14 Nisan 2003
Daralmış kalp damarlarının balon yöntemiyle açılması ilk kez 1977’de uygulandı. Cleveland Kliniği’nden Prof. Dr. Murat Tuzcu, balon yöntemini anlatıyor. İLK bypass ameliyatını izleyen yıllarda bazı araştırmacı hekimler daralmış kalp damarlarının kasıktan sokulan ince bir telin ucuna yerleştirilmiş bir balonun kullanılmasıyla açılmasının mümkün olup olamayacağını tartışıyorlardı. 1977 yılında İsviçreli hekim Andreas Gruntzig bu yöntemi kullanarak bir hastanın daralmış damarlarını, darlıkların içine yerleştirilip şişirilen küçük ince uzun balonlar aracılığıyla açmayı başardı.
Bu yöntemle damarları açılan hastaların göğüs ağrılarının geçtiği ve kalp kası kanlanmasının düzeldiği görüldükçe balon anjiyoplasti çok daha yaygın olarak kullanılmaya başladı. 1980'lerde giderek artan tecrübe balon anjiyoplasti yönteminin yararlarının yanı sıra üç zayıf noktasının da anlaşılmasını sağladı.
1- Bazı hastalarda balon şişirilip indirildikten sonra darlık ve yakınındaki bölgelerde oluşan derin çatlaklar veya pıhtı oluşumu beklenenden fazla hasara yol açıp, damarın daha da daralıp tıkanmasına neden olabiliyordu. Bu da hastayı başlangıçtakinden daha ağır duruma sokabiliyordu.
2- Bazı tıkanmış damarlar, özellikle yoğun biçimde kireçlenmiş olanlar, çok kıvrımlı dallar, tam tıkalı damarlar ya hiç açılamıyordu, açılsa da yeterli bir akım sağlanamıyordu.
3- Balon anjiyoplastinin en önemli sınırlılığı da bir kısım hastada yaratılan damar açıklığının ve sağlanan yararın uzun süreli olmayışıydı. Balonla darlıkları genişletilen hastaların yüzde 30 ile 50'si altı ay içinde göğüs ağrısı ile tekrar doktor karşısına geliyordu. Balonla genişlemiş damar bölgesinin kendisini iyileştirmek için oluşturduğu nedbe dokusu ve genişletilmiş damarın yeniden büzüşmesi, açılmış damarların yeniden daralmasına neden oluyordu. 1980'lerde bu zorlukları aşabilmek için bütün dünyada binlerce araştırıcı milyonlarca dolar harcayarak bir çözüm bulmak için çalıştılar. Bu çalışmalar iki cephede odaklaştı. Birincisi darlıkları açmak ve uzun süre açık tutmak için balondan daha etkin bir cihaz bulmak, ikincisi de balon anjiyoplastiden sonra oluşabilecek yeniden daralmayı önleyecek ilaçları geliştirmekti.
Balon anjiyoplasti yerine önerilen benzer katater ve telleri kullanarak daralmış damarları açmak için daraltıcı plakları kesip dışarı çıkaran (aterektomi) aletler, darlıkları lazer ışınıyla yok eden teller, daraltıcı plağı toz haline getiren saniyede 200 000 devirli elmas uçlu törpüler (rotablator), pıhtı emici tüpler bunlardan bazılarıydı. Nisbeten küçük hasta gruplarında yapılan çalışmalar yüz güldürücü sonuçlar verdiyse de karşılaştırmalı çalışmalar bu yeni cihaz ve yöntemlerin hiçbirinin balon anjiyoplastiden daha üstün olmadığını gösterdi. Bu cihazların kullanılmasına izin verilmiş olsa da, bu yöntemler günümüzde çok az sıklıkta kullanılmaktadırlar.
Prof. Dr. Murat Tuzcu Cleveland Kliniği
BALON NASIL UYGULANIYOR?
Kalp hastalıkları tedavisinde yeni bir çığır açan balon yöntemi uygulanmadan önce, kasıkta yerel uyuşturma yapılıp, dolaşım sistemine bir giriş sağlamak için atar damara ince, bir ucu açık, dışarı ucunda kapağı olan kısa bir boru yerleştirilir. Bu ince borunun içinden damarın içine ince, ucu yumuşak bir tel sokularak röntgen görüntülemesi altında aortanın kalpten çıktığı yere kadar itilir. Bundan sonra katater dediğimiz yaklaşık 1.5 metre uzunluğundaki tüpler bu telin üzerinden sanki bir ray üstünde giden tren gibi güvenle ilerletilir. Uçları koroner damarların ağzına oturabilecek biçimde kıvrımlı olan bu kataterler vücudun dışından kalbi besleyen damarlara ulaşılabilecek ve içinden balonların gönderilip yerleştirilebileceği uzun bir tünel oluştururlar. Kataterin vücut dışındaki ucundan içeri sokulan, bir milimetrenin üçte biri kalınlığında, ucu çok yumuşak incecik bir tel, kataterin diğer ucundan koroner damarın içine itilip röntgen görüntülemesi altında dikkatli manevralarla darlık bölgesinin ötesine yerleştirilir. Böylece vücudun dışından kalbi besleyen daralmış damardaki darlığın ötesine uzanan bir ray döşenmiştir sanki. Bu ince telin üstünden, ucunda genellikle 2 cm uzunluğunda, 2.5, 3 veya 3.5 mm çapında balon bulunan bir uzun tüp geçirilerek darlık bölgesine yerleştirilir. Balonu taşıyan tüpün vücut dışındaki ucuna takılan küçük bir pompayla balon 6-20 atmosfer arası basınçla şişirilir. Şişen balon damarın duvarında darlığı yaratan damar sertliği (ateroskleroz) plağı dediğimiz birikintiyi damar duvarına daha genişçe yayarak, küçük çatlaklar yaratarak ve damar duvarını dışa doğru iterek daralmış bölgeyi genişletir.
Sorular ve cevaplar
Normal öğünler yiyebilecek miyim
2000 yılı sonunda endoskopi olduğumda antral gastrit ve sfinkter, endoskobu gevşek sarıyor diye bir ifade vardı. 3 aylık bir tedavi sonucunda düzeldim ve 2 yıl boyunca bol bol yiyip içtim (baharat, acı, turşu dahil).
Son zamanda yine aynı hastalığa yakalandım. Aynı şekilde gastrit ve sliding tip hiatal hernia görüldü (Reflü özofagitis Grade I) şeklinde bir ifade kullanıldı. Bu hastalığı yenmek için illa zayıflamam mı gerekiyor. Verdiğim bilgilere göre hastalığımda bir ilerleme var mı? Eskisi gibi normal öğünler yiyebilecek miyim? Sliding hiatal hernia'nın eski sağlıklı haline dönme ihtimali var mı?
Bu hastalık bende psikolojik olarak kötü etkiler bırakıyor. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?
M.İslamoğlu
***
Hiatal herni ya da Türkçesiyle mide fıtığı, karın ve göğüs boşluklarını ayıran diyaframda, yemek borusunun geçişi için gerekli olan açıklığın geniş ve mide bağlarının zayıf olması nedeniyle midenin en azından bir kısmının bu delikten göğüs boşluğuna geri kayması demektir. Midenin kayması hali özellikle karın içi basıncın arttığı hallerde daha sık görülür. Karın içi basıncı da şişmanlık nedeniyle karın içi yağların artması, fazla yemek nedeniyle midenin genişlemesi hallerinde daha fazla artar. Midenin dolu olduğu sıralarda yatmak da fıtıklaşmayı arttırıcı rol oynar.
Sizin bunlardan kaçınmanızda yarar olacaktır. Sizin ayrıca midenin başlangıcı ile yemek borusunun son kısmı arasında yer alan kapak görevi yapan kaslarınız da zayıf olduğu görülmüş. Bu da mide içeriğinin zaman zaman da olsa yemek borusuna geri kaçmasına yol açıyor. Yemek borusunun iç zarı midenin asitli içeriğine dayanacak yapıda olmadığı için, böyle anlarda tahriş oluyor. Bu geri kaçışta da karın içi basıncın artması etkin rol oynuyor. Midenin fazla dolu olması hallerinde ve dolu mideyle yattığınız zaman yer çekimi etkisiyle de asitli içeriğin yemek borusuna kaçması ihtimali artıyor. İşte bu nedenlerle siz bir yandan geri kaçışı önlemek için çaba gösterirken diğer yandan da midedeki asidin artışını önlemelisiniz. Bunun için de yiyeceklerinizde asit arttırıcı gıdalardan kaçınırken mide asidini düzenleyici ilaçlar, örneğin proton pompası inhibitörleri grubundan bir ilacı kullanabilirsiniz. Bu önlemleri aldığınız zaman mideniz düzeleceği gibi, bu nedenle bozulan psikolojiniz de düzelecektir.
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2003
Kalp, özel bir kastan yapılmış, bir günde yüz bin kereden fazla kasılarak tüm dokularımıza kan pompalayan bir organımızdır. Sürekli çalışması sebebiyle vücudumuzun diğer organlarının birçoğundan daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Kalbimizin sol karıncığından pompalanan oksijenden zengin kan, kanı tüm vücuda taşıyacak aorta damarına atılır.
Her kalp vurumuyla aortaya atılan kan, bir ağacın gövdesinden ayrılan dallar gibi giderek incelen bir damar ağından akarak tüm dokularımıza yayılır. Aorta ana damarının verdiği ilk dallar kalbin kendisini besleyen damarlardır.
Kalbimizin kaslarına bu damarlar ve dalları kan götürür. Kalbi besleyen bu damarlara ve dallarına Latince adıyla koroner (taç) damarları veya koroner arterleri (atar damarları) diyoruz. Bu damarların daralıp içlerinden yeterli kanın akamayacağı duruma gelmelerine de koroner damar hastalığı diyoruz.
KALP KRİZİ NEDEN OLUR
Bu damarların veya dallarından birinin tıkanması, yeterli kan ve oksijen ulaştırılamadığı için, tıkanan dalın beslediği kalp kası bölümünün ağrı çekmesine ve nihayet zayıflayıp ölmesine yol açar. Buna ‘‘kalp krizi’’ veya Latince ‘‘infarktüs’’ denir. Tıkanan damar ne kadar büyük ve oksijensiz kalıp ölen alan ne kadar genişse, kalp o kadar ağır yaralanmış olur. Damarlarda darlıkların oluşmasını önlemek, oluşmuş darlıkların ötesine kanın gitmesini sağlamak kalp hastalıkları uzmanının birinci görevidir.
TIKANMA NASIL ANLAŞILIR
Kalbin bozulmuş kan dolaşımının düzeltilmesi ile ilgili çabalar günümüzden 50 yıl öncesine dayanıyor. 1958 yılında Dr. Mason Sones adlı bir kalp uzmanı, ABD'de Cleveland Kliniği'nde, kalbi besleyen damarların ağzına koldan sokulup ilerletilen incecik bir boru (katater) ile özel bir boyalı madde verip röntgen filmi çekti.
Koroner anjiyografi denilen bu yöntem hızla yaygınlaştı. Ancak bu yöntemle saptanan darlıkların düzeltilmesi için gerekli olan tedavinin bulunabilmesi için 10 yıllık bir çaba gerekti.
İLK BY-PASS AMELİYATI
1968 yılında, aynı klinikte çalışmakta olan Dr. Rene Favalaro, bir hastanın bacağından çıkardığı toplardamar parçasının bir ucunu kalpten çıkan büyük aorta damarına, diğer ucunu da kalbi besleyen fakat çok daralmış damarlardan birinin darlığının ötesindeki bölümüne dikti.
Böylece aorta atardamarından bu yeni damara (bypass) giren oksijenden zengin kan, daralmış bölgeyi atlayarak dar damarın beslemekte zorluk çektiği kalp kası bölgesine yeterli oksijeni ve kanı götürmeye başladı.
Kısa sürede iyileşen hastanın göğüs ağrıları geçip zayıflamış olan kalbi güçlendi. By-pass ameliyatlarının başlamasıyla açılan çığır milyonlarca insanın daha sağlıklı ve daha uzun yaşamalarına olanak sağladı ve sağlamaya devam ediyor.
Prof. Dr. Murat Tuzcu
Cleveland Kliniği Kardiyoloji uzmanı
Kalp yaşamın motorudur
Kalp yaşamın bir anlamda motoru, üstelik bazı organlar gibi vücutta çift sayıda değil. Bu motor durunca tüm yaşam da duruyor. Bu nedenle diğer organlara gösterdiğimiz özenin daha fazlasını kalbimize göstermemiz gerekiyor.
Benim köşemi yakından izleyenler, kalp sağlığı konusunda sık yazdığımı bilirler. Önümüzdeki birkaç yazı için bu konuyu yine ele alıyorum. Çünkü bugünlerde Kalp Haftası kutlanıyor. Türk Kalp Vakfı'nca 5-13 Nisan tarihleri arasında 15'incisi düzenlenen haftanın amacı ‘‘insanlık düşmanı’’ olarak ilan edilen kalp ve damar hastalıkları konusunda kamuoyunu bilinçlendirmek, uyarılarda bulunmak ve bu yolla da gerek hastalıkları, gerekse de bu nedenle oluşan ölümleri en aza indirmek.
Ben de bu konuya destek olabilmek için Cleveland Kliniği'nin kardiyoloji uzmanlarından Prof. Dr. Murat Tuzcu'nun, koroner kalp hastalıklarını ve bunun tedavi yöntemlerini tanıtıcı yazı serisini yayınlamaya başlıyorum. Bu konu birkaç yazıyla geçiştirilecek kadar dar kapsamlı değil. Zaman zaman ele alıp ayrıntılarını inceleyeceğiz.
SORULAR-SORUNLAR
Kardeşimde MS var mı
MS ile ilgili yazılarınızı okudum, erkek kardeşim 23 yaşında, 2002 yılının kasım ayında sağ gözünde ani görme kaybı şikayeti ile bir hastanede kortizon tedavisi gördü ve çekilen MR sonucuna göre MS teşhisi konuldu. Daha sonra bir başka hastanede muayene oldu, bize bahsettiğiniz koruyucu iğnelerden uygulayacağını söyledi, ama henüz başlamadı, nedenini bilmiyoruz. Çok şükür kardeşimin görme kaybı tamamen geçti ve şu an hiçbir fiziksel rahatsızlığı yok. Kardeşimin MS hastası olduğuna inanmıyorum, kesin bir teşhis ve tedavi için bize önereceğiniz bir doktor veya hastane adı var mıdır? S. Değirmenci/İSTANBUL
Gerek gittiğiniz merkez, gerekse yazınızda adını verdiğiniz doktor bu konuda uluslararası alanda kabul görmüşlerdir. Bu merkezin kontrolünde kalmasını tavsiye ederim.
İlaç tedavisi uygulamayı düşünüp henüz başlamamış olmaları, muhtemelen kardeşinizin halen çok sağlıklı olmasına bağlıdır. Bu hastalık bazen tek bir atak yapıp iyileştikten sonra bir daha hiç atak yapmadan seyredebiliyor. Hastalık ataklar yapmayacak ve aktif bir seyir izlemeyecekse, sadece takip altında tutmak tercih edilebiliyor. Kardeşinizi de böyle tedavisiz olarak gözetim altında tutmayı tercih ettiklerini düşünüyorum, başka arayışlara girmeden kontrolü sürdürün.
KİTAP TANITIMI
Kalp-damar sisteminin sağlığı için bilinçli bir beslenme gerekiyor.
Kalp-damar hastaları ya da riskli gruptakiler, kendilerine dikkat etmeleri gereken gıdalar sayıldığı zaman ne yiyeceklerini bilemez hale geliyorlar. Bu soruna yönelik olarak hazırlanmış olan bu kitap sayesinde hem kalp-damar sistemini koruyacak beslenme kurallarını öğrenmek hem de bu kurallara uygun çok sayıda yemek tarifi elde etmek mümkün.
Kitabı önümüzdeki hafta boyunca D&R mağazalarından satın alanlara yüzde 15 indirim uygulanacak.
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2003
Amaç, insanlara sağlık konularında yol göstermek, hastalara şifa dağıtmak olunca, dünya birden küçülüyor. Belki fotoğraflarını bile görmediğiniz çok uzaklardaki bir sağlık kurumu size yol gösterebiliyor. Dünyanın en ünlü sağlık kurumlarından biri olan Cleveland Clinic'in uzmanları Hürriyet okurlarına yeni bilgilerini, yeni teşhis ve tedavilerini açıklayacaklar. HÜRRİYET'in bu önemli girişimi sayesinde sağlığınızla ilgili en doğru bilgilere sahip olabileceksiniz. Yapmanız gereken tek şey ise haftanın üç günü Hürriyet'in Check-Up sayfasını açıp okumak olacak. Hürriyet Gazetesi’yle Cleveland Clinic'in iş birliği, sağlığına değer veren herkes için büyük önem taşıyor.
Ama önce Cleveland Clinic'i biraz tanıyalım. Cleveland Clinic Vakfı tıpta çok geniş bir alanda faaliyet gösteren akademik bir tıp merkezidir. Ulusal Danışma Merkezi ve hastaların tedavisinin her aşamasında mükemmel hizmet vermeyi ilke edinmiş dev bir kuruluş.
4 KAFADARIN HAYALİ
Cleveland Clinic, bugün tüm dünyada bir hizmet ağı kurmuş dev bir tıp merkezi. Geçmişi, geçen yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanıyor. 1921 yılında Cleveland'de çalışan dört doktor arkadaş hastalara daha iyi bakabilmek, sorunlarını daha iyi araştırabilmek için güç birliği yapmaya karar veriyor. Fakat dört doktorun bir sağlık birimi kurması hiç de kolay olmayacaktır. Yıllar geçer ve Cleveland Clinic'in yaratıcıları, hayallerini büyük ölçüde gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu yaşarlar. Küçücük bir binada faaliyete geçen mini-clinic'in büyümesi ve gelişmesi dört arkadaşın hayal edemeyeceği boyutlarda gerçekleşir.
80 ÜLKEDEN HASTA
Bugün, dünyadaki ikinci büyük tıp merkezi ve Ohio'nun
en büyük hastanesi olan Cleveland Clinic’de tam 934 yatak var. Bu arada Çocuk Hastanesi’ni, Cleveland Eğitim Vakfı'nı ve Lerner Araştırma Enstitüsü’nü de unutmayalım. Klinik ve hastane tedavisinin yanı sıra eğitim faaliyetlerini de bünyesinde toplayan kurum, kár amacı gütmeden insanlığa hizmet ediyor.
Cleveland Clinic'e başvuran hastalar arasında 80 ülkeden gelmiş olanlar var. Bu kadar büyük bir kuruluşta çalışan doktor ve yardımcı personelin sayısı da elbette çok fazla. Tam gün çalışan doktor sayısı bini geçiyor. Bu rakama geçici olarak çalışan konuk bilim adamları dahil değil. Hastanede 700 personel, hastaların bakımıyla ilgileniyor. Cleveland Clinic'in bir başka özelliği de araştırmalara ve tıp adam-larının eğitimine ağırlık vermesi.
CLEVELAND CLINIC
28 Şubat 1921: Clinic açıldı.
1950'ler: Tıp doktoru George Crile Jr. meme ve diğer kanser türlerinin ameliyatla tedavisinde yeni cerrahi tekniklere öncülük ederek bilinen yöntem, hasta organı almak yerine vücutta daha az şekil bozukluğuna neden olan bir teknik geliştirdi.
1955-1967: Cerrah Rupert Turnbull Jr. Kalınbağırsak kanseri ameliyatlarında kanserin yayılmasını önlemek için hasta dokuya dokunmadan ameliyat yapma tekniğini geliştirdi.
1956: Kalp cerrahları Donald B.Effler ve Laurence K.Groves 17 aylık bir bebeğin kalbini kalp-akciğer makinesinin yardımıyla kalbi durdurup delik kalp ameliyatını gerçekleştirdikten sonra kalbi yeniden çalıştırmayı başardılar. Bu makineyi de Doktor Willem A. Koff geliştirmişti.
1958: Kardiyolog F. Mason Sones Jr. doktorların, hareket halindeki kalbi ve damarlarını röntgen ışınları sayesinde görüp incelemelerini sağlayan koroner anjiyoyu geliştirdi. Anjiyo, by-pass ameliyatının gerekli olup olmadığına karar vermeyi de kolaylaştırır.
1967: Kalp cerrahı Rene Favaloro, her yıl onbinlerce kalp hastasının hayatını kurtaran koroner by-pass ameliyatının öncüsüydü.
Ocak 1998: Cleveland Clinic boğaz cerrahlarından Marshall Strome ilk başarılı gırtlak naklini gerçekleştirdi.
Ocak 1998: Lerner Araştırma enstitüsünden doktor Bruce Trapp ve kliniğin nörologu Richard Rudick, multiple Sclerosis (MS) hastalığının gelişme koşullarını keşfettiler. Bu buluş, hastalığın sinir hücrelerinin ölmelerini önleyen ilaçlarla tedavisine imkan verecek.
Nisan 1999: MS tedavisi uygulayan Mellen MS Merkezinin yöneticisi Dr. Richard Rudick, ilaç tedavisinin MS'li hastanın beynindeki küçülmeyi yavaşlattığını kanıtlayan bir çalışma gerçekleştirdi.
Nisan 2003: Cleveland Clinic'in bilim adamları Hürriyet Gazetesi’yle işbirliği yapmaya başladılar.
Yeni bir başlangıca merhaba
Hürriyet Gazetesi'ndeki çalışma yaşamım 29. yılını doldurmak üzere. Bu süre içinde okurlarımı sağlık alanında bilgilendirmek, sorunlarının çözümünde yol gösterici olabilmek için çeşitli şekillerde çaba gösterdim.
Bugünden itibaren yeni bir başlangıç yapıyoruz. Haftanın üç günü, yanda gördüğünüz bölümde sizlere sağlık alanından bilgiler aktaracağız. Bu bölümde, tıpta klasikleşmiş, tüm bilim çevrelerince kabul görmüş sağlık bilgileri kadar, tüm dünyadaki gelişmeleri, ülkemizin sağlık gündemini, sağlığınızı korumada yararlanabileceğiniz ipucu tarzındaki bilgileri de vereceğiz. İlgi duyanların bilgilerini daha geliştirebilmeleri için mevcut olanaklar arasında, düzenlenen konferanslar ve yayınlanmış kitaplar konusunda da bilgiler yer alacak. Sizlerin sağlıkla ilgili sorularınıza cevaplar vermeyi 'boynumun borcu' olarak kabul ettiğimden gücümün yettiğince sürdürmeye çalışacağım.
Kısaca hedefimiz, sağlığınızı korumada ya da hastalıklarla başa çıkmada sizlere yararlı olabilecek her türlü bilgiye bu bölümde yer vermek. Çünkü daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmede en önemli silahın 'bilgi'olduğunu düşünüyorum.
Bizim bu yeni başlangıçta en büyük destekçimiz, sizlerin yıllardır göstermiş olduğunuz ilgi ve güven. Bu güvene ve ilgiye layık olabilmek için her türlü titizliği göstermeye söz veriyoruz.
Dikkat ettinizse zaman zaman 'biz' şeklinde ifade kullandım. Çünkü bu yolda yalnız değilim. Çevirilerini keyifle okuduğunuz değerli yazarlar Azize Bergin ve Ömür Gedik ile deneyimli sağlık muhabirimiz Mesude Erşan bana bu yolda destek olacaklar. Yurtdışından da destekçimiz var. Amerika Birleşik Devletleri'nin ve dünyanın önde gelen sağlık kuruluşlarından Cleveland Clinic Vakfı da bilgi ve deneyimlerini sizlere aktarmamıza izin verdi. Bu sağlık kuruluşunu seçmemizde, 1921 yılındaki kuruluşundan bu yana kár amacı gütmeyen bir vakıf olarak çalışmasının yanı sıra tüm dünyanın yararlandığı birçok gelişmenin gerçekleştirildiği bir merkez olması da rol oynuyor.
Dünya üzerine en çok araştırmanın yapıldığı, en çok yeni bilginin üretildiği bilim dallarından biri olan tıpta, sizlere gerekli ve doğru bilginin, anlaşılabilir bir dilde aktarılabilmesi için titizce çaba göstereceğiz. Sizlerin desteği sürdükçe bizim de çabamız sürecek, dileriz başarılı olalım.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2003
<B>DÜNKÜ </B>yazımda, kısaca MS olarak adlandırılan Multipl Skleroz hastalığını hatırlatmış, tedavisindeki gelişmelerden bahsetmiş ve bu hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlardan bir grup olan interferonların, ruhsat alarak kullanılmaya başlanmasının 10. yılı nedeniyle yapılan toplantıya değinmiştim. Bu toplantıda MS alanında dünya üzerinde yoğun çalışmalar yapan birçok bilim adamı sunumlar yaptı.
Bunlardan Prof. Dr. F. Lublin, modern MS tedavisinin tarihsel gelişim sürecini anlatıp, MS'nin erken teşhis edilip erken dönemde tedavi edilmesini amaçlayan çalışmalardan bahsetti.
Prof. Dr. W.Brück, bu hastalıkta sinir dokusunda ortaya çıkan hasara yol açan patolojik değişmeleri anlatarak, bu bilgilerin tedavide yeni ışıklar tutması yolundaki dileklerini aktardı.
Londra Sağlık Bilimleri Merkezi MS Kliniği Direktörü olan Prof. Dr. G.Ebers, bu hastalığın tarihsel süreciyle ilgili araştırmaları aktararak, özellikle tedavi yöntemlerinin bulunmasından önceki deneyimlerin, hastaların takibinde nasıl yararlı olabileceği konusunda bilgiler verdi.
Basel Üniversitesi uzmanlarından Prof. Dr. L.Kappos, genler ve proteinlerle ilgili çalışmaları anlatarak, bu çalışmalar sayesinde hedefin, kişiye özel tedavi yöntemleri geliştirilmesi olduğundan bahsetti.
Betaferon'un geliştirilme çalışmalarının başından beri ekipte yer alan uzmanlardan biri olan Prof. Dr. B.Arnason, bu 15 yıllık süreçteki bilgi birikimini aktardıktan sonra, Betaferon tedavisi gören hastaların üçte birlik kısmının vücudunda ilaca karşı antikorlar geliştiğini, ama her antikor oluşan hastada ilacın etkisinin kaybolmadığını belirtti. Özellikle bazı yüksek dozlu antikor vakalarında ilacın etkisiz kalabildiğini, klinikte ilaca karşı cevapsızlık görüldüğü zaman tedavi yönteminin değiştirilmesini uygun gördüğünü açıkladı.
Prof. Dr. J.Kesselring, İsviçre Valens'teki kliniklerinde, MS'li hastalardaki kısıtlılıkların azaltılabilmesi için uyguladıkları rehabilitasyon programlarını tanıttı.
Prof. Dr. X.Montalban, MS'nin primer progressif denilen, sürekli artan seyirli tipinde Betaferon'un kullanımı hakkında bilgiler verdi.
Birçok hastalıkta kök hücre nakliyle başarılı sonuçlar alınıyor. Prof. Dr. E.Havrdova, MS hastalığında bu yöntemin kullanılması konusundaki çalışmalardan bahsetti ve bu yöntemin MS tedavisinde yer alabilmesi için birçok sorunun daha cevaplanması gerektiğini belirtti.
Prof. Dr. L.Durelli, yüksek dozda interferon kullanımının MS ataklarının kontrolünde daha başarılı olduğu yolundaki çalışmayı sundu.
Prof. Dr. H.P.Hartung, erken dönemde tedavi ve yüksek dozda tedavi konusunda yapılan araştırmalar hakkında bilgiler verdi.
Prof. Dr. G.Stock, Schering firmasının Betaferon'u hastaların hizmetine vermekle yetinmediğini, bir yandan aralarında interferonun daha etkili şekillerinin de bulunduğu yeni tedavi yöntemlerinin geliştiştirilmesine çalışılırken, diğer yandan teşhis alanına kolaylıklar getirecek yeni yöntemlerin geliştirilmesi alanında da yoğun çabalar sarf ettiğini anlattı.
Görüldüğü gibi tıp henüz kesin tedavisi bulunmayan birçok hastalıkta olduğu gibi MS alanında da yoğun çalışmalar yapıyor. Hastalar modern tedavi yöntemleri sayesinde, eskiye göre daha yüksek bir yaşam sürmeye başladılar. Hastalığın tümden kontrolü için çok uzun bir zaman gerekmeyecek gibi gözüküyor.
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2003
<B>BAZI </B>insanların yaşamlarına bomba düşüyor. Mutlu, keyifli ve rahat bir yaşam sürerken bir gün vücudunda bazı değişiklikler fark ediyor. Yapılan muayeneler sonrası konulan teşhis, onun bundan sonraki yaşamının çok rahat gidemeyeceğinin habercisi oluyor. Kısaca MS olarak adlandırılan Multipl Skleroz hastalığı, vücudun bağışıklık sisteminin, henüz kesin olarak bilinmeyen bir nedenle, kendi sinir sistemine saldırması, bazı yerleri hasarlandırması ve hasarlanan bu yerlerin, halk arasında kireçlenme diyerek de tanımlandığı şekilde, sert bir dokuyla kaplanması şeklinde ortaya çıkıyor. Hasarlanan beyin, omurilik ya da sinir dokusunun, görevlerini tam olarak yapması mümkün olamıyor. Bu da kendini bazen değişik duyu, bazen de hareket bozuklukları tarzında gösteriyor.
Ayrıntılı bilgileri daha önceki yazılarımda da anlattığım MS hastalığı aslında asırlardan beri insanlara zarar veriyor ama hastalığın tedavisi konusunda 60'lı yıllara kadar bir etkili çaba yok. 70'li yıllarda kortizon, 80'li yıllarda, kanser tedavisinde de kullanılan methotrexate, bağışıklık sisteminin bu istenmeyen faaliyetini durdurabilmek için kullanılıyor. 90'lı yıllar MS tedavisinde immünomodülatörler denilen bağışıklık sistemini düzenleyici ilaçların dönemi olarak adlandırılıyor.
MS TEDAVİSİNDE İNTERFERONLAR
Sentetik olarak elde edilen interferonlar 50'li yıllardan beri konuşulmasına rağmen tıbbın kullanımına geç girdi. İnterferonların alfa grubu, kronik hepatitlerin tedavisinde kullanılmaya başlandı. Bunun üzerine bir grup bilim adamı, beta grubu interferonlarla ilgili çalışmalar yapmaya başladı. 1980'den başlayan beta interferon araştırmaları, birçok hastalık üzerinde denendikten sonra Schering firmasının önderliğinde MS hastalığı üzerinde yoğunlaştı. 1993 yılında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin İnterferon beta-1b içeren Betaseron adlı ilacın MS'in ataklarla seyreden şeklinin tedavisinde kullanılabilmesi için ruhsat vermesiyle, tıbbın kullanımına sunulmuş oldu. Bu ilaç, ABD ve Kanada dışında Betaferon adıyla satılmaktadır.
BETAFERON'UN 10. YILI KUTLANDI
Geçtiğimiz günlerde Schering firması Betaferon'un MS tedavisinde kullanımı konusunda ruhsat alışının 10. yılını Prag'da kutladı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde bine yakın uzmanın katıldığı toplantılarda bir yandan Betaferon'un gelişim öyküsü hatırlatılırken, MS tedavisinde etkinliğini gösteren çalışmalarla ilgili sunumlar yapıldı. Prag'ın tarihi atmosferinde düzenlenen sosyal etkinliklerle katılımcıların hoş anlar yaşadığı bu toplantıda sunulan bilimsel çalışmalar hakkında bazı özet bilgilere de yarın yer vereceğim.
Yazının Devamını Oku 4 Nisan 2003
DÜNKÜ yazımda, kalitesiz sağlık malzemesi kullanmanın getireceği riskler konusuna değinmiştim. Stent örneğinden yola çıkarak, kalitesiz malzeme kullanıldığında bunun yeni daralmalara ve tıkanmalara yol açabileceğinden bahsetmiş ve bu uygulamaların, halkın sağlığını hiçe saysalar bile, kaliteli malzeme kullanılmasıyla karşılaştırıldığında, ekonomiye daha fazla yük getireceğinden bahsetmiştim.
Bu yazı, İstanbul'da bulunmayacağım için birkaç gün önceden hazırlanmıştı. Yani, çarşamba günkü gazetede yayınlanan, birazdan değineceğim haberi okumadan önce yazılmıştı. Belki okumuşsunuzdur, bu haberde birine takılan kalp kapağının vücut içinde kırılmasından bahsediyordu. SSK sevkiyle bir hastaneye giden hastaya, kalp kapağındaki hastalık nedeniyle ameliyat uygulanmış ve yapay kalp kapağı takılmış. Ameliyat son derece başarılı ama günler sonra bu yapay kapak vücut içinde kırılıyor ve kopan parçanın biri damarların içerisinde ilerleyerek bir noktada takılıp kalıyor. Hastayı Allah korumuş, bu ölümcül olabilen bir tablo. Daha sonra ameliyatlar yapılıp hasta kurtarılıyor. Ardından ameliyatı yapan doktoru suçlamalar ve tazminat davaları gündeme geliyor. Sonuçta kapağı üreten Brezilya firmasına tazminat davası açılmasına karar veriyorlar.
Şimdi merak ediyorum, acaba SSK'lı, Bağ-Kur'lu, özetle sosyal güvenlik kuruluşlarından yararlanan hastalara kalitesiz malzemeyi ve ilacı reva gören kişilerde, birazcık vicdan kırıntısı kaldıysa, acaba vicdanlarında bir sızı duyan olmuş mudur?
Bu malzemeyi denetleyen yok mu? Ülkede satılması konusunda izin verenler hangi standartları şart koşuyor? Tek kriter, fiyatının en ucuz olması mı?
Kalp kapağı denilen şey, dakikada ortalama olarak 70-80 kez açılıp kapanan ve oldukça önemli derecede kan basıncı altında çalışan bir alettir. Böyle bir alette malzeme kalitesi son derece önemlidir. Dakikada 80 kez açılıp kapanan bir kalp kapağına yılda 42 milyon defa görev düşüyor. Yıllar uzadıkça bu görevi varın siz hesap edin. Kalp kapağında rastlanabilen bir sorun da üzerine pıhtı oluşabilmesidir. Buradan kopacak bir pıhtı, kan yoluyla gittiği damarı tıkayarak çeşitli sorunlara yol açabilir. Bunlar arasında felçler, hatta ölümler de yer alabilir.
Bu yazıyı yazarken bir diş hekimi okurum telefon etti. Diş hekimliği alanındaki malzemelerin kalitesizliğinden de, bu okurum şikáyet etti. Bırakın yapılan işin dayanıklılığı, kullanılan bazı malzemenin zehirleyici bile olabileceğinden korktuğunu belirtti.
Gördüğünüz gibi, bu ülkeye giren malzemenin kalitesini kontrol eden yok. Böyle bir ortamda seçme kriteri olarak sadece en ucuz olmasını dikkate alırsanız, hem halka ihanet etmiş olursunuz hem de kaliteli mal satmaya çalışanları, rekabet şansını ortadan kaldırıp devre dışına çıkararak, kalitesiz belki de korsan üretimli mallara pazarı ve dolayısıyla halkın sağlığını teslim etmiş olursunuz.
Ve bunu da televizyonlara çıkıp, halka hizmet ediyormuş gibi anlatırsınız...
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2003
<B>ÖNCEKİ </B>günkü yazımda ucuz sağlık malzemesi kullanmanın her zaman düşük maliyet getirmediğine değinmiş, bunun nasıl olduğunu daha sonra açıklayacağımdan bahsetmiştim. Bugün biraz bu konuya değinmek istiyorum.
Önceki yazıda konu kalp damarlarının tıkanıklığında kullanılan stentlerdi. Bu nedenle stent kalitesinin önemi hakkında kısaca bir şeyler söylemek istiyorum.
Stent, ince tel kafesten boru şeklinde bir araçtır. Koroner damarların balonla açılmış yerine yerleştirilen stent, içindeki balonun şişirilmesiyle, genişleyen file gibi, daha geniş çaplı hale gelir. Balon söndürülünce bu stent geniş bir halde kalır ve balonla ezilmiş olan pıhtıyı damar duvarı ile kendi arasına sıkıştırır. Böylece pıhtının yeniden genişlemesi önlenir, kan da stentin içinden akar.
Stent uygulaması, ameliyatsız olarak kasıktaki damardan anjiyo yapar şekilde ince borular sokularak yapılan, ameliyata göre kolay bir yöntemdir. Ancak balon ve stent uygulamasındaki risk, bu yöntemle açılan damarın yeniden tıkanmasıdır.
İşte stentin kalitesi burada gündeme geliyor. İçinden sürekli kan aktığı ve sürekli olarak vücutta kaldığı için kullanılan metalin yapısı, şekli, kenarlarının düzenliliği ve benzeri birçok etken burada rol oynamaktadır. Uzun araştırmalar sonucu geliştirilen ve kalitesi tüm dünyanın tıp otoritelerince kabul edilmiş stentlerin uygulanmasında damarın yeniden tıkanması (restenoz) olayı çok düşük orandadır. Kalitesiz stentlerde yeniden daralma oranı 5 katına kadar varmaktadır.
Şimdi siz tasarruf yapacağım diye restenoz riski % 50 civarında olan bir stenti takarsanız, hastaların yarısı bir süre sonra ya yeniden kriz geçirerek ölebilirler, ya da yeni yeni tedavilere ihtiyaç gösterirler. Eğer siz restenoz riski % 10'lar civarında olan bir stent kullanırsanız sadece stentte yeni girişim gereğini beşte birine indirmiş olursunuz. Bu sadece stent nedeniyle gelen ek maliyettir. Ayrıca bu kişilere yapılacak hastane giderlerinin de 5 kat arttığı, arada pıhtı önleyici ve benzeri ek ilaçlar kullanma gereğini de katarsanız, İngilizlerin neden ‘‘ucuz mal alacak kadar zengin değilim’’ dediğini daha kolay anlarsınız.
Bu ana kadar sadece parasal yönden bahsettim. Buna bir de insan yönünden bakmak gerek. Kalitesiz mal kullandığınızda bu kişilerin hayatını riske sokuyorsunuz. Defalarca hastanelere gitme, sağlıksız bir yaşam sürme stresi de cabası. Bir de hastalanan ve ölen kişiler nedeniyle ekonominin uğradığı insan gücü kaybını hesaba katmanız gerekiyor.
Bu iş, sağlığı bilmeyen adamların televizyona çıkıp ‘‘Tükenmez kalem yayı gibi bir şeydir. Birisi şu fiyata satıyor, diğeri bilmem ne kadara’’ diye ahkám keseceği kadar kolay bir şey değidir.
Eğer sosyal güvenliğin tepesindeki adamlar, ‘‘bana ne, ben cebimden çıkan paraya bakarım, ölürlerse de vereceğim emekli maaşı azalır’’ diye düşünüyorlarsa, bu ülkede biraz kafası çalışan, biraz vicdan sahibi insanların, bunlara ‘‘dur’’ demesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2003
YAZILARINIZI zaman zaman okuyorum. Bazı yazılarınızda faydalı kolesterol, iyi kolesterol gibi deyimler kullanıyorsunuz. Benim bildiğim kolesterol damar sertliği yapmaz mı? Bunun iyisi, kötüsü olur mu? Ne işe yarar?
B.UMAR/KAYSERİ
Kolesterol denildiği zaman, akla hemen damar sertliği ve kalp hastalığı geliyor. Aslına bakıldığı zaman kolesterolün her türünün kötü olmadığı görülür. HDL kolesterol denilen ve halk arasında ‘‘iyi kolesterol’’ ya da ‘‘faydalı kolesterol’’ diye adlandırılan kolesterol cinsi, kanda ne kadar çok bulunursa o kadar iyidir. Yüksek Yoğunluklu Lipoprotein denilen bu kolesterol cinsi, zararlı olan kolesterollerin tüketilmesine yardımcı olmaktadır. Bir insanda HDL kolesterol düzeyi düşükse, total kolesterol düzeyi normal de olsa, kalp-damar sağlığı açısından risk altındadır. Kandaki HDL kolesterol düzeyinin 35'in üzerinde olması istenmektedir. Kandaki HDL kolesterol düzeyi düşük olan kişilerde spor yapmak, balık ve zeytinyağı yemek dışında, ilaç kullanmakla da yararlı sonuçlar alınabilmektedir.
HDL kolesterolün kalp hastalıklarından ve kalp krizinden koruduğu bilinir. HDL kolesterol ne kadar yüksekse korunma o denli fazladır. Yapılan araştırmalar HDL kolesterol yüksekliğinin, beyin damarlarının tıkanması sonucu oluşan felçlerden de koruduğunu ortaya koydu. JAMA adlı tıp dergisinde yayınlanan araştırma sonuçlarına göre, özellikle yaşlıların kanındaki HDL oranı, felç geçirme riskini ortaya koyan bir gösterge gibi hareket ediyor. Eğer bir kişinin kanındaki HDL kolesterol miktarı 5 miligram arttırılabilirse, felç geçirme riski yüzde 19 oranında azalıyor. Özellikle 75 yaşın üzerindeki yaşlılarda, HDL oranına dikkatle felç riski yüzde 50'den daha fazla oranda azaltılabiliyor. Sağlığı korumak ve kaliteli bir yaşam sürdürebilmek için korunma önlemlerine çok dikkat etmek gerekiyor.
Romatizma mı oldum?
26 yaşındayım. 1.5 yıldır eklem ağrılarım var. ASO ve sedimantasyon testleri de yüksek çıkıyor. Doktor, bronşitten kaynaklanan romatizma olduğumu söyledi, her ay penisilin iğnesi oluyorum. Ağrılarım zaman zaman oluyor. Bir başka doktor romatizma olmadığımı ve iğnelere gerek olmadığını söyledi, ne yapacağımı şaşırdım.
K.OKUMUŞ
Akut ateşli eklem romatizması olarak adlandırılan romatizma türünde, üst solunum yolunda yer alan bir tür mikrobik enfeksiyona karşı oluşan bir tepki sonucu, eklemlerde şişme, ağrı, hareket kısıtlılığı gibi belirtiler görülür. ASO yüksekliği her zaman romatizmayı göstermez, ancak romatizmaya da yol açabilen mikropla enfeksiyon geçirildiğini kanıtlar. Böyle olunca, romatizmal atak geçirmemek için aylık depo penisilin iğneleri yapılması doğrudur. Ne var ki ağrılarınızla ilgili olarak verdiğiniz bilgilere bakıldığında akut ateşli eklem romatizmasına uymadığı da görülüyor. Sizin romatizmal hastalıklar konusunda uzman bir doktora başvurarak ağrılarınız açısından ayrıca tetkik olmanızda yarar var.
Yazının Devamını Oku