1 Nisan 2003
KALBE takılan stentlerin çok çeşitli olduğunu biliyorum. Bu gibi vücutta kalıcı maddelerin metalurjik, fiziksel, kimyasal ve tıbbi dünya standartlarının da olduğunu tahmin ediyorum. Hastalara bu tip uygulama yapılması ile bilgili ve ilgili olmayan bir bakanın kamu önünde salt parasal yönü ile rakamlar vererek konuyu değerlendirmesi doğru mudur? Bu değerlendirmelerin dünya tıp otoritelerinin kabul ettiği standartlar, bunlara göre yapılmış imalatlar ve fiyatlarla olması gerekmez mi?
Rumuz: ÖNCE SAĞLIK /İSTANBUL
Sosyal güvenlik kuruluşlarının kötü yönetim nedeniyle sıkıntıya girmesinin cefasını hastalar çekiyor. Hani, ‘‘Allah düşürmesin’’ derler ya... Başına gelmeyen kişi, hastaların neler çektiğini bilemiyor. Gerçi bu kararları verenler, başlarına gelse bile halkla aynı sıkıntıyı çekmiyorlar.
Bu uygulamaların kararını alan kabinenin sağlık bakanının kalbine stent takılması gerektiği zaman, halka layık gördükleri ucuz stenti takmayıp, ithal malı pahalı stent takmayı uygun gördüler.
Geçenlerde omurga kırığı nedeniyle acilen bir hastaneye yatmış olan bir hasta ile ilgili gelişmeleri izledim. Ameliyat sırasında omurgayı tamir etmekte ve kırığı sabitlemekte kullanılacak malzemenin temini 1 haftadan fazla sürmüş. Allah korumuş, bu 1 haftada hastaya bir şey olmamış. Gecikmenin nedeni her hastada gerekli olan malzemeler için ayrı ayrı ihale açılıyor olması. Malzemenin kalitesine kimse bakmıyor. Önemli olan en ucuz fiyatın verilmiş olması. Malzeme, ameliyatı yapacak olan doktorun eline ulaştığında doktor bunun kullanılamayacak kadar kötü kalitede olduğunu belirtmiş. Hasta, borç harç, kullanılabilecek kalitede malzeme alabilince ameliyat yapılmış. Bu parayı bulamayanlar ne oluyor, mecburen bu malzeme kullanılıyor. Sonrası, Mevlam kayıra....
Stentler de, tüm tıbbi malzeme de farklı ülkelerde, farklı teknolojiler tarafından üretilmekte.
Tabii ki ilgili ülke bununla ilgili incelemeler yaparak ruhsat veriyor. İlaçlarda da, tıbbi cihaz ve malzemede de, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) verdiği ruhsatlar tüm dünyadaki tıp çevreleri tarafından kabul görüyor. Çünkü FDA, çok titiz bir çalışmayla inceleme yapıyor. Uyguladığı kriterler çok sıkı. Bir ürünün FDA onay belgesi olması, onun kalitesini neredeyse tartışılmaz hale getiriyor. Bu kadar titiz ön araştırmaya rağmen FDA, daha sonra da kontrole devam ediyor. Bir süre sonra ruhsatın iptal edildiği ilaç ve malzemeye de rastlanabiliyor.
Adamlar için kriter ‘‘güvenlik ve kalite’’, bizim halkımıza sunulanda ise ‘‘en ucuz’’ olması.
Aslında, en ucuz malzemeyi aldığınızda toplam harcamanız da azalmıyor. İngilizler demiş ya ‘‘Ucuz mal alacak kadar zengin değilim’’ diye. Kalitesine bakmadan sadece ucuz olduğu için ilaç ve malzeme alırsanız, çoğu zaman toplamda size maliyeti çok daha fazla olmaktadır.
Bunun nasıl olduğunu bir başka yazıda anlatacağım.
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2003
UZUN süren ya da kar yağışları nedeniyle bize uzun sürmüş gibi gelen kış günlerinin ardından bahar kendini göstermeye başladı.Gripler ve soğuk algınlıkları geride kalacak ama baharla birlikte başka sağlık sorunları ön plana geçmeye başlayacak. Eğer sabahları yataktan kalktığınızda kriz halinde aksırmaya başlarsanız, ya da zaman zaman gözlerinizde kızarma ve batmalar, yaşarmalar olursa veya ara sıra öksürük nöbetleri nefesinizi kesiyorsa, sizin alerjik bünyeli olduğunuz düşünülür. Oysa siz, gündüzleri güneş açınca ısınan, güneş kaybolunca da soğuyan havalarda üşüttüğünüzü sanırsınız. Bütün bu belirtilerin tümünün birden olması şart değil, bir tanesinin varlığı bile alerjik olduğunuzu düşündürmeye yeter.Baharın gelmesiyle alerjik hastalıklar da yoğunlaşmaya başlar. Bu olayda birçok faktör bulunmaktadır. En önemlisi, bünyenin alerjik potansiyelinin artmasıdır. Bilindiği gibi yaz ve kış aylarında insan bünyesi farklı çalışır. Bahar ayları bir sistemden diğerine geçiş dönemidir. Bu dönemlerde bünyenin hassas olan sistemlerinde sorunlar ortaya çıkabilir.Bahar mevsimi özellikle polen alerjisi bulunan kişiler için çok sıkıntılı geçer. Hemen her bitki çiçek açar ve polenlerini saçar. Polen, alerji nedenleri arasında ön sıralarda yer alır. Saman nezlesi denilen alerjik nezle, alerjik konjuktivit denilen göz zarı alerjileri, ürtiker türünde deri alerjileri, astım türünde nefes darlıkları polen alerjisi nedeniyle bu mevsimde yoğun şikáyetler yaratır.Baharda alerji yaratan sadece polenler de değildir. Bahar yağmurları ve ısınan havalar nedeniyle küf mantarları da yoğunlaşır. Küf de alerji nedenleri arasında önemli yer tutmaktadır.Baharda artan alerjik potansiyel daha önce alerji nedeni olmayan birçok gıda maddesi, ilaç, evde kullanılan temizlik maddesi gibi şeylerin de alerji yaratmasına yol açabilir. NE YAPMALI Alerji tedavisinde temel kural, alerji yaratan maddeden (alerjen) olabildiğince uzak durmaktır. Bunun için öncelikle alerji yaratan maddenin belirlemesi gerekiyor. Alerji testlerinin yapılmasıyla belirlenen alerjenlerden uzak durarak şikayetleri önlemek mümkün. Polen alerjisi için gelişmiş ülkelerde meteoroloji bültenleri sırasında polen haberleri de verilmektedir. Bölgelere göre hangi bitkilerin günün hangi saatlerinde polen saçtığı bilinirse o polenlere karşı alerjisi olanların o saatlerde dışarı çıkmamasıyla rahat etmeleri mümkün olmaktadır.Alerjenlerin belirlenemediği ya da belirlenen alerjenlerden uzak durmanın mümkün olmadığı hallerde ortaya çıkan tabloya uygun ilaçların kullanılması ile hastanın belirtilerini azaltıp rahat ettirmek mümkün olabilmektedir.
button
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2003
İLHAN S./ANKARA<br><br><B>BAYILMANIZ,</B> daha önce ve sonrasında olmadığı için, kaygılanacak bir durum olmadığını sanıyorum. Gerek hastalık haliniz ve gerekse yüksek ateşe bağlı terleme nedeniyle sıvı kaybı, tansiyonunuzu düşürerek böyle bir duruma yol açmış olmalı. Ancak bu düşünce sizi muayene etmeden yapılmış bir tahminden öte anlam taşımaz. Eğer bayılmanız tekrarlarsa bir doktora başvurmayı ihmal etmeyin.
Ben bu arada mektubunuzdaki başka konulara da değinmek istiyorum. Grip geçirdiğinizi ve astım hastası olduğunuz için antibiyotik kullanamadığınızı belirtmişsiniz. Öncelikle, geçirdiğiniz hastalığın grip olma ihtimali düşük. Muhtemelen soğuk algınlığı geçirmiş olmalısınız; çünkü grip daha ağır bir hastalıktır. Öte yandan hastalığınız grip de, soğuk algınlığı da olsa, bunların tedavisinde antibiyotiklerin bir yeri yoktur. Bu hastalıklar virüslerle oluştuğu için antibiyotiklerin hiçbir yararı olmaz. Bu hastalıklarda antibiyotikler ancak sonradan gelişen bakterilere bağlı komplikasyonlar oluşursa kullanılabilir. Değinmek istediğim bir başka konu da, astım hastası olduğunuz için antibiyotik kullanmaktan kaçınmanız. Astım hastalarının antibiyotik kullanmamaları diye bir şey söz konusu değildir. Doğru olan, hiç kimsenin doktor tavsiyesi olmadan antibiyotik kullanmamasıdır. Astım, alerjik kökenli bir hastalık olduğu için, bu hastalığı olan kişilerin sadece antibiyotiklere değil diğer ilaçlara karşı da dikkatli davranmaları ve ne gibi hallerde hangi ilaçları kullanabileceğini doktorlarından öğrenmeleri doğru olacaktır.
Göz nakli yapılabilir mi?
Ş.TEZER/İSTANBUL
GEÇİRDİĞİNİZ kaza sırasında görme siniri hasarlandıysa bu göze yapılacak bir şey, bugün için yok. Bunun nedeni de sinirlerin kendini yenileme potansiyelinin olmaması. Bu olmadığı için hasarlanan sinir artık görev yapamaz. Göz işlevini yapsa bile gördüklerini beyine iletemediği için görme olmayacaktır.
Sinir dokusunun kendini yenileme yeteneği olmadığı için kazalarda omurilik hasarına uğrayanlar da ömür boyu felçli kalabiliyorlar.
Siz göz naklinden bahsediyorsunuz; göz nakli ameliyatı, sizin düşündüğünüz gibi, göz küresinin tümüyle nakledilmesi demek değildir. Kaza veya hastalık sonucu gözün önündeki saydam tabaka hasarlanırsa, sadece bu tabaka nakledilmektedir. Göz küresinin tümüyle nakledilememesinin nedeni, biraz önce bahsettiğim sinir dokusunun kendini yenileyememesidir. Göz küresi nakledildiğinde, görme sinirinin kaynaşması gerekecek ki bu da henüz başarılamayan bir işlemdir.
Dikkat ettinizse henüz dedim. Çünkü yapılan birçok çalışma, sinir dokusunun yenilenmesi ve ameliyatla eklendiğinde kaynaşması konusunda bazı şeyler yapılabileceği yolunda umut veriyor. Umarım yakın bir gelecekte bu konu da çözülür ve bu yüzden sorunlu olan birçok kişi sağlığına kavuşur.
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2003
<B>J.YILMAZ/HOLLANDA<br><br>SÜREKLİ </B>mide rahatsızlığı çektiğinizden ve bir ara dışkınızın siyahlaştığından bahsediyorsunuz. Eğer dışkınız koyu renk değil de katran gibi siyah çıktıysa, bu durumda bir sindirim sistemi kanamasından söz edilebilir. Mide şikáyetleri de olduğuna göre bu kanamanın mideden kaynaklanma ihtimali daha yüksek. Yapılan tetkiklerde midenizde mikrop bulunduğu belirlenmiş. Midenizde ya da onikiparmak bağırsağınızda ülser bulunup bulunmadığından söz etmiyorsunuz. Ancak kanama olduğuna göre bir ülser bulunma ihtimali yüksek.
Siz esas olarak bu mikroplardan korkmuşsunuz. Ancak bu denli korkmanız için bir neden yok. Helicobacter Pylori adı verilen bu mikrop çoğu insanın midesinde, ona bir zarar vermeden yaşıyor. Yapılan bir çalışmaya göre Türk halkında mikrop taşıyanların oranı, bazı bölgelerde yüzde 90'lara varıyor. Gelişmiş ülkelerde bu oran %50'ler civarında. Mikrop taşıyan herkes hasta değil. Eğer bir insanın midesinde ülser gibi bir hastalığı varsa ve yapılan tetkiklerde bu mikrop bulunuyorsa, sadece ülser tedavisinin yetmeyeceği düşünülmeli. Uygulanan tedavi ile ülser kapansa bile, bir süre sonra tekrarlayabilir. Sık sık tekrarlayan ülserler ve sürekli tahrişin kansere kadar varabilecek ciddi sorunlara yol açabileceğinden korkulur. Bu nedenle uygun antibiyotiklerle mikrobun da ortadan kaldırılması için tedavi uygulanmalıdır.
Şeker tedaviniz düzenlenmeli
K.ÖZTÜRK/İSTANBUL
ŞEKER hastalığının tedavisinde başlıca üç yol bulunmaktadır. Hafif yükselmelerde düzenli bir diyetle ve kilo vererek kandaki şeker düzeyini normalde tutmak mümkün olabilir. Diyetle sonuç alınmayan ya da alınamayacağı görülen kişilerde ilaç kullanılır. İlaçlar da başlıca iki gruptur. Biri ensülin, diğer grup ise tıp dilinde oral antidiyabetikler olarak adlandırılan şeker düşürücü haplardır.
Sizin şeker hastalığınız, tıp dilinde Tip 2 olarak adlandırılan ve ileri yaşlarda çıkan hastalık tipinde olduğu için oral antidiyabetiklerden sonuç alınacağı düşünülür. Siz her gün, iki ayrı ilaçtan toplam 5 tane aldığınız halde kandaki şeker düzeyini 200'ün altına indiremediğinizden şikáyetçisiniz. Genellikle 200 civarında seyreden bir şeker hastalığının kontrol altına alındığından bahsedilemez. Zaman içinde birçok komplikasyon (yan sorun) çıkarması ihtimali yüksektir. Bunun düşürülmesi gerekir. Düşürülememesi, öncelikle perhizinizi yeterli yapmadığınızı ve kilo fazlanız bulunduğunu düşündürür. Eğer böyleyse bir diyet uzmanı ile görüşerek çok titiz bir diyet uygulamanızı tavsiye ederim. Eğer kilo fazlanız olmadığı ve diyete titizlikle uyduğunuz halde şekeriniz bu düzeylerdeyse, ilaçlarınızın yeniden düzenlenmesi ve belki de ensülin kullanılması gerekebilir.
Yazının Devamını Oku 26 Mart 2003
<B>SAVAŞ</B> başlayınca biyolojik ve kimyasal silahlar gündeme geliyor. Okurlarımın bir kısmı, bir süre önce Amerika'ya yönelik terörist eylemlerle gündeme gelen şarbon sorunu hakkındaki bilgilerini tazelemek istiyorlar. Aslında son zamanlarda şarbondan bahsedildiğini pek duymadım ama savaş halinde neyin ne olacağı önceden pek bilinemeyeceği için bu bilgileri sizlere aktarıyorum.
Şarbon, tıp dilinde antraks olarak adlandırılan bir hastalıktır.
Bacillus anthracis adlı bir bakteri tarafından oluşturulur. Birçok medya organında virüs olarak belirtilmesine rağmen şarbon etkeninin virüs olmadığını önemle belirtmek gerekir.
Esas olarak koyun, keçi, sığır gibi eti için beslenen hayvanlarla yabani hayvanlarda görülür. Özellikle çiftlik hayatı sürdürenlerde hayvanlardan bulaşma şeklinde görülmektedir.
Şarbon, insanlara üç yoldan bulaşabilir. Bulaşma yollarına bağlı olarak da üç tipi bulunmaktadır.
Akciğer şarbonu
Biyolojik silah olarak, mektupla toz halinde gönderildiğinde, bakterinin solunum yoluyla vücuda girmesi riski yüksektir. Bu durumda, ilk belirtiler soğuk algınlığındakilere benzer. Birkaç gün içinde belirtiler ağırlaşır. Ciddi boyutta solunum güçlüğü ve şok tablosu görülebilir. Solunum yoluyla giren şarbon zamanında ve uygun tedavi edilemezse genellikle ölüm tehlikesi taşır.
Deri şarbonu
Bakterinin derideki sıyrık ve kesiklerden girmesiyle bulaşır. Bakteri giren yerde, önce böcek ısırmasına benzer kaşıntılı bir kabarıklık oluşur. 1-2 gün içinde su toplayıp, ardından 1-3 cm. çapında ağrısız bir yara haline dönüşür. Bu yaranın ortası siyah nekrotik (ölü) bir doku şeklindedir. Bu yarayla ilgili vücut kısımlarındaki lenf bezleri şişer ve ağrı yapar. Hastalık, uygun antibiyotiklerle tedavi edilir. Eğer uygun tedavi edilemezse, hastaların yüzde 20'si ölebilir.
Bağırsak şarbonu
Bakterinin sindirim kanalıyla girmesi halinde, iştahsızlık, bulantı, kusma, yüksek ateş gibi belirtiler görülür. Kısa bir süre sonra karın ağrısı ve şiddetli ishal ortaya çıkar. Hastalık ilerlediğinde kanlı kusma ve ishal meydana gelir.
Uygun tedavi görmeyenlerde ölüm riski yüzde 25-60 civarındadır.
Şarbon teşhis edildiği zaman uygun antibiyotiklerle tedavi edilir. Şarbon etkeninin virüs olmaması bu açıdan önem taşır. Çünkü virüsler antibiyotiklerle tedavi edilemez. Ayrıca hastanın klinik durumuna göre başka tedaviler de eklenebilir.
Hastalıktan korunmada, bakteri kaynağından olabildiğince uzak kalmak önemlidir. Riskli gruplar için aşı uygulanabilir. İnsanlara şarbon aşısı uygulanmasında ikişer haftalık aralıklarla 3 doz aşı ve ardından 6, 12 ve 18'inci aylarda tekrar aşı önerilmektedir. Daha sonraki dönemde her yıl aşı tekrarı gerekmektedir.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2003
BENİM sık sık nefes darlığı atağım oluyor. Gittiğim doktor, yaptığı tetkiklerden sonra ev tozu alerjisi olduğunu söyledi, bazı ilaçlar verdi. Bundan kurtulmak için neler yapabilirim? İbrahim Özen/İSTANBUL
ALERJİYE yol açan etkenler arasında ev tozu da çok önemli bir yer tutuyor. Aslında, alerjiye yol açan ev tozunun kendisi değil, ev tozunda yaşayan mikroskopik böceklerdir. ‘‘Mite’’ diye yazılan ve ‘‘mayt’’ olarak okunan bu yaratıklar insan deri döküntüleriyle besleniyorlar. Bu böceklerin çıkartıları da insanlarda alerji nedeni olabiliyor. Mite'lar özellikle insanların soyunup giyindiği ortamlarda ve yataklarda çok daha yoğun bulunabiliyor. Bunlardan korunmak için alabileceğiniz önlemler ana hatlarıyla şöyle:
Mite da denilen akarlar daha çok yataklarda barınır. Yatağınızı plastik bir örtü ile kaplayın, çarşafı üstüne koyun.
Çarşafları ve battaniyeleri her hafta sıcak su ile yıkayın.
Yastıklarınızı sıcak su ile yıkanabilir elyaftan seçin, onları da her hafta yıkayın. Yastıklarınız yıkanabilecek türden değilse, yastığınızı plastik bir örtü ile kaplayın, yastık kılıfını bunun üzerine geçirin.
Yatak odanızın zemini parke, marley, mermer, seramik gibi kolay temizlenebilir sert malzemeden yapılmış olsun.
Halı kullanmak yerine, sıcak suyla yıkanabilir kilim benzeri şeyleri tercih edin. Bunları da her hafta yıkayın.
Zemini tümüyle halı kaplamanız gerekiyorsa, doğrudan beton üzerine kaplamayın. Arada kalan pürüzlü zemin mite üremesi için çok uygundur.
Halı kullanmak zorundaysanız, halılarınıza 15 günde bir, yüzde 3 oranında tannik asit içeren eriyikler püskürtün ve elektrikli süpürge ile iyice temizleyin.
Perdelerin kadife gibi toz tutabilen kumaşlar yerine, sıcak suyla yıkanabilir kumaştan olmasını tercih edin.
Koltuk ve kanepelerinizin üzerine, yıkanabilir kumaştan örtüler serin.
Halı ve tüm eşyanızı her hafta elektrikli süpürge ile iyice temizleyin. Mite mücadelesi için özel olarak yapılmış yüksek filtre yetenekli süpürgeler tercih edilebilir, ancak normal elektrikli süpürgeler de oldukça yararlı sonuçlar vermektedir.
Eğer bulabiliyorsanız, mite mücadelesi için özel olarak yapılmış sprey ya da köpük türü ürünleri belirli aralıklarla kullanın.
Nemli ve sıcak ortamlar, mite üremesi için uygundur. Eviniz rutubetli ise sık sık havalandırın. Eğer evinizde klima cihazı varsa, nemli havalarda bunu, nem giderici konumda sık sık çalıştırın.
Hava filtresi cihazları genel olarak yararlar sağlasa da ev tozu alerjisinde çok önemli bir katkıları belirlenememiştir.
Yazının Devamını Oku 24 Mart 2003
<B>GLOBALİZASYON </B>her alanda olduğu gibi sağlık alanında da kendini gösteriyor. Bir ülkede başlayan bir hastalık, kısa bir zaman içinde birçok ülkeye yayılıyor. Kısa bir süre Uzakdoğu'da başlayan ve kısaca SARS olarak adlandırılan bir zatürree türü, birkaç ay içinde dünyanın değişik ülkelerinde 306 kişinin hastalanmasına, bunlardan şimdilik 10'unun ölümüne yol açtı. SARS adı, Severe Acute Respiratory Sendrom'un kısaltılmış şeklidir. İngilizce bilenlerin hemen anladığı gibi ani başlayan, ciddi solunum sorunu yaratan bir tablo. Bu hastalıkta, akciğer dokusu iltihapla doluyor, hastalanan bölüm solunum görevine katılamıyor. Yapılan araştırmalar bu hastalığın paramyxovirus grubundan, ‘‘kuş gribi’’ etkeni bir virüsle oluştuğunu ortaya koymuştur.
BELİRTİLER
Soğukalgınlığı ve grip seyri sırasında da görülen öksürük, kırıklık, halsizlik gibi belirtilerin yanı sıra, nefes darlığı, nefes alırken batma tarzında ağrı, 38 derecenin üzerinde yüksek ateş, vücutta oksijen eksikliğini gösteren morarma gibi belirtiler görülebilmektedir. Bu kişilerin radyolojik tetkikleri pnömoni tanısını kesinleştirir.
Eğer bu kişiler, yakın bir zaman içinde SARS tanısı konulmuş bir hasta ile temasta bulunduysa ya da hastalığın görüldüğü ülkelere seyahat ettiyse sorunun SARS olduğu düşünülür. Hastalık ilk olarak 2002 yılı sonunda Çin'in Guangdong bölgesinde görüldü. Birkaç ay içinde Vietnam, Singapur, Hong Kong, Tayvan, Kanada, ABD, İngiltere, İsviçre gibi ülkelere yayıldı. Uzmanlar özellikle bu ülkelere seyahat edecek kişilerin dikkatli olmalarını öneriyorlar.
KORUNMAK GEREKİYOR
Çünkü, hastalıktan korunmak için etkili bir yöntem henüz yok. Yapacak en etkili şey, hasta kişilerden uzak durmaktır. Bu nedenle hastaların karantinaya alınması gerekmektedir. Hastalık virüslerle oluştuğu için etkili bir antibiyotik yok. Çok ileri durumlarda bazı virüslere karşı etkili olabilen antiviral ilaç Ribavirin, kortizonla birlikte kullanılmaktadır. Yazının başında belirttiğimiz rakamlardan görüleceği gibi, 306 hasta içinden 10 tanesinin ölmüş olması, hastaların bir kısmının henüz başlangıç halinde olduğu da dikkate alınınca, çok tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) hastalığı yakından takip ediyor. İyice yayılmadan önce başa çıkabilmek için gerekli önlemleri almaya çalışıyor. Ancak şu aşamada dikkatli olup, hastalarla temastan kaçınmakta yarar var.
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2003
<B>BİR </B>süre önce homosistein ile ilgili olarak yazdığım yazıyı okurlarım tekrarlamamı istediler. Bu isteğe uyarak yazıyı tekrar yayınlıyorum. Damar sertliği, kalp krizi gibi konulardan bahsedildiğinde, suçlu olarak aklımıza hemen kolesterol gelir. Oysa bu olayda suçlu tek değil; bir suç örgütü, çete olarak hareket ediyor. Bunların arasında sigara içmek, kontrolsüz şeker ve yüksek tansiyon hastası olmak gibi faktörler de yer alıyor. Oysa bazı hastalarda bunların hiçbiri olmadığı halde ciddi ölçeklerde damar hasarları görülebiliyor.
Bu kişilerde yapılan çalışmaların sonucunda, kükürt içeren bir aminoasit olan ‘‘homosistein’’in kandaki düzeylerinin yüksek olmasının damar sertliği riskini artırdığı görüldü. Yapılan çalışmalar, kandaki homosistein düzeyinin 10'un altında olduğu hallerde ek bir risk söz konusu değilken, 14'ün üzerine çıktığında riskin yüzde 700 daha fazla olduğu görüldü. Homosistein yüksekliğine bir de sigara içimi eklendiğinde riskin iki kat daha arttığı, yani yüzde 700'lük grupta 1400'e çıktığı, bunlara yüksek tansiyonun eklenmesiyle riskin yüzde 3500 civarına kadar yükseldiği belirlenmiştir.
HOMOSİSTEİN NASIL ETKİLER?
Ağırlığı kalıtım olan çeşitli etkenler, kandaki homosistein düzeyinin yükselmesine neden olur. Yükselmiş homosistein, zararlı kolesterol olarak da bilinen LDL'nin damar çeperlerinde birikmesine yol açar. Daha sonra bağ dokusu ve kalsiyumun oturmasıyla damar sertliği plakları oluşur.
Homosistein bir yandan da damar çeperlerini tahriş ederek tıkayıcı türde bağ dokusu oluşumuna yol açar. Ayrıca oksijen yakımı sonucu oluşan serbest radikaller de damar sertliği plaklarında ilerleyici hasarları başlatıcı rol oynarlar.
TEDAVİ VE KORUNMA
Homosisteinin kandaki normal düzeyi kadınlarda 6-10 mikromol/L, erkeklerde ise 8-12 arasında olmalıdır.
Damar sertliği riskinin, kandaki homosistein düzeyinin artışına bağlı olarak süratle arttığını yukarıda da belirtmiştim. Bu yöndeki genel kanı, kandaki düzeyin 14'ün üzerine çıkması halinde riskin çok arttığı şeklindedir. Yapılan birçok araştırma bunu doğrular şekilde sonuç vermiştir. Damar sertliği oluşumunda homosisteinin bu denli etki etmesinin belirlenmesi, önleyici ve tedavi edici yönde yoğun çalışmaların yapılmasına neden oldu. Bol miktarda sebze, meyve ve salata yenilmesinin korunmada önemli yararı var. Özellikle marul ve ıspanak gibi yeşil yapraklı bitkilerin bol yenilmesinin koruyucu etkisi büyük. Ancak pişrme sırasında bunların içindeki B6, B12 ve folik asit gibi vitaminler düşebiliyor. Bu nedenle salata şeklinde çiğ olarak yenilmesi daha önemli. Bu vitaminleri ilaç olarak da kullanmak mümkün. Özellikle kandaki homosistein düzeyinin çok yüksek olduğu hallerde bunlar tedavi amaçlı olarak da kullanılabilir.
Görüldüğü gibi sebzeler, meyveler ve salatalar gibi bitkisel ürünlerle beslenmek için bir gerekçe daha doğdu. Bilim adamlarının yıllardır söylediği bu beslenme şekline daha titizlikle uymakta yarar var.
Yazının Devamını Oku