakıldığında saç dökülmeleri yeniden hızlanmaktadır
Sizin bir deri hastalıkları uzmanı tarafından muayeneniz gerekiyor. Saç dökülmesini hızlandıran vitamin eksikliği, kansızlık ya da saçlı deriye ait bir sorun varsa bunların ortadan kaldırılmasıyla önemli yararlar elde etme olanağı da olacaktır.
Yazının Devamını Oku 5 Mayıs 2003
Özellikle bahar aylarında alerji ve astım, kolkola, aramızda dolaşıp sağlımızı tehdit ediyolar. Böyle bir benzetme yapmamızın önemli bir nedeni var: Astım da bir tür alerjik hastalık. Dünya üzerinde milyonlarca ama milyonlarca kişinin alerji ve de astım sorunu var. Astım, genellikle çocukluk yıllarında ortaya çıkıp, bir ömür boyu kurbanlarını rahat bırakmıyor. Dünyaca ünlü sporcular, sanatçılar arasında astımdan yakınan pek çok kişiye rastlanıyor. Ülkemizde de astımdan söz edilince akla gelen ilk ünlü isim pop sanatçısı Nilüfer oluyor. Kurbanlarına güzelim bahar aylarını zehir eden astımı tanıyalım...
Astım nedir?Astım, bir alerji türüdür. Alerjiye bağlı olarak solunum yollarının iç zarının şişmesi ve sıkışması sonucunda sık sık tekrarlanan krizlerle kendini belli eder. Krizler, soluduğunuz bir maddeye karşı aşırı duyarlıkla tetiklenir. Örneğin bir polen ya da ev-tozu gibi. Bu durumda, vücut histamin gibi maddeleri salgılar ve solunum yolu şişerek daralır. Astım krizi sırasında solunum yolu çevresindeki kaslar sıklaşır, çeperleri şişer ve sümüksü bir madde salgılanır. Hava kanallarının giderek daralması öksürüklere ve nefes darlığına neden olur.
Astımın belirtileri Astım uzmanları, astım hastalığının tedavisinde gecikildiği takdirde, sağlık durumunda ciddi sorunlar yaşanabileceğini ve de akciğerlerde giderilmesi imkansız sorunların çıkabileceğini hatırlatıyorlar. Astım belirtileri, öksürük, göğüste sıkışma, solunumda ıslık sesi ve nefes darlığı olarak sıralanıyor.
Eğer bir kimse özellikle geceleri öksürük nöbetleri yüzünden uyumakta zorlanıyorsa, gün içinde klasik astım belirtileri türünden atakları oluyorsa doktora muayene olmalıdır.
Tetikleyicileri iyi tanımak gerekirAstım hastalarının, krizleri tetikleyen nedenleri çok iyi bilmeleri gerekir.
Soğuk algınlığı, virüs enfeksiyonları, evdeki tozlar, polenler, kediler, köpekler ve diğer kürklü ya da tüylü hayvanlar, kirli hava, ani ısı değişmeleri, egzoz ve sigara dumanı, boyalar, bazı kimyasallar ve hatta parfümlerin kokusu, egzersiz, heyecanlanma, bağırma, gülme tetikleyici olabilir. Hastaların kendi bünyelerini bilerek tetikleyicilerden uzak durması krizleri önleyecektir.
SORULAR-SORUNLAR
Egzemada ne yapılır?
Vücudumun öncelikle kılsız kol içlerinde başlayan irili ufaklı kızarıklıkları önce allerjik bir durum olarak değerlendirip geçmesini bekledim. 25-30 gün geçtiği halde hala devam ettiğini gördüm. Kızarıklıkların geçmesine yakın deride buruşma ve sonrasında pulpul dökülmeler görülüyor. İtalya'da doktora çıktım. Egzama teşhisi kondu. Kızarıklar daha sonra vucudumun diğer bölgelerinde de görülmeye başladı. Bu konunun sebebi, ihtimalleri ve yapılması gerekenleri sutununuzda yazarsanız sevinirim.
M. Cengiz Aydoğdu
Egzema da bir çeşit alerji olarak nitelendirilebilir. Ciltte oluşan bir aşırı duyarlık reaksiyonudur. Genellikle kontakt egzemaları şeklinde kendini gösterir. Bu, cilde temas eden maddelere karşı oluşan aşırı duyarlık tepkisi demektir. Böyle olunca özellikle işyerinizde maruz kaldığınız maddelere dikkat etmenizde yarar var. Ayrıca vücudunuzu yıkamakta kullandığınız sabun da bazen benzer sorunların nedeni olmaktadır. Doktorunuzla görüşerek cildi tahriş etmeyecek bir vücut şampuanı önermesini isteyebilirsiniz.
Bir yandan da günlük yaşantınız sırasında maruz kaldığınız maddelere de dikkat edin. İyi bir gözlemle size hangi maddenin rahatsızlık verdiğini belirleyebilirsiniz. Bu şekilde çözemediğiniz ve verilen ilaçların yararlı sonuç getiremediği hallerde ayrıntılı alerji testlerine ihtiyaç doğabilmektedir.
YARIN SAMSUN'DAYIM Bir süreden beri çeşitli illerde sürdürdüğüm 'Halk Sağlığı
Toplantıları' serisine yarın Samsun'da devam edeceğim. 'Ağrısız Yaşam' konulu bu sohbet Samsun Gazi Belediyesi'nin Gazi Sahnesi'nde saat 14.oo'te başlayacak.
Yazının Devamını Oku